Yeni Üyