Yeni Üyelik
10.
Bölüm

10.BÖLÜM : ŞAH-MAT

@melekaydinn_56

Geçmişte yaşanan bazı şeyler, geleceğiniz için güzel bir ders olabiliyordu.

 

Bunu ilk farkettigimde henüz çok küçüktüm. Ortaokulda insanların beni aralarına alması için kendimi sevdirmeye çalışırken kendimi onların gözünde değersiz bir insan kıldığım gibi mesela. Oysa tek istediğim dışarıdan bakıldığında dışlanmış bir kız değil, herkes gibi normal biri olmaktı.

 

İnsanlara değer verdiğim sürece her zaman altta kalan taraf olduğum için bunu yapmayı bir süre sonra bırakmıştım. En azından denemiştim. Şimdilerde ise değer verdiğim insan sayısı gerçekten yok sayılırdı. Birkaç kişi hariç. Ve o birkaç kişi bana ne olursa olsun, ne olursam olayım arkamda olacağını bildiğim nadir kişilerdi.

 

Victor ve Sude

 

Koltuğun bir yanında Sude başını duvara yaslamış uyurken, diğer tarafta Victor kaşlarını çatmış, dikkatli bir şekilde önündeki bilgisayarı inceliyordu.

 

Burnuma dolan hastane kokusu yüzünden yüzümü buruşturdum. Sağ koluma taktıkları serum beni uyuşturuyor olmalıydı ki kolumu kaldıracak halim bile yoktu. Üstelik başımda inanılmaz bir ağrı vardı.

 

Kalp atışlarımın sesini yanımda bulunan cihazdan duymaya devam ederken derin bir nefes çektim içime. Şu an ciddi halde kötü durumdaydım. Neler olduğunu az çok hatırlasam da her şey net değildi. Fakat yine de beni suya atan o gerizekalı ergeni unutma gibi bir durumum yoktu. Ona bunu fena ödetecektim.

 

Kapı yavaşça aralanınca bakışlarım oraya döndü. Mavi gömleği ve gözlükleri ile içeriye giren hemşire beni gördüğü an gülümsedi. "Kendine gelmiş sonunda." Ve koltukta oturan Victor hızla bana döndü.

 

Telaşlı bir ifadeyle ayağa kalktı ve hemen bana yaklaştı. "İyi misin? Bir yerin ağrıyor mu?"

 

Sadece gözlerimi kırpıştırarak yüzüne baktım. Ardından tekrar hemşireye döndüm. Dikkatli bir şekilde bir şeyler not alıyordu. Sonunda başını kaldırdı ve bana baktı. "Başınız ağrıyor mu?"

 

"Evet." derken sesim öyle çatallanmış çıktı ki bir an duraksadım.

 

"Kendinizi nasıl hissediyorsunuz?"

 

"Kötü."

 

"Kim olduğunuzu hatırlıyor musunuz?"

 

"Wonder woman."

 

Hemşire şaşkın şaşkın bana bakarken kendimi tutamayıp güldüm ama bu canımı yaktığı için durdum. "Şaka şaka." Alınmış gibi onlara baktım. "Nasıl tanımazsınız beni? Hayalet ben. Hani şu şehir efsanesi var ya. Fark etmeden donunuzu bile çalan kişi."

 

Victor kendini tutamayıp öksürmeye başladığında Sude yavaşça gözlerini araladı. Hemşire ise kendini tutamayıp güldü. "Ne güzel, şimdi dinlenmemiz lazım, bir saat sonra tekrar kontrole geleceğiz." Ardından arkasını döndü ve çıkıp gitti.

 

Şaşkın bir şekilde yanımdaki adama döndüm. "Bana inanmadı."

 

"Sana inanamıyorum." diye homurdanarak göz devirdi.

 

"Ben ağrım var dedim kadın hiç ciddiye almadı." dedim kaşlarımı çatarak. "Hem ben çok açım, kaç saattir uyuyorum ya!"

 

"Saat?" dedi Sude uykulu bir şekilde. "Bugün 8. Gün oldu."

 

Ağzım açık bir şekilde yüzüne bakakaldım. "Ne?"

