Yeni Üyelik
1.
Bölüm

1.BÖLÜM : YANLIŞ TERCİH

@melekaydinn_56

Yağmurlu günleri çok severim.

Bunun için tek geçerli sebebim ise beni huzura boğması olabilirdi. İnsanlar suyun yerle buluşmasından oluşan gürültü ve ıslanmaktan nefret ettikleri için çoğu insan yağmuru sevmezdi. Ben ise en çok yağmuru severdim bu hayatta.

Victor Hugo'nun çok sevdiğim bir sözü vardı. "En çok yağmur yağdığında seviyorum bu şehri; herkesin yüzü ıslak,başı öne eğik, sanki herkes suçunu kabullenmiş gibi..."

İnsanların sahte gülüşlerinin olduğu bir oda düşünün. O odada kendinizi ne kadar mutlu hissedebilirsiniz ki? Herkesin aklındaki ve yüzündeki farklı iken, kimin ne olduğunu bilmediğiniz bir yerde, nasıl rahat davranabilirsiniz.

Hayat bize her zaman iki seçenek sunardı. Ya bize verdikleri ile yetinmek zorunda kalırdık, ya da ölürdük. Kendi seçeneğimizi kurduğumuz dahilde hiçbir şey rast gitmezdi. Belki de bu sebeple en büyük risk bu olabilirdi.

Kendimi derin bir kuyuda boğulmak üzere olan bir canlı olarak görüyordum. Elimde bir ip vardı. Bu ipe tutunarak buradan çıkabilirdim, ancak dışarıda beni ne beklediği hakkında en ufak bir fikrim yoktu.

Hayat sürprizlerle doluydu.

Elimdeki sigaranın külünün elime damladığını hissettiğimde bakışlarım elime düştü. Herhangi bir acı hissetmeyi beklesem de bir şey olmadı. Sigarayı küllüğe bastırdıktan sonra çenemi dikleştirdim ve önümdeki manzaraya baktım.

Yağan yağmurun şiddeti ile deniz yükselip alçalıyor, dalgalar gittikçe büyümeye başlıyordu. Deniz rengini koyu bir maviye bırakmış , kendini karanlığa teslim etmiş gibi siyahlara bürünmüştü.

İçime derin bir nefes daha çektiğimde yanıma yaklaşan ayak seslerini duydum. Bedenime vuran soğuk rüzgar üşümemi sağladığında montuma daha sıkı sarılıp çenemi dikleştirerek kendimi biraz sonra yapacağım konuşmaya hazırladım.

Victor yanıma oturduğu sırada nefesini vererek bana bakmıştı. Bakışları yerde üst üste birikmiş sigara paketlerinde gezdiğinde kaşlarını çatarak bana baktı. Alnının üzerinde oluşan çukur, çok sinirlendiğini gösteriyordu.

Elinde tuttuğu şemsiyeyi üzerime tuttu ve bakışları yerdeki paketlerde dolaştı. Ardından bana bakarak huysuz bir rahatsız bir tonda mırıldandı. "Kaç paket içtin?"

Bakışlarımı tekrar denize çevirerek omzumu silktim. Umursamaz bir ses tonu kullanarak, "Bilmiyorum." dediğimde sinirle nefesini sertçe verdi.

Sık sık sigara içmemden nefret ediyordu ve bunu saklama gereğinde bulunmuyordu.

"Bu rahatlığın sinirimi bozuyor." dedi huzursuz bir şekilde. "Bu yağmurda, burada ne yapıyorsun?" derken bakışları denizde ve kayalıklarda dolaşmıştı.

"Kafamı dinliyorum." diyerek çok makul bir cevap verdim. Bakışlarım tekrar öne döndü. "Hem seni beni nasıl buldun?"

"Konumun açık." dedi ve benim gibi o da kayalıkların üzerine oturdu. Bir eliyle şemsiyeyi tutarken, diğer eliyle elimdeki sigarayı alıp kendi içmeye başladı. Bakışları denizdeyken canını sıkan bir şey olduğu belliydi.

"Zarfın kimi gönderdiğini buldun mu?" diye sordum. Başını ağır ağır salladığında sigarayı içine çekerek gözlerini yumdu. Kaşları daha da çatılmış, alnındaki damarlar kendini göstermeye başlamıştı.

Haftalar önce kapımda siyah bir zarf bulmuştum. İçinde sadece saat, tarih ve mekan yazıyordu. Kim tarafından gönderildiğini bilmediğim gibi, neden gönderdiğini de bilmiyordum.

"Cemal Sevilmiş diye bir adam." diyerek açıklamaya başladı. "56 yaşında ve ünlü bir reklam şirketinin sahibi. Bizi çağırdığı yer ise bir hafta sonra düzenlenecek olan bir davet. Araştırdığım kadarı ile bu davet altı yılda bir düzenleniyormuş. Amacı ise ünlü iş adamlarının kendilerine yeni bir ortak bulması. Tabi görünen bu şekilde. Aslında o davete katılacak herkes karanlık işler ile uğraşan belalı iş adamları."

