Yeni Üyelik
12.
Bölüm

12.BÖLÜM : AY TENLİ KADIN

@melekaydinn_56

İlkler her zaman unutulmazdır derdi babam ben küçükken. İlk kelime, ilk sevinç, ilk üzüntü, ilk his, ilk aşk, ilk nefret ve daha niceleri. Bu konuda sonuna kadar haklıydı. Fakat benim unutmadığım şey bunlar değildi. İlk rezil edilişim, ilk sokağa atılışım, ilk ağlayışım gibiydi aklımda kalan şeyler.

Buna duygusallık diyebilirsiniz ama ben öyle düşünmüyorum. Çünkü hayatım boyunca sevdiğim gerçekten çok az insan oldu. Ve bunların hepsi yavaş yavaş hayatımdan bir çiçek yaprağı gibi dökülüyor, gidiyordu. Geriye ise sadece hissiz ve yalnız bir ben kalıyordum. Herkes giderdi biliyorum, herkes gitmek zorunda kalırdı bir gün.

Kendimi buna hazırlamıştım aslında. Kendimi hazırlamama gerek bile kalmadan her seferinde en acı şekilde de öğrenmiştim. Çünkü giderdi. Herkes giderdi. Belki o herkes değildi ama, o da giderdi. Ve bu benim bile düşünebileceğimden daha fazlasıydı.

Hayatıma her zaman birileri girmiş, her zaman da bir süre sonra gitmişti. Olması gereken de buydu. Benim hayatımda yalnızca bana yer vardı, daha fazlası ağır gelirdi. Her seferinde, herkesin gidişine hazırlıyordum ve acı çektirmiyordum kendime. Fakat o neden böyleydi?

Neden onun gidecek olma düşüncesi beni hazırlıksız yakalamış gibiydi?

Olması gereken de bu değil miydi? Biz zaten farklı dünyaların insanları iken bunca süre boyunca bile aynı yerde bulunabilmemiz bir mucize değil miydi? Yanlış değil miydi? Peki neden doğru gibi geliyordu?

Ve bu da benim ilk ilkimdi.

Birinin hayatımda kalmasını istemek.

Korkunç ama cezbedici.

Bu da benim için bir ilkti aslında. Ben kimse için endişlenemezdim. Ben kimseyi sevmezdim. Ben kimseye güvenemezdim. Ben kimseyi hayatımda istemezdim. Peki ama o? Bir istisna mıydı hayatıma yeni gelen? Benim hayatımda istisna da olmazdı. Peki kalbimde hissettiğim bu lanet olası şey de neydi!

Karşımdaki adama bakarken hayret etmeden edemiyordum. Kimseye güvenmediğini biliyordum ama bu kadarını beklemiyordum. Ne mi olmuştu?

Sungur beni öpmek üzereyken, Maria onu vurmuş ve kaçmıştı. Nerede olduğunu biliyordum. Peşinde onu takip eden adamlarım vardı. Aslında Sungur uyanmadan onu bulabilir ve intikamımı alabilirdim ama umutlanmasını bekliyordum. Gerçekten bu savaşı kazanabileceğine inanmasını bekliyordum. En sonunda ise başarısız olunca yüzündeki ifadeyi keyifle izlemeyi bekliyordum.

Nerede miydik?

Sungur'un beni daha önce getirdiği dairesinde. Uyanık iken kendini zorla buraya getirtmiş, yarasını hallettikten sonra doktor dahil herkesi evden kovmuş, üstelik bunu yaparken oldukça huysuz davranmıştı.

Hasta iken fazla sinirliydi.

Beni görünce bile sinirleri bozulmuş zorla evden çıkmam konusunda baskı uygulamıştı. Fakat atladığı bir şey varsa o da birine borçlu kalmaktan nefret ettiğimdi. Bu sebeple o istemese bile buradaydım. Burada olmak istediğim için değil, olmam gerektiği için.

Tamam belki de biraz çok az minnacık küçücük bir şekilde olmak istiyor da olabilirim.

Çok az.

İnandınız değil mi?