 

"Sonunda uyandın uyuyan güzel." diyerek içeriye giren kişi ile donakaldım. Şu an içeriye Leonardo bile girse bu kadar şaşırmazdım. Tamam ona şaşırdım ama bu kadar değil, belki de bu kadar. Kafam mı güzel benim?

 

Alper üzerinde siyah bir tişört ve siyah bir pantolonla içeriye girerken eliyle "saçlarını geriye doğru ittirdi. Bakışları dikkatle üzerimde gezindikten sonra, "İyi görünüyorsun." dedi.

 

Normalde bir erkeğin bakışından ne istediğini anlar ve ona göre karşılık verirdim. Karşımdaki adamın bana olan bakışları rahatsız edici değildi, ilginç bir şekilde gerçekten de endişeli görünüyordu. Ondan istesem de kötü bir çekim alamıyordum.

 

"Teşekkür ederim?" dedim sorarcasına.

 

Gülerken geçip Sude'nin yanına oturdu. "Rica ederim." Bakışları yanındaki kıza döndü. "Sana da günaydın uyuyan çirkin."

 

Sude şaşkın şaşkın karşısındaki adama baktıktan sonra Victor'e döndü. "Bu kim lan?" Kaşlarını çatıp Alpere döndü. "Asıl sensin çirkin, et yumağı!"

 

"Sessiz olun." dedi Victor ikisine ters bakışlar atarak. "Kız yeni uyandı, sizin saçma kavganızla uğraşamaz."

 

"Victor." dediğimde bana döndü. "Yalnız konuşabilir miyiz biraz?"

 

Sude ve Alper mesajı almış gibi sessizce odadan çıktıklarında Victor koltuğa oturup merakla bana baktı. "Gerçekten çok ağrın falan varsa söyle, Doktoru çağırayım."

 

"Yok, hayır." dedim hemen. Kaşlarımı çatıp anlamayarak ona baktım "Neler oluyor? Alper neden burada? Neden 8 gündür bu haldeyim?"

 

"Sen suya düştüğünde en yakınında Alper vardı. O an kameralardan izlesem bile yüz ifadesini görmeliydin. Kana bulanan havuzu görünce yüzü kireç gibi olmuştu. Sonra zaten seni sudan çıkaran da, hastaneye getiren de oydu. Sebebini bilmiyorum ama senin için gerçekten çok endişelendi. Her gün uğrayıp nasıl olduğuna bakıyor."

 

"Ya Maria?" dedim sert bir şekilde. "Ona noldu?"

 

Victor bir an ne diyeceği konusunda kararsız kalmış gibi bana baktı. Ardından bakışlarını kaçırdı ve kısık sesle konuştu. "Sungur, Maria'ya sorduğu zaman inkar etti. Öyle bir şey yapmadığından bahsetti. Onu görenleri nasıl ikna etti bilmiyorum ama herkes ayağının kaydığını ve kendi kendine düştüğünü söylüyor. Kanıtlayamadık."

 

Öfke içimde bir ateş gibi harlanırken sakinleşmek için derin bir nefes aldım. "Kamera kayıtları?"

 

"Yok, silinmiş."

 

"Harika." diyerek alayla güldüm. "Şu an nerede peki? Elini kolunu sallaya sallaya dolaşıyor mu etrafta."

 

"Aslında," dedi tereddüt ile. Söyleyip söylememek arasında kalmış gibiydi. "Şu an burada."

 

"Ne?" diyerek ayağa kalkmaya çalıştım ama Victor hızla bana engel oldu. Kaşlarını çatıp bana bakarken, "Ayağa kalkacak halin yok, iyileşmeyi bekle Meva! Sonra ne istersen yaparsın."

 

"NASIL?!" diye yükseldim sinirle. "NE İŞİ VAR O SALAĞIN BURADA! ONU ÖLDÜREYİM DİYE AYAĞIMA MI GELMİŞ!"

 

"Sakin ol." dedi Victor sıkıntı ile. "Kendi isteği ile burada değil. Sungur onu zorla burada tutuyor." Nefesini sıkıntı ile verirken bana alttan bir bakış attı. "Senin uyanmanı bekliyorlar, sana ne olduğunu soracakmış."