Kaşlarımı çattığımda şüphe bütün bedenimi istila etmişti. Bu adam kimdi ve benden ne istiyordu? Tamamen yer altından insanların olacağı bir davete beni neden davet etmiş olabilirdi ki?

"Benden ne istiyor olabilir ki?" diye sordum meraklı ve kuşkulu bir ses tonuyla. Bakışlarım denizde dolaşırken, kendimi rahatsız hissetmiştim.

"Kim olduğunu öğrenmiş olabilir mi?" diye sordu şüphe ile bana bakarken. "En mantıklı olan bu çünkü kimse tanımadığı birine böyle önemli bir gece için giriş bileti vermez."

Kim olduğumu öğrenmiş olsaydı su an burada olamazdım. Onun gibi bircok iş adamına altından kalkamayacağı şeyler yapmıştım ve bunları yaparken kimliğimi son derece büyük bir önemle gizlemiştim.

"Sanmıyorum." dedim başımı iki yana sallarken. "Arkamda hiçbir iz bırakmadığımı sende biliyorsun."

"Son zamanlarda çok açık vermeye başladın." dedi düşünceli bir şekilde. "Daha dikkatli olmamız lazım."

Herhangi bir cevap veya bir tepki vermedim. Denizi izlemeye devam ettiğim sırada yağmur şiddetini daha da çok arttırmıştı. Biri sanki beni boğuyormuş da nefes alamıyormuş gibi hissettiğim sırada gök çığlık atmak ister gibi gürledi.

Kısa bir sessizliğin ardından Victor bana bakmadan, "Gidecek miyiz?" diye sordu. Ses tonunda büyük bir merak saklı iken, bana bakan gözleri de bunu kanıtlıyordu.

Bakışlarımı denizden ayırmadan kısık bir sesle onayladım. "Gideceğim."



1 HAFTA SONRA



Aynanın karşısında kendime bakarken, daha çok bir yabancıya bakar gibiydim. Hiç kendim gibi değildim ve bundan rahatsız da değildim. İnsanlara gerçek yüzünüzü gösterdiğiniz anda yalnız kalabilirsiniz çünkü kişi gerçeği değil, görmek istediğini şeyi kabul edecektir. Bu da değişmeyen bir kural gibiydi.

Yalancılar.

İnsanlar tamamen yalancı ve sahtekardı. Kimseye güvenmemek, kendinize güvenmeniz için bir sebep olabilirdi. Kendiniz dışında kimseye güvenmeyin çünkü insanların çıkar için yapamayacağı şey yok.

Bu berbat dünyada dolandırıcı ve sahte insanların arasında beyaz kalmak çok zor olduğu için onlar gibi olmak zorunda kalabilirdiniz. Belki de hayat o zaman daha da katlanılır hale gelirdi. En azından ben öyle yapıyordum.

Bakışlarım baştan aşağıya kendimde dolaştı. Üzerime aldığım siyah elbisenin kumaşı saten iken, omuzlarımı açıkta bırakan ince askıları ve dar yapısı ile fiziğimi ortaya çıkarmıştı. Kalçalarımın hemen altında bitmesi de bacaklarımı ortaya sermiş, güzel bir görüntü yaratmıştı.Saçlarımı geriye savurarak kendime baktığımda yüzüme kuşandığım ifade beğeniydi. Dudaklarıma sürdüğüm kahve rengi ruju iyice dağıttıktan sonra hazırlanma görevim tamamlanmıştı.

Şimdi ise gitmem gereken bir davet vardı. Ne için verildiğini bilmediğim, Kim tarafından neden davet edildiğimi anlamadığım, sahte insanların arasında oluşan sahte bir samimiyetin ortasına bomba gibi düşeceğim bir davet.

Hangi sebep ile çağırıldığım hakkında en ufak bir fikrim yoktu ancak zaten bunu öğrenmek için bu davete katılmayı göze almıştım. Burada beni ne beklediği hakkında bir şey bilemesemde, hazırlıklıydım.

Kapının açılma sesini duyduğumda bakışlarım oraya döndü. Victor üzerine aldığı siyah takım elbisesi ile karşımda duruyordu. Sakallarını kesmesi, yaşının küçük gibi durmasına sebep olurken aynı zamanda çok yakışmıştı.

Bakışları üzerimde dolaştıktan sonra nefesini vererek kapıya yaslandı ve bana baktı. "Gitmek istediğine emin misin?" diye sordu. Ses tonu gitmemi istemediğini açık bir dille söylüyordu.

Başımı sallayarak onu onayladım. "Adamın ne istediğini merak ediyorum." dediğimde bana onaylamaz bir bakış attı. Onu görmezden gelerek ayakkabı dolabına doğru ilerledim.

Ayağıma siyah, bilekten kemerli bir topuklu ayakkabı alırken onu görmezden geliyordum. Bunun farkında olsa bile umursamadan tekrar konuştu. "Dün gece neredeydin?"

