Yeni Üyelik
17.
Bölüm

17. 🍪

@melankolilibiri

 

 

Farah*

Akacak su durmaz akar.

İnsanlar dünyada ev yaptılar, içinde oldukları insanlara ise aile dediler.

Ama benim hiç bir zaman o dünyada kurduğum evin içerisinde bir ailem olmamıştı nedeni bilmiyordum ama hiç bir zaman birine sarılarak ağlayamamıştım, Gökhan dışında.

Gökhan, yaptığı o tüm şımarıklılığa rağmen ilk sarılıp ağladığım kişi olmuştu

‘Farah’ demişti bir keresinde tam bir işin üzerindeyken sonra devam etmişti; ‘sevgilin olursam beni kabul edermisin?’ oysa ben onu ilk gördüğüm andan itibaren kabul etmiştim her şeyiyle.

O Gökhandı çünkü, çoğu zaman ciddi olamayan ama bir o kadar da ciddi olan Gökhandı.

Beni sevdiğini biliyordum, hissediyordum ama o gün beni dinlemeyip baba olacak birini öldürdüğünde yaptığı en can alıcı hata olmuştu.

Ama şimdi küçük bir kız çocuğu kaybolmuştu ve yardıma ihtiyaçları olduğu da aşikardı.

İlk Eflah beni bulup elime bir bilgisayar verdiğinde daha 19 yaşıma girmemeştim. Ve Eflahla çalışmam biraz pahalıya patlamıştı, iki kere vurulmuştum.

Ama sağlam da çıkmıştım o iki vurulmamdan sonra iyice Eflaha bağlandım, yeri geldi abim oldu sırdaşım yeri geldi patronum.

“Cevdet mi?” diyebildim. Soy ismini,soy ismimi ağzıma alamadım. Biliyordum. Benden bu kadar çabuk vaz geçmezdi.

“Daha belli değil.” Dedi Gökhan bana bakarken. Bana bakışlarında acıma duygusu arasamda yoktu, yada saklıyordu bilmiyordum.

“Belli yada değil, o kanını siktigim, kıza dokunmuş olursa, onu mahvederim.” Dedi Eflah kalktığı yerden. Eflah’ın bir kıza bir kadına bu denli bağlı olmasi şaşırtıcıydı, çünkü Eflah aşk adamı değildi bunu bilirdim. En azından Leyladan önce.

“Ne yapacaksın?” dedi Umutta öteki taraftan kalkarken. Belindeki silahı yerini netleştirip arkada duran ceketini giydi ve Eflah’ın yanına geçti.

“Cevdeti ziyarete gideceğiz.” Dediğinde bende yerimden eş zamanlı olarak kalktım ama Eflah eli ile beni durudu, “Farah, gelmiyor.” Dediğinde umursamadan ceketimi giydim ve düşünmeden konuştum; “ Farah geliyor.” Gitmeliydim en azından o küçük kız için.

“Farah!” dedi Eflah kafasını yana yatırıp sert bakışlarını bana yönetmeye çalışırken.

“Yok Farah falan, geliyorum.” Dediğimde Gökhan Eflah’ın yanına gidip tuttuğu kısık sesiyle konuştu ardından yanıma gelip nazikçe kolumu tuttu ve beni mekanın öteki tarafına çekti.

Geldiğimiz köşede masa yoktu ve ışık ta sadece Gökhan’ın yüzünü görebileceğim kadar vardı.

“Ne oldu?” dedim Gökhan’ın yeşil gözlerine bakarak. Gökhan, Eflah’a ve Umut’a göre daha yumuşak bir yüzü vardı, ama çok güzeldi.

“Farah...” dedi bir eli omzuma zor gelen kahve saçlarımda gezinirken, yutkundu sonra devam etti; “gelme, lütfen. O adamın gözlerinin sana değmesini istemiyorum.” Dedi naif sesiyle.

Gökhan, bana bu denli güzel bakarken bende gitmek istemiyordum, ama Gitmeliydim. O adamın hem bana hem Gökhan’a çektirdikleri için onu defalarca öldürmeye çalışmıştım ama her seferinde yanan ben ve Gökhan olmuştuk. İşin sonunda ise söndüren Eflah ve Umut.

“Gökhan, gelicem dedim.” Soğuk tutmaya çalıştığım sesimin aksine gözümün parladığını dahi hissediyordum.

Yutkundu, yavaşça sonrasında derin bir nefes aldı ve hafifçe eğilip dudağıma bir öpücük bıraktı ama uzaklaşmadı orda öylece durdu, öpmek istiyordu bir tarafım deli divaneydi. Ama öpmemeliydim, en azından gidip gelene kadar.