 

Alayla güldüm. Hatta kahkaha attım. "Ya sonra?" dedim öfkeli bir sesle. "Başaramadığı için teselli falan mı edecek ikisini! Victor gitsinler. İstemiyorum ikisini de görmek lütfen gitsinler."

 

Çünkü kaldıramazdım. Bana onun gözünde bir değerim olmadığını söyleyen kişi kendisiydi. Maria'ya değer verdiğini açık açık bana söyledikten sonra bana zarar vermiş olmasını umursamayacaktı. Belki de dalga geçmek istiyorlardı. Eğleniyorlardı. Bilmiyordum ama bilmek de istemiyordum.

 

"Aslında görsen iyi olur." dedi Victor başını kaldırarak. Söyleyeceği şey her ne ise yüzünde hoşnut bir ifade vardı. "Çünkü eğer sana zarar verdiği ortaya çıkarsa, cemiyetten atılacak. Cemiyetten atılması demek, şimdiye kadar öldürdüğü insanların aileleri artık ona zarar verebilecek demek. Yani açık bir av haline gelecek."

 

Hiç duraksamadan, "Sungur buna izin vermez." dedim.

 

"Bu kararı Sungur verdi." Gözlerimin içine baktı. "Ve bu üstü kapalı bir şekilde ölüm emri."

 

Tüm bedenimi soğuk bir fırtına ele almış gibi titrediğimi hissederken donakaldım. Gözlerim, o an nasıl bakıyordu bir fikrim yok ancak dehşete kapılmış olduğum her halimden belli oluyordu zira duyduğum şey inanılır gibi değildi. Sungur Maria için üstü kapalı bir şekilde ölüm emri mi vermişti? Hem de benim için? Gözünde bir degerim olmadığı halde?

 

"Bu çok saçma," dedim ne diyeceğimi bilemeyerek. Başımı kaldırdım ve hiç olmadığım kadar ciddi bir ifadeyle yüzüne baktım. "O zaman bana inanmazlar. Çünkü Sungur, ona asla kıyamaz."

 

Ama bana kıyar.

 

Çünkü ben onun için değerli değilim.

 

Bunu söyleyen kişi kendisiydi.

 

"Bilemiyorum," dedi Victor sıkıntı ile nefesini verirken. "Bildiğim bir şey varsa o kızın öleceği. İster Sungur'un elinden ister benim. Ama o kız ölecek."

 

Gözlerimi kapatıp başımı yastığa yasladım. Düşünmek bile canımı sıkıyordu tam şu an. Her şey o kadar ağır ve karışık gelmeye başlamıştı ki artık bir şeylere gücüm yetmiyor, omzuma aldığım yükün altında eziliyordum. Ve bu sadece başlangıçtı.

 

Victor'un telefonu çalınca gözlerimi araladım. Ekranda kimin ismini yazdığını görmesem de yüz ifadesinden hoşlanmadığı biri olduğu barizdi. Bana kısa bir baktıktan sonra ayağa kalktı ve odadan çıktı. Kiminle ne konuşacaksa duymamı istemediği belliydi.

 

Anında ayağa kalktım çünkü ölüm döşeğinde bile olsam hiçbir şey beni durduramazdı. Meraklı bir insandım. Her ne kadar başım dönse de zorlukla kapının önüne doğru ilerledim. Gözlerim kararınca elimi duvara yasladım ve durdum. Victor'un sesi buraya geliyordu.

 

"Neredeler?" dedi Victor sert bir şekilde.

 

Karşı taraf ne dedi bilmiyorum ama sonra Victor sesli bir şekilde ofladı. "Siz Kafetaryanın oradan ayrılmayın, o kız bir yere ayrılmayacak. Ben hemen geliyorum." Ardından uzaklaşan ayak seslerini duydum.

 

Gözlerimi araladığımda dudağımdaki sinsi tebessüm, olacakların ön habercisiydi.

 

.....

