Yeni Üyelik
2.
Bölüm

2.BÖLÜM : PİYON

@melekaydinn_56

Gülümsemek belki de bir insan için en sade ve gerçekçi maske olabilirdi. Birinin yüzündeki ifadeyi okumak bazen çok kolay olabiliyordu. Ancak size gülümseyen bir insanın gerçekten ne istediğini hiçbir şekilde net olarak anlamak bence mümkün olan bir şey değildi.

 

Küçükken babam bana her zaman, "Vicdanın en büyük cehennemindir." Derdi. O zamanlar bu sözün ne anlama geldiğini bilmediğim için, öylesine dinler geçerdim. Ancak şimdi ne demek istediğini daha iyi anlıyordum.

 

Cemal Sevilmiş denen adamın bana ettiği teklifi kabul ettiğimde, belkide de cehennemine ilk adımımı atmış bulunuyordum. Ben bir melek değildim, ancak o bir şeytandı. Ve cehennemine gireceğimi anladığı an, düşünmeden beni yok edecekti.

 

Bahçedeki salıncakta sallanmaya devam ederken, aklım beni çok eski bir anıya götürdü. Yine salıncaktaydım. Yaşım sekiz ya da dokuz olmalıydı. Babam arkamdan beni sallıyordu. Parktaydık. Çok mutluydum. O gün doğum günümdü.
"En çok ne olmasını isterdin?" diye sorduğunu hatırlıyorum. Bu soru başta bana çok tuhaf gelmişti. Ne diyeceğimi bilemeyerek bir süre susmuştum. Ardından cevabım ise, "Büyümek." olmuştu.

 

O salıncakta sallanan küçük kız büyümek isterken, ben tekrar o kız olmak istiyordum.

 

Hala içimde büyümeyen ve küçük bir çocuk gibi davranan bir tarafım vardı ve bunun farkındaydım. Bazen canımı yakmak için hayat binbir şey yapardı ancak tek yaptığım şey öylece izlemek olurdu. Çok ağır cümleler beni ağlatamazdı ancak, bir kitabın veya filmin kötü sonu beni saatlerce ağlatabilirdi.

 

Çalan telefonun sesi ile yumduğum gözlerimi araladım ve cebimden telefonumu çıkardım. Arayanın kim olduğunu zaten bildiğim için bakma gereği duymadan aramayı cevapladım. Victor'un konuşmasını beklemeden, "Her şey hazır mı?" diye sordum sabırsız bir sesle.

 

Saatlerdir ondan bir haber bekliyordum.

 

"Evet," diyen sesi geldi kulağıma. "Her şeyi hazırladım. Evinin adresini öğrendim ancak gördüklerime gerçekten inanamadım. Evin bahçesinin her karesine adam yerleştirmiş. Evde sakladığı şey her ne ise, dehşet bir düzeyde korunuyor. Gündüzleri saat 7'de evden çıkıyor ve akşam 7'de eve geliyor. Eve ondan habersiz giriş yapmamızın hiçbir imkanı yok çünkü adam evinin etrafındaki bütün bölgeyi ele geçirmiş durumda."

 

Victor ile işi hızlı bir şekilde bitirebilmek için elimizden geleni yapıyorduk. Yaşadıklarını öğrendiğim ailem hakkında en ufak bir bilgiye bile aç olduğum için bekleyecek zamanım yoktu.

 

Ne durumda olduklarını ya da neler yaptıklarını bilmeye o kadar çok ihtiyacım vardı ki oturarak gecirdhin her bir saniye benim için israf gibiydi.

 

Söyledikleri karşısında sıkıntılı bir nefes alırken durumun ciddiyetinin farkına daha iyi varmıştım. "Pekala," dedim merakla. "Ben o eve nasıl gireceğim?"

 

Yıllar boyunca bir çok iş adamının, ünlülerin ve gerektiğinde mafya işleri ile uğraşan adamların bile evine rahatlıkla girmiştim ancak ilk defa biri hakkında bu kadar tereddüt doluydum çünkü karşımdaki kişi öylesine biri değildi.

 

Victor gergin bir sesle, "İşin en zor kısmı da burada başlıyor zaten." dedi ve devam etti. "Yaklaşık bir hafta sonra kız kardeşinin doğum günü partisi var ve bu partiyi evde düzenleyecekler. Aldığım bilgilere göre bu davete sadece belirli kişiler katılabilir. Yani bizim oraya davetli olarak girmemiz imkansız."

 

Ayağa kalkarak bahçede adımlamaya devam ederken merakla kaşlarımı çattım. "Peki biz nasıl gireceğiz?"

 

Telefonun arkasından rahatsız bir nefes verdiğini duydum. "Hizmetçi olarak."

 

Kaşlarım havalandığında, adımlarım duraksamıştı. "Peki bunu nasıl başaracağız Victor?" dedim dudaklarımı ısırarak. "Adam önüne geleni hizmetçi diye evine almıyor herhalde."

 

Telefonun arkasından homurdandıktan sonra salağa anlatır gibi anlatmaya başladı. "Bak şimdi güzelim, biz oraya devamlı olarak çalışmak için girmiyoruz zaten. Tek bir gün için organizasyon şirketi ile anlaşma yapacaklar. Orada görev alacak herhangi iki kişiye para teklif ederek onların yerine geçebiliriz." derken her bir adımı hesaplamış gibi kendinden emin konuşuyordu.

 

Anlattığı plan basit bile olsa mantıklıydı. Üstelik biz oraya herhangi bir zarar vermeye değil, bir şey çalmaya gidiyorduk. Bu parti kalabalık olduğu ve bizim de çalışanlardan biri olacağımız için evin içinde saklanmama gerek kalmadan kendi isteğim ile rahatça dolaşabilmek benim için çok daha kolay olacaktı.

 

Ailem için her şeyi yapmaya hazırdım. Buna değer miydi yoksa değmez miydi bunu bilmiyordum. Yıllardır ölü sandığım ailem hayattaydı ve mutluydu. Bensizlerdi. Kavuşmak için değilse bile hesap sormak için bile olsa onlarla yüz yüze gelmeli, konuşmalıydım.

 

Ve bunun için gerekirse bir mafyanın evine girer, hırsızlık da yapardım.

 

Daha önce yapmadığım şeymiş gibi.

 

                                 🧭

 

Önünde yalvaran adama bakarken içinde herhangi bir duygu belirmedi. Sungur Alp Karakum her zamanki ifadesizliği ve duygusuzluğu ile boş bakışlarla ayaklarının dibindeki adama bakıyordu.