○♤○

 

Yemek yemeyi çok seviyordum. Her ne kadar işimden dolayı kiloma dikkat ederek hayatıma devam etsem kendimi yemek konusunda hiçbir zaman kısıtlamamıştım. Bu her zaman böyleydi çünkü bu hayatta en düşkün olduğum şeylerden biri midemdi. Yemek yemekti.

 

Ama yemek yapmak değildi.


Üşengeç bir insan olduğum kaçınılmaz bir gerçekti.

Ve ben şu an kırmızı renkte olması gerekirken siyah renginde olan domates çorbama bakıyordum.

Nerede hata yapmıştım?

Oflayarak elimdeki kaşığı sertçe mutfak tezgahına attım ve batırdığım mutfağa kısa bir bakış attım. Tamam, yemek yapmayı pek beceremiyor olabilirdim ama camı nasıl kırdığımı bir türlü anlayamadım. Üstelik, buzdolabının üstündeki o şey az önce ayağımda olan terlik miydi?

Oraya çıkmayı nasıl başardın?!

"Buraya ne oldu?" diye aniden arkamdan gelen ses ile irkilerek dönünce, elimdeki çorba kasesi kaydı ve içindeki siyah renkteki çorba olmadığından emin olduğum şey karşımdaki kisinin üzerine döküldü.

"Ay!" diye minnak bir tepki verdim. Ardından gözlerimi irice açarak karşımdaki adama baktım. "SENİN AYAKTA NE İŞİN VAR! YARALISIN!?"

"Çok sağol," dedi Sungur umursamaz bir erkeksi ses tonuyla. "Söylemeseydin bilmiyordum."

Benimle alay ederken bile keyfi yoktu. Hastalığından dolayı ten rengi bir ölü kadar beyazlamış ve solmuştu. Saçları düzenli değil, dağınık halde alnına dökülüyordu. Üzerinde beyaz bol bir tişört ve siyah bir eşofman varken, bu haliyle bile nasıl oluyordu da yakışıklı görünüyordu anlam veremiyordum.

"Sungur!" dedim kızgınlıkla. "Daha iki gün önce vuruldun! Dikişlerini patlatacaksın! Ben sana ayağa kalkma demedim mi!"

"Demedin."

"DEMEM Mİ LAZIM!"

"Meva!" dedi Sungur sertçe sözümü keserek, ayakta durmakta zorlandığını belli eden yorgun ifadesiyle. "Bağırmayı bırak."

Hemen yumuşadım. "Bağırmadım ki,"

Boş boş yüzüme baktıktan sonra etrafa kısa bir bakış attı. Daha fazla ayakta duramayacağını anladığımda hemen yanına gidip onu tutarak destek oldum. Buna karşılık vermedi veya herhangi bir şey söylemedi. Onu oturma odasındaki koltuğa kadar götürmeme izin verdi. Yavaşça koltuğa uzanmasına yardım ettikten sonra geriye çekildim ve yüzüne baktım.

"İyi misin?"

Cevap vermedi. Başını yastığa koyup gözlerini kapattığında nefesimi sessizce vererek yutkundum. O gece olanlardan sonra Sungurda bir değişiklik vardı. Vurulduğu gibi hemen hastaneye gitmiş ve tedavi ettirmiştik. Ben Sungur ile uğraşırken ; Victor, Maria'nın peşindeydi.

İki gündür Sungur'un evinde ona yardım etmeye çalışıyordum ama bana olan davranışları tuhaf bir şekilde ifadesizdi. Her zaman böyleydi ama bu farklıydı. Üstelik tam beni öpmek üzereyken vurulan bir adam gibi değildi. İlginç olabilirdi ama bir yabancıya bakar gibi bakıyordu bana.

Arkamı dönüp mutfağa ilerlerken istemsizce kalbimin kırıldığını hissettim. Bundan kesinlikle şikayetçi değildim ama iki gündür ona her yardım etmeye çalıştığımda bana ters çıkışları moralimi yerle bir etmeye yetiyordu.

"Meva," diyen sesi beni durdurduğunda omzumun üzerinden ona kısa bir bakış attım. "Ferhatı ara mutfağı temizlemesi için birilerini göndersin, sen dokunma."

Gözlerim kısılırken şüphe ile ona baktım. "Neden?"