 

Odanın kapısını açarken dikkatle etrafa bakındı Meva. Üzerinde dizlerine kadar gelen mavi, hastane elbisesi üzerinde çok bol duruyordu. Başında küçük bir sargı vardı. Saçları dağınık bir şekilde omzundan dökülüyordu. Gözleri yorgun, bir o kadar da hırçın bakıyordu.

 

Çıplak ayakları ile koridorda yavaş bir şekilde yürürken yanından geçip giden doktorlar kısa bir an yüzüne baksa hemen başını ediyordu. Adımları yavaş da olsa kendinden emin ve dikti. Uzun süre yatmış olmanın verdiği uyuşma bedenini talan etse de, kendine gelmek zorunda olduğu için acısını göz ardı ediyordu.

 

Asansörün önüne geldiğinde kimse olmadığı için rahat bir nefes verdi. Asansöre binip ineceği katın tuşuna bastıktan sonra aynadan kendi ile bakıştı. "Ulan Meva," dedi nefesini vererek. "Biz buraya düşecek kız mıydık?"

 

A


sansör hareket ederek ineceği katta durduğunda nefesini verdi ve açılan kapının ardından ona şaşkınlıkla bakan insanları umursamadan inerek yürümeye başladı. Bu hastaneye daha önce geldiği için yolu biliyordu ve bu da zaman kaybetmesine engel oluyordu. Kendinden emin adımlarla kafetaryanın ikinci giriş kapısının önüne geldi ve içeriyi inceledi.

Bakışları bir ok misali hedefini bulduğunda doğru yere geldiğine emin oldu. Çünkü Maria tam ileride duruyordu.

Beyaz yuvarlak bir masada oturmuş yüzünde gergin bir ifadeyle inatla karşısındaki adama bakıyor, bir şeyler anlatıyordu. Karşısındaki Adam ise, yani Sungur boş bir ifade ile onu izliyordu. Ne söylediğini bilmesem de bir konuda onu ikna etmeye çalıştığı belliydi. Ancak Sungur'un yüzüne bakılırsa istediği gibi olmuyordu.

Diğer kapının ardından Victor belirdi. Yüzünde keskin ve sinirli bir ifade ile onlara doğru yürürken göz göze gelmemiz sebebi ile aniden durdu. Şimdi yüzünde sinir değil, endişe ve korku vardı. Bunun sebebi ise ne kadar ileriye gidebileceğimi biliyordu. Bundan daha önemli olan şey ise,beni durduramayacağını biliyordu.

O an çok hızlı davrandım. Düşünmek için saniyelerim bile yoktu. Hemen yanımda yerleri silen adamın elinden paspası alıp bez kısmını söktüğüm zaman çoktan yürümeye başlamıştım bile. Şimdi elimde sadece bir demir vardı ve hedefe doğru yürüyordum.

Victor'un bana doğru gelmek için harekete geçmesini ama ne zaman geldiğini bilmediğim Sude'nin yüzünde keyifli bir gülümseme ile onu durdurduğunu yan gözle gördüm.

Tam Maria'nın arkasında durduğumda başımda inanılmaz bir ağrı kol gezse de yüzüme sahte bir gülümseme yerleştirmeyi başarabilirim. Hemen karşımda oturan Sungur Alp Karakum ise beni görünce bir an bakakaldı. Ardından hızla ayağa kalkarak bana doğru yürümeye çalıştı ama ben daha hızlıydım.

Maria beni görmediği için kaçma zahmetinde bulunmadı. Hoş, görse de kaçamazdı zaten ama yine de denemek isteyebilirdi. Çünkü elimdeki demiri havaya kaldırıp hiç düşünmeden sertçe kafasına geçirdiğim zaman tepki bile veremeden sandalyesinden yere doğru sertçe çakıldı.

Bütün insanlar suspus olup bize bakarken elimdeki demiri sıkıca tutarak bir kez daha havaya kaldırdım. Ancak uzun süre uyku halinde olan beynim buna dayanamamış olacak ki gözlerim karardı ve dengemi tamamen kaybettim.