Sonunda uzaklaştığında bir adım geriye gitti ve kafasını yavaşça eğip konuştu, “Sakın o adamı tekrar öldürmeye çalışma, bensiz.” Dediğinde güldüm ve yanına doğru gittim oda gülüp elimi avucunun içine aldığında beraber yürüdük.

“Beraber denersek ölür.” Dediğimde küçük bir kahkaha attı “Kesin ölür,” dediğinde derin bir nefes aldı ve arabaya binmeden önce son kez konuştu; “ölsün.”

Ölsün dedim içimden, eskiden hemen hemen her gece tekrarladığım gibi.

★*★

Önde giden arabanın arkasında duran üç araba vardı, Eflah defalarca kez o arabalara ihtiyaç olmadığını söylese de Gökhan o üç arabanın içine güvendiği tüm adamlardan doldurmuş ve peşimize takmıştı, Arabayı süren Umut’un yanında Eflah vardı.

Arka koltukta ise ben ve Gökhan oturuyorduk. Araba yirmi dakikalık yolculuğun ardından durduğunda derin bir nefes aldım; sonunda.

İlk kapıyı açıp çıkan Eflah olmuştu, sonra Gökhan ben ve Umut.

Arabamızın arkasında duran üç arabadakiler de çıktığında Eflah arabadan çıkanların orda durmalarını emretti ve Umut’a bir şeyler söyledi. Ben ve Gökhan da tam yanlarında durduğumuzda dördümüzde aynı hizaya gelmiş bulunduk. Benim üzerimde ki siyah kot pantolon ve siyah deri ceket varken Umut’un ve Gökhan’ın üzerinde sıradan siyah gömlek ve yine siyah pantolon vardı. Eflah’ın ise üzerinde tam bir takım elbisesi vardı.

Önünde durduğumuz kocaman müstakil evin önündeki korumalar çoktan gardını almış beklerken. Eflah ve Umut önden yürüdü, ardından ben ve Gökhan.

Tam kapının önünde durduğumuzda görevlerden ikisi karşımıza geçti ve tam karşıya bakarak konuştu, “davetsiz misafir kabul görmüyoruz.”

“Hadi amaa” dedi Umut sert sesiyle ardından pantolonundan çıkardığı cüzdanında ki kartı onlara doğru çevirdiğinde karşıdaki adam daha dik bir konuma geçip, yana doğru çekildi. “sadece size izin verebiliriz amirim.”

Amir? Demek amir kartı da yapmıştı kendine. Sahiden ilginç bir adamdı.

“Hadi ya?” dedi Umut cüzdanını tekrar cebine koyarken. Sonra bizi işaret edip, “bu üç arkadaş da gelecek.”

“Ama...” Umut sözünü kesti adamın ve açık kapıdan içeri girerek konuştu, “elinizi her hangi birine sürerseniz mahvolursunuz.” Dediğinde bizde ardından girdik. Kocaman bir bahçe karşıladı bizi.

Bir kaç saniye sonra yanımıza bir adam gelip bize içeriye kadar eşlik etti ve ev kapısını da açıp kapıyı ardımızda kapattı.

Girdiğimiz evin her tarafı altın kaplamalı eşyalar ile dolup taşıyordu. Tam ortada iki yöne açılan kocaman iki merdiven. Ve diğer bütün her şey ile kocaman bir ev.

“İçeri buyrun.” Dedi az önceki adam onu takip etmeye devam ederken, Gökhan’ın elinin tersi elimin tersine değiyordu, bu bile bana yeterdi.

“Vay vay.” Duyduğumuz sesle hepimizin koca salonun ortasında adımları durdu.

Merdivenlerin tam başında bize bakan orta yaşlı adam, Cevdetti.

“Hoş geldiniz!” dediğinde iki kolunu açıp evini işaret etti, ve tek tek merdivenlerden aşağı indi.

“Hoş gördük,” dedi Eflah ve rast gele ikili koltuklardan birine oturdu. Sonra her birimiz Eflaha en yakın koltuklara oturduğunuzda, Cevdet tam karşımızda durdu. Önce Eflah’a ardından Umut’a ve Gökhan’a baktı. En son ise iğrenç mavi gözleri beni buldu. Gözlerimi kaçırmadan baktığımda güldü.

Gökhan bana güldüğünü anladığı an ağzına aldığı küfür ile Cevdete yöneldi ama Umut ve Eflah onu aynen kalktığı yere oturttu. “Ama böyle saldırgan olunmaz!” dedi Cevdet cıklayarak. Sonra Eflaha baktı, “İyi eğitmedin mi yoksa şu ikisini,” dedi Umut ve Gökhan’ı işaret ederken. Ardından kaşlarıyla beni işaret etti ve gururla konuştu, “Bak benim kızıma nasılda güzel yetiştirdim onu.”

