@melankolilibiri
|
Eflah Leyla’ya dün, aniden benimle gelmesini söylemiştim. Memlekete. Memleketimi özlediğimden değildi aslında bu istediğim, belkide özlemiştim bilmiyordum ama daha dün gece Leyla’nın babasının o evin etrafında dolandığını öğrendiğimde yerimde duramamıştım. Bir şey yapmam gerekiyordu, hep yapardım aslında ama Leyla geldiğinden beri öylece kala kalmıştım. Şirketteki masamda otururken, aklımdaki tüm düşünceleri rafa kaldırdım, her zaman ki gibi. Kapı açıldığında, elimdeki dosyayı incelemeyi bıraktım ve kapıdaki kişinin gelmesine müsaade ettim. Her hangi bir çalışan olduğunu bildiğim kadın, bir kaç adımla odaya girdi ve konuştu; “Efendim, haftaya burada olmayacağınızı bildiriniz evet ama bu cumartesi akşamı önemli bir davete davetlisiniz.” Kadın masama davetiyeyi bıraktığında gitmesi için müsaade ettim bu sefer. Davetiyeyi elime aldığımda, davetin ne kadar büyük çaplı olduğunu gördüm. Atlattığım bu tüm işleri bununla kapatabilirdim. Davetiyeyi köşeye bıraktım, ayağa kalktığımda masamdaki telefon titredi, Ekrandaki Umut ismini gördüğümde telefonu elime aldım ve bir kaç saniye sonra onayladım. “Eflah, neredesin?” dedi umut. Umutun sesinden hiç bir şey anlaşılmazdı. “Şirketteyim, ne oldu?” dediğimde Umut sanki bir kaç saniye etrafına doğru bir şeyler söyledi ama duyamadım. “Abi gelsene bir eve, Leyla da burada.” Dediğinde cevap vermeden telefonumu kapattım, daha dün Leyla’yı eve bırakmıştım asla gelmezdi biliyordum. ★ ‘Leyla’m küçük meleğim. Duydum ki annen seni küçük bir çocukla yalnız bırakmış, ne kadar yazık. O küçük çocuğu senden alayım diyorum, mesleğine ve hayatına yoğunlaş.’ Bu not bana pahalı siyah bir zarfta gelmişti, sabah kapımda bulduğum bu notla bir anlığına Hülya’sızlık dank etti kafama. Yaklaşık yarım saattir Eflah’ı bekliyordum ve yerimde duramadan bir ileri bir geri yürüyordum. “Öldü dediler bana, cezaevinde kafasına sıktı dediler.” Susmuyor, bir ileri bir geri yürürken konuşup duruyordum. “Leyla, Allah aşkına ne yapabilir. Otursana.” Dedi Farah, çoktan Hülya’yı oyalayacak bir şeyler vermişti eline. “Hayır,” dedim Farah’a bakarak “Siz onu tanımıyorsunuz. Alacak benden Hülya’yı.” “İyide, öz babası bile değil nasıl alacak.” Dedi Gökhan, bu sefer. “Alır, biliyorum.” Dediğimde kapı çaldı. Ben hala aynı şekilde hareket ederken. Farah odadan çıktı. Bir kaç dakika sonra geri döndüğünde Hülya’yı alıp, çıktı Gökhan ve Umut da arkasından çıktığında kaşlarımı çatarak durdum. Fakat saniyeler sürmeden, açık kapıdan içeri Eflah girdi. Onu yaklasik 6 aydır tanıyordum, ama içimde ona karşı beslediğim güven sanki senelerdir içimdeydi. Günler günleri kovaladı, yeni bir yıla girdik, yeni bir yaşa belkide yağmur yağdı sonra güneş açtı, yerler bembeyazdı oldu. Her şey değişti ama Eflaha olan güvenim az da olsa hiç sarsılmadı. Vuruldum, belkide biraz onun yüzünden, onu tanımasaydım hiç vurulmazdım diyordum kendi kendime ama o olmasaydı ben bu kadar ilerleme kat edemezdim. Sanki o geldi ve yıllar önce başıma yıkılan o yuvayı tekrar tamir etmeme yardımcı oldu. “Leyla?” dediğinde arkasından kapıyı kapattı ve içeri girdi, bir kaç adımla yanıma geldi ve yüzüme düşen saçlarımı çekti yüzümden. Parmağının ucunu yüzüme değdiğinde içimde bir şeyler hareket etti, onu