Kaşlarımı kaldırarak ona baktım. "Ne zamandan beri sana hesap veriyorum?" Sesim oldukça mesafeli çıkmıştı ve bunu fark etmek kaşlarını çatmasına sebep oldu.

"İyiliğini düşünen bir arkadaşın olarak soruyorum, amacım seni sıkıştırmak değil." dedi ve devam etti. "Dün gece Cihan Holding'ten bir milyon para çalınmış."

Başımı geriye atıp gülmeye başladım. Bu kaşlarını çatarak kızgınlıkla bana öldürmek ister bakmasına sebep olmuştu. "Yalan söylüyorlar." derken sesim çok keyifli çıkmıştı. "950 bin lira çaldım."

"Bir de övünüyor!" diyerek bana kızdığında omuz silkerek ayağa kalktım ve bakışlarımı tekrar boy aynasına çevirdim. Kombinim sonunda tamamlanmıştı.

"O kadar parayı ne yaptın?" diye sorduğunda sesi bıkmış olduğunu gösteriyordu.

"Bir şey yapmadım biriktiriyorum." dedim elime parfüm alıp koklarken. "Tesla almak gibi bir hayalim var. Gerçekleşmeden ölmek istemiyorum." Kokusunu beğendiğim parfümü kendime sıkarken göz ucuyla ona baktım. "Merak etme bir tur sürersin."

"Rahat durmuyorsun." dedi başını iki yana sallarken. Kolunu kaldırıp saate baktı ve kaşlarını çattı. "Gitme vakti geldi."

Yüzümdeki sırıtış ile kapıya doğru yürüdüğümde ters ters bana bakıyordu. Ona göz kırpıp odadan çıktığımda arkamdan geldiğini adım seslerinden duyuyordum. Keyfim oldukça yerindeydi ve bu akşam her ne olacaksa bile canımı sıkamazdı.

Evden çıktığımda arabaya doğru ilerledim. Kapıyı açarak arabaya bindiğimde diğer tarafa da Victor bindi. Emniyet kemerini bağlarken, ağzının içinden bir şeyler mırıldanıyordu. Muhtemelen bana saydırıyor olabilirdi ama şu an pek de umurumda olduğu söylenemezdi.

Çabuk sinirlenen biri değildim, aksine sakin ve rahat bir yapım vardı. İnsanların hakkımda ne düşündükleri zerre umurumda olmazken, dediklerinin de çoğunu genel olarak takmıyordum.

Arabayı sürmeye başlarken bir yandan da çalan şarkıya eşlik ediyordum. Ara sıra Victor'u dürtmem ve ona eşlik etmesi için zorlamam dışında genel olarak güzel geçiyordu. Açık camdan içeriye vuran rüzgar, saçlarımın uçuşmasına sebep olurken, bedenim rahatlıyordu.

Araba sürmeyi ve şarkı söylemeyi çok severdim. Saatlerce araba sürsem bile zerre umurumda olmaz, hiç bıkmadan ve usanmadan o arabayı sürerdim. 17 yaşımdan beri sürmeye başladığım için bu konuda kendimi oldukça geliştirmiştim. Ara sıra katıldığım araba yarışlarında bile yüklü miktar para kazanarak ayrılmayı başarabilmiştim.

İçimde hala umut ışığı yakalamaya çalışan küçük bir kız vardı. Bu kız yıllarca hapsolmuş, gün yüzüne çıkabilmek için günler saymıştı. Ona istediği şeyi ancak bu yaşımda verebilmiştim. Kimseyi umursamadan hayatımı yaşıyor, eğleniyor ve bazen de çocuklaşıyordum. Kimse nazımı çekmek zorunda da değildi. Ben, kendime yeterdim.

Arabayı sürmeye devam ederken trafik ışıkları yüzüme doğru vuruyor, loş bir ortam yaratıyordu. Arkada çalan yabancı şarkı devam ederken kısa bir an susup öylece yolu izledim. İçimden bir ses bu geceden sonra hayatımın tamamen değişeceğini söylerken, mantığım onu destekliyordu.

Beni neler beklediğini bilmesem bile bunu çok umursamıyordum. Ne de olsa şimdiye kadar olacak hiçbir şeyi bilmediğim gibi bundan sonra olacakları da bilmiyordum. İleri görüşlü biri değildim ya da geleceği göremiyordum. Ancak kendimi her şeye hazırlamak da önem verdiğim şeylerden biriydi.

"Düşüncelisin?" diyen Victor'un sesi ile bakışlarımı kısa bir an ona çevirip ardından tekrar yola baktım. Sesindeki merak sezilebilir derecedeydi çünkü genel olarak çok konuşan biriydim.

"Neler olacağını merak ediyorum." dedim dürüst bir ifadeyle. Sesimi çıkarmadan arabayı sürmeye devam ederken, ağzını açıp tekrar konuştu.

"İçimden bir ses büyük bir şey olacağını söylüyor."

Dudaklarım alaylı bir tavırla yukarıya doğru kıvrılırken kısa bir an ona baktım. "Korkmalı mıyım?"

"Korkmalısın."

Belki de bu davete gitmek yanlış bir tercihti.

☠💀☠
Hayat bazen elimize bir kalem verir ve bir yol çizmemizi ister. Yolun nereye varacağını bile bilmeden çizdiğimiz yol, kaderimizi belirler ve bizi o yolda ilerlemeye mahkum eder. Varacağımız yer kimi zaman hayrımıza iken, kimi zaman günahımıza olabilirdi.

Bu davete gelmekle seçtiğim yolun sonunu göremiyordum. Öyle ki, herhangi bir tahminim bile yoktu. Cemal Sevilmiş denen adamın beni nerden tanıdığı ve neden o davete çağırdığını bilmesem de ortada benden habersiz bir şeyler döndüğü belliydi.

Bu belki bir oyun olabilirdi. Tamamen kurgulanmış, oyuncular yerlerine dizilmiş, hamlelerini bekliyor olabilirdi. Ben bu oyunda ya piyon olacaktım ya da oyunun asıl sahibi. Bunu ise zaman gösterecekti.

Karşımdaki manzara bana tamamen masum bir görüntü sunuyordu. Aslının her ne kadar öyle olmadığını bilsem de şu an böyleydi. Kocaman davet salonunda yüzlerce insan. Evet, yüzlerce.

Çok büyük bir yerdi ve buradaki herkes her gün haberlerde başarıları ile takdir edilen iş adamlarıydı. Aralarında daha önce gizlice iş yerlerini ve evlerini ziyaret ettiğim de vardı.

"Şu adam," dedi Victor çaktırmadan ileride kahkahalarla sohbet eden adama bakarak. "Balıklarını çaldığın adam değil mi?"

Elimdeki kokteyli yudumlarken bakışlarım işaret ettiği adama doğru döndü. Beyaz takım elbisesinin içinde yaşına rağmen genç duran bir adam vardı. Kahkaha atarak kadınlarla sohbet ediyor, sürekli karşısındakileri beğeniyle süzüyordu.

"Evet o," dedim onaylayarak."Müge Anlı'ya çıkmıştı gerizekalı." dediğimde bakışlarım hala adamdaydı. Adamın evinde ölmek üzere olan iki balığı çalmıştım ve adam ertesi gün balıklar için televizyona çıkmıştı. O an yaşadığım şoku hiçbir şekilde anlatamazdım.

"Belli ki değerliydi onun için." dedi kısa bir an bana bakarak. Gözlerinde gördüğüm sistemkar ifade yüzünden göz devirmemek için kendimi zor tuttum. Kimi savunduğunun farkında değildi.

"Balıklar ölmek üzereydi Victor! Ben onları kurtardım." dedim kaşlarımı çatarak ona bakıp. Sesindeki itiraz, gururumu körüklemişti.

"Yiyerek mi?" dediğinde yüzüne bakakaldım. "Balıkları pişirdin!" derken gülmek ve kızmak arasında kalmış gibiydi.

Herhangi bir cevap vermeyerek bakışlarımı tekrar etrafa çevirdim. Konuştuğumuz konuların yanı sıra, buraya neden geldiğimizi unutmamalıydık. Cemal Sevilmiş denen adam bir oyun düzenliyordu ve belli ki biz de birer piyonduk.

Ancak bazende oyunu piyonlar bitirebilir.

Karşımda kimin bulunduğunu bilmiyordum ancak hafife almıyordum. Karşımda kimin olduğu hakkında en ufak fikrim olmasa bile hiçbir insanı hafife almazdım. Ve insanların beni hafife almasını da sevmezdim.

"Bu iş can sıkmaya başladı." dedim kendime halim olamayarak sinirli bir sesle. "Adam bizi köpeği ayağına getirir gibi buraya getirdi ancak saatlerdir kendisi yok!"

Victor bana katıldığını belli eden bir bakışla etrafına bakmaya başladığında tüm salonun ışıklarının yarısı kapandı. Karanlık değildi, sadece sahne aydınlık görünsün diye yapılan bir hareketti. Konuşma kürsüsünün önündeki ışık yandı ve herkesin bakışları oraya döndü. Ceketini ilikleyerek sahneye çıkan adam yüzündeki ifade ile gerçek anlamda korkutucu görünüyordu.

Cemal Sevilmiş

Üzerine aldığı lacivert takım elbisesi ve tarayarak şekil verdiği beyaz saçları ile kürsüye çıktığında bütün herkesin gözü ondaydı. Buradaki herkes onun kim olduğunu biliyordu ve saygı ile karşılanıyordu. Sahne ışıklarının altında parlayan yüzü ile gülümsedi ve mikrofona yaklaşarak başını dikleştirip konuşmaya başladı.