Kendimi yerle buluşmaya hazırlarken beni tutan kollar buna izin vermedi. Bilincim kapanmadan önce son gördüğüm şey ise Maria'ya doğru koşan doktorlar, çığlık atan insanlar ve beni yere düşmemem için sıkıca tutan okyanus kokulu bir adam.

....

Önümdeki demirliklere bakarken nefesimi bir kez daha verdim. Son olan olaylar yüzünden kendimi hiç olmadığım kadar hem fiziki hem de ruhen olarak çok yorgun ve bitik hissediyordum.

Son olayların üzerinden bir hafta geçmişti. Bedenimin dirençsizliğini umursamadan ayağa kalkmam bir kez daha kendimi kaybetmeme sebep olmuştu ama umurumda değildi. Çünkü Maria da şu an hastanede yatıyordu.

Peki ben nerede miydim?

Gözaltına alınmıştım.

Dün kendime geldiğimde sorguya alınmış ve polislere yaptığım şeyi çok doğru bulduğumu söylediğim için buraya getirilmiştim. Yani dün geceden beri buradaydım. Victor ise beni buradan çıkarmak için elinden geleni yapıyordu.

"Sar sar sar makarayı, çöz çöz çöz makarayı, söyle de böyle şap şap şap..." diye kendi kendime saçmalıyorken içeriye giren adım sesleri yüzünden durmak zorunda kaldım.

Bir polis ve yanında Victor gelmişlerdi. Victor endişe ile bana baktıktan sonra nihayet dudaklarını araladı. "İyi misin?"

"Harikayım." dedim boş boş yüzüne bakarak.

Victor, Polise kısa bir bakış attıktan sonra tekrar bana döndü. "Narkoz etkisinde yaptığın saçmalık yüzünden suçsuz yargılanacaksın. Bir daha böyle bir şey olmaması şartı ile."

Omuz silktim. "Söz veremem." Polis bana kaşlarını kaldırıp bakınca, "Şaka." dedim hemen. "Şaka yaptım."

Polis gelip kilitle demir kapıyı açtıktan sonra arkasını döndü ve gitti. Victor sinirli bir ifadeyle bana bakarken burnundan soluyordu. "Sen hiç akıllanmaz mısın?"

"Hayır."

"Onu fark ettim gerizekalı. Birkaç gün bekleyemedin mi!"

"Hayır."

"Meva beni sinirlendirme!"

"Tamam."

Ayağa kalktığımda omuzlarını düşürüp sessiz kaldı. Birlikte yürümeye başladığımızda, "Bu kadar kolay çıkmama izin vermeleri çok tuhaf." dedim.

"Sungur haletti." dedi kinayeli bir sesle.

Sessiz kalarak ilerlemeye devam ettim. Bunun için teşekkür bile etmeyecektim. Victor bir yerden sonra durunca ben de durarak kaşlarımı kaldırıp ona baktım. "Neden durdun?"

"Seninle konuşmak istiyormuş." dedi ondan bahsederek. Başıyla dışarıya çıkan kapıyı gösterdi. "İstersen git, istemezsen de zorunda değilsin."

"Konuşacağım." dedim hiç düşünmeden. Artık gerçekten bir şeyleri oturup adam akıllı konuşmalıydık çünkü kendimi tükenmiş hissediyordum.

"Emin misin?" diye sordu gözlerimin içine bakarak. Başımı salladığımda eliyle dışarıyı gösterdi. Önüme dönüp bahçeye doğru yürümeye başladım.

Dışarıya çıktığımda onu gördüm. Siyah arabasına yaslanmış, elindeki telefonla ilgileniyordu. Üzerinde beyaz bir tişört ve siyah bir pantolon vardı. Siyah saçları tel halinde alnına dökülüyor, okyanus gözleri ferahlığını buradan bile hissettiriyordu.

Ve şu an yanımdaki güvenlik görevlisi kadın onu dikizliyordu.

Başımı iki yana sallayarak ona doğru yürüdüm. Yaklaştığımı hissetmiş gibi başını kaldırıp bana baktığında göz göze geldik. Gözleri anında bütün vücudumda dolaşırken iyi olup olmadığıma bakıyor gibiydi. Tam önünde durup yüzüne baktığımda okyanus gözleri gözlerime tutundu ve hiç ayrılmadı. "Nasıl hissediyorsun?"