 

Sebebi ne olursa olsun ona ihanet etmenin cezası ölümdü ve yerdeki adam bunu bile bile şirketten bilgi sızdırmıştı. Herhangi bir zarar vermiş olmasa bile, bunu yapmaya yeltendiği için bile olsa ölecekti. Çünkü kural asla değişmezdi.

 

İhanet demek, ölüm demekti.

 

"Yalvarırım yapmayın!" dedi yerdeki adam korku ile. "Lütfen! Ne isterseniz yaparım, lütfen beni öldürmeyin!"

 

Başına bir ağrı saplandığını hissetti Karakum. Başı hafifçe sağa doğru kaydı. Yerdeki adama bakma gereği duymadan dişlerini sıktı. Son zamanlarda baş ağrısı oldukça artmıştı. Sikik migren.

 

"Bu hayata ne için girdin?" diye sordu baş ağrısını göz ardı etmeye çalışarak. Yerdeki adama ithafen sorduğu soru, karşısındaki adamın duraksamasına sebep olmuştu.

 

"Hayatta kalabilmek için." diye cevap aldığında gülmek istedi ancak yapamadı. Alaylı bir ifadeyle elindeki sigaradan bir duman daha çekti.

 

"Bunu bana ihanet ederek mi yapacaktın?" diye sorarken gülmekle kızmak arasına kalmış gibiydi.

 

"Mecbur kaldım!" diye bağırdı yerdeki adam çırpınarak. Ancak arkadan kolunu tutan adamlar yüzünden pek hareket edemiyordu.

 

Karşısındaki adamın bağırması üzerine başına bir ağrı daha saplandı. Kısa bir an gözlerini yumup, "Bir daha bağırırsın ses tellerini keserim senin." dedi dişlerinin arasından. "Mecbur kalmadığını ikimizde çok iyi biliyoruz."

 

Evet kalmamıştı. Sungur Alp Karakum için ihanete neden diye bir şey yoktu. Zorunda kalmak bile onun için bir neden değildi. Üstelik karşısındaki Adam bunu kendi tercih etmişti, ortada bir zorunluluk yoktu.

 

"Şimdi," dedi Karakum sıkılmaya başladığını hissederken. "Bana kime çalıştığını söyle ve kolay bir ölümün olsun."

 

Onu tanıyan herkes bilirdi ki birini öylece öldürmek ona göre değildi. Karşısındaki kişi ölmek için yalvarana kadar türlü türlü işkenceler yapardı. Sonra da onu bodruma kilitleyip ölüme terk ederlerdi.

 

Belki de bu yüzden adam hiç duraksamadan konuştu. "Cemal," dedi tek nefeste. "Cemal Sevilmiş."

 

Sungur Alp Karakum nedense bu cevaba hiç şaşırmadı. İhtiyar oyun istiyordu anlaşılan. Uzun süreceğini düşünmüştü ama karşısındaki Adam tek nefeste gerekli cevabı vermişti. Yine umursamadı. Başının ağrısı gittikçe artarken, sigarasını söndürdü ve ayağa kalktı.

 

Heybetli ve iri bir vücudu vardı. Üzerindeki siyah gömleğin kollarını düzelttikten sonra silahını aldı ve hiç duraksamadan, karşısındaki adamın yalvarışlarını duymadan kafasına sıktı. Yerdeki bedeni daha fazla görmek istemediği için deponun çıkışına doğru yürümeye başladı.

 

Kapının önünde duran Ferhat, hızlı adımlarla yanına ulaştı ve verilmesi gereken haberleri anlatmaya başladı. En sonunda bahçeye çıktıklarında arabasına doğru ilerlerken Karakum kısa bir an ona baktı. "Parti ne durumda?"

 

Hafta sonu kız kardeşi Cemre'nin doğum günü partisi verilecekti. Kız kardeşi onun için çok önemliydi. Hayatta değer verdiği nadir insanlardan biriydi ve onu mutlu etmek için elinden geleni ardına koymazdı.

 

Ferhat ılımlı bir tonda, "Organizasyon şirketi ile gerekli anlaşmalar yapıldı. Davetli listesi de hazırlandı ve gerekli kişiler eklendi. Her şey Cemre Hanım'ın istediği gibi olacacak." derken hızlı adımlarla onu takip ediyordu.

 

Sungur Alp Karakum başını sallayıp konuşmaya gerek duymadı. Arabasının önüne geldiğinde beklemeden arabaya bindi ve çalıştırdı. Yaklaşık bir saat sonra kardeşinin okul çıkış saatiydi ve onu almaya gideceğine dair söz vermişti.

 

                                 🧭

 


Meva Özdemir

 

Elimdeki gözlüğü yavaşça gözlerime taktım ve karşımda bulunan Üniversite'ye baktım. İstanbul Boğaziçi Üniversitesi.

 

Sıkıntılı bir nefes vererek dersin bitmesini beklerken, sıcağın altında erimemek için dua etmeye başlamıştım. Son olaylardan sonra okula gitmeyi bırakmıştım ve sınavlar yaklaştığı için birkaç arkadaşımdan notlar almaya gelmiştim.

 

Victor hala bir hafta sonra olacak operasyonumuz için hazırlık yaparken, ben de lanet olası notlar peşinde koşuyordum. Aslında okul okumak gibi bir niyetim yoktu çünkü buna ihtiyacım yoktu ancak Victor'un bana yaptığı korkunç derecede olan baskı yüzünden vazgeçemiyordum.

 

Sonunda zil sesini duyduğumda rahatlayarak nefesimi verdim. Bir an önce eve gitmem gerekiyordu ve ben lanet olası yirmi dakikadır buradaydım. Öğrenciler içeriden çıkmaya başladığında bahçede bulunan banklarda oturmaya devam ettim.

 

Caner, yani notları alacağım arkadaşım gelene kadar bir paket içmemişim gibi ağzıma bir dal sigara bıraktım. Son olaylardan sonra günde birkaç paket bitirmeye başlamıştım ancak ciğerlerim bundan oldukça şikayetçiydi.

 

Son gecelerde öksürük krizleri yüzünden uyanıyordum ancak bunu göz ardı etmeye çalışıyordum çünkü bu aralar bana iyi gelen tek şey sigara olabilirdi.

 

Sonunda çıkış kapısında Caneri gördüğümde rahatlayarak nefesimi verdim ve beni görmesi için elimi salladım. Bakışları beni bulunca gülümsedi ve yanındaki kızla beraber yanımda doğru gelmeye başladı. Yanındaki kız yüksek sesle kahkaha attığında bakışlarım onu buldu.

