@melankolilibiri
|
Normalde böyle ortamlarda kendimi tutabilirdim ama şu an tutamıyor, kahkaha atıyordum. Salondaki köpek, Gökhan’ın üzerine çıkmış tam kucağına doğru, dışkısını bırakıyordu. Gökhan önce köpeğe sonra kucağındaki dışkıya baktığında; “Hay amına koyim.” Dedi ayağa kalkıp bağırarak. Ama üzerindeki dışkı üzerinde duruyordu, “Ulan dedim ben bu iti alın diye.” Dedi ve hızla salonda olan ikinci kapıdan çıktı. “İt dedi alındı köpek napsın?” Dedi oturduğu yerden gülen Umut. “Hoş geldiniz bu arada” dedi Umut ayağa kalktığında, arkada duran üniforma ceketini giydi zaten altında ise asker üniforması vardı. “Ben çıkıyorum, size iyi eğlenceler.” Dedi ve Eflal’a baş selamı verdikten sonra Hülya’nın yanına gidip saçlarını karıştırdı, hülya karşılığında gülümsediğinde Umutta gülümsedi. Son olarak bana da, baş selamı verip odadan çıktı; Bir kaç saniye sonra Farah köpeğini bahçeye çıkardı ve yemek masasına bir kaç tane daha tabak koydu. “Kahvaltı yaptınız mı?” dedi çayları doldururken; “Yapmadık.” Dedi masaya gidip sandalyelerden birine oturan Eflah. “Aflaa, ben tost istiyom.” Dedi Hülya yanıma gelip elimi tutarken. Hülya’yı kucağıma alıp, yemek masasına doğru yürüdüm ve masaya baktım; hülyanın yiyebileceği çoğu şey vardı. “Bugün tost yok,” dedim onu bir sandalyeye oturtarak. “Ama dün de yoktu.” Dedi oflayarak Hülya. Önündeki tabağa, peynir, salatalık domates ve iki tane poğaça dilimi koyup yanına oturdum; “ama bugün bu tabak bitecek.” Dediğimde dudağını büzüp ofladı. “E Leyla beş dakikada yapayım ben tost.” Dedi yerinden doğrulamaya kalkışan Farah; tamamen doğrulmasına izin vermedim. “Hayır hayır, bugün bunları yiyecek.” Dediğimde peki anlamında kafasını salladı. Eflaha baktığımda çoktan yemeğe başlamıştı; bende elime aldığım çatalla rast gele bir şeyler yerken odaya söylene söylene giren, Gökhan masaya oturdu. “O boku, Umut ve sen temizleyeceksiniz!” dedi Faraha bakarak. “Ulan it oğlu it üzerime sıçtı.” “Kaka yaptı, üzerine” dedi Hülya gülerek; “Kaka koktun.” “Hülya, hani arkadaşındım? Hani can tanen bal tanendim?” dedi Gökhan tabağını doldurmayı bırakıp, dudağını yalandan büzerek Hülyaya bakıyordu. “Haklı kız, bok kokuyordun.” Dedi Farah. “Ulan senin yüzünden!” “Ee kime niyet kime kısmet ne bileyim üzerine sıçacağını.” Dedi gülmesini tutmaya çalışan Farah. Gökhan yine bir şeyler geveledi ve yemek yemeye başladı. Bir kaç dakikalık sessizlikten sonra, bu sefer konuşan Eflah oldu. “Bu akşam, Hülya ve Leyla burada kalacak.” Dediğinde kaşlarımı çattım. “Neden?” “işimiz var, sizde burada kalın.” “Ne işimiz var?” Sormak istediğim soruyu soran Gökan’dı. “Düğün var.” Dedi, çayından bir yudum alırken. “E o mu iş?” dedi Farah, haklı olarak. “Evet o iş.” “İyide bizde geleceğiz, Ne yapacaklar?” Farah resmen aklımdan geçen tüm soruları tek tek soruyordu. “bulurum ben birini.” “Kalmam ki ben.” Dedim omzumu silkerken, Eflah bana baktığında bende gözümü kaçırmadan ona baktım. “Kalacaksın ama Leyla.” “Yok eve giderim ben.” Dedim sırtımı sandalyeye yaslarken; “Hatta erken gitmem için sebep oldu.” Dediğimde Eflah derin bir nefes aldı. “Leyla-” dediğinde sözünü