@melekaydinn_56
|
Bazen uğruna canımızı bile verebilecegimiz şeyler aslında değersiz olabiliyordu. Biz bunu er ya da geç fark edebiliyorduk, belki de hiç farketmesek de aslında içten içe bunu biliyorduk. Ailem de benim için öyleydi mesela.
Bensiz yıllardır yaşıyorlardı. Bensiz mutlulardı. Artık bir düzenleri vardı ve ben bu düzen içerisinde yoktum. Şimdi ise elimde bir şans vardı. Nefes aldıklarını biliyordum, bir yerlerde hala yaşadıklarını biliyordum ve istersem gidebilirdim. Gider ve yıllardır çektiğim özleme, hasrete bir son verirdim.
Ama korkuyordum.
Hem de çok korkuyordum.
Üzerinden geçtiğim yıllar beni değiştirmekten de ziyade, zamanla bir enkaza dönüşmüştüm. Hiç olmadığım kimliklere bürünüp, hiç olmamam gereken yerlerde bulunup, hiç yapmamam gereken şeyler yapmıştım. Belki bunları hayatta kalmak için yapmış olabilirdim ama bu olduğum kişiyi değiştirmezdi.
Karşılarına geçip ne diyecektim? Bunca yıldır hırsızlık yaparak hayattayım mı diyecektim? Anne senin kızın bir hırsız mı diyecektim? Böcek öldürmeye bile korkan kızın onlarca kez cinayet işledi mı diyecektim? Ne diyecektim? Ben masum değilim.
Ben Meva Özdemir.
Namı diğer Hayalet
Yaşanan bir trafik kazası sonucunda ailesini kaybeden, aç ve susuz bir şekilde sokakta sefiller içinde büyüyen, hayatta kalmak için asla yapmayacağı şeyler yapan, zamanla kişiliği değişen biriydim.
Hayatında hiç sevgi ve değer görmeyen.
Şimdi ise elimde bir dosya, içimde yarım kalan hisler ve beni boğan düşünceler içinde boğularak, hiçliğin deryasında geziniyordum. Önümdeki film oynamaya devam ederken her ne kadar gözüm üzerinde bile olsa, aklımın başka yerde olduğuna emindim. Fakat olduğu yer iyi değildi.
İçeriye yaklaşan adım seslerini duyunca hızla yüzümdeki boş ifadeyi silip meraklı bir ifade ile önümdeki televizyona bakarken ağzıma sürmediğim mısırlardan bir tane alıp ağzıma attım.
Victor uykulu bir halde kendini sağ tarafımda bulunan koltuğun üzerine attığında bakışlarım ona döndü. Birkaç kez gözlerini ovuşturduktan sonra bana baktı. "Günaydın."
Gün hiç aymaz mıydı yoksa ben mi hep uyurdum?
Yine de sahte bir şekilde gülümsedim. "Günaydın."
"Bunu derken bile küfür eder gibi bakıyorsun."
"Yalandan gülümsedim oysa ki..."
"Fark etmedim sen devam et." Koltuğa iyice yayılarak gözlerini kapattı. "Ben biraz daha uyuyacağım galiba." Sesi uykulu geliyordu.
Victor gözlerini kapattığında nefesimi vererek ayağa kalktım. Biraz kahve içmeden kendime gelemezdim. Bu yüzden adımlarım mutfağa doğru ilerledi.
Mutfağa geldiğimde dolapta kahve yoktu. Victor kahveden nefret ederdi ama ben sevdiğim için evinde her zaman bulundururdu. Fakat son birkaç gündür o kadar çok içiyordum ki bitirdiğimin farkında değildim.
Sungur ile son görüşmemizin üzerinden yaklaşık bir hafta geçmişti. Cemal Sevilmiş cihaz ile ne yapmıştı ya da Sungur şu an ne durumdaydı hiçbir fikrim yoktu çünkü bir haftadır telefonumu veya haberleri açmamıştım. Belki de göreceğim şeylerden korkmuştum. Bilmiyorum.
Mutfaktan çıkıp tekrar salona geldiğimde Victor uyuyakalmıştı. Bu yüzden not kağıdına markete gideceğimi küçük bir not olarak yazıp masaya bıraktıktan sonra telefonumu ve çantamı alıp evden çıktım.
Havalar soğumaya başlıyordu. Sonbahara girmiştik ama ben bir şeyin değiştiğini düşünmüyordum. Çünkü sevilmeyen her insan, her zaman üşürdü. Ellerini ısıtan olmadığı sürece.
Sokağa çıktığımda bedenime vuran soğuk rüzgar titrememe sebep oldu. Üzerimde beyaz bir sweat ve siyah bir eşofman vardı fakat buna rağmen üşüyordum. Dalgalı, omzuma bıraktığım saçlarım rüzgar etkisi ile uçuşurken burnum anında soğuğun etkisi ile kizarmaya başladığına emindim.
Ellerimi beyaz sweatin cebine koyup yürümeye başladığımda sokağın diğer tarafında bulunan siyah bir arabanın yavaşça hareketlendiğini gördüm. Fakat araba başka bir yola sapınca benimle ilgisi olmadığını düşünerek önüme döndüm ve markete doğru yürümeye başladım.
Yavaş ama kendimden emin adımlarla ilerlerken arkamdan adım sesleri duyunca aniden durdum. Omzumun üzerinden arkama baktığımda ise yerlerde uçuşan sarı yapraklar dışında bir şey görmedim. Kaşlarım usulca çatıldı. Neden böyle bir hisse katıldığımı anlamasam da önüme döndüm ve adımlarımı hızlandırarak yürümeye başladım.
Sonunda ana caddeye çıktığımda marketi artık görüyordum ve en azından etrafta dolaşan insanlar vardı. Hızlı bir şekilde beklemeden markete girip kahve ve birkaç atıştırmalık aldıktan sonra marketten çıktım.
Elimdeki poşeti sıkıca tutarken çantadan kulaklığımı çıkarıp kulağıma taktım ve sevdiğim bir müziği açarak yürümeye başladım. Son bir haftadır sürekli evde olduğumdan biraz yürümek iyi gelmişti ve bu sebeple eve gitmeden önce biraz rahatladığımı hissettim.
Sonunda ara sokaklardan birine saptığım zaman saat her ne kadar erken de olsa hava kapalı ve soğuk olduğu için aydınlık değildi. Üzerimdeki çok kalın değildi ve ben şu an soğuktan donmak üzereydim. Bu yüzden adımlarımı iyice hızlandırıp yürümeye başladım.