 

Siktir.

 

Ceren Karakum, Caner'in yanında mutlu mesut kahkaha atarak bana doğru geliyordu. Pekala , şu an arkamı dönüp kaçmam en mantıklı şey olabilirdi çünkü bir hafta sonra lanet olası kızın evine hizmetçi kılığında bir hırsız olarak girecektim. Yüzümü görmemesi gerekiyordu ancak şu an Caner beni işaret ederken, arkamı dönüp kaçmam çok daha dikkat çekici olabilirdi.

 

Sonunda yanıma vardıklarında vücudumun terden sırılsıklam olduğunu hissediyordum. Ani bir gir gerginlik yüzünden kanım kaynamış gibiydi. Sanki boğazıma dolanan bir ip vardı ve o kız bana baktıkça bu ip canımı daha çok yakıyordu.

 

"Sana bahsettiğim kız bu işte," dedi Caner yanıma geldiğinde. Yanında bulunan kıza doğru döndü ve çapkınlıkla sırıttı. "Şu sorumsuz olan."

 

Bir dakika.

 

Ne?

 

"Sorumsuz derken?" dedim kaşlarımı çatıp ona bakarak. Bu Cemre Karakum'un şen bir kahkaha atmasına sebep olmuştu.

 

Kimse kusura bakmasın ama sesi at kişnemesine benziyordu.

 

Ama yine de güzel bir kızdı. Pembeye boyadığı saçları ile her ne kadar saçma görünse de yüzünde bir tatlılığı vardı. Gözleri masmavi, ten rengi ise beyazdı. Caner'le birlikte olmasına şaşırmamıştım çünkü Caner de en az onun kadar yakışıklı biriydi. Üstelik ailesi oldukça zengin ve şöhret sahibiydi.

 

"Sana demiştim," dedi Caner de gülerek. "Her şeye hemen sinirleniyor işte."

 

Benim yanımda benim dedikodumu yapması da ayrı bir şeydi zaten.

 

"Notlar," dedim uyarıcı bir sesle.Bu lanet olası yerden bir an önce toz olmak istiyordum.

 

Cemre'nin bakışları bana döndü. Siyah kot şortuma, beyaz tişörtüme, açık bıraktığım saçlarıma ve en sonda ağzımdaki sigaraya baktı. Ardından yüzüne samimi bir gülümseme yerleştirerek bir elini bana doğru uzattı. "Cemre, ben."

 

Her ne kadar gereksiz samimiyet kurmak istemesem de normal davranman için elini sıktım ve aynı şekilde karşılık verdim. "Meva."

 

İsmimi söylediğim an gözleri parladı ve geniş bir şekilde gülümsedi. "Caner ile senden bahsediyorduk."

 

"Onu fark ettim." diye homurdandım. Ardından tekrar Caner'e döndüm. "Biraz acelem var, notları hemen alabilir miyim?"

 

Her ne kadar nazik sorsam da o bunun altındaki ağzına sıçacağım tehdidini algıladığı için gergin bir şekilde gülümsedi ve başını sallayarak çantasını karıştırmaya başladı. O sırada Cemre de bana dönmüştü.

 

"Beraber biraz takılacağız, bize katılmak ister misin?"

 

"Hayır."

 

Kıkırdadı. "Bana abimi hatırlattın."

 

Yüzümde yapmacık bir gülümseme oluştu. "Öyle mi?" dedim geniş geniş sırıtarak. "Abinin büyük hayranıyım bu hoşuma gitti."

 

Yalnız ben buna götümle gülerim.

 

Kısa bir an duraksadıktan sonra masumca omuz silkip gülümsedi. Böyle de momo'ya benziyordu ancak yine de bunu sesli dile getirmeyi düşünmüyordum.

 

Ayrıca, o lanet olası pembe saç da neyin nesiydi?Bunun abisi mafya değil miydi? Ego yerlerde şu an.

 

Caner sonunda notları bana verip dersler hakkında birkaç bilgi verdikten sonra beraber Üniversite'nin çıkışına doğru yürümeye başlamıştık. Arabamı Caner'in arabasının yanına park ettiğim için kısa bir yolu beraber yürüyecektik.

 

Sonunda bahçenin sonlarına doğru geldiğimizde durup ikisine kısa bir bakış attım. "Notlar için teşekkürler," dedikten sonra tam arkamı dönecektim ki bahçeye giren siyah bir Range Rover yüzünden adımlarım çivilenmiş gibi olduğu yerde kalakaldı.

 

ASIL ŞİMDİ SİKTİR!

 

Araba tam yanımızda durduğunda bahçedeki tüm öğrenciler kimin geldiğini anlamış gibi heyecanla oldukları yerde durmuş, arabadan çıkacak kişiyi bekliyordu. Az öncekine nazaran soğuk ter değil, ecel terleri dökmeye başlamıştım.

 

Partide kardeşini bir şekilde hallederdim ancak abisinin beni burada görmesi çok dikkat çekici olurdu. Beni önce kardeşinin yanında, ardından da evinde görmek onda elbet şüphe tohumları yaratırdı.

 

Kapı açıldığında kalp atışlarım davul gibiyken, göğüs kafesime işkence etmek ister gibi hızla çarpıyordu. Normal olmak zorundaydım, sıradan gibi davranmak zorundaydım. Herkes nefes nefese onu beklerken, benim de diğerlerinden pek bir farkım yok gibi görünüyordu.

 

Sonunda arabadan indiğinde gördüğüm görüntü afallamama sebep oldu. Victor'un bana attığı fotoğraflarda uzun olduğunun zaten fark etmiştim ancak tam şu anda bu şekilde, canlı görmek benim için beklenmedik bir şeydi çünkü olduğundan çok daha iri duruyordu.

 

Geniş omuzları vardı. Boyu oldukça uzundu, öyle ki adamın göğsüne bile zar zor geliyordum. İri ve heybetli vücudu, askerleri anımsatıyordu ancak gel gör ki adam mafya lideriydi. Üzerinde siyah bir gömlek ve siyah bir pantolon vardı. Siyah gömleğinin kollarını dirseklerine kadar sıvamış, birkaç düğmesini de açık bırakarak da bronz tenini ortaya çıkarmıştı.