"Öncelikle teklifimi kırmayıp buraya teşrif ettiğiniz için her birinize teşekkürlerimi sunuyorum. Tanımayanınız yoktur ancak ben yine de kendimi tanıtmak isterim. Ben Cemal Sevilmiş. Meka Holding'inin asıl sahibi ve en büyük hisse sahibi yöneticisi. Bu gece tarafımdan düzenlenen bu davetin amacı fikri ve aynı zamanda her birinizin umut ışığı diyebilirim. Çoğunuzun aklında oluşan soru işaretlerinin farkındayım ve bunları yanıtlamak için bu gece buradayım. Davetin asıl amacının yanı sıra dostluklar da edinmek isterim. Umarım beklentinizi karşılayan bir gece olur ve dilediğiniz makama ulaşabilirsiniz. Hepinize şimdiden başarılar dilerim. İzninizle..."

İnsanların şiddetli alkışları ile sahneden indiğinde çalışanlarından bir tanesi elindeki tepside bulunan su bardağını ona uzattı. Cemal Sevilmiş denen adam suyu alıp içtikten sonra salona kısa bir bakış attı. Az önce sahnede bulunan tebessümü yüzünde yerini koruyordu. Bakışları etrafta dolaşırken bir anda göz göze geldik.

Kaşlarımı çatmış, anlamayan bakışlarımı onda gezdirdiğimi görünce bakışları bende sabit kaldı. Elimdeki kokteyli havaya kaldırarak selam verdiğimde, suyunu kaldırarak karşılık verdi. Yanına yaklaşan bir adam kulağına eğilip bir şeyler söyledikten sonra Cemal denen adam başını salladı ve bana doğru yürümeye başladı.

Merak içimde bir fidan gibi anında yeşerirken köklerini tüm vücuduma salmış, ağaç gibi büyümüştü. Günlerdir aklımı kurcalayan sorular zihnimde dönmeye devam ederken, neden burada olduğumu öğrenmek için can atmaya başlamıştım.

Sonunda yanıma geldiğinde Victor'a attığım bakış ile kaşlarını çatarak bana baktı. Bizi yalnız bırakması için yaptığım hareket her ne kadar hoşuna gitmese bile inatçılığımın farkında olduğu için sesini çıkarmadan sinirli bir halde yanımızdan ayrıldı.

Cemal denen adam kısa bir an gidişini izledikten sonra bana bakarak dudaklarını araladı. "Umarım geceniz güzel geçiyordur." derken sesindeki alay bariz derecede yüzdeydeydi.

"Her şey umduğumuz gibi gitmiyor ne yazık ki." dediğimde sesimi alaylı bir tonda tutmaya özen göstermiştim.

Buna karşılık olarak kısa bir an gülüp elini yavaşça bana uzattı. "Cemal Sevilmiş."

Yüzümde hiçbir ifade yokken, tamamen duygusuz bir biçimde soğuk ellerimi onun kırışık ellerinin arasına bırakırken konuştum.

"Meva Özdemir."

Adımı zaten biliyordu, adını zaten biliyordum. Şu an oyuna adımızı atmıştık ve ilk hamleler tamamlanmıştı. Kozlarımızı kullanmamıştık belki de ancak, ikimizde karşımızdaki karakterin farkındaydık.

Gözlerimi gözlerinden ayırmadan elimi yavaşça geri çektim ve buz gibi gözlere yüzüne baktım. Çenemi dikleştirerek ona doğru bir adım attım. Elimde bulunan boş bardağı ayaklı masanın üzerine bırakırken, asıl kimliğime bürünmüş, yüzümü göstermeye kendimi hazırlamıştım.

"Oldukça açık ve net olacağım." dedim tamamen duru bir sesle. "Kimsin ve nesin bilmiyordum ancak beni nerden tanıdığını ve buraya neden davet ettiğini merak ediyorum. Gizemli şeylerden hoşlanmam, haberimin olmadığı insanların benden haberi olmasını da sevmem. Uzatma ve kısa kes. Kimsin, ve benden ne istiyorsun?"

Sert tavrıma karşılık herhangi bir atak ya da çıkışma beklerken dudakları kıvrıldı ve iğrenç denecek bir gülümseme yüzünde yer kapladı. Eline masada bulunan kadehi aldı ve bana bakarak konuşmaya başladı.

"Az ol ama öz ol diyorsun yani?"

"Aynen öyle."

"Sevdim seni," dedi gıcık bir sevecenlikle. "O halde dediğin gibi olsun. Kim olduğunu biliyorum. Ne iş yaptığını da." derken kendinden emin konuşması çenemi dikeştirmeme neden olmuştu.

Söyledikleri beni her ne kadar şaşırtsa bile yüzümde mimik oynamadı. Ne iş yaptığımı ya da kim olduğumu nereden bildigi beni gerse de formumdan bir şey kaybetmeyi göze alamazdım çünkü rakiplerimiz her zaman bir açığımızı beklerdi.

"Açıkçası bir hırsız olabileceğini asla düşünmezdim ancak dış görünüşe aldırmamalıyız öyle değil mi?" derken oldukça eğleniyordu. "Seni buraya çağırmamın sebebi sana ihtiyacım olması. Sana bir teklif ile geldim." İşte şimdi ciddileşmişti.