Son sürat bir hızla ilerlerken yan tarafımda bulunan iki binanın kısa bir yerinden, uzun bir el aniden kolumu kavradı ve beni kendine doğru çekti. Bunu o kadar hızlı yapmıştı ki tepki verecek zamanım bile olmamıştı. Burnumun üzerine koydukları beyaz mendilden gelen tuhaf bir koku ile göz kapaklarım yavaşça kapanırken, elimdeki poşet yere düştü.
&
Hissettiğim şey vücudum değildi. Fakat eğer vücudum ise, normal değildi. Zira sanki saatlerce dayak yemişim gibi hissetmemin başka bir açıklaması olamazdı. Eğer saatlerce dayak yemediysem tabi. Yediysem de hatırlamıyordum çünkü en son hatırladığım şey aldığım kahvem ile birlikte eve dönme yolunda olduğumdu. Bir de daha sonrası.
Kaçırılmam.
Gözlerim kapalı değildi ama etrafı göremiyordum. Bir sandalyeye bağlı olduğumu biliyordum. Ellerim arkadan birleşmiş, sıkıca bağlamışlardı. Depo ya da bodrum gibi bir yerde olmalıydım çünkü kendi kendime konuştuğumda sesim yankı yaparak geri bana geliyor, üstelik buz dolu bir kuvvetin içindeymişim gibi donuyordum.
Ve başımda inanılmaz bir ağrı vardı.
Sesli bir şekilde ofladığımda bir yerlerde bir kapının açıldığını duyunca duraksadım. Ardından bana doğru yaklaşan adım seslerini duymaya başladım. Gelen kimdi bilmiyorum ama birden fazla oldukları belliydi çünkü ayak sesi değil, ayak sesleri geliyordu.
Ayak sesleri hemen arkamda bir yerde durdu ve bir anda ışıklar açıldı. Yanılmamıştım. Burası terk edilmiş bir depoydu. Duvarlar rutubet kapmış, eskimiş boyalar beton duvarlardan sökülmüştü.
"Misafirlerinize böyle mi davranırsınız?" diye sordum dümdüz bir ifade ile önüme bakarken. Karşıma geçip konuşmalarını bekliyordum.
Ve sonunda istediğim şey oldu. Üç kişi yavaşça önüme geldiğinde artık yüzlerini, tanıdık yüzlerini görebiliyordum.
Maria, Alihan ve Cemre karşımdaydı.
"Sana misafirlere nasıl davranıldığını çok güzel göstereceğim tatlım." dedi Maria keyifli bir ifadeyle. Başında kocaman bir sargı varken mumya gibi duruyordu karşımda.
"Sen ölmemişmiydin ya?" diye sordum alayla. "Bu arada başına ne oldu? Çok geçmiş olsun. Aaa bir saniye ben yapmıştım değil mi? Ellerime sağlık olsun o zaman."
Sinirle bana doğru adım atacağı sırada Cemre kolunu tutarak onu durdurdu. Yüzünde hala yara izleri vardı. Bakışları öyle donuk bakıyordu ki eski neşeli halinden eser yoktu. Böyle tıpkı abisine benziyordu.
"Seni sevmiştim." dedi soğuk bir tonlama ile. "Senin kim olduğunu bile bile sana arkadaş olmak istedim. Abimin yanında kendini kötü hissetme diye, benimle yalandan arkadaşlık kurduğunu bile bile sana değer verdim. Sen ise bana işkence eden bir adamla iş birliği yaptın. Hem abimi, hem beni yakmak istedin."
Sustum. Bir konuda bana hesap sormaya hakkı olan biri varsa bu sadece karşımdaki kişiydi. Bu yüzden sustum. Yutkunamadım bile. Bilmediğin şeyler var diyemedim. Dilimi yutmuş gibi öylece yüzüne baktım.
Histerik bir şekilde güldü. "Ve bana cevap bile vermiyorsun."
"Soru sormadın." dedim soğuk bir sesle.
"Sormasına gerek mi var?" dedi Alihan öfke ile araya girerek. "Sen abimi sattın!"
"Ya ne yapsaydım?" diye çıkıştım sinirle. "Senin abin kardeşini bu hale getiren kişinin kollarına atarken beni, hiç düşünmedi. Ben niye düşünecekmişim?!"
Alihan sıkıca gözlerini yumdu. Sinirli bir şekilde nefesini verdikten sonra gözlerini açtı ve nefretle bana baktı. "Ya Maria? Kendi kendini havuza atıp suçu üzerine atmaya çalışman yetmiyormuş gibi bir de ona saldırdın!"
"Az bile yaptım."
"Senden iğreniyorum Meva. Sen abimin saygısını da güvenini de değerini de hak etmiyorsun. Sen sevilmeyi hiç hak etmiyorsun."
Kalbim kırıldı bu sözlerle. Neden herkes bana böyle söylüyordu? Gerçekten sevilmeye değer biri değil miydim? Bende bir insandım sonuçta. Hiç kimse sevemez miydi beni? Neden her yolu yalnız başıma yürümek zorundaydım?
"Bana karşı ne hissettiğin umurumda değil." dedim parçalara bölünsem bile açık vermeyerek. "Ya beni şimdi çözersiniz ya da sonra olacaklara pişman olursunuz."
"Hala tehdit ediyorsun?" dedi Cemre öfke ile bana bakarken. "Sen neyine güveniyorsun?"
"Kendime güveniyorum. En azından senin gibi her saçım çekildiğinde salya sümük ağlayarak abime şikayet etmeye gitmiyorum."
Ne ara olduğunu anlamadığım şekilde başım şiddetle yana döndüğünde gözlerimi sıkıca yumdum. Bana tokat atmıştı. Bana. Tokat. Atmıştı.
"Bana tokat mı atacaksın anne?"
Annem şaşırarak bana baktı. "Neden böyle bir şey yapayım?"
"Bardağı kırdım çünkü."
"Yaklaşıkla yaptın. Hem bilerek de olsa bir bardak için sana neden vurayım? Ne zaman vurdum ki Meva?"
"İzlediğim bir filmde öyle oluyordu."
"Sana film izlemeyi yasaklıyorum. Sadece animasyon filmlerini izleyebilirsin." Saçlarımı okşadı. "Hem kimsenin yanağına tokat atılmaz kızım. Bu çok kötü bir şey, insana değersiz hissettirir. Ben sana asla vurmam, sende başkasına vurma olur mu?"
Ya onlar bana vuruyorsa anne?
Gerçekten de değersiz olduğum içindir belki de.
Güldüm. Onları sinirden deliye dönecek kadar uzun bir süre güldüm. "Zavallısınız. Kapışmak mı istiyorsunuz? Götünüz yiyorsa açsanıza kollarımı. Yoksa benden çok mu korkuyorsunuz?" Kahkaha attım. "Ödlekler."
Maria sinirle saçlarımı geriye geçtiğinde öfke ile yüzüme baktı. "Seni öyle bir döveceğim ki ayağa kalkmaya halin bile olmayacak."
"Durma yap."dedim. "Hatta öldür beni. Çünkü sana yemin ediyorum, eğer ben buradan sağ çıkarsam, senin canını ellerimle alacağım."
Kısa bir an. Çok kısa bile olsa, bir an gözlerinden geçen korkuyu gördüm. Yüzümde alaylı bir gülümseme mevcuttu. Fakat içim cayır cayır yanıyordu. Fakat yanılmadı. Saatler boyunca canımı yakarken hiç duraksamadı. Ne Alihan ne de Cemre kılını kıpırdatmadı. Öylece izlediler.
Burnumdan akan kanı hissediyordum. Patlayan dudağımın sızladığını, gözlerime yediğim yumruk yüzünden morardığına emin olduğum gözümü. Boynumu mesela, hiç düşünmeden kemerle boynuma defalarca vururken nabzim inatla atmaya devam etti gibi. Bayılmak istedim,belki acısı durur diye ama olmadı. Fakat gülümsemeyi de kesmedim. Saç diplerim sızlıyordu. Annemin okşadığı saçlarımı, başkaları çekiyordu.
"Yeter bu kadar." dedi Cemre. "Abim yokluğumuzu anlamadan gidelim."
Gözlerim yavaşça kapanırken son gördüğüm şey üçüsününde uzaklaşan silüetleriydi. Hayatım boyunca bu kadar dayak yememiştim. Sanırım omzum tutulmuştu çünkü hareket edemiyordum. Üstelik hala sandalyeye bağlıydım.
Ne kadar süre geçti bilmiyorum. Kafam tam olarak yerinde değildi ama acele adımlarla içeriye giren adım seslerini idrak edebiliyordum. Birinin yüzüme fener tuttuğunu hissettim ama gözlerimi açamadım.
Birkaç küfür etti karşımdaki adam. "BULDUM!" diye bağırdı. Bu adamı tanıyordum. Sungur'un evine ilk hizmetçi olarak gittiğimde beni içeriye almayan dev adamın sesiydi bu. "PATRONU ÇAĞIRIN BULDUM ONU!" Eliyle nabzımı kontrol etti. "Siktir, hemen Doktoru çağırın! Ne oldu bu kıza!" Ardından daha fazla dayanamayarak bilincimi kaybettim.
&
Acı her zaman fiziksel olmazdı.
Bunu deneyimlerimle öğrenmiştim. Bazen bir söz, bir cümle, bir yumruktan daha ağır olabiliyordu. Daha çok acıtabiliyordu. Kendini daha değersiz hissetirebiliyordu. Bazen de öylece boşluğa bakmanı sağlayabiliyordu. Acısa bile, sesini çıkarmadan içinde çığlık attığında oluyordu. Kimse görmüyordu. Sen de görmüyordun ama hissediyordun.
Gözlerimi yavaşça araladığımda bile yüzümün her yerinde sızı vardı. Başım bile hafif geliyordu o an vücudumdaki yaralara karşı hafif geliyordu. İlk birkaç saniye bulanık da olsa daha sonra görüntü netlik kazanmaya başladı ve görmeye başladım. Ve baktığım şey beyaz, düz bir tavandı. Gözlerimi kırpıştırdım ilk olarak, kolumu kaldırmak istedim ama canım yandı. Kendimi bitkin hissediyordum. Yan tarafımda oturan bir siluet vardı ama bakamıyordum. Boynum bile ağrıyordu. Gözlerim tekrar kapanmaya başladı. Güvende miydim bilmiyorum ama en azından sıcaktı. Üşümüyordum. Belki bu da ağrılarım yüzündendi. Hasta olduğum zamanlar her zaman ateşim çıkardı. Bu da öyle miydi bilmiyorum. Belki de elimin üzerindeki el yüzündendi. Uyumadan önce son hissettiğim şey buydu. &
"Ne zaman uyanacak?" diye sorduğunu duyuyordum birinin. Sesi yakından, endişeli geliyordu. Bahsettikleri kişinin ben olduğunu bildiğim için gözlerimi yavaşça aralamak istesem de konuşmaları duymak için bekledim.
Ne kadar süredir uyuyordum?
"Durumu iyiye gidiyor. Bu kadar uyumasının sebebi sadece fiziki degil, ruhsal açıdan da yorulmuş olması olabilir. Akşama kadar uyanacağını umuyorum ama lütfen stres ve hareketten uzak kalsın. Vücudunun dinlenmeye ihtiyacı var." diyen bir adam sesi ise hemen yanı başımdan geliyordu.
Sahiden öyle miydi? Vücudumun dinlenmeye mi ihtiyacı vardı? Yanılıyordu. Benim ruhum dinlenmeliydi. Bu da bu zamanda imkansız gibiydi.
Birkaç kısa konuşmadan sonra uzaklaşan ayak seslerini duydum. Muhtemelen doktor gidiyordu. Odada yalnız kalacağımı düşünsem de geri gelen bir ayak sesi beni yanıltmıştı. Yakınlarımda bir yerde durduğunda, sesini çıkarmadan öylece beklemeye başlamıştı.
Bir süre sustu. Gitmesini beklemedim ama gitmedi. En sonunda ise sesini duydum. "Uyumadığını biliyorum."
Sungur?
Gözlerimi araladım. Kendini duvara yaslamış, kollarını göğsünde birleştirmişti. Bakışları direkt olarak bendeydi ve gözümü açtığımda yüzünde gördüğüm ifade rahatlama mıydı?
"Ben ölmedim mi ya?"
Sustu. Konuşmadan öylece yüzüme bakarken ne düşündüğünü anlamam imkansızdı. "İyi misin?"
"Hiç sanmıyorum."
Duraksadı. Bir şey söylemek için ağzını açtı fakat sonra pişman olup sustu. Yüzüme baktı. Kararsız kalmış gibiydi. En sonunda ise kendini tutamadı ge konuştu.
"İsimlerini ver."
Şaşkın şaşkın yüzüne baktım. "Ne?"
"Bunu sana kim yaptı?" dedi. Şu an öfkeli miydi yoksa bana mı öyle geliyordu. "Bana isimlerini ver."
Kardeşleri ve hizmetçisinin yaptığından haberi olmadığı belliydi.
Şu an belki de yapmam gereken şey isimlerini verip cezalarını çekmelerini beklemekti ama yapmayacaktım. Bunu neden sorduğunu bilmesem de ona güvenmiyordum. Benim için kardeşlerinin canını yakmazdı. Ama ben yakardım. Bu işi ben halletmeliydim. Ona güvenemezdim.
Bu yüzden tek bir cevap verdim. "Bilmiyorum."
Bakışları yüzümde gezindi. Doğru söyleyip söylemediğimi ölçüyor gibiydi. "Kim?" diye sordu tekrar. Bana inanmadığı belliydi. "Ve neden?"
Çünkü seni ifşa ettim.
Ve sen neden yapmamışım gibi davranıyorsun?
"Bilmiyorum." diye tekrar ettim. Hem neden bu kadar umursuyordu ki? Eninde sonunda onun da bana yapmak istediği şey bu değil miydi ? Biz artık düşman olmuştuk. Bana böyle yaklaşmamalıydı.
"Biliyorsun." dedi.
"Ve sana söylemeyeceğim. Bu benimle alakalı, ben halledeceğim."
Gözlerini kapattı. Derin bir nefes alırken sakinleşmeye çalıştığı belliydi. Okyanus gözleri gözlerimi bulunca yutkundum. Sanki konuşmak istiyor ama kendini ifade edemiyor gibiydi. Gözlerine bakarak anlamamı istiyor gibiydi. Fakat buz gibi gözlerindeki tek şey soğuktu.
"Bana neden yardım ettin?" diye sordum doğrulmaya çalışarak. Fakat bedenime saplanan ağrı yüzünden yüzümü buruşturarak tekrar yattım.
Cevap vermedi. Belki de bir cevabı yoktu. Bilmiyorum ama sanki bunu neden yaptığını kendisi de bilmiyor gibiydi.
"Maria nerede?" diye sordum bir anda. İsmini ağzıma alırken nefretle söylemeden edememiştim. Çünkü ondan gerçekten nefret ediyordum.
Kaşları çatılırken bunu neden sorduğumu anlamaya çalışır gibi bana baktı. "Neden soruyorsun?"
"Beni havuza o attı." dedim. "Öylece yanına bırakacağımı mı sandın? Nerede olduğunu söylemezsen sen bilirsin, ben bulurum sonuçta."
"Öylece yanına bırakmadım Meva," dedi ikna etmek ister gibi. "Artık benim korumam altında değil ve benim için çalışmıyor. Bunca zaman hayatta benim sayemde kaldı. Artık kendisini kendisi koruması gerekecek."
"Nerede peki?"
"Bilmiyorum," dedi dürüstçe. "Şimdi nerede bilmiyorum ama ona yardım eden biri olmalı, çünkü şimdiye kadar düşmanları tarafından öldürülmüş olmalıydı."
Pekala şu konuda anlaşalım. Sungur gerçekten Maria'yı himayesi altından çıkardı ise, Maria'nın bana bu kadar öfkeli olmalı normal gelebilirdi. Fakat anlamadığım iki şey vardı. Birincisi Sungur benim için, benden değerli olduğunu söylediği birini ölüme neden terk etti? İkincisi ise ona yardım eden kişinin kardeşleri olduğunu öğrendiğinde neler olacaktı?
"Sana ihanet ettim." dedim bir anda. Konuşurken dudaklarım sızlıyordu. "Cemal Sevilmiş ile anlaşma yaptım ve bunu biliyorsun, neden bana yardım ediyorsun?"
Dudakları düz bir haldeyken yüzünün de pek bir farkı yoktu. Bu yaptığım canını çok sıkmışa benziyordu ki olması gereken de buydu. Beni gördüğü yerde öldürmesi gerekiyordu ama bana yardım ediyordu. Neden?
"Cemal Sevilmiş'in sana verdiği adres doğru mu?" diye sordu bir anda.
Yüzüne bakakaldım. Çünkü ortada gerçek bir adres yoktu. Cemal Sevilmiş bana yalan söylemişti. Gittiğim yerde hiç kimse yoktu. Beni kandırmıştı. Ve Sungur bunu nereden biliyordu?
Yutkunmak istesem de yapamadım. Gözlerim dolmak istedi ama izin vermedim. "Hayır."
"Peki ya sen?" diye sordu verdiğim cevabı duymazdan gelerek. Sanki Cemal Sevilmiş'in beni kandıracağını biliyordu.
"Cihazı verdim." dedim hiç düşünmeden.
Kollarını göğsünde birleştirdi. "Hangi cihazı?"
"Yanlış olanı vermem için çekmecene koyduğun, içinde türlü türlü küfürler olan cihazı." Alttan bir bakış attım. "Küfürler konusunda oldukça yaratıcısın."
Olay şöyle olmuştu. Ben hastanedeyken Cemal Sevilmiş beni ziyarete gelmiş ve teklifte bulunmuştu. Fakat bunu yaparken hesaba katmadığı bir şey vardı. O da ona asla güvenmemem. Bu teklifi Sungur'a anlattığımda ise onunla bir anlaşma yapmıştık. Çünkü biliyordu ki eğer istersem, nerede olursa olsun o cihazı alır ve Cemal Sevilmişe verirdim. Bu yüzden Cemal Sevilmiş'e yanlış dosyayı vermem karşılığında, ailemin yerini bana veren kişi aslında Sungur Alp Karakum'un ta kendisiydi.
Cemal Sevilmiş bunun yanlış USB cihazı olduğunu anlamamıştı çünkü ilk birkaç sayfaya Sungur ile alakalı bir şeyleri değiştirerek yazmıştık. Cemal Sevilmiş ise sadece ilk sayfalara baktığı için gerçeği görememişti. Şimdi ise dolandırılmıştı ve aslında ona oyun oynayan kişi bizdik.
Biz
Sungur ve Ben
Fakat canımı oldukça sıkan bir konu daha vardı. O da yapmadığım bir şey yüzünden Sungur'un kardeşlerinden ve salak hizmetçisinden yediğim dayaktı.
"Ailenin yerini sana vereceğim." dedi söz verir gibi. "Eğer inanmazsan da seni kendim götürürüm yanlarına. İstediğin zaman söylemen yeterli."
Başımı sallamak istedim ama boynuma saplanan bir ağrı yüzünden yapamadım. Yüzüm hafifçe buruşurken başımı tekrar yastığa bıraktım. "Hay içine sıçayım."
Sungur yaşlandığı duvardan ayrıldı ve bana doğru birkaç adım attı. Gözleri vücudumu taradıktan sonra seslice nefesini verdi. Canının sıkkın olduğu belliydi. "Neye bulaştığını bilmiyorum ama kendini öldürtme."
"Asıl onlar neye bulaştığını bilmiyor." dedim sert bir şekilde.
Ve sende bilmiyorsun.
Şimdi düşman değiliz belki ama kardeşlerine yapacaklarımdan sonra dost kalmamız imkansız.
Dost?
Her neyse.
Sungur bana kısa bir an baktıktan sonra arkasını döndü ve odanın çıkışına doğru yürüdü. Kapıyı açtı fakat çıkmadı. Öylece birkaç saniye bekledikten sonra yavaşça bana döndü. "Sonra ne olacak?" diye sordu. "İstediğini aldın, ne yapacaksın?"
İstediğimi henüz almamıştım.
İntikam almadan da rahatlayamazdım.
"Sanırım iyileşene kadar evine çökeceğim."
Buna bir cevap vermese de yüzünde herhangi bir rahatsızlık yoktu. Bana son kez baktıktan sonra arkasını döndü ve kapıyı kapatıp gitti. Gözlerim tavanı bulunca nefesimi seslice verdim.
Sanırım birkaç haftayı bu yatak üzerinde geçirecektim.
&
2 Hafta Sonra
"Kendinizi nasıl hissediyorsunuz Meva Hanım?" diye sordu doktor
"Şu soğuk ellerinle yüzüme dokunmayı bırakırsan çok daha iyi olacağıma söz veriyorum Daktır Bey." dedim soğuk ellerinden kaçmaya çalışarak.
"Ateşinizi ölçüyorum Meva Hanım." dedi Doktor bıkmış bir ifade ile bana bakarken. Pek de haksız sayılmazdı çünkü şu iki haftadır adama hayatını zindan etmiştim.
"Benim ateşim sadece aranızdaki adam sayesinde yükselir, korkulacak bir şey yok." dedim çapkın bir şekilde Sungur'u süzerken.
Saçları hafif ıslak iken neden bu kadar güzel oluyordu?
Bu karşımdaki koltukta elindeki belgeleri inceleyen Sungur'un öksürük krizine girmesine sebep olmuştu. Ardından bana öfkeli bir bakış atıp tekrar önüne döndü.
"Gördünüz mü?" dedim doktora bakarak. "Onun size daha çok ihtiyacı var. Haksız da değil tabii. 14 gün boyunca benim gibi bir afeti görmek her yiğidin harcı değildir."
Sungur elindeki belgeleri bırakıp bana bıkkın bir bakış atarken, Doktor kendini tutamayıp gülmüş ve eşyalarını toplamaya başlamıştı. Esneyerek dogrulduğum sırada savaştan çıkmış gibi göründüğümün farkındaydım.
"Yine fazla konuşmana bakılırsa, kendine gelmişsin." dedi Sungur pür dikkat bana bakarken.
Elimle kendimi gösterdim. "Ben hep kendimdeydim. Sadece bazen içimden canavar çıkabiliyor."
"Bazen?"
En son uyur gezer bir şekilde üzerine dalmamdan mı bahsediyor?
Utanç verici bir andı.
Bakışlarımı kaçırdım. "Bu konu tartışmaya açık değil."
Sungur kendini tutamayıp hafifçe güldüğünde, yakışıklı yüzüne bakakaldım. Güneş yüzüne vurunca lacivert gözleri o kadar çekici oluyordu ki karşısında ürperiyordum. Eliyle saçlarını geriye taradıktan sonra dudaklarını araladı.
"Ömrüm boyunca hiç kimse beni korkutamadı. Fakat şunu itiraf etmeliyim ki uyurgezer halin beni çok korkutuyor."
HA?
"NE?" diyerek kahkaha atmaya başladım. "Sen-" Daha çok gülmeye başlarken dik duramayıp tekrar yatağa devrildim. "Benden-" Tekrar kahkaha attım. "Uyurken" kendimden geçmiş gibi gülerken konuşamıyordum. "AHAHAHHAHA"
Sonunda gülüşlerim dindiğinde başımı kaldırdım ve yüzüne baktım. Fakat beklemediğim bir şey vardı. O da büyülenmiş gibi beni izleyen bir çift okyanus gözlü adamdı. Dudaklarımda hala tebessüm varken yüzüne bakakaldım. O ise hipnotize olmuş gibi gülüşümü izliyordu.
Bir an. Kısa bir an ne yapacağımı bilemedim. Yüzümde yüklenen basınç sayesinde tüm bedenim cayır cayır yanarken bakışlarımı ondan çektim. Birkaç kez boğazımı temizledikten sonra tekrar doğruldum ve oturur pozisyona geldim.
Utanıyor muydum?
Yok daha neler.
"Şey," dedim bir an ne diyeceğimi bilemeyerek. Bakışlarının ağırlığı bende iken bir şey söyleme ihtiyacı hissetmiştim.
Başını hafif bir açıyla yana eğerek bana baktı. "Şey ne?"
Ses tonu neden böyle geliyordu?
Yutkunarak yüzüne baktım. Biri bana ne olduğunu açıklayabilirmi lütfen çünkü şu an kendimi aptal gibi hissediyordum.
"Kendimi artık iyi hissediyorum." dedim bir anda. Bedenimde ağrı kalmamış, yaralarımda kabuk bağlanmıştı. İki hafta çok uzun bir süre olmasa bile en azından toparlanmıştım. "Sana daha fazla yük olmama gerek yok, gidebilirim."
Çünkü şu an kaldığımız ev Sungur'un daha önce görmediğim bir eviydi. Kocaman bir sitenin içindeki bir daire bile olsa oldukça lükstü ve deniz manzarası vardı.
Sungur her ne kadar burada benimle kalmasa bile her gün en az bir kez uğrayıp durumuma bakıyordu.
Sungur'un kaşları o an hafifçe çatıldı. "Yük değilsin."
Yük değilsin.
Bunu bana düşündüren daha önceki sözleriydi aslında. Sungur kısa süre içerisinde oldukça değişmişti. Önceden bana sadece tuzağına düşen bir avı gibi bakarken, şimdi gerçekten de ortağı, hatta arkadaşı gibi davranıyordu. Hala soğuk ve tepkisiz olabilirdi ama en azından bana karşı olumlu cümleler kurabiliyordu.
"Gitmek istiyorum." dedim öylece. Bakışları konuşmamı engelledigi için yere bakmaya başladım. "Hayatımda bu kadar drama istemiyorum."
Seni hayatımda istemiyorum Sungur.
Biz seninle ateş ve barut gibiydik.
Güzel ama yan yana geldiğinde tehlikeli..
"Ailenin yerini ne zaman öğrenmek istiyorsun?" diye sorunca tekrar ona baktım. Yine yüzünde o ifade vardı. İfadesizlik.
"Şimdi değil." dedim bakışlarımı kaçırarak. Henüz onlarla yüzleşmeye hazır değildim. "Fakat sen adresi bana ver, bir daha bunun için karşı karşıya gelmeyelim."
Kaşları hafifçe havalandı. "Ne demek istiyorsun?"
Başımı kaldırdım ve hiç olmadığım kadar ciddi bir ifade ile yüzüne baktım. Maria'nın benden daha değerli olduğunu söylemesi, beni hiç düşünmeden Cemal Sevilmiş'in eline vermesi aklımdan hiç çıkmamıştı. Cemal Sevilmiş'e oyun oynayarak, Sungur'a yardım etmiş olabilirdim ama şimdiye kadar yaptıklarını unutacak değildim. Bu yüzden de hiç düşünmeden araladım dudaklarımı.
"Senin yüzünü görmek istemiyorum." dedim acımasızca. Bir an ne diyeceğini bilememiş gibi yüzüme bakakaldı. "Senden gelecek daha fazla zarara göz yumamam. Hayatımda sana yer yok Sungur Alp Karakum. Sen benim hiçbir şeyim olamazsın. Sana daha fazla katlanmak istemiyorum."
Her ne kadar kendinden ifadesiz bir zırh çizse bile yüzündeki o ifadeyi görmüştüm. Bunu beklemiyordu, ben de bunu beklemiyordum. En çok da kalbini sökmüş ve eline vermişim gibi bana bakmasını beklemiyordum. Bu söylediklerim canını yakmış gibi bana bakmasını beklemiyordum.
Peki ya benim kalbim?
Benim bir kalbim yok muydu?
Sungur başını ağır ağır sallarken dişlerimi sertçe sıkıyordum. Bu konuşmayı er geç yapacağımı biliyordum ama canımı bu kadar yakmasını beklemiyordum.
Sungur en sonunda gözlerimin içine baktı. Sırtımdan aşağıya kayan bir ürperti hissederken ifadesiz durmak çok zordu o an. "Neden?" diye sordu.
Neden?
Çünkü sana aşık olamam Sungur Alp Karakum.
Bu beni öldürür.
Bu ikimizi de öldürür.
Belki de o yüzden hiç düşünmeden açtım ağzımı konuşmak için. "Çünkü senden nefret ediyorum." dedim acımasızca, çaresizce.
Senden nefret etmiyorum Sungur ama sen bunu hiç bilmeyeceksin.
Son kez gözlerimin içine baktı ve ayağa kalktı. Yandan yumruk olan ellerine bakıyordum o an. Arkasını döndü, bir kez daha yüzüme bakmadan odadan çıktı. Birkaç saniye sonra ise dış kapının açılıp kapanma sesini duydum.
Gözümden usulca akan bir damla yaşı elimle sildim.
Hızla ayağa kalkıp pencerenin önüne geldiğimde onu gördüm. Arabasına doğru ilerlerken sinirli gibiydi. Bir o kadar da yıkılmış. Eğer şu an yukarıya bakarsa ağladığımı görecekti ve her şey değişecekti. Bunu göze alarak bekledim, ve istedim. Bana bakmasını, görmesini istedim.
Ve gitti. &
Bilime göre aşk ; bir kimseye ya da bir şeye karşı duyulan aşırı sevgi ve bağlılık duygusuydu.
Peki bana göre ne miydi?
Aşk ; birine seni mahvetme yetkisi vermek ve bunu kullanmayacağına güvenmektir.
Bilim bana göre daha doğru bir tabir oluyordu çünkü eğer doğru ise ben aşık olmuştum. Fakat ikincisi bana göre değildi çünkü ben kimseye beni mahvedecek bir yetki vermezdim. Bu kim olursa bile.
Peki ya asıl soru, ben ona aşık mıydım?
Ve ben beni mahvedeceğini bilsem bile onunla bir yola çıkar mıydım?
Bunun cevabı bende yoktu.
Aptal değildim. Çoğu şeyin oldukça farkındaydım. Sungur'a karşı beslediğim hislerim, öylece hisler değildi. Belki ben yanlış anlamıştım ya da gerçekten öyle miydi bilmiyorum ama onun bana olan davranışları da aynı değildi. Aslında konu sadece davranış da değildi bilmiyorum, hissediyordum.
Tıpkı Sungur arkasına bakmadan çıkıp gittiğinde her ne kadar hakkım olmasa bile kalbimin parçalara bölündüğünü hissettiğim o an gibi. Saatlerce aynı yerde durup ağlamam o gittiği için mi yoksa kendime miydi bilmiyorum ama bir şeyler yanlış gelmişti.
Belki de fazla gelmişti.
Şimdi ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. Elimde ailemin adresi, kuytu köşede bir yerde oturmuş boşluğu izliyordum. Önümde kocaman bir şehrin manzarası vardı. Karanlığı çökünce güzelliği daha çok belli oluyordu sanki. Her yer rengarenk ışıklar dolu bir şehir manzarası.
Ve bu bile bana iyi hissettiremiyordu.
Saçlarımın rüzgarın etkisi ile sırtıma doğru uçuştuğunu hissediyordum. Çok aşağılarda gelen araba sesleri birbirine karışıyor, birkaç site ötedeki restoranda çalan yüksek sesli müzik, hafif bir tını ile kulağıma ulaşıyordu.
Elimdeki sigarayı dudaklarıma götürüp derin bir nefes çekince gözlerimi yumdum. Bu hissi özlemiştim. Şimdi Victor yanımda olsaydı eğer bana kızar ve elimdeki sigarayı alıp kendi içerdi. Fakat o bile yoktu yanımda.
Olmam gerektiği gibi, yalnızdım.
"Beni buraya neden çağırdın?" diye sordu Alper'in sesi arkamdan. Ardından adım sesleri ilerledi ve gelip yanıma oturdu. Benim yaptığım gibi duvarın üzerine oturup bacaklarını boşluğa bıraktıktan sonra önündeki manzaraya baktı.
"Senden bir konuda yardım isteyeceğim." dedim kısık bir sesle. Biten sigarayı duvara bastırıp söndürdükten sonra ona doğru döndüm.
"Ne istiyorsun?" diye sordu bana bakmadan.
"Birini," duraksadım. "Birilerini bulmanı istiyorum."
Bana yandan bir bakış attığında yeşil gözleri meraklı bakıyordu. Rüzgarın esintisi hoşuna gitmiş gibi bir ifadesi vardı. "Kimi bulmamı istiyorsun?"
"Maria," dedim soğuk bir sesle. "Cemre ve Alihan."
Kaşları çatıldığında kısa bir an düşünür gibi şehrin manzarasına baktı. Ardından tekrar bana dönerek şunları söyledi.
"2 Haftadır ortalarda yoksun. Victor ve Sude endişeden delirdiler, sana bir şey olduğunu sandılar. Ve sen 14 gün sonra karşıma çıkıp hiçbir şey olmamış gibi birilerini bulmamı istiyorsun. Ve istediğin kişiler düşman olduğum adamın yakınları. Neden?"
Düşman oldugu adamın yakınları.
Ben hiç onun yakını olamazdım.
"Yardım isteyebilecegim tek kişi sensin." dedim nefesimi vererek. "Onları bulmanı istiyorum çünkü onlara değer vermiyorsun. Victor ve Sude masum insanlara zarar vermezler, bu konuda bana yardım etmezler. Bu yüzden sana geldim."
Başını çevirip bana alaylı bir bakış attı. "Sen bana gelmedin, beni ayağına çağırdın. Ayrıca Maria'yı anlarım ama Alihan ve Cemre sana ne yaptı?"
"Orası seni ilgilendirmez." Ters bir bakış attım. "Sana yalvaracak halim de yok yardım ediyor musun etmiyor musun?"
Kısa bir an susup gözlerimin içine baktı. Ardından nefesini verip pes etmiş gibi kollarını kaldırdı. "Ediyorum."
"Bunu Sungur'un düşmanı olduğun için mi yapıyorsun?" diye sordum kendimi tutamayarak.
"Hayır." dedi bana bakmadan. "Söz verdiğim için yapıyorum."
Kaşlarımı çattım. "Ne sözü? Ayrıca kime verdin sen bu sözü?"
Sessiz kaldı cevap vermedi. Birkaç dakika öylece bekledikten sonra, "Sana yerlerini yarın akşama kadar atarım." dedi ve ayağa kalkıp duvardan indi. Manzaraya son bir bakış attıktan sonra terasın çıkışına doğru yürümeye başladı.
"Alper." diye seslendiğimde durdu. Omzunun üzerinden bana kısa bir bakış attığında, "Beni havuzdan kurtardığın için teşekkür ederim."
Yine sessiz kaldı ama eyvallah dermiş gibi gülümsedi ve arkasını dönüp çıkıp gitti.
Alper'in bu oyundaki yerini bilmiyordum ama ondada bir şeyler vardı. İyi miydi kötü müydü bilmiyorum ama bunu sonra öğrenecektim. Öncelikle Maria işini halletmeliydim.
&&&
2 Gün Sonra...
Pişmanlık dönüşü olmayan bir yol gibiydi. Boynunda dolanan idam ipinden kurtulmaya çalışan bir mahkumun, öldükten sonra masum olduğunu görmek gibiydi. Bir şeyleri değiştirmek uğruna her şeyi mahvettigini, elinde bir şey kalmadığında anlamak gibiydi.
Benim elimde mahvedecek bir şey kalmamıştı. Benim elimde uğruna savaşabileceğim hiçbir şey, hiçbir kimsem yoktu. Belki de bu yüzden bu kadar rahat davranıyordum. Ben kimse için endişelenmemiştim. Çünkü ben hep tek tabancaydım.
Şimdi önümdeki manzaraya bakarken az sonra yapacaklarım büyük bir olay yaratacaktı. Hatta olay değil, ortalık kıyamet olacaktı ve bunun ana oyuncusu bendim. Korkuyor muydum? Hayır. Istiyor muydum? Evet.
Bir davetteydik.
Cemiyet üyelerinden birinin nişan partisi olduğunu biliyordum. Bu gece Sungur dahil herkes burada olacaktı. En önemlisi Maria,Cemre ve Alihan bile.
Yanımda oturan Victor sessizdi. Sude'nin de ondan bir farkı yoktu. 2 hafta boyunca onlara haber vermemem onları delirtmiş, bir o kadar da bana trip atmalarına sebep olmuştu.
Üzerimde kırmızı saten bir elbise vardı. Elbisenin derin bir dekoltesi, ince askılıkları ve kocaman bir yırtmacı vardı. Kabarık değil, aksine dar bir yapım olduğu için fiziğimi ortaya çıkarıyor, bir o kadar da güzel görünmesini sağlıyordu.
Saçlarımı düzleştirip, iki tutamını arkadan birleştirmiştim. Dudaklarımda elbisem ile aynı renk bir ruj ve yeşil gözlerimi ortaya çıkaran bir makyajım vardı.
Önümüzdeki kocaman ekranda nişanlandı çiftin fotoğrafları döngü halinde sırayla gösteriliyordu.
Sungur ön taraflarda Neslihan'ın kocası olan Enes ile bir şeyler konuşuyordu. Beni görmemişti. Cemre ve Alihan'ın bulunduğu masa gençlerle doluydu. Maria da onların yanındaydı ve gözlerini Sungur'un yüzünden ayırmıyordu.
Sungur ise bir kez olsun dönüp ona bakmamıştı.
İntikam almam gereken 3 kişi vardı.
Ve hepsi ile ayrı ayrı ilgilenecektim.
"Zamanı geldi." dedi Victor bana bakmadan alıngan bir ses tonuyla.
Nefesimi vererek yerimde dikleştim. Gönlünü alacaktım ama şu an daha önemli bir işim vardı. İleride arkadaşları ile sohbet eden Alper ile göz göze gelince başımı salladım.
Bu hareketimden sonra elindeki düğmeye gizlice bastı ve tüm salon bir anda karanlığa gömüldü. Herkesin ağzından şaşkın sesler çıkarken hızlı bir şekilde sahneye çıktım ve ışıklar açıldı. Bununla birlikte arkamdaki kocaman ekran da değişti.
Sahnede beni gören herkes bir anda susup tüm dikkatini bana verdi. Sungur'un bakışlarını üzerimde hissediyordum ama ondan yana bakmıyordum. Gözlerim, Maria'nın üzerindeydi. Ve gizleyemediği bir korkuyla bana bakıyordu.
"Öncelikle herkese iyi akşamlar," diyerek söze girdim. Alper'in eline kadehini alıp keyifli bir ifadeyle beni izlediğini yan gözle gördüm. "Bu akşam sizinle birkaç şey paylaşmak istiyorum."
"Beni tanımayanlarınız için kendimi tanıtayım. Ben Meva Özdemir. Bu gece sizlere birkaç kişi hakkında bazı gerçekleri anlatmak istiyorum." Gözlerim Maria'dan ayrılmıyordu. "Dün akşam hepinizin evinden çalınan belgelerin kimde olduğunu biliyorum. Bunu nereden bildiğimi merak ediyorsanız eğer, bu kişi benim güvendiğim yakın bir arkadaşım iken, şimdi düşmanım."
Plan tıkır tıkır işliyordu.
"O kişi ve iki arkadaşı herkese büyük bir saygısızlık yaptı. Maria, yani ortalıkta gezinen herkesin evinden dün gece bir şeyler çalan kız. Ve Cemre," derken bakışlarım nişanlandı çiftin üzerine döndü. "Bu gece nişanlanmış adam ile birlikte olarak hem kendi şerefini hem de cemiyetin gururunu yerle bir etti."
Ekranda Cemre ve nişanlanan adamın kucak kucağa samimi pozları görüntülendi. Cemiyette aldatmak, öldürmek gibi ağır bir hakaretti.
"Ve Alihan," derken gülümsedim. "Ailesini öldüren adamın kızıyla birlikte olması yetmiyormuş gibi Cemal Sevilmiş'in eline , dün gece çalınan belgeleri bizzat kendisi verdi."
Ve o görüntüler kocaman ekranda görüntülenirken bir anda ışıklar bir kez daha gitti. Tüm salonda bağırışlar, çığlıklar ve öfkeli sesler yankılanırken koluma dolanan bir el beni sertçe kendine doğru çekti.
Işıklar açılınca ortalık savaş alanına dönmüştü. Her yerde koşturan ve kendilerine ihanet eden üçlüyü arayan insanlar vardı. Çünkü herkesin en büyük isteği şu an için üçüsünü de öldürmekti.
Cemiyetteki bir diğer kural da şuydu. İhanet eden kişiyi öldürmek, büyük bir onurdu.
Fakat planımızın bir diğer parçası da işlemişti. Çünkü Cemre ve Alihan'ı ortalarda yoktu. Onları alan kişi ise Victor'un adamlarıydı. Yani şimdi her şey benim ellerimdeydi.
Kolumdan tutup beni arka taraflardan birine sürükleyen kişi ise Sungur Alp Karakum'dan başkası değildi.
Beni uzun koridora yasladıktan sonra ellerini iki yanıma koyarak kaçmamı engelledi ve öfke ile yüzüme baktı. "Bana bir neden ver." derken burnundan soluyordu. "Seni şu an vurmamam için bana bir neden ver."
"Hak ettiler." dedim tepkisizce yüzüne bakarken kalbim güm güm atmıyormuş gibi.
"Bunu hak edecek ne yapmış olabilirler Meva?" diye sesini yükseltti. "Maria için demiyorum, benim kardeşlerim sana ne yaptı?!"
"DÖVDÜLER!" diye bağırdım yüzüne karşı. "SENİ CEMAL SEVİLMİŞ'E SATTIM SANIP DÖVDÜLER. SAATLERCE. ACIMADAN. KEYİFLE. BEN HAK ETTİM Mİ?" Çaresizce yüzüne baktım. "Ben onlara hiçbir şey yapmamıştım ki,"
Yüzüme bakakaldı. Tüm bedeni buz kesmiş gibi dehşet içinde baktı yüzüme. Kendimi tutabilen bir insan olsam da gözümden aşağıya kayan bir damla yaşa engel olamamıştım. Ve buna engel olamadığım için sinirle gözlerimi yumdum. Onun karşısında ağlamamalıydım.
Yüzümde aniden elini hissettiğimde irkilerek gözlerimi araladım. Göz yaşımı siliyordu. Göz. Yaşımı. Siliyordu. Neden? Bana bağırması çağırması gerekmiyor muydu? Benden nefret etmesi gerekmiyor muydu?
Fakat o neden ağladığımı görmeye dayanamıyormuş gibi bakıyordu?
"Neden söylemedin?" dedi eli hala yanağımdayken.
Bana inanıyor muydu?
"Onlar kardeşlerin-"
"Kardeşim bile olsalar sana zarar verme hakkına sahip değiller!" dedi öfkeli bir şekilde sesimi keserek. Yüzüne bakakaldım.
Bir şey diyemedim. Daha doğrusu ne diyeceğimi bilemedim. Neden böyle davranıyordu? Kalp atışlarımı duymaması için dua etmeliydim zira kalbim göğüs kafesimi ağır darbelerle alt etmek üzereydi.
"Sana sadece bir şey soracağım, tek cevap ver." dedi ona olan bakışlarımı görmezden gelerek. "Söylediklerinde ciddi miydin?" diye sordu bir anda. Gözleri dudaklarımdaydı. "Benden gerçekten nefret mi ediyorsun?"
Yüzünü yüzüme doğru iyice eğdi. Dışarıda olan kıyamet umurunda değil gibiydi. Dudağı, dudağımın hemen ilerisindeydi. Nefesi, dudaklarıma çarpıyordu. "Cevap ver." Sesi, boğuk geliyordu.
Beni öpecek miydi?!?!?
O an hiçbir şey umurumda olmadı. Sonucu ne olursa olsun düşünmek istemedim. "Hayır-" dememle patlayan silah sesi bir olmuştu. Bir an ne olduğunu kavrayamadım ama karşımdaki adamın beyaz gömleğinin kana bulandırıcı görünce, tüm bedenimdeki kan çekilirken, içimden yükselen endişe beni talan etti. Onu vuran kişi hemen arkasındaki Maria'dan başkası değildi.
Bölüm Sonu 🌌
Öncelikle herkese merhaba efendim, nasılsınız? Bölümü nasıl buldunuz?
Bir sonraki bölümde neler olacak dersiniz?
Az daha Kiss alıyorduk bazıları engel olmasaydı eğer. ^_^
Kitap nasıl ilerliyor sizce?
Bir sonraki bölüm hasta bir Sungur ile ilgilenen Meva görürüz der miyiz?
Peki sonraki bölümde okumak istediğiniz bir sahne?
Gelecek bölümde görüşmek üzere, haftaya gelir. O zamana kadar kendinize iyi bakın, sizi seviyorum ♡
|
0% |