 

Gözündeki güneş gözlüğünü çıkardı ve direkt olarak kardeşine baktı. Bahçede bulunan tüm öğrenciler hayranlıkla ona bakarken gördükleri şey ünlü bir iş adamıydı. Cemre sevinçle abisine sarıldığında içime derin bir nefes çektim.

 

"Abi!" dedi Cemre sevinçle, "Geleceğini unutmuştum!"

 

Sonunda abisinden ayrıldı ve bize baktı. Mutlu bir ifadeyle abisine baktıktan sonra, "Caner ve Meva," dedi bizi göstererek. "Arkadaşlarım."

 

En güzelinden siktir.

 

Nereden arkadaşın oluyorum diye bağırma isteğimi zor yuttum çünkü adam kısa bir an Canere baktıktan sonra bakışlarını bana çevirmişti. Kendimi suç işleyen küçük çocuklar gibi hissederken, alttan alttan yüzüne bakıyordum.

 

Hayatımda ilk defa lacivert gözlü birini görüyordum.

 

Diğer kullara haksızlık değil miydi? Böyle güzel bir göz rengi olamazdı.

 

Bakışlarımız kesiştiği an bakışlarımı kaçırmak istesem de bunu yapamadım. Sanki bağlanmış veya hipnotize olmuş gibi adamın gözlerine bakıyordum.

 

Hiç dikkat çekmiyoruz, aynen.

 

En son Caner, "Memnun oldum." dediğinde bakışlarını benden çekti ve Canere dikti. Bakışları pek de hayra alamet değildi. Dikkatle ve şüphe ile bakıyordu her yere.

 

Bakışları tekrar beni bulduğunda yutkunup öylece yüzüne baktım. Ardından boğazımı temizleyip duruşumu dikleştirdim ve bu saçma anın bir an önce bitmesini diledim.

 

Caner bana kaş göz yaptığında anlamayarak yüzüne baktım. Sanırım Cemre ne olduğunu anlamıştı, bu sebeple gülümseyerek abisine baktı. "Şey Meva çok konuşkan bir kız değildir." dedikten sonra güldü. "Yoksa kendisi senin büyük hayranın."

 

Onu bunu bırakın. ASIL ŞİMDİ SİKTİR!

 

Tüm bedenim donakaldığında Cemre'nin suratını dağıtmak istedim. Caner kısık sesle gülerken ben ağzım açık bir şekilde karşımdaki adama bakakaldım. Sungur Alp Karakum ilk defa konuşarak, "Öyle mi?" dedi buz gibi bir ses tonuyla. Bunları bana bakarak söylemiş olması da ayrı bir gerilimdi.

 

Ses tonunda çok tuhaf bir şey vardı. İnsanın içini rahatlatan bir şey. Hem erkeksi hem de sert bir ses tonu vardı. Bir mafyaya göre fazla kusursuzdu.

 

"Ee, şey... evet öyle." dedim hemen durumu toparlamaya çalışarak. "Evet sizi çok seviyorum!" dedikten sonra dediğim şeyin saçmalığının farkına varıp, "Yani hayranınızım!" diye durumu toparladım telaşla. Gülümsedim. İçimden kendime küfürler ederken adama doğru yaklaştım ve ellerimle omuzlarına tutundum. Gözlerinde bir şaşkınlık belirdi. "Ay bir kere sarılayım lütfen, yıllardır bunu hayalini kuruyorum!" Başımı göğsüne yaslayıp ellerini sırtında birleştirdiğimde tepkisizce durmaya devam etti.

 

Başımı geriye yatırıp çenemi göğsüne yasladım ve tam bir hayran imajı vererek geriye doğru birkaç adım attım. "Kusura bakmayın kendimi tutamadım." derken bakışlarım o hariç her yerdeydi.

 

Hiç dikkat çekmedin kızım devam et, ben arkandayım.

 

Cemre ve Caner kahkaha attığında bakışlarım onları buldu. Sanırım az önce onlara buz olurken şimdi bir anda böyle davranmam onları şaşırtmıştı.

 

Yani, kimseye hayran olmadığım için nasıl davranmam gerektiği hakkında fikrim yoktu ancak umarım abartmamışımdır.

 

Bakışlarım adama döndüğünde hala bana bakıyordu. Gözlerinden herhangi bir duygu okunmuyordu ancak şaşkınlığı kendini az da olsa belli ediyordu. Fakat yine durmadım ve doğal, sıradan bir hayran gibi davrandım.

 

"Bir tane fotoğraf çekebilir miyiz Sungur Bey?" Sesimin hevesli çıkmasına ben de şaşırmıştım.

 

Sanki kendine yeni geliyormuş gibi boğazını temizledi ve başını dikleştirdi. Üstten üstten bana bakarken cevap verme gereği bile duymadan, "Cemre, arabaya." dedi. Bunları bana bakarken söylemesi sertçe yutkunmama sebep oldu.

 

Cemre isteksiz adımlarla arabaya bindiğinde, Sungur Alp Karakum da arkasından ona bakan hayran dolu bakışları umursamadan arabaya bindi ve birkaç dakika içinde yok oldular. Caner gülmeye devam edip bana baktığında suratına sert bir yumruk atıp gülmesini kestim. Kendi arabama doğru ilerlerken ağlamamak için zor duruyordum.

 

Umarım herifin gözüne çok batmamışımdır.

 

1 Hafta Sonra

 

Baktığım görüntü beni eskilere götürdü. Sokakta yaşadığım, sonra da bir restoranda çalışarak para kazanmaya çalıştığım yıllara. Ancak yine de bunu umursamadan etrafımı izlemeye devam ettim.

 

Sonunda o gün gelip çatmıştı. Bugün Cemre Karakum, yani Sungur Alp Karakum denen adamın kız kardeşinin doğum günüydü.

 

Victor sirkette çalışan hizmetçilerden birine yüklü miktarda para teklifi yapınca kabul görüp, rolünü bana vermişti. Şimdi ise bir kızın yerine geçmiş, farklı bir kimliğe bürünerek planım için gerekli adımları atıyordum.

 

Otobüste bulunan diğer çalışanlara baktığımda hepsinin yüzünden uykusuz oldukları belli oluyordu. Sanırım yoğun çalışıyorlardı çünkü
her birinin göz altlarında halka oluşmuş, bakışları yorgunlukla dolmuştu. Öyle ki, aralarına yeni gelen beni fark bile etmemişlerdi. Ve bu işime gelmişti çünkü kimseye açıklama yapmakla uğraşmak istemiyordum.