Kızım demesinden nefret ediyordum.

“Ulan senin kızım diyen ağzını sikerim!” dedi Gökhan yine atılarak ama bu sefer ne Eflah nede Umut durdurdu ve saniyeler sonra yumruğu Cevdettin suratındaydı.

İkinci yumruğu yemeden hemen önce Gökhan’ın durduran Cevdettin iki adamı olmuştu.

Cevdet patlayan dudağında ki kanı silerken gülümsedi, “Sen büyüdün de adamlık mı taslıyorsun, bak bunu sevdim.” Ardından karşımızdaki tekli koltuğa oturup önce yakasını düzeltti sonra sağ ayağını ötekinin üzerine attı. “Sebebi ziyaretiniz neydi? Beni mi özlediniz?” dediğinde yine yaptığı komik (!) şakaya yalnızca kendisi güldü.

“Ne kadar düştüğünü bir kere daha belli ettin, iki yaşındaki bir çocuğu kaçırmak ne Lan?” dedi Eflah kurduğu cümlede oturuşu da aşırı sakindi. Cevdet her zamanki gibi güldü ve kafasını iki yana salladı.

“Kaçırmak? Ah çok kabaca, misafir ettik miniği.”

“Misafirliğin kısası makbuldür.” Dedi Eflah ayaklanarak.

“Gidiyormusunuz?” dedi Cevdet kaşlarını kaldırarak ve rahatını hiç bozmayarak.

“Kızı getir.” Dedi Eflah kalktığı yerden.

“Haa yok o biraz daha burda.”

“Kızı getir.” Dedi tekrardan Eflah.

“Hadi ama Eflah zeki çocuksun sen. İkiletme.” Dediğinde göz ucuyla bana baktı Cevdet bunu fark eden Gökhan yine kükredi, “O köşeye değen gözünü oyarım lan senin!” dediğinde Umut yine engel oldu ona.

“Kızı getirmeni tekrar söylemeyeceğim.” Dedi Eflah, ileri bir adım atıp iki kolunu arkasında bağlamıştı.

“Eflah? Biz seninle ne zaman tanışmıştık?” kendi sorduğu soruya yine bir kaç saniye sonra kendisi cevapladı, “Ah bir kumar masasında değil mi?”

Kimse cevap vermediğinde devam etti, “şimdi kumardan daha kolay bir oyun, bunu herkes bilir. Bir şey alacaksan bir şey vereceksin.”

“Hülya’yı al. Farah’ı ver.”

O an herkes durdu hatta Gökhan bile bir kaç saniye saldırmadı, yada küfretmedi.

“Biliyorsun, Farah hiç bir kadına benzemez. Hülya’yı al Farah’ı ver. Çok basit.” İşte o an Hem Eflah’ın hem Umut’un Hemde Gökhan’ın dolduğu an olmuştu.

Gökhan, Cevdettin üzerine atlarken Umut ve Eflahta arkadaki iki adama doğrulttu, bellerinden çıkardıkları silahı.

“Ulan bir daha Farah’ın adını ağzına alırsan öldürürüm lan seni!” Gökhan durmadan kaldırdığı her bir yumruğu Cevdettin suratındaydı indiriyordu.

Dakikalar sonra kalktığımda yerden bir kaç adım attım ki salondaki büyük televizyona iki görüntü eklendi.

Birinde küçük hülya vardı, oturduğu yerden elindeki ayıcığa sarılmış, ağlıyordu. Ötekisinde ise Leyla vardı, bir odada elindeki küçük bir elbiseye sarılmış ağlıyordu oda.

Birden hem Leyla’nın hemde Hülyanın üzerine lazer ışığı geldiğinde, nefesimi tuttum ve gözlerimi ekrandan ayırdım.

Eflaha baktığımda ayını lazeri ondada gördüm, Umutta ve yumruklamayı bırakmış bana bakan Gökhanda da vardı.

“E küçük oyunu sevmediniz, büyütelim istedim biraz.” Dedi yüzü kanlar içinde olan Cevdet.

1 saat sonra

Bir silah sesi duyuldu, hem Farah’ın hem Leyla’nın hemde Hülyanın ağlaması o tek kurşunla sustu. Tek kurşun sesi tüm düzeni mahvetti.

Akacak su durmaz akar.

 

🦢💌

 

Selamsss nabersinizzz?

 

Oy atıp yorum yapmayı unutmayın sevgiyle kalın öptüm 💐

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%