"Çünkü gerek yok," dedi net bir ifadeyle. "Üstelik bana öyle dik dik bakacağına yardım edebilirsin mesela."

Bakışlarım daha da kısıldı. "Hangi konuda?"

"Farkında mısın bilmem ama az önce üzerime çorba döktün."

Bıkkın sesine karşılık olarak üzerine baktığımda tişörtü tamamen kirlenmişti. Bunu fark edince dudaklarımı ısırarak yüzüne baktım. Bunu nasıl fark etmedim?

Hızlı adımlarla merdivenlere doğru ilerlerken arkamdan beni izlediğini biliyordum ama bu beni rahatsız etmiyordu. Sungur son zamanlarda bana öyle gelmeye başlamıştı ki sanki yıllardır tanışıyorduk.

Odasından bir beyaz tişört daha alıp aşağıya indiğimde karşılaştığım manzara beni şaşırmamıştı. Çünkü şu iki gündür her dakika oldugu gibi Sungur Alp Karakum yine uyuyordu.

İçtiği ağrı kesiciler onu ayık tutmak için işe yaramıyordu.

 

Sungur'un uykusunu bölmemek için yavaş hareketlerle üzerindeki beyaz tişörtü çıkarıp kenara bıraktım. Bunu yaparken öyle yavaş ve dikkatli davranmıştım ki uyanmaması için elinden gelen her şeyi yapmıştım ve başarmıştım da. Fakat işin zor kısmı diğer tişörtü üzerine giydirmekteydi.

 

Bakışlarım kısa bir an kaslı vücuduna değindiğinde içli bir nefes alamadan yapamamıştım. Elimde aldığım tişörtü ona giydirebilmek için koltuğa oturdum ve yüzüne doğru eğildim. Başını yavaşça kaldırıp yastığı düzelttikten sonra tişörtü yüzüne doğru yaklaştırdım.

 

Fakat Sungur'un ten renginin iyice soldugunu görünce kaşlarım çatıldı ve elimi alnına yerleştirdim. Yanılmamıştım. Cayır cayır yanıyordu. Çok fazla ateşi vardı.

 

Üzerine giydirmek için aldığım tişörtü rastgele bir kenara atıp hızla banyoya ilerledim. Elime küçük bir kasede su ve temiz bir havlu bez aldıktan sonra yine aynı hız ile oturma odasına geri geldim. Sungur hala uyuyordu. Fakat iyi değildi.

 

Elimdeki bezi suya bandırıp sıktıktan sonra uyandırmamaya özen göstererek yavaşça yüzünü silmeye başladım. Teni o kadar sıcaktı ki bu sıcaklık beni korkutmaya başlamıştı. Doktoru arayıp arayamamak arasında kaldıktan sonra Sungur'un izni olmadan bunu yapmayacağıma karar verdim.

 

Açıkçası birine hizmet etmekten de ilgilenmektede nefret ederdim. Fakat Sungur farklıydı işte. Onunla ilgilenmek bana herhangi bir rahatsızlık vermiyordu. Bunun sebebi onunda daha önce benle ilgilenmesinden kaynaklanan minnet miydi yoksa başka bir şey var mıydı bilmiyorum ama rahatsız hissetmiyordum.

 

"Sungur," dedim kısık bir sesle ama uyanmadı. Uykusu her zaman bu kadar ağır mıydı? "Kış uykusuna mı yattın be adam!" Sinirle nefesimi verdim. "Gerçi dağ ayısı olduğun için senden beklerim."

 

Her nefes alış verişinde yükselen kaslı göğsü ile bakıştık kısa bir an. "Kesinlikle ayı," diye mırıldandım. Dudaklarımda alaylı bir gülümseme belirdi. "Normal şartlar altında tanışsak sanırım üstüne atlardım."

 

Sungur bir anda gözlerini açınca onu röntgeyen ben değilmişim gibi yüzüne bakakaldım. Kaşları yavaşça havalanırken bana olan bakışları hayra alamet değildi. "Sanki yapmadığın şey."

 

Ağzım açık yüzüne bakakaldım. "HA?" Ardından hızla kendimi toparlayıp biraz geriye çekilerek mesafeyi arttırdım. "Ne diyorsun sen be? Ne zaman üstüne atladım ben senin!"

 

Birkaç saniye yüzüme bakarak göz kırpıştırdı. Diliyle dudaklarını ıslattığında bakışlarım dudağına düştü. "Meva?" dedi kısık bir sesle. Yeni uyandığı için hafif çıkan boğuk sesi ile sertçe yutkundum. "Şu an nerede oturduğunun farkında mısın?"

 

Birkaç saniye ne dediğini anlamayarak öylece yüzüne baktım. Ardından başımı eğip nerede oturduguma baktığımda gözlerim yuvalarından fırlayacakmış gibi açıldı. KARNININ ÜZERİNDE OTURUYORDUM!

 

ADAM VURULDU YA MEVA? ZAHMET EDİP KALKSAN MI ACABA?!

 

"AY!" diye kocaman bir tepki vererek ayağa kalktığımda kalbim korkuyla çarpmaya devam ediyordu. Yarısının kanayıp kanamadığına baktığımda bandajın bembeyaz olduğunu görünce rahatlarak nefesimi verdim.

 

"Çok özür dilerim," dedim ne diyeceğimi bilemeyerek. "O kadar sert olunca ben koltukta oturuyorum sandım..." derken öyle kısık sesle konuşmuştum ki beni zar sor duymuş olmalıydı. "Canını yaktım mı?"

 

"Hayır," derin bir nefes alarak. Yüzünde muzip bir ifade vardı. "Meva," dedi tuhaf bir ses tonuyla. Neden öyle bakıyordu? "Sen kızardın mı?"

 

Aval aval sudan çıkmış balık gibi adamın suratına bakarken dilim tutulmuş gibi davranmam normal değildi. Zira sözcükler dışarıya çıkmamak için direniyor olmalıydı. "Ha? Ben? Yooo, yok öyle bir şey.." diyene kadar zar zor konuşmuştum.

 

"Bencede," derken gülmemek için dudaklarını birbirine bastırdı. Ardından bakışları kendi üstünde dolaştıktan sonra bana alttan bir bakış attı. "Benim üzerimde neden tişört yok?"

 

Allahım al canımı şu an.

 

Lütfen al!

 

Ben bunu nasıl açıklayacağım bu dağ ayısına?!

 

"Sen istedin!" dedim hiç itiraz etmeden son derece kendinden emin bir şekilde.

 

"Sana gel beni soy, ben uyurken benden yararlan, yetmez bir de kucağıma çık dediğimi hiç hatırlamıyorum." Bakışları kısıldı. "Ha sapık gibi beni izlemeni de eklemeden geçmeyeyim."

 

Af buyur?

 

Tamam, şu an normal şartlarda olsak yüzüne tokatı yapıştırır haddini bilmesini söylerdim. Ya da üzerine atlayıp yaka paça dayak atmaya çalışırdım. Ama , fakat, ne yazık ki, şöyle bir sorunumuz var. NORMAL ŞARTLARDA DEĞİLDİK!

 

kalbimize bir baktırsak mı? Kendi içinde deprem yaşıyor gibi.

 

"Kucağında değildim!" dedim şok içinde yüzüne bakarken. "Ayrıca seni izlemiyordum sadece kısa bir gözüm kaydı o kadar." Kendimi açıklamak için hızlı hızlı konuşuyordum. "Ateşin vardı!" dedim. "O yüzden üstün açık!"

 

Yavaşça yerinden doğrulduğunda şimdi oturur pozisyona gelmişti. Keşke yapmasaydı çünkü kaslı vücudu tam şu an daha da güzel görünüyordu gözüme. Bakmamak için kendimi zorluyordum ama nafile, herif heykel gibiydi.

 

"Öyle mi?" dedi beni benden alan ses tonuyla. "Daha çok senin ateşin var gibi."

 

Kollarımı göğsümde birleştirerek yüzüne baktım. "Ne ima etmeye çalışıyorsun? Sapık gibi senden faydalandığımı mı?" diye sordum.

 

"Evet." dedi.

 

Gülümsedim. "Doğru, çünkü tam olarak bunu yapıyorum."

 

Şimdi şaşırma sırası ondaydı. Oyun nasıl oynanır ona şimdi gösterecektim. Sanırım kendimi ona tanıtırken bir şeyi atlamıştım. Ahlaksızca konuşmak istiyordu? Öyle olsundu, bende öyle konuşurdum o halde.

 

Bir anda değişen yüzünden bunu beklemediği anlaşılıyordu. Lacivert gözleri bu kez bana çok daha farklı bir tonda bakıyordu. Bakışları kısa bir an bedenime düştü, ardından hızla tekrar gözlerime tırmandı. Bakışlarındaki yoğunluğa bakılırsa şu an tam da istediğim noktadaydı.

 

"Ne?" dedim kısık bir sesle. "Neden öyle bakıyorsun?" Birkaç adım atarak koltuğun hemen dibinde durdum. Yavaşça yüzüne doğru eğilip dudaklarımı yanağına bastırdığımda donakaldı. Onu öpmemi beklemiyordu. Yavaşça kulağına doğru fısıldadım. "Şu an ne düşünüyorsun Karakum?"

 

"Sikeyim!" diyerek boğazından gelen bir sesle konusup beni kolumdan tutmaya yelteniyordu ki hızla geriye çekilerek yüzüne baktım. Yüzündeki o ifadeyi görünce gülmemek için kendimi zor tuttum. "Sana iyi geceler koca adam!" Dudaklarımı ıslattığımda bakışları oraya düştü. "Ben duş almaya gidiyorum, ben gelene kadar rahat dur mümkünse."

 

Onu hiç umursamadan arkama dönüp merdivenlere ilerlerken yüzümde zafer kazanmış bir gülümseme vardı. Oyun mu istiyordu? Ona en güzel şekilde oynardım. Arkamdan bakakaldığını biliyordum. Buna sinirlendiğini de. Çünkü şu an kısık küfürler etmekle meşguldü.

 

Kendimi tutmayıp güldüm.

 

Sanırım çok eğlenecektim.

 

•○•○•○•○•○•

 

Islak saçlarımı taramaya devam ederken aynadaki görüntümü izliyordum. Saçlarımdan akan sular damla halinde vücudumdan aşağıya doğru kayıyor, bedenimde küçük bir keşfe çıkıyordu. Üzerime sıkıca bağladığım beyaz bornozla dururken yavaşça üşümeye başladığımı hissettim. Sanırım kış mevsimlerine giriş yapmak üzereydik.

 

Tarağı bir kenara bırakıp banyodan çıktım. Açık camdan içeriye vuran soğuk rüzgar ile uçuşan perdeye bakarken üzerime daha sıkı sarıldım. Gerçekten de çok üşüyordum. Hızlı hızlı adımlarla camı kapattım ve loş ışığın aydınlattığı odaya doğru döndüm. Fakat karşılaşmayı beklediğim manzara kesinlikle bu değildi.

 

Sungur ışığı yansıyan koridorun önünde iri bedenini kapıya yaslamış, kollarını göğsünde birleştirmiş, kısık bakışlarıyla beni izliyordu. Göz göze gelince bakıştık birkaç saniye. Fakat onun gözleri, gözlerimde uzun süre kalmadı. Daha çok bedenimde geziniyordu okyanus gözleri.

 

"Sungur?" dedim gözlerimi kırpıştırarak, onu burada beklemediğimi belli eden ifademle. "Ne işin var burada?"

 

Cevap vermeden bana doğru yürümeye başlaması ile gerildim. Bakışları öyle keskin, bedeni öyle sağlam basıyordu ki yere onu gören biri iki gün önce vurulduguna kesinlikle inanmazdı.

 

"Sungur?" dedim bu sefer daha kısık bir sesle. Tam bana yaklaşacağı sırada bende geriye doğru yürümeye başladım. Neden konuşmuyordu? "İyi misin?"

 

Yine cevap vermedi. Lacivert gözleri benden ayrılmadan üzerime yürümeye devam etti. Bende aynı şekilde gerilerken sırtımın duvara çarpması ile durmak zorunda kaldım. Sungur ise iki büyük adımı ile hemen önümdeydi ve bana kaçacak bir alan bırakmamıştı.

 

Dudaklarını ıslattığında bakışları bedenimde gezindi. Bir elini arkamdaki duvara yerleştirip, diğerini ise belime yerleştirdi. Ben şok içinde ona bakarken benden bir hayli uzun olduğu için, yüzüme eğilerek aynı mesafede olmamızı sağladı.

 

"Meva?" diye fısıldadı kısık bir sesle. Ağzından çıkan nefesi, aramızda birkaç parmak mesafe olan dudaklarıma değince içimde bir şeyler kıpırdandı. "Tehlikeli sularda yüzüyorsun." Teninden yükselen ferah koku tüm benliğimi ele geçiriyordu.

 

"Bişey yapmadım ki," dedim masum masum. Yarım saat önce onu kışkırtan ben değilmişim gibi.

 

Bakışları saçlarımdan akıp şakaklarımdan geçerek yavaşça boynum üzerinden göğüs çatalıma doğru yer alan damla suyun üzerinde gezindi. Bakışları bu sefer hızla inip kalkan göğsümün üzerindeydi.

 

Belimdeki elini çekmeden yavaşça sürterek yukarıya doğru çıkarmaya başladığında nefes alamamaya başladım. İri cüssesi ile beni duvar arasına sıkıştırdığı için yanında minnacık kalıyordum. Eli bornozumun ipinin üzerinde durduğunda dudaklarım aralandı.

 

Elleri çok tehlikeli yerlerde dolaşıyordu.

 

Yasaklı yerlerde.

 

"Şimdi bunu açarsam?," diye fısıldadı bir kez daha yüzüme doğru beni perişan ettiğinin farkında olmadan. "Ne yaparsın?"

Bu kez gerçek anlamda üstüne atlayabilirdim.

Fakat ben Meva Özdemir'dim.

Bir elim taşın altında olsa bile asla geri durmazdım.

"Yapsana," dedim meydan okuyarak. Yüzüne doğru daha da yaklaştım ve dudaklarımız arasında hiçbir mesafe kalmayıncaya kadar durdum. "Elin titremeden dokunabilir misin bana?" Konuşurken dudaklarım, dudaklarına çarpıyordu.

Sabrı taşıyordu. Son damlaya kadar idare etmeye çalışıyordu ama zorlanıyordu. Kendini öyle sıkıyordu ki boynundaki damar bile kendini belli ediyordu. Dudaklarıma öyle bir bakıyordu ki öpmemek için kendini zar zor dizginledigi , pamuk ipliğine bağlı olduğu belli oluyordu.

Eli bir anda bornozun ipini çekip açtığında donakaldım. Gözleri gözlerimden bir an olsun ayrılmadı. Eli bu sefer çıplak belime değdiğinde titredim. Bakışları inatla gözlerimde duruyordu. Sanki azıcık bile aşağıya inse kontrolünü kaybeder gibiydi. Bu sebeple kendini tutuyordu.

Eli belim boyunca kaydı ve tam sınırda durdu. Gözleri gözlerimden bir an olsun ayrılmadan yüzüme doğru eğildiğinde bu sefer zor durumda olan bendim. Her an bayılabilirdim.

Dudakları hemen kulağımın dibinde durdu. "Bana meydan okumadan önce iki kez düşün Meva Özdemir," derken sıcak nefesini tenimde hissetmek beni zorluyordu. "Çünkü her zaman kazanamayabilirsin."

Dudaklarını yanağımda hissettiğimde gözlerim kapandı. Ellerim iki yandan sıkıca bornozumu tutuyordu. Sıcak dudaklarını yanağımdan ayırdıktan sonra gözlerimin içine baktı. "Geceler şimdi iyi , ay tenli kadın." Ve vücuduma bir kez bile bakmadan arkasını dönüp gitti.

Ben ise arkasından öylece bakakaldım.

•○•○•○•○•○•

 

"Onun nerede olduğunu biliyor musun Victor?" diye sordum elimdeki ballı sütü karıştırmaya devam ederken.

 

"Evet," diyen sesi geldi kulağıma. "Şu an eski bir otelde saklanıyor. Birkaç kere yüzünü gördüm ama feci halde kötüydü. Sanırım sevdiği kişiyi vurmayı o da beklemiyordu."

 

"Güzel," dedim gülümseyerek. "Onu al Victor. Benim evime götürüp depoya sakla. Sarı çiyanla bizzat ilgileneceğim."

 

"Tamamdır," dedikten sonra kısa bir an duraksadı Victor. Sıkıntılı nefesinin sesi kulağıma geldiğinde duraksadım. "Meva," dedi bıkkın bir sesle. "Ne zaman geleceksin?"

 

"Şu an için belli değil, neden?" diye sordum dikkat kesilerek.

 

"Bu iki gerizekalı beni delirtiyor!" diyen sesini duydum. "Alper ve Sude'nin sürekli birbirlerine laf atıp durmalarına dayanamıyorum. Biliyor musun Alper dün gece Sude'nin yemeğine böcek koymuştu! Ondan önceki gün de Sude Alperin numarasını kızlara bedava masaj diye dağıtmıştı." Sıkıntılı sesini duydum. "Alperin yüzünü bikinili bir kıza fotoshop yapmıştı."

 

Kendimi tutamayıp kahkaha attığımda Victor telefonu yüzüme kapattı. Ben ise aynı zamanda gülmeye devam ediyordum. Elimdeki ballı sütü karıştırmaya devam ederken bir yandan da hala gülüyordum. Victor canından bezmiş olmalıydı.

 

"Sabah sabah seni bu kadar güldüren şey ne?"

 

Sesini arkamdan hissettiğimde omzumun üzerinden ona kısa bir bakış attım. Şu an dün gece olanlardan dolayı içten içe utansam da sanki hiçbir şey olmamış gibi davranıp yüzüne baktım. "Seni ilgilendirmez."

 

Kaşları çatıldı. "Eski haline geri döndün sanırım."

 

"Sungur," dedim nazik bir şekilde.

 

"Efendim?" dedi beni taklit ederek.

 

"BEN SANA AYAĞA KALKMA DEMEDİM Mİ?"

 

Boş boş yüzüme baktı. "Demedin."

 

Yine yükseldim. "DEMEM Mİ LAZIM?"

 

"Meva," dedi yüzünü buruşturarak. "Lütfen bağırmayı bırakır mısın?"

 

"Bağırtma o zaman!" dedim ters ters. Ona doğru yürüyüp elimdeki sütü ona uzattım. "Şunu da ."

 

"Ne bu?" diye sordu kaşlarını çatıp süte bakarken. Burnuna yaklaştırıp kokladıktan sonra yüzünü buruşturdu. "Bal var bunun içinde?"

 

"Evet?" dedim anlamayarak. "Neden?"

 

Elindeki bardağı tekrar bana uzattı. "Baldan nefret ederim." derken bile iğrendiği ses tonundan belli oluyordu. "Ben içmem bunu,"

 

Şu an bir çocuk gibi davrandığının farkında mıydı?

 

"Sungur saçmalama şunu!"

 

"Hayır." Netti.

 

"İçersen bir daha bağırmam."

 

"İçmem."

 

Cidden çocukla uğraşıyordum.

 

"Eğer içersen-"

 

"Meva!" dedi sözümü keserek. "Bana dünyaları versen de içmem. Nefret ediyorum bu şeyden!" Yüzünü buruşturarak birkaç adım geriledi. "Kokusuna bile tahammülüm yok."

 

"Eğer içersen," dedim bir kez daha. "Ne istersen yaparım."

 

Bu teklifim ilgisini çekmiş gibi duraksadı. Lacivert gözleri anlam veremediğim bir şekilde parlarken başını yana doğru hafif bir açıyla eğdi. "Ne istersem mi?"

 

Yutkundum ama geri durmadım. "Ne istersen."

 

Dudakları yavaşça yukarıya doğru kıvrıldı. Bana doğru birkaç adım attı ve tam dibimde durdu. Gözlerini benden ayırmadan elimdeki bardağı aldı ve tek dikişte, sıcak olduğunu umursamadan, içti.

 

Ardından bardağı sertçe tezgaha koyup üzerime doğru eğildi. "Sen istediğini aldın." derken ses tonu boğuk geliyordu. "Sıra bende."

 

"Ne-" Sertçe yutkundum. "Ne istiyorsun ki?!"

 

Bakışları dudaklarıma düştü. Tam ağzını açıp konuşacakken bir anda çalan kapı ile susmak zorunda kaldı. Ben ise bunu fırsat bilerek hızla kenara kaydım ve yalandan gülümseyerek yüzüne baktım. "Kapı çaldı."

 

"Duydum." derken gelen kisiyi öldürmek ister gibi bir ifadesi vardı.

 

Gülümsemeye devam ettim. "Hala çalıyor."

 

"Evet," dedi sinirle. "Duyuyorum."

 

"E ben gidip açayım o zaman," derken kapıya doğru yürümeye başladım. Ardından hızla arkamı döndüm ve ışık hızıyla mutfaktan çıkıp kapıya doğru ilerledim.

 

Kapıyı açtığımda karşımdaki kurye ile bakıştık kısa bir an. Ben ona kahramanım gibi, o bana meraklı bir ifadeyle bakıyordu.

 

"Sungur Alp Karakum?" diye sordu gerginlikle. Bahçedeki tüm silahli adamların ortasında durmak onu korkutmuştu.

 

"Evet, buyurun?" dedim merakla.

 

"Siz Sungur Bey misiniz?" dedi adam mala bakar gibi bana bakarak.

 

"Sence öyle miyim?" diye sordum karşılık olarak. Ardından nefesimi verdim. "Neden geldiniz?"

 

"Bu zarfı Sungur Bey veya 1.dereceden bir yakınına vermem emredildi." dedi elindeki beyaz zarfı havaya kaldırarak.

 

"Tamam, ver bana." diyerek elimi uzattığımda adam vermedi.

 

"1.dereceden yakını dedim hanfendi. Siz ne annesisiniz ne de kız kardeşi. Bunu size veremem."

 

Sabırsızlıkla nefesimi vererek kollarımı göğsümde birleştirerek yüzüne baktım. "Karısıyım beyefendi." O zarfta yazan şeyi okumak için dedesi bile olabilirim.

 

Adam öncelikle şaşırdı. Ardından üzerimdeki siyah şortu ve Sungur'un dolabından çaldığım beyaz gömleği görünce ikna olarak zarfı elime verdi. Göz devirerek kapıyı kapatıp içeriye girdim.

 

Sungur'un buraya yaklaşan adım seslerini duyduğumda bile hiç çekinmeden zarfı açtım ve merakla içinde yazan şeye baktım.

 

"Meva?" diye seslendi Sungur görünerek. Bakışları elindeki zarfa düştüğünde endişe ile bana baktı. "Sakın onu okuma-"

 

Elimden düşen zarfla birlikte gözümden aşağıya kayan küçük damla bir olmuştu. Görünmez bir silah kalbimi vurmuştu da içten kanıyor gibiydi. Gözlerim şimdiye kadarki en büyük hayal kırıklığını görmüş gibiyken nefes alamadığımı hissettim. Başımı kaldırıp Sungur'un gözlerine bile bakarak gücü kendimde bulamadım o an. Öyle ki ayakta bile duramadım ve dizlerimin üzerine çöktüm.

 

"Nasıl?" diye fısıldadım başımı yerden kaldırıp ıslak gözlerle karşımda çaresiz duran adama bakarken. "Bunu nasıl yaptın?"

 

Bölüm Sonu 🌌

 

Bazı şeyler ne kadar güzel başlarsa başlasın, kötü bitmek zorunda kalır bazen.

 

Bu Sungur ve Meva'nın hikayesinin en büyük dönüm noktasıydı.

 

Sizce Sungur ne yaptı?

 

En sakin ve tatlı olan bölüm buydu, bence tadını çıkarın.

 

Yeni bölümde görüşmek üzere hoşça ve sağlıklıca kalın. Sizi seviyorum

 

Yeni bölüm cumartesi günü gelecektir :)

 

Melek Aydın...

 

Loading...
0%