 

Üzerimde diğerleri gibi beyaz bir gömlek ve siyah kısa bir etek vardı. Saçlarımı topuz yapmış, birkaç tutamını ise öylece bırakmıştım. Yeşil gözlerimi ortaya çıkaracak bir göz makyajı yaptıktan sonra işim tamamlanmıştı. Beyaz tenim hafif solmuş, gerginligimi içine çekmişti. Organizasyon şirketinin ayarladığı bir otobüste, çalışanlarla beraber onun evine gidiyorduk.

 

Tek dileğim ne onun ne de kardeşinin gözüne görünmemekti çünkü bu benim için büyük bir risk olurdu. İçimde hiçbir vicdan azabı ya da üzüntü yoktu çünkü yapmam gerekeni yaptığımı biliyordum. O dosyada nasıl bir bilgi vardı bilmiyordum ancak umurumda da değildi. Tek dileğim yakalanmamaktı çünkü karşımdaki adam kimseyi affedecek birine benzemiyordu.

 

Çalışanların şefi boğazını temizledi ve yüksek bir ses tonu kullanarak konuşmaya başladı. "Heppiniz beni dinleyin! Gittiğimiz yer öylesine bir yer değil, yaptığınız en küçük hata canınıza mal olabilir. Gerekmediği sürece hiçbir eşyaya dokunmayın ve ortalıkta dolaşmayın. Size söylenilen şeyler dışında herhangi bir şeye de bulaşmayın. Bu davet şirketimiz için çok büyük bir avantaj. Sakin bunu dezavantaja çevirmeyin!" dedikten sonra etrafa kısa bir bakış attı. "Az kaldı geldik sayılır."

 

Diğer çalışanlar başarıyla onaylayıp son hazırlıkları yapmaya başladılar. Kızlar genel olarak üstünü başını ve makyajını düzenlerken, erkekler sadece bekliyordu. Bakışlarımı onlardan çekip etrafa çevirdim ve daha önce fotoğrafta gördüğüm görüntüleri gördüm. Kocaman bir araziye giriş yapmıştık ve daha burada bile adamlar dizilmiş, her an saldırı olacakmış gibi tetikte duruyorlardı.

 

Kısa bir süre sonra ev -köşk desek daha doğru olur- göründüğünde, karşımızda bulunan devasa yapı yüzünden nutkum tutuldu. Burada sadece üç kişi yaşadığını düşünürsek, fazla ama fazla büyüktü. Gereksiz büyüktü yani. Evin içine giren kaybolabilirdi.

 

Araba kısa bir güvenlik kimlik kontrolünden sonra bahçeye giriş yaptığında kocaman demir kapı arkamızdan kapanmıştı. Derin bir nefes vererek başımı dikleştirdim ve etrafa bakmaya devam ettim. Şef, bize son bilgileri anlatmaya devam ederken tüm dikkatimi bahçeye ve eve verdiğim için ne dediğini dinlememiştim bile.

 

Servisin kapısı açıldığında tüm çalışanlar yavaş yavaş inmeye başladı. Ben de sonunda servisten indiğimde adamlar tekrar üstümüzü aramış, güvenlik kontrolü yapmıştı.

 

Tüm bunlar bittikten yana bir saat geçmişti. Bu süreç boyunca fazla dikkat çekmemek için kimseyle konuşmamış, bana verilen işleri yapmıştım. Evin içine girmek yasaklanmıştı. Partiyi bahçede düzenleneceğini öğrendiğim an dumura uğrasam da bir bakımdan daha iyi olmuştu.

 

Çünkü evin içinde çok az adam bulunuyordu ve hareket etmem çok daha rahat olacaktı. Ancak tek sorun içeriye girmenin yasak olmasına rağmen, bunu nasıl yapacağımdı.

 

Çünkü kapının önünde kocaman dev bir adam ellerini sırtında birleştirmiş, robot gibi bekliyordu.

 

Elimdeki bardakları masalara yerleştirmeye devam ederken bakışlarımı etrafta dolaştırdım. Sungur Alp Karakum'un eve gelmesine yaklaşık yarım saat kalmıştı bu yüzden hızlı olmalıydım.

 

Yavaş adımlarla masaların arasından yürüdüm ve içecekleri taşıyan adama doğru yaklaştım. Başımı hafifçe yana doğru çevirip onu görmemiş gibi yaptım ve kimsenin bakmadığına emin olduktan sonra gözlerimi sıkıca yumup adamın üzerine düştüm.

 

Adamın elindeki içeceklerin hepsi hem yüzüme hem de üstüme bulaşınca istediğimi almış bulunuyordum. Dengemi sağlamak için yandaki masaya tutundum ve yalandan bir öfke ile şaşkınlıkla bana bakan adama döndüm.

 

Adam şaşkınlıkla bana bakarken, "Özür dilerim," dedi mahcup bir ifadeyle. "Yaklaştığınızı görmedim."

 

"Sorun yok," diye mırıldandıktan sonra kapıya doğru yürüdüm. Dev Adam kısa bir an bana baktıktan sonra tekrar etrafa baktı. Beni yok mu saymıştı puşt herif?

 

"Pardon!" dedim bir elimi kaldırıp havada sallayarak. Yanında minnacık bir şey kaldığım için üstten üstten bana baktı. "İki dakikalığına lavaboya kadar gidebilir miyim?"

 

Düz düz bana baktı. "Hayır."

 

Af buyur?

 

"Nasıl?" dedim şaşkınlıkla. "Üstümü silmem lazım beyefendi, çekilir misiniz?"

 

Bakışları kirlenen üstümde dolaştıktan sonra tekrar bana baktı. "Girmeniz yasak."

 

Sinirlenmeye başlayarak, "Beyfendi-" demiştim ki arkamdan bir kız sesi, "Meva?" dediğinde bakışlarımı oraya döndü. Cemre şaşkınlıkla bana bakıyordu.

 

Sanırım yeni gelmiş olmalıydı. Beni burada görmesi beklemediği yüzünden açık bir ifadeyle okunuyordu. Gözlerini kırpıştırıp bana baktı. "Senin ne işin var burada?"

 

Yalandan şaşkın şaşkın baktım. "Asıl senin ne işin var burada ?"

 

Etrafa kısa bir göz gezdirdi. "Burası benim evim." Bakışları üstümde dolaştı. "Sen ne yapıyorsun burada?"

 

"Senin evin mi?" dedim yalandan bir şaşkınlıkla. Onun gibi etrafa kısa bir göz attım. "Ben de bu şirketle çalışıyorum da doğum günü organizasyonu için gelmiştik."