"Kafama darbe almış gibi."

Bu cevabım onu güldürmedi. Aksine, daha da gerilmesine sebep olurken kenara kayıp binmem için arabanın kapısını açtı. Yüzüne kısa bir an baktıktan sonra arabaya bindim. O da beklemeden arabaya bindiğinde karakoldan uzaklaşmaya başladık.

"Bu konuşma senin için ne ifade ediyor Sungur?" dedim gözlerimi yoldan çekmeden. "Ne konuşmak istiyorsun?"

Bana kısa bir bakış attı. "Gerçekleri."

"Hangi gerçekleri?" diye sormak istesem de kendimi tuttum. Bugün inatçı kız rolünü oynamayacaktım. Artık bir şeyleri alttan almanın zamanı gelmiş gibi hissediyordum.

Sungur ile bir restorana gelene, masaya oturana, hatta bir kez kahve içene kadar neredeyse hiç konuşmadık. Ben onun konuşmasını beklesem de, onun konuşmaya niyeti yok gibiydi çünkü sadece bana bakıyordu. Bakmadığı günlerin acısını çıkarmak ister gibi.

"Konuşmayacaksın sanırım." dedim önümdeki kahveye bakarak. "O halde gitsem iyi olacak."

"Meva." dedi hiç düşünmeden. "Çok iyi rol yapıyorsun yoksa gerçekten de böyle misin?"

"Nasıl?" dedim anlamayarak. "Güzelliğimi diyorsan Allah vergisi."

"Ne olursa olsun sanki hiçbir şey olmamış gibi davranmandan bahsediyorum."

Güldüm. Hatta karşısında kahkaha attım. Bana olan anlamsız bakışlarını umursamadan, "Ne olmamış gibi mesela? Bana yalan söylediğin konusundan mı bahsediyorsun Sungur Alp Karakum?" diye sordum.

"Hangi konuda yalan söyledim?" diye sordu hakkı varmış gibi. Bakışları öyle deliciydi ki karşısında buz gibi hissediyordum.

"Maria nasıl?" diye sordum konuyu değiştirerek.

"İyi." dedi kısaca. Bu sorudan hoşlanmamıştı.

"Artık anlaşma falan yok." dedim ayağa kalkarken. Sungur kaşlarını çatıp bana bakınca gülümsedim. "Ne düşünüyorum biliyor musun? Varlığımdan haberi bile olmayan, hayatını mutlu mesut yaşayan insanlar için kendimi heba edemem. İstemiyorum ailemin yerini falan. Ne seni ne de diğerlerini de görmek istemiyorum. Ben artık burada yokum. Ne haliniz varsa görün."

Arkamı dönüp yürümeye başlarken sertçe yutkunmadan edememiştim. Bana baktığını biliyordum, şaşırdığını da biliyordum ama buraya gelirken kendime verdiğim sözü tutamayacağımı da biliyordum.

Sungur öylesine biri değildi.

Karşısına geçip öylece konuşamayacaktım onunla.

Öylesine değildi.

Dışarıya çıktıktan sonra derin bir nefes vererek yürümeye başladım. Kenarda bulunan dar bir sokağa ilerleyerek durdum. Başımı duvara yaslayıp yere eğilirken ne düşündüğüm hakkında benim bile bir fikrim olduğu söylenemezdi.

Yere oturdum. Güneş olduğum yere vurmasa bile sıcağını hissettiriyordu. Bakışlarımı gökyüzüne çevirdim. Neden her şey bu kadar zor gelmeye başlamıştı anlam veremiyordum. Benim hayatımda aksiyona yer vardı, gizeme değil. Benim hayatıma dosta ihtiyacım vardı. AŞK'a değil.

Birkaç dakika sonra bana doğru gelen adım seslerini duydum. Nedense bakmak istemedim o an. Belki de kimin geldiğini bildiğimden oluyordu. Hissettim o an, neden ve nasıl bilmiyorum ama bakmasam da hissettim. Varlığı bana inanılmaz geliyordu.