tanıdığım günden beri yanında hiç ağlamamıştım. Hayır ağlamıştım ama o görmemişti. Yağmur almış götürmüştü göz yaşlarımı. Şu an saklayacak bir şey yok, Leyla. Sakın ağlama. “Ne oldu?” dedi bu sefer elleri hala yüzümü okşuyordu. Ağzımı açarsam ağlardım ve ağlarsam susmazdım. Ağlama Leyla. Dik tut kafanı. Neler oldu da ağlamadın. “Sarılsana bana.” Diyebildim zorla, sarılırsa geçerdi, sarılırsa ağlamazdım. Dediğimi yerine getirmesi, hiç uzun sürmedi bir kaç saniye sonra beni kendine çekti. Yüzüm göğsüne gelirken yüzümü göğsüne gömdüm ve kollarımı beline sardım. Oda kollarını omzuma sarıp beni kendine çekti. “Ne oldu?” dedi yine. Tutamadığım bir göz yaşı aktı gözümden ama yere düşmedi, yer aldığı yer Eflah’ın göğsü oldu. “Babam gelmiş.” Dedim yine sesim çok kısık çıkıyordu, titrek çıkıyordu. İlk defa bu kadar acizdim. “Bir şey mi yaptı?” Sanki cevabını biliyordu ama yine de benden duymak istiyor gibiydi. “Hayır, Hülya’yı almak istiyor.” Dedim ikinci göz yaşı aktığında, ağzımdan küçük bir hıçkırık kaçtı. “Hülya’yı?” dedi, ses tonu nede çabuk değişmişti. “Evet.” Dediğimde beni hafifçe kendinden uzaklaştırdı. Elleri hala omzumdayken, gözlerimde biriken ve daha az önce düşen damlayı parmağının ucuyla sildi. “Değil Hülya’yı almak, sana size dokursa onun canını alırım.” Durdu ve düşen gözyaşlarımın aktığı sol yanağıma bir öpücük bıraktı. “Ağlama, işleri karma karışık etmek istemiyorsan ağlama.” Ağlama. Bende içimden saatlerdir bunu tekrarlıyordum ama nafile. Yine de kafamı salladım. Öteki yanağıma da öpücük bıraktı, ve benden biraz uzaklaştı; “Burada kalıyorsun, Tamam mı? Geleceğim.” Bir şey dememe kalmadan, odadan çıktı. ★ 2 saat sonra (Yazarın anlatımıyla) Eflah evden çıktığını an gözleri cayır cayır yanıyordu adeta. Leyla’nın göğsüne damlattığı her göz yaşı içine işlemişti sanki. Cevdet’in evine adım attığı an da ne gözlerindeki ateş azalmıştı nede içindeki öfke. Öfkesini hep çok iyi dizayn ederdi,dindirir ona göre hareket ederdi asla dışarı vermezdi. Yine öfkesini dışarı vermemişti fakat, dizayn edemiyordu. Cevdet’in evine girişi ve çıkışı bir olmuştu adeta, bir şeyler döndüğünü anlamıştı. Serter’in Cevdet ile bağlantısını anladığı an gelmişti buraya. Zarfta hem Serter’in hemde Cevdetin mührü vardı. Eflah, hızla arabaya bindiğinde sınırını yarıştırmaya çalıştı, bir daha onlara kendi yüzünden zarar gelmesine müsaade edemezdi. Etmemeliydi. Arkasından gelen üç araba daha onu takip ederken hızla eve sürdü, arabayı aynı anda ise elindeki telefonla evin etrafındaki adamlarını aramaya başladı, hiç birinden ses solum çıkmadığında telefonu bir köşeye bıraktı ve yola odaklandı. Sonunda arabayı, evin önünde durdurduğunda, kapının açık olduğunu gördü, nefesini seslice verdiğinde arkamdaki arabalardan inen adamları önden girdi eve. Arkadan girdiğinde, dış kapının da açık olduğunu gördü Eflah, sakinliğini koruyarak içeri girdiğinde eli belindeki silaha gitti, bir kaç adım attığında ise evde kimsenin olmadığını idrak etti. Ağzında bir küfür gevelerken masadaki lüks zarfı aldı, bilirdi ki bu zarf herkese verilmezdi ve hu sefer üstünde sadece Serterin mührü vardı. Zarfı usulca açtı, içindeki kartı çıkardığında elinde iki kart geldi, bir not ve iki tane farklı kart vardı. Notu eline aldığında, dişlerini sıktı ve derin nefesler almaya başladı. ‘Eflah, ilk defa karşı karşıya geleceğiz. Ama duydum ki kumarda iyisin. Kumarı severim, hele önemli şeyler üzerineyse, benimle bir kumar oyna, Leyla için. Ve o kumar masasına elindeki iki kattan biri ile gel. O kartlar sıradan kartlar değil, ya kupa’yı seç yada karo’yu Bekliyor olacağım. Görüşmek üzere.’ Kartı okuduğunda, derin bir nefes daha aldı ama vermedi. Ağzında bir küfür geveleyip, arkasında duran adamlara dağılmalarını söyledi, kumar masasına oturacak kişi, Eflah’tı. Eflah kumarı severdi, hep de kazandı fakat kumar Leyla’ydı bu sefer ama. Kafasını dikleştirdi, kim olduğunu biliyordu, Eflahtı. Eflah Zemheri’ydi. Yakar, fakat yanmazdı. Herkesi yakardı belkide, fakat yakacağı o alanda kurtaracağı tek kişiydi Leyla. ★ Şimdi “Baba?” dedim, tozlanmış bir kitabın kapağını açmıştım sanki. Ne kulağım bu kelimeyi sesimden duymaya alışıktı nede dilim bu kelimenin üzerinden geçmeye. Ama demiştim işte, çünkü tam karşımdaydı. “Meleğim?” dedi yapmacık bir sesle yanıma geldi ve elindeki silahı beline yerleştirip çenemi tuttu, yüzümü yüzüne hızlandırdığında yüzümü inceledi. “Ne kadar da güzel olmuşsun.” Dediğinde, burnum sızladı çünkü tam olarak anneme benziyordum. “Hülya nerede?” dedim bu sefer, bağladığı yerden bir gram hareket edemezken, göz yaşlarımı içimde tutuyordum. “Güvende.” Dedi sadece sonra içerdeki bir kaç adamı baş hareketi ile dışarı gönderdi. “Nerede?” dedim yine, güvende bir cevap değildi. “Küçük kızım,” elleri saçlarıma gittiğinde kafamı çevirdim, “ Şu an sadece kendini önemsemen gerek.” Hayır. “Hülya,” dedim bastıra bastıra; “Nerede?” “Aynı annen gibisin.” Bunu yapmacık bir hayranlıkla söylemişti. Demiştim ya bir keresinde, babaları kızlarının ellerini tutarsa kızları onları cehenneme kadar takip eder. Şu an babam elimi tutarmı diye düşünmeden edemedim. “Ne istiyorsun?” dedim kafamı kaldırarak. “Sana ne öğrettim ben, sen daha küçücükken ben sana ne öğrettim, Leyla?” Önümde diz çökmüş benimle aynı konuma gelmişti ama temas etmiyordu. “Bir bok öğretmedin bana.” Dediğimde cıkladı ve ayağa kalktı, arkama geçtiğinde elleri bağlı olan iple uğraşmaya başladı, bu sırada ise konuşmaya başladı. “Sana, bir gün kumar masasında olduğunda ne yapacağını anlatmadım mı?” “Asla ama asla kumar masasına oturmam, o kadar aptal değilim.” Dedim tükürür gibi. “Oturmazsın?” dediğinde elimdeki ipler çözüldü. “Oturmam.” Dedim ellerimi öne getirip ip izlerini ovdum. Sonra eğilip kendi ayak bağımı çözdüm. “Ya kumarın kendisi olursan, meleğim?” Ayağımdaki bağları da çözdüm ve bir kaç saniye sonra ayağa kalktım, ayağa kalktığımda, arkamı döndüm. Babamı görmek için, dönmüştüm fakat içerde üç kişi vardı. Üç adam. Babam, tanıyordum tabi ki küçüklüğümün hayal kırıklığı. Cevdet, az buçuk aşinaydım ona, fakat ilk defa yüz yüze gelmiştik. Üçüncü kişiye kaydı gözlerim, ilk defa gördüğüm adam en irileriydi, üzerinde siyah gömlek siyah pantolon ve siyah bir ceket vardı, tamamen siyah olan adam bir adım attı bana doğru. Bir kaç adımla tamamlandığında, elini uzattı, gözlerim eline kaydığında tutmak için yeltenmedim. Ama o öylece durdu; “Savaş Zemheri.” 🎐♠️
Selamlarr Nabersiniz Oy atıp yorum yapmayı unutmayın sevgiyle kalın öptüm 💐
|
0% |