 

"Evet, benim doğum günüm."dedikten sonra tekrar kirlenen üstüme baktı. "Senin bu üstünün hali ne?"

 

"Ee, şey. Düştüm de biraz." dedim bakışlarımı kaçırarak. "Üstümü silmek istemiştim ancak içeriye girmek yasakmış."

 

"Evet yabancıların girmesi yasak," dedikten sonra bana bakıp gülümsedi. "Ama sen yabancı değilsin," dedikten sonra koluma girdi ve şaşkın suratımı umursamadan beni içeriye doğru çekti. Dev Adam da dik dik bakmak dışında bir şey yapamadı.

 

Caner, eyvallah koçum.

 

Sırıtmamak için kendimi zor tuttum. Böyle bir şey olacağını beklemiyordum ancak oldukça işime gelmişti. Beni peşinden sürüklerken bakışlarım etrafta dolaşmaya devam etti. Evin ortasına iki tarafa ayrılan merdivenler vardı. Ortada ise salon bulunuyordu. Biz sağ taraftaki merdiveni çıkmaya başladığımızda kendimi tutamayıp ona baktım.

 

Üzerinde beyaz bir elbise vardı. Tam bedenine oturan elbise, fiziğini ortaya çıkarmıştı ve pembe saçları bile ilk defa güzel görünmüştü gözüme.

 

"Seni görmem iyi oldu." dedi beni bir odaya sokarken. İçeriye girdiğim an anlamıştım ki burası onun odasıydı. "Ne giyineceğime karar vermekte yardımcı olursun."

 

"Ama iş-" demiştim ki sözümü kesti.

 

"Kendi doğum günümde seni çalıştırmayacağım." dedi net bir ifadeyle. "Hem birazdan Caner de burada olur. Çok eğleniriz." dedikten sonra dolaba ilerledi. "Sana giyinecek bir şeyler bulayım."

 

Wtf?

 

Nasıl?

 

Çalışan olarak değilde davetli olarak burada bulunmam, ev içerisinde çok rahat bir şekilde hareket edebilmemi sağlardı bu yüzden itiraz etme gereğinde bulunmadım.

 

Nasıl olmuştu ya da ne ara olmuştu anlamamıştım ama yaklaşık bir saat sonra kendimi siyah mini bir elbisenin içinde bulmuştum. Elbisenin derin bir göğüs dekoltesi ve zincirden askıları vardı. Göğsü kalp şeklindeydi ve uzunluğu kalçalarımın birkaç karış aşağısında bitiyordu. Saçlarımı dalgalandırmış ve yüzüme hafif bir makyaj yapmıştı.

 

Sadece yarım saat konuşmuş birine bu kadar samimi olması tuhaf olsa bile bunun Caner'den kaynaklandığını düşünüyordum çünkü Caner beni insanlara övmeye bayılırdı.

 

"Ama sen çok güzel oldun!" dedi kaşlarını çatarak. "Benim partimde benden daha çok parlayamazsın," dedi ve kıkırdadı. "Şaka yapıyorum alınma!"

 

Başımı iki yana sallarken gülmeden edememiştim. Kızın etrafa yağdığı pozitif enerji beni de etkilemişti. Davetliler ve diğer herkes yaklaşık yarım saat önce gelmişti. Bunu pencereden bahçeye bakarken görmüştüm. Üstelik davetliler kafasına göre eve girebiliyordu.

 

Organizyon şirketi çalışanları gitmiş, yerlerine ise bir restoranın ayarladığı garsonlar gelmişti bu yüzden kimsenin beni görüp sorun çıkarmayacağından emin olmuştum. Caner de kısa bir an yanımıza uğradıktan sonra aşağıya inmişti. Beni gördüğüne de çok sevinmişti.

 

Seni görünce gözleri 360° açılmıştı Meva, adamın bir an çarpıldığını düşündüm.

 

Cemre sonunda hazır olduğunda odasından beraber çıkmıştık. Merdivenleri inerken etrafa dikkatli bakışlar atarak, her bir detayı aklıma kazımaya çalışıyordum. Bana neden bu işte çalıştığımı sorgulamaması beni oldukça şaşırtsa da herhangi bir yorum yapmamıştım.

 

Birlikte merdivenleri inip bahçeye çıktığımızda gördüğüm manzara yüzünden nutkum tutulmuştu. Kocaman bahçede yüzlerce insan vardı. Her yerde ayaklı masalar ve o masaların etrafında sohbet eden şık ve zengin oldukları bakışlarından belli olan insanlar vardı. Bahçede her yere renkli ışıklar konmuş, kocaman havuz balonlarla süslenmişti. Gördüğüm görüntü dizilerde izlediğim partileri anımsatmıştı. Kızlar cici elbiseleri ile arkada çalan hafif müziğe eşlik ederek dans ederken, erkekler ağırlığını koruyordu. Akşama doğru olduğu için gökyüzü henüz tam siyaha bulanmış olmasa bile, tamamen gündüz de değildi.

 

Çok güzeldi.

 

Bakışlarım yanımda bulunan Cemre'ye çevirdiğimde o da benim gibi hayranlıkla abisinin onun için ayarladığı mekana bakıyordu. Üzerine yeni giydiği pembe, kabarık elbise ile masal diyarından fırlamış gibi duruyordu.

 

Caner yanımıza geldiğinde bize kısaca göz attıktan sonra övmeye başlamıştı. Bunu yaparken Cemre ile flört etmeye çalışması gözümden kaçmamıştı. Ayrıca gözlerindeki parıltı da buna eşlik ediyordu ancak Cemrenin ona o gözle baktığını düşünmüyordum.

 

"Biriniz prenses diğerinin ise cadı olmuş." dedi Caner kahkaha atarak. Cemre de ona katıldığında kendilerine göz devirmekle yetindim.

 

"Şaka maka bir yana," dedi Caner beni süzerken. "Tişört, şort kombini yapan birine göre gerçekten çok güzel olmuşsun." Çapkınlıkla göz kırptı. "Belki idolun seni böyle görünce aşık olur."

 

Cemre büyük bir kahkaha attı. "Abim mi?" Başını iki yana salladı. "Kendisi duygusuz biridir. Aşk ona işlemez."

 

Kalbim kırıldı şu an ağlayacağım.

 

Onun da burada olacağını zaten biliyordum ancak bir an varlığı yeni aklıma gelmiş gibi etrafa bakınmaya başladım. Son olanlardan sonra ona rezil oluşumu hatırlamak her ne kadar sinirlerimi bozsa da bir yanım bunu öyle görmüyordu. Üstelik Victor bunu öğrendiğinde anırarak gülmüştü.