Yavaş yavaş bana doğru yürüdüğünü hissettim. Gözlerimi gökyüzünden çevirmeden öylece bekledim. Yavaşça yanıma çöktü ve oturdu. Sesini çıkarmadı, soru sormadı ve hiç hareket etmedi. Başını duvara yasladı ve öylece bekledi. Sessizliğe ihtiyacım olduğunu anlamış da bana bunu veriyormuş gibi.

"Hiç aşık oldun mu?" dedim kısık bir sesle. Bunu sormak istemesem de kendimi tutamamıştım.

Bir süre sustu. Birkaç saniye olan zaman dilimi, bana saatler gibi geldi. "Bilmiyorum," dedi en sonunda kısık bir sesle. İlk defa yorgun gibi görüyordum onu.

Bahsi geçen kız, Alper ile kavga etmelerinin sebebi olmalıydı. "Güzel miydi?" Bunu neden sorduğumu bende bilmiyordum.

Bu sefer hiç duraksamadı. "Çok güzel."

Çok güzel.

Senin benim gözümde bir değerin olduğunu düşündüren ne?

Sen sevilmeye layık değilsin.

"Ailemin yerini nasıl öğrendin?" diyerek konuyu değiştirdim. Belki de daha fazla duyacaklarım, kaldırabileceğim şeyler değildi.

"Cemal'in her yaptığı şeyden haberim var. Ve en çok önem verdigi şey o aileyi bulmaktı." Bir süre sustu. "Gerçekten yerlerini öğrenmek istemiyor musun?"

Durdum. İstiyor muydum? Evet. Ama karşılarına çıkacak cesaret bende yoktu. Şu an icinde olduğum kimlik beni utandırmasa bile onları utandıracaktı. Fakat yine de umurumda değildi. Onları istiyordum, sonucu ne olursa olsun. Sadece zaman gerekiyordu.

"Artık çabalamak istemiyorum." dedim keskin bir şekilde. "Hem senin hem de o yaşlı salağın piyonu olmak istemiyorum." Bakışlarım ona döndüğünde zaten bana baktığını gördüm. "Ben artık kendi oyunumun Şah'ı olmak istiyorum."

Gözleri bana soğuk havayı anımsatıyordu. Ancak kendisinden gelen soğuğun farkında mıydı bilmiyorum. Yüzünde yine her zamanki gibi bir ifade yoktu ama sanki bir şeyi görmemi istiyordu.

"Eğer gerçekten istediğin buysa," dedi sonunda konuşabildiğinde ama devamını getirmedi. Sustu. Ardından tekrar dudaklarını araladı. "İstersen kaldığımız yerden devam edebiliriz. Ailenin yerini öğrenme fırsatın olabilir." Nefesini verdi. "İstemiyorsan eğer git. Kimsenin seni rahatsız etmesine izin vermeyeceğim. Bir daha hiçbirimizi görmek zorunda değilsin."

Sana benim gözümde bir değerin olduğunu düşündüren ne?

Onu bırak. Meva'yı al.

Sen sevilmeye layık değilsin.

Gözlerimi açtım. Gökyüzü hala yerinde duruyordu ama artık güneş yoktu. Varsa da beni göremiyordu. Yanımdaki adama baktım. Bana bir tercih sunmuştu ve ne yapacağımı bekliyordu. Gözleri kalmamı ister gibi bakarken, aslında gitmemi istediğini biliyordum.

Hiç düşünmeden ayağa kalktım. Bakışlarımız birbirinden hiç ayrılmadan birkaç adım gerildim. "O halde elveda Sungur Alp Karakum. Çünkü bu beni son görüşün."

Ve o an karşımda ilk defa onu öyle gördüm. Korku dolu. Bu düşünce onu korkutmuş gibi. Bana değer vermiyor olduğunu söyleyen biri için fazla değer vermiş gibi görünüyordu. Belki de bu sadece benim bir hayal ürünümdü. Umurumda da değildi.