Ne iş yaptığını bildiğine göre benden isteyecegi şey, daha doğrusu teklif edeceği şey bununla ilgili olmalıydı. Bana ihtiyacı olan şey neydi anlamamıştım ancak nedense edeceği teklif hoşuma gitmeyecek türden gibiydi.

"Öncelikle," dedim net bir sesle. "Ben hırsız değilim. Ayrıca bana özel bir teklifin varsa bunun için beni buraya getirmek zorunda değildin. Evimin adresini bildiğine göre bu tarz oyunlara gerek yoktu. Ve son olarak, eğer iş birliği teklif edeceksen baştan söyleyeyim bunu kabul etmeyeceğim."

Kendimden emin konuşmam karşısında yüzünde hiçbir duyguyu değişimi olmadı. Kendinden emin ifadesi ile, "Bitti mi?" diye sordu. Yüzüne bakmaya devam ettiğimde ise devam etti.

"Çabuk reddettin." dedi ciddiyetle. "Sana sunacağım teklifi duymadın. Senden istediğim şey evet bir iş birliği. Zor ve çok tehlikeli bir görev ancak alacağın şeyi duyduğun an gözlerin kapalı bile olsa koşarak bana geleceğine adım gibi eminim."

"Neden ben?" diye sordum anlamayarak. "Bu cemiyette yüzlerce kişi var, neden ben?"

"Çünkü arkanda hiçbir iz bırakmadan bir evden istediğin şeyi alıp çıkabilen tek kişi sensin." derken sesine bulaşan takdir, gururumu okşamıştı.

"İz bırakmış olmalıyım ki sen kim olduğumu biliyorsun." diyerek itiraz etmeye devam ettim.

"Hayalet." dedi lakabımı söyleyerek. "Son zamanlarda ünlü iş adamlarının evinden çalınan yüklü miktarda paralar ve değerli eşyaları alan kişi. Şehirde büyük bir kargaşaya sebep olduğunun farkında mısın?" diye sordu. "Polisler aylardır seni arıyor ancak ellerindeki şey kocaman bir sıfır." Bakışları ikna etmek ister gibi bana saplandı. "Senden daha iyi bir hırsız bulamam."

Sinirlerime hakim olmaya çalışarak,
"Eğer bana bir daha hırsız dersen beyazlamış saçlarından tutup tavana asacağım seni." dedim dişlerimin arasından. "Ayrıca karşısında bana dünyaları da versen kabul etmiyorum!"

"Sana dünyaları veremem belki ama,"dedi ona ettiğim tehdidi duymazdan gelerek. "Dünyan olacakları verebilirim."

Ne demek istediği hakkında en ufak bir fikrimin olmamasının yanı sıra, ne demek istediğini anlamamıştım. Kaşlarımı çatarak devam etmesi için yüzüne baktığımda daha da keyiflendi.

"Aileni sever miydin Meva?" diye sordu aniden konuya giriş yaparak. Bana kurduğu cümle bütün bedenimin donmasına sebep olurken, küçük dilimi yutmuş gibi yüzüne öylece bakakaldım. "Trafik kazası sonucu ölmeleri ne büyük talihsizlik."

Kalp atışlarım göğüs kafesime işkence ederken üzerimde çok büyük bir yük taşıyormuş gibi ezildiğimi hissettim. Bedenimi aniden vuran darbe, bende büyük hasar bırakmıştı ve kolay kolay geçecek gibi değildi.

"Ne saçmalıyorsun?" derken ses tobum bir düşmanımla konuşur gibi mesafeli çıkmıştı. Yüzümde nasıl bir ifade vardı bilmiyordum ancak, o istediğini almış gibi duruyordu.

"Yıl 2008, günlerden cumartesi. Hava güneşli, tam bir tatil havası. Mutlu bir aile. Bir kız, abisi, annesi ve babası. Mutlular. Çok mutlular. Arabadalar. Varış noktası Antalya. Gezmek için güzel yer. Tam bir yaz tatili. Ancak işler istendiği gibi gitmez. Büyük bir kamyon. Ne olduğu anlaşılmadan aniden oluşan bir kaza. Üç ölü, bir yaralı." derken basit bir hikayeden bahsedermiş gibi oldukça rahat olması sinirlerimi bozarken, onu öldürmek ister gibi bakmaya başlamıştım.

"Tabii bunlar olayın üstü örtülmüş hali," dedi devam ederek. "Üç ölü gösterildi öyle değil mi? O gece haberlerde herkes öyle öğrendi. Sende buna dahil." Ciddileşerek duruşunu dikleştirdi. "O kazada sadece bir kişi öldü." Başını eğerek bana baktı. "O da kamyon şoförü."

Bomba etkisi yaratan sözleri sanki hem kalbimi hem de beynimi durdurmuştu. Kaskatı şekilde yüzüne bakakaldığımda kurduğu cümleler zihnimde yankılanıp durdu.

O kazada sadece bir kişi öldü.

O da kamyon şoförü.

Hayır, hayır, hayır.

O kazada sadece bir kişi öldü.

Yalan, yalan , yalan, yalan.

O da kamyon şoförü.

"Hayır," dedim fısıltı halinde başımı iki yana sallarken. Tamamen çöküşteydim ancak ayakta durmak için kendimi zorluyordum. "Yalan söylüyorsun."

"Bende yalan olmaz." dedi tok bir sesle. "Dilersem şimdi sana onları gösterebilirim ama kaldırabileceğinden emin değilim."

"Yalancı," dedim başımı iki yana sallarken. "Hayır, hayır, hayır. Onlar öldü. Gözümün önüne öldü!" Birkaç adım geri giderek yüzüne baktım. "Yalancı!" dedim sinirle bağırarak. Üzerime dönen gözleri umursamadan, "Kabul etmem için yapıyorsun!"

Annemin kanlı yüzü gözümün önüne gelirken sıkıca gözlerimi yumdum. Arabadaydık. Gülümsüyordu. "Çok koşturduktan sonra soğuk su içme tamam mı annem ? Hasta oluyorsun bak sonra." Babam ile abim mutlu bir şekilde arabalar hakkında konuşuyorlardı. Babam bir yola, bir de abime bakıyordu. "Baba," diyordum hevesle. "Bana da araba sürmeyi öğretir misin?" Abim benimle dalga geçerken, Babam konuşmadan bir karanlık çökmüştü. Önce büyük bir sarsıntı, vücuduma siper olan başka bir vücut. Cam kırıkları, büyük bir patlama sesi .

Gözlerimi açtım. Cemal Sevilmiş hala bana bakıyordu. Gözümden akan yaşları, dudaklarıma değen tuzlu su yüzünden fark ettim. Gözlerim bulanık görmeye başlamıştı ve sanırım büyük bir çöküş yaşıyordum. Gözlerimin karardığını hissettim. Başımın döndüğünü. Dengem bozuldu. Her şey dönmeye başladı. Yere doğru ağır bir çekimle düştüm. Gözlerim hala bulanık görürken gözlerim kapanmadan önce gördüğüm son şey, tersten gördüğüm adam ifadesizlikle bana bakıyordu.

"Kabul edeceksin Meva," diyordu. "Kabul etmek zorunda kalacaksın."

1 Ay Sonra

Nefesimde saklı olan acılar bir duman gibi içime her çektiğim sigarada yayılıyordu. Acıların bir çözümünün olmadığını biliyordum ancak katlanmak zorunda olmak ister istemez can yakıyordu.

Bilinmezlikler girdabı ile düştüğüm durum boynuma dolanan bir ipten farksızdı. O ip gittikçe sıkmaya başlamıştı ve ben artık nefes almakta zorlanıyordum. Kaderin bize belli seçimler sunacağının zaten farkındaydım ancak böyle bir şeyi beklediğimi de söyleyemezdim. Tahmin bile edemezdim.

Çok büyük bir çıkmaza düşmüştüm ve nasıl kurtulacağım hakkında en ufak bir fikrim yoktu. Yolun sonunun beni nereye götüreceğini bilemeden öylece birini seçmek zorunda olmak beni delirtiyordu. Bir yolda yalnız yürüyordum ve o yol karanlıktı. Nereye gittiğimi bile bilmeden öylece yürüyordum.

"Ne düşünüyorsun?"

Duyduğum ses ile bakışlarımı tavandan ayırıp kapının girişine baktım. Victor üzerinde gri bir eşofman ve siyah bir tişört ile kapıya yaslanmış, dikkatli bir şekilde bana bakıyordu.

"Onları," dedim yutkunarak. Konuşmak bile bu saatten sonra zor gelmeye başlamıştı. "Mutlularmış."

Ağzımdan çıkan tek kelime ile kalbim kasıldı. Victor anlayışla bana bakarken gözlerimi yumdum. Bir ay önce olanlara hala inanmakta zorluk çekiyordum. Yaşananlar bir rüya gibi gözümün önünden geçtiğinde nefes almakta zorlandım.

Davette bayıldıktan sonra gözlerimi evde açmıştım. Victor beni alıp eve getirmişti. Cemal denen adam davetten bir hafta sonra tekrar bana ulaşmıştı. Inanmadığım için bu sefer elinde deliller ile gelmişti. Her şeyin kaydını izletmişti. O kazadan sonra ailecek hastaneye kaldırıldığımızı, hastane kayıtlarını, daha sonra annem, Babam ve abimin taburcu belgelerini, onlardan bir ay sonra benim de taburcu olmamı ve bana öldüklerini söylemeleri... Nerede nasıl olduklarını bilmemek beni delirtirken, bunca yıl neden bana ulaşmaya çalışmamış olmaları beni kırıyordu.

Geçen hafta gizli bir numara bana bir fotoğraf göndermişti. Fotoğrafta onları gördüm. Büyümüşlerdi. Çok büyümüşlerdi. Üçlü bir aile yemeğindelerdi. Mutluydular. Hepsi gülüyordu. Çok mutluydular. O sofrada neden ben yoktum? Fotoğrafı her ne kadar detayla incelesem de bir türlü neresi olduğunu bulamamıştım.