kestim. “Eflah, kalmam.” “E Leylada gelsin?” dedi Gökhan, üçümüz birden ona döndüğümüzde, omzunu silkti; “Ne var be, ayrılmazsınız işte.” Dediğinde dediği şey ne kadar mantıklı olsada bir o kadar da saçmaydı bir kere. Hülya vardı. “Hülya var.” Dedim Hülya’yı göstererek. “Bulur bir yolunu, Eflah adam.” Dedi Gökhan. Eflah bana bakarken, kafasını salladı; “ikinizde gelin.” “Nereye?” “Düğüne.” Dediğinde Farah olduğu yerde alkış yaptı ve “Hülya düğün boyu yanımda dursun o zaman.” Dedi. “Saat kaçta?” “7.” Dedi Gökhan. “10 da eve dönelim ama.” Hülya için. “Döneriz.” Dedi Eflah. ★‡★ Farah eve gidip elbise almam müsaade etmemiş, zor bela bir giydirmişti. Ve bu elbise tanımadığım bir düğün için sahiden çok fazlaydı. Giydiğim elbise siyah bir elbiseyi, ve bedenimi cephe çevre sarmıştı. Bileğimin biraz üstünde biten bu elbise’nin göğüs ve sırt dekoltesi gözler önündeydi. Altıma yine Farah’ın gümüş renginde bir topuklu ayakkabısını giymiştim. Ama şükürler olsun ki makyajımı kendim halletmiş, sadece yüzüme biraz renk vermiştim. Bir de dudağıma. Saçlarımı omzumdan açık bıraktığında, yine Farah’ saçıma dalga şekilleri verdi ve sarı sarı buklelerim daha fazla dolgunlaştı. İçine, çok küçük makyaj malzemelerimi,peçete, cüzdan telefon koyduğum küçük kol çantasını da aldığımda tamamen hazırdım. “Ay Leyla’m mükemmel olmuşsun.” Dedi Farah yanıma gelip elimi tutarken, kendinden haberi yoktu. Üzerine giydiği kırmızı elbise duruyordu, saçını havada toplamış olsada ayrı bir aura veriyordu; makyajıda tıpkı elbisesi gibi iddialıydı. “Asıl sen mükemmel olmuşsun.” Dediğimde gülümsedi ve son kez kendine sıktığından farklı bir parfümle yanıma gelip bir kaç fıs sıktı, parfümü de çantama attığında artık hazırdık. “gidelim mi?” dediğimde kafasını salladı ve o önde ben arkada odadan çıktık. Ayakkabı topuğumuz her yere dediğinde sessiz koridorda yankı yapıyordu. Sonunda salona vardığımızda, Farah hemen dışarda bekleyen Gökhan’ın yanına gideceğini söyleyip dış kapıya doğru yürüdü. Bense salonda beni bekleyen, Eflah’ın ve hülyanın yanına gitmek için salona girdim. Hülya, çoktan hazırlanmış Eflah’ın yanında yerini almış; bir şeyler anlatıyordu. “Aflamm geldi.” Dedi anlattığı şeyden bağımsız olarak. Eflah’ın kucağından beni gösteren Hülya’nin saçını iki taraftan balık sırtı olarak çok güzel örmüş ve sıradan mor renk bir etek ve siyah bir badinin üzerine şişme montunu giydirmiştim. Eflah ayağa kalktığında, hülya da kalktı, Eflah Hülyanın elini tutup bana doğru geldiğinde, bir kaç saniye öylece durdu ardından da gülümsedi ve diğer boş eli ile elimi tuttu. Hep soğuk olan ellerim onun ateş gibi eli ile temas ettiği an için sıcacık oldu. Elimi hiç bırakmadan, evden çıktık. Elimdeki yine Farah’ ın siyah ceketini omzuma attım ve arabaya doğru yürüdük. Eflah Hülya’yı arkaya bindirip kemerinide bağlandığında, bende öne oturdum, ardından ise Eflah. “Hülya ablacım, orda sakın ama sakın sözümden çıkmıyorsun tamam mı?” dediğimde, hülya; “Damam.” Diyerek yanıtladı. “ Aferin sana.” Dediğimde yol boyu hülya konuşmaya devam etti. Ben ve Eflah ise arada derde ona yanıt vermekle yetiniyorduk. Sonunda araba durduğunda ilk çıkan ben olmuştum, hala omzunda olan hırkayı tuttuğumda düşmemesini sağladım; Hülya’yı da arabada indirdiğimde elini tuttum. Eflahda arabadan çıktığında hemen yanımıza geldi ve bu hoş görünümlü düğün salonunun bahçesine beraber girdik. İçerdeki adamlardan bir kaç tanesi ile selamlaştığında, Berber içeri girdik. Sonunda sıcak hava. İçerde fena bir hareket varken içeri girdiğimizde, bir çok kişinin ortada toplanmış halay çektiğini gördüm. “Oyşş kuzum gelmiş.” Dedi bir kadın bize doğru gelirken, sesini zor duysamda tam önümüze geldiğinde Eflah’ın yanaklarına öpücük bıraktı; Eflahta eğilip elini öptükten sonra anlına koydu. “Nasılsın teyzem?” dedi zor işittim sesiyle. “Seni gören iyi olmaz mı?” dedi 50lerinde oldugunu tahmin ettiğim kadın, “ estağfurullah.” Dedi gülerek Eflah. Sonunda kadın bize doğru döndüğünde, “ha bunlar kimdur?” dedi. Şivesi mi vardı? “Sevgilim.” Neyi? Sevgilisi. Kimin? Eflah’ın. Kim? Ben. Neyi? Sevgilisi. Kimin? Eflah Zemheri’nin. Kim? Leyla, ben. “Ula bunun uşagı mı vardır? Ulan eşek sipasi evli kadın mı sevdun?” Dediğinde yüzümün ne hale geldiğini merak ediyordum. Ne oluyordu be. “Yok teyzem, kızı değil.” Kadın nefesini verdi ve bu sefer şahsi olarak bana döndü; “Pek güzelmuş,” baştan aşağı beni süzdüğünde nefesimi tuttum; “Ha adın nedur senin?” “Leyla efendim.” Dedim kısık çıkan sesimle. Efendim mi demiştim. Allah’ım yok olayım şu an. “ Veyy” dedi uzata uzata, “pek utangaçtur.” “ya ya” dedi Eflah, “bir görsen.” Kadın, elini uzattığında düşünmeden elini öpüp anlıma götürdüm. “ Aferin aferin.” Dediğinde Hülyaya baktı; “ula ammada küçük bu uşak.” Hülyanın anlına bir öpücük konudu ve doğruldu, başındaki baş örtüsünü düzelttiğinde sonuna içeri doğru aldı bizi. İçeri tamamen girdiğimizde, az önceki kadını takip ediyordum. “Sevdi seni.” Dedi bana doğrulan Eflah. Ona dönüp dişlerimin arasından konuştum; “hele bir eve gidelim.” Dediğimde küçük bir kahkaha attı. “Gidelim tabii.” Aptal. “Eflah’ım gelmuşş” bir kadının daha sesi yüksek bir şekilde çıktığında o yöne döndüm. Az öncekinden daha genç bir kadın bize doğru geldi ve Eflah’a kocaman sarıldı tabii Eflaha sarılmalari için Eflah’ın eğilmesi gerekti. “Geldim tabi.” Dedi Eflah, doğrularak. “Ha vallahi senide götürüvercez memlekete.” Dediğinde Eflah, cikladı. “ Siz geldiniz bak.” Dedi kollarını açarak. “Çakarum ha,” dedi kadın ellerini kaldırarak. “Geleceksun dedim mı geleceksun.” “ Bakcaz artık.” Sonra ortamda öyle yüksek sesle bir müzik çaldı ki yüzümü buruşturdum. “Uhaaa,” dedi yaşlı kadının arkasından çıkan genç bir kız; “horon da horon.” ‘karanmiş dağları ben budarum budarum.’ ... Önümdeki kadında şarkıyı duyduğu an en az az önceki kız kadar, hızlı bir şekilde ortaya geçti. Arkama baktığımda, el ele geçmiş bir çok insanın hararetli bir şekilde horon teptiğibi gördüm. Önce gözlerim kocaman açıldı, sonra yüzme kocaman bir gülümseme kondurdum. “E o zaman, birazdan sevgilim banada gülümsesin.” Dedi Eflah kollarını katlarken. 🥹🥹
Uzun oldu biraz amaaa neysee Ee nasıldı bölüm? Nasılsınız? Bölüm sınırı 18 olsun o zaman.
Oy atıp yorum yapmayı unutmayın sevgiyle kalın 💐 Öptüm.
|
0% |