 

Bakışlarım etrafta dolaşırken Caner bana doğru eğildi ve, "Soluna bak." diye fısıldadı. Bakışlarım o tarafa döndüğünde kalbim göğüs kafesimi delmek istermiş gibi hızla çarpmaya başladı.

 

Çünkü Sungur Alp Karakum elinde tuttuğu kadeh ile gözünü bile kırpmadan pür dikkat bana bakıyordu.

 

Yutkunma ihtiyacı ile kavrulsam da boğazım bir çölde susuz kalmışım gibi kurumuştu. Titrek bir soluk dudaklarımın arasından uzayıp gittiğinde bu anlamsız bakışmaya bir son vererek bakışlarımı kaçırdım ve önüme döndüm. Caner ve Cemre sırıtarak bana bakıyordu.

 

Cemre başını iki yana sallayıp güldüren sonra, "Misafirlere selam vermem gerek, birazdan gelirim." diyerek yanımızdan uzaklaştı. Caner de bir arkadaşına selam vereceğini söyleyerek yanımdan ayrıldığında masada tek başıma kalmıştım.

 

"Şarap ister misiniz hanfendi?" Duyduğum sesle bakışlarımı yanıma gelen çalışana çevirdiğimde şaşkınlıkla kalakaldım.

 

Çünkü Victor üzerindeki çalışan kıyafetleri ve elindeki şarap dolu bardakların olduğu hepsi ile sırıtarak bana bakıyordu.

 

Bakışlarımı tepsiye çevirdim ve eline bir kadeh kırmızı şarap aldım. Sorgulayan bakışlarım onu bulunca dikkat çekmemek için yanımdan ayrılmak zorunda kaldı ancak tam yanımdan geçerken, "Bardakları düşürdüğüm zaman içeriye gir."

 

Arkasından kısa bir an baktıktan sonra etrafta güvendiğim birinin olması oldukça iyi hissettirmişti. Victor, Cemre ve arkadaşlarının olduğu yere yaklaşırken kısa bir an Sungur Alp Karakum'a bakmıştı.

 

Çünkü adam dikkatli bakışlarla kardeşinin ve arkadaşlarının hareketlerini izliyordu. Victor'un planı neydi bilmiyordum ancak Sungur denilen adamın onlara bakması buna engel oluyordu.

 

İçimden kendime küfürler ederek yapmam dediğim şeyi ikinci kez yapmak üzere yürümeye başladım. Sungur'un bulunduğu masanın önüne geldiğimde yanındaki adam bana kısa bir bakış attı. Yanlış hatırlamıyorsam bu adam Sungur'un erkek kardeşi olmalıydı.

 

Alihan Karakum.

 

Bakışları beni bulduğunda sorgulayan bir ifadeyle abisine baktı çünkü genelde hiçbir kadın ona yaklaşmaya cesaret edemezdi. Sungur Alp Karakum kardeşine kısa bir an baktıktan sonra bakışları beni buldu.

 

Masumane bir tavırla gülümsedim ve tam bir aptal hayran rolü oynayarak bir elimi uzattım. "Merhaba."

 

Alihan bana kısa bir bakış attıktan sonra başını iki yana salladı ve masadan uzaklaştı. Gitmesi yüzünden her ne kadar gerilsem de belli etmemeye çalışarak hala Sungur'a bakıyordum.

 

Elim ise hala havadaydı.

 

Bana cevap vermeyecegini ve elimi sıkmayacağını anladığımda nefesimi vererek elimi geri indirdim. Bakışları hala bendeyken sırıtarak bakmaya devam ettim.

 

"Meva, ben." dedim ona bakarken.

 

Nefesini vererek bakışlarını etrafa çevirdi. Erkeksi bir ses tonuyla, "Daha önce söylemiştin." dediğinde umursamaz davranması sinirimi bozmuştu.

 

Heyecanla yüzüne baktım. "Beni unutmamışsınız." Sırıttım. "Bakın bu çok hoşuma gitti." Tekrar elimi uzattım. "Ama henüz resmi olarak tanışmadık. Meva Özdemir."

 

Bakışları önce elime sonra da gözlerime değdi. Bunu yaparkendi tek amacım dikkatinin bende olmasıydı ki çünkü tutmayacağını biliyordum ancak beklemediğim şekilde elini kaldırıp elimi sıktığında gözlerimi şaşkınlıkla açmadan edememiştim.

 

Garip bir his boğazımı tırmaladığında sertçe yutkundum. Elim, onun elinin içinde adeta kaybolmuştu. Bakışlarındaki karanlık ifade dumura uğramama sebep olmuştu. Kendinden emin ve dik duruşu karşısında olan herkesi korkutacak kadar kuvvetliydi çünkü şu an ayaklarım beni zor tutuyordu.

 

Elini elimden çektiğinde vücudumu sıcaklık terk etti ve bir an üşüdüğümü hissettim. Bunun sebebi esen rüzgar mıydı yoksa benden uzaklaşan eli miydi bilemedim.

 

"Bir çocuğa göre fazla cesursun Meva," dedi eline masada bulunan kadehi alarak. "Kimlere bulaşmaman gerektiğini bilmelisin."

 

Pekala, bu bir tehdit miydi?

 

Bize çocuk dedi.

 

"Anlamadım?" dedim saf saf. "Kime bulaştım ki?"

 

Boş boş bakmak dışında bir şey söylemeyeceğini düşünsem de o beni şaşırtarak, "Henüz çok küçüksün." dedi. "Her önüne gelene öylece güvenmemelisin çünkü hiçbir şey dışarıdan göründüğü gibi değil. Seni tehdit etmiyorum yanlış anlama, sadece büyüğün olarak yol gösterdiğimi düşün."

 

İlk defa bu kadar uzun konuşmasına mı, bana yol göstermesine mi, yoksa bana büyüğü olduğunu söylemesine mi şaşırmalıyım çözemedim ama şaşkın bakışlarım onu eğlendirmiş gibi dudağının bir kenarı yukarı doğru kıvrıldı. Ama bu kadar kısa bir andı ki bir hayal gördüğümü bile düşündüm.

 

"Haklısınız efendim." diyerek onu onayladığımda sudan çıkmış balık gibi suratına bakıyordum.