Yerlerini sadece Cemal Sevilmiş biliyordu ve o adam, istediğini yapmadığım sürece bana gerçekleri ve yerlerini vermeyecekti. Eğer fikrimi değiştirirsem diye bana verdiği karta baktım. Yatağımın hemen yanına bırakmıştım.

Victor beni izlemeye devam ederken, kartı elime aldım ve yerinde yazan numarayı tuşladım. Telefon çalarken, dudaklarımı dişliyor ve gerginlikle bekliyordum. Ne olacağını bilmesem de bu yola adımımı atmıştım ve sonunda ne olduğu umurumda değildi. Telefon sonunda açıldığında onun hafif gülüşünü duydum.

"Neden bu kadar uzun sürdü evlat?"

"Ne istiyorsun?" diye sordum sabırsız bir sesle. "Kimden, ne çalmamı istiyorsun?"

"Hayır, hayır," dedi hızla itiraz ederek. "Sabırlı olman lazım çünkü bu işi riske atamayız. Senden bir şey istediğim doğru ancak onu çalman mümkün değil, çok büyük bir güvenlikle korunuyor."

"Ne?" dedim anlamayarak. "Benden ne istiyorsun o halde?"

"Eve gizlice girmen imkansız. Çünkü evin sahibi evi çok güzel koruyor. Sen eve onun haberi olacak gireceksin. Bunu nasıl yapacağın sana kalmış, senden tek istediğim şey bir USB cihazi. Mavi renkte ve kasasında saklıyor. Onu bir şekilde bana getirmen gerekiyor. Sana istediğin kadar süre veriyorum. Bana ne zaman getirirsen, ailenin yerini o zaman öğrenirsin."

Sırayla konuşmasını büyük bir dikkat ile dinlerken her bir kelimeyi aklıma not alıyor, unutmamak için adeta kazıyordum. Benden istediği şey evet zor bir görevdi, ancak imkansız da değildi. Deneybilirdim.

Başımı ağır ağır sallarken, kendime hakim olmakta zorlandım. Bana vereceği görevin zor olacağının zaten farkındaydım ancak bu kadarını da beklemiyordum.

"Evine girmemi istediğin kişi kim?" diye sordum kuru bir sesle.

Tanıdığım bir çok iş adamı, birçok tehlikeli adam vardı. Aklımda milyonlarca isim belirmişti ancak o beni beklemediğim yerden vurmuştu.

"Sungur Alp Karakum."

Duyduğum isim gözlerimin irice açılmasına sebep olurken, dehşet içinde olduğum yerde kalakaldım. Tüm bedenim buz keserken, hala duyduğum ismin şokunu yaşıyordum.

Onu daha önce defalarca duymuştum. Tehlikesi ve acımasızlığı ile büyük bir nam salmıştı. İnsanlar onun ismini söylerken bile korkuyordu ki bu bile çok dehşet veriyordu.

İşim çok zor olacaktı. Belki imkansıza yakındı çünkü Sungur Alp Karakum denilen adam dehşet derecede zeki bir adamdı. Düşmanlarının hamlelerini çok kolay tahmin edebilen bir yapıya sahip olduğu için yer altı dedikleri dünyada herkes emri altındaydı. Çünkü herkes ondan korkuyordu.

Ve benim görevim, o adamı kandırarak evinden bir şey çalmak olacaktı. Çok zor olacağını biliyorum, belki de işin sonunda hayatımı kaybedeceğim bir ihtimal bile olabilir ancak ne olursa olsun ailem hakkında olan her şeyi öğrenmek istiyordum.

Adamın evine nasıl gireceğim hakkında en ufak bir fikrim olmasa bile ses tonumu sakin tutmaya çalışarak, "Kabul ediyorum." diyebildim.

İlk adımımı attım. Taşlar yerlerini aldı. Oyun başladı. Çünkü artık piyon mu yoksa şah mı olacağıma zaman karar verecekti. Rakibim yürüyen bir tehlikeydi. Bu işi başarma olasılığım neredeyse imkansızdı ancak denemeden de ölmek istemiyordum.

Telefonu kapattıktan sonra Victor'un bana olan meraklı bakışlarını görmezden gelerek yatağa uzandım. Bakışlarım tavanda dolaşırken, aklım tamamen o adamdaydı.

Sungur Alp Karakum.

Yürüyen tehlike.

Acımasız adam.

Ve en önemlisi,

Yer altının asıl lideri.

İçimin cayır cayır yandığını hissederken, kalbimde büyüyen ateşten korktum. Çünkü yanacaktım. Yanmakla da kalmayıp, etrafımdaki herkes kül olana kadar durmayacaktım.

 

 

 

BÖLÜM SONU

 

 

Evet arkadaşlar herkese Merhaba, BEN GELDIMMMMMM

 

 

Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın, sizi seviyorum ♡

 

Loading...
0%