Onu arkamda bıraktım. Kendinden emin adımlarla hızlı bir şekilde ilerlerken tek istediğim bir an önce buradan gitmekti. Bazı şeyler gerçekten çok uzamıştı ve kimin düşman, kimin dost olduğu da umurumda değildi.

Boş duran Taksiye bindim ve gideceğim yerin adresini verdim. Yapacağım şey her şeyi sıfırlayacak, oyunu baştan oynamamızı sağlayacaktı. Bu sefer piyon olan kişi ben değil, karşımdaki olacaktı.

Araba sonunda kocaman binanın önünde durduğumda Taksi'den indim ve beklemeden yürümeye başladım. Dalgalı saçlarım rüzgarın etkisi ile savrulurken, içimi kavuran sıcaklığın sebebini bilmek istemiyordum.

Kocaman binadan içeriye girdiğimde nefesim sıkılaştı. Hiç düşünmeden ilerlerken önümdeki adama baktım. "Patronunuz beni bekliyor."

"İsminiz nedir?"

"Meva Özdemir."

Önündeki bilgisayara baktıktan sonra başını salladı ve tekrar bana baktı. "27.Kat, 24 Numaralı Oda."

Sahte bir tebessüm ettikten sonra önüme döndüm ve yürümeye başladım. Asansöre bindim, yukarıya çıktım, uzun koridorda yürümeye başladım ama sanki her şey bir film şeridi gibi gözümün önünden geçiyordu. Bu yaptığım, daha doğrusu Yapacağım şey için ileride pişman olacağımı bilsem de durmak istemiyordum.

24 Numaralı kapının önüne geldiğimde durdum. Hiç düşünmeden içeriye girdiğimde, karşımdaki adam kaşlarını kaldırarak bana baktı. İlerledim ve tam önünde durdum. Ellerimi sertçe masaya koyarken dişlerimi sıktım. "Anlaşmamız vardı."

"Hala var." dedi ve gülümsedi. Çekmeceden bir dosya çıkardı ve bana doğru uzattı. "Ailenin adresi, kişiler bilgileri ve her şey bu dosyada. İstersen kontrol edebilirsin."

Dosyayı açtım, inceledim ve başımı kaldırıp tekrar yüzüne baktım. Doğru söylüyordu. Gerçekten de vermişti. Başını yana eğdi ve beklenti dolu gözlerle bana baktı. "Benim ödülüm nerede?"

Cebimden siyah kutuyu çıkardım ve önüne koydum. Gözleri parladı ve hiç beklemeden kutuyu açtı. İçindeki USB cihazını alıp bilgisayara takıp takıp kontrol ettikten sonra bana döndü. "Anlaşma sona ermiştir. Artık ben seni, sende beni tanımıyorsun."

Çünkü ikimizde istediğimiz şeyi almıştık.

Sungur için çok önemli olan o USB cihazını ondan olarak bir nevi intikam da almış sayılırdım. Alamayacağımı sandığı bir yere koymuştu ama karşısında ben, yani hayalet vardı. Benden bir şey saklaması imkansızdı.

Dosyayı elime alıp arkamı dönerken Cemal Sevilmiş'in sesi beni durdurdu. "Bunu yaparak Sungur'un hayatını mahvettin." dedi. "Ve aynı zamanda nefretini kazanmış oldun çocuk. Sana başarılar dilerim çünkü onun düşmanı olmak kolay değil."

Yutkundum. Dudaklarımda küçük bir gülümseme olustu ama bu mutluluktan değildi. "Biz onunla başından beri düşmandık." dedim arkamı dönmeden. "Sadece ben bunu çok geç fark ettim."

Bölüm Sonu 🌌

 

Koas dolu bölümler, artık başlıyor diyebilir miyiz?

 

Bu bölüm kısa ve çok olaysız geçti farkındayım, ama gelecek bölüm uzun ve aksiyon dolu olacak.

 

Üstelik baya bi Sungur ve Meva okuyacağız.

 

Yeni bölüm Pazar günü 20.30'da yayında.

 

Sizleri seviyorum, görmek üzere hoşça ve sağlıklı kalın ♡

 

Loading...
0%