 

Kısa bir an duraksadıktan sonra okyanus gözleri tekrar beni buldu. "Böyle söylemene gerek yok," dedi yumuşak bir tonlamayla. "Kimse kimseden üstün değil."

 

Yüz göz olduk yar seninle...

 

Sertçe yutkunurken gözlerine bakmaktan başka bir şey yapamadım. Ne o çekti bakışlarını ne de ben. Sanki kader ağlarını örmüş, amansız bir film sahnesinde bulunuyormuş gibi bakıştık. Gözlerimde ne gördü bilmiyorum ancak bir anda gelen çığlık sesi ile bu bakışmamız sona erdi ve ikimiz de sesin geldiği yöne baktık.

 

Victor elindeki tepsiyi bir grup gencin ortasında yere düşürmüştü ve herkesin bakışlarının orası olmasını sağlamıştı. Cemre üzgün bir şekilde etrafa bakarken yanımdaki adam sıkıntılı bir nefes vererek oraya doğru ilerlemeye başladı. O an arkada kimsenin bakmadığı bir alanda yalnız başıma kalmıştım. Victor ile göz göze geldik o an.

 

Tam zamanıydı.

 

Hiç bir şey düşünmeye fırsatım olmadı. İçimde anlamsız bir sızı vardı ancak bunun sebebinin ailem olduğunu biliyordum. Yıllarca onları ölü bilirken, yaşadıklarını hazmetmem benim için oldukça zordu. Başımı dikleştirdim. Bir rüzgar sertçe yüzüme vurdu. Kendime geldim. Kaybedecek vaktim yoktu.

 

Hızlı adımlarımı eve doğru yönlendirirken kimsenin bana bakmadığına emin olmuştum. Neredeyse koşarak içeriye girdiğimde gözden kaybolmuştum. Adımlarımı hızlandırarak sol tarafta bulunan merdivene yöneldim. Cemre ile diğer tarafa gittiğimde basit odalar dışında bir şey görmemiştim. Bu taraf abisine ait olmalıydı. Çevik hareketlerle merdivenleri bitirdiğimde etrafa kısa bir bakış atarak önüme gelen her odayı tek tek açarak çalışma odasını aramaya başladım.

 

Zihnim işlevini yitirmiş gibi ilk defa sessizdi. Bir şeyleri yanlış yaptığımı hissediyordum ancak bunun ne olduğunu bir türlü çözemiyordum. Elimi çabuk tutmam gerekiyordu. Bir an önce bahçeye inmeli ve göz önünde olmalıydım. Yokluğumu fark edecek kimse olmasa da şu an burada bulunmak benim için her türlü tehlikeliydi.

 

Bütün kapıları tek tek açsam dahi bir türlü çalışma odasını bulamamıştım. Derin bir nefes vererek son odayı açtığımda yatak odası ile karşılaştım. Odasında genel olarak gri tonları hakimken soğuk renkler kullandığını fark etmiştim. Odaya göz atmayı bırakıp hemen içeriye adımladım. Etrafa göz atarken dikkatimi çeken bir şey aramaya başladım. Odada bulunan bütün dolapları ve çekmeceleri tek tek karıştırırken, dosyaya ait herhangi bir şey bulamamıştım ve bu gittikçe gerilmeme sebep oluyordu.

 

Bakışlarım kitaplığı bulduğunda hızlı adımlarla oraya ilerledim. Kitapların arasına, arkasına ve her yere bakmaya başladım ama lanet olası odada hiçbir şey yoktu. Kısa bir an durdum. Derin derin nefesler almaya başladım. "Düşün, Meva. Düşün, Düşün..."

 

Bir elimi kitaplığa yasladığımda hafif hareket etmesi ile kısa bir an duraksadım. Aklıma gelen şey ile kalp atışlarım hızlanırken dolabı iyice ittim ve dolap dönerek bir kapı haline güldü. Dudaklarımda zafer dolu bir gülümseme oluşurken beklemeden içeriye adımladım. Bir savaşçının savaştan kazarak ayrılması kadar kendimi mutlu hissederken her yerde dosyalar ve çalışma masası olan odaya göz attım. Burada yüzlerce dosya vardı ve hepsini aynı anda incelemem mümkün değildi. Bu yüzden kasayı aramaya koyuldum.

 

Çalışma masasının altını üstüne getirdim ancak hiçbir şey bulamadım. Dolaplara ilerledim. Bütün dosyaların başlıklarını inceledim ancak yine bir şey bulamadım. En son küçük bir dolabın çekmecesinde orta boylarda gri bir kasa bulduğumda derin bir nefes verdim. Kasanın üzerine dikkatle baktım.

 

Şifre ya da kilit yoktu.

 

Hafifçe kaşlarımı çattım. Dosyanın içinde ne olduğunu bilmiyordum ancak önemli bir şey olmalıydı. Peki neden bu kadar savunmasız bırakılmıştı? İstemsizce etrafa göz attım. Her yer dağılmıştı. Bakışlarım tekrar önümdeki kasaya dönerken dudaklarımı birbirine bastırdım. Bunun içindeki şey beni aileme götürecekti. Benim kurtuluşum olacaktı. Sonunda yolun sonuna varacaktım ve duraklar bitmiş olacaktı.

 

Elim kasaya giderken hafif titredi. Umursamadım zira şu an düşüneceğim son şey bu olabilirdi. Kapağını tuttum. Nefesimi de beraberinde tuttum. Gözlerimi yumdum ve kapağı sertçe açtım. Kalbim gümbür gümbür atarken yavaşça gözlerimi araladım. Dudaklarımdan çaresiz bir soluk kayıp gitti.

 

Dosya yoktu.


İçinde siyah bir piyon vardı.

Gözlerimin dolmasına izin verdim. Hayal kırıklığı ile elimde bulunan boş kasaya baktım. Emeklerimin sonucu bu olmamalıydı. Hayallerim böyle yıkılmamalıydı. Gözlerim karardı. Başıma şiddetli bir ağrı saplandı. Öylece durdum. Çaresizce.

Sonra bir şey oldu. Soğuk bir hava vurdu önce bedenime, titredim. Gözlerimi açtım. Korku bir sarmaşık gibi her yerimi fethettiğinde çaresizce çırpınmak zorunda kaldım. İşe yaramadı. İpliklerin boğazıma dolandığını hissettim.Bir ölüm meleğini andıran sesi duydum.

"Bir şey mi arıyordun?"

 

 

 

 

 

 

 

 

 

&&&

 

 

 

 

Oy ve yorum yapmayı unutmayınnnn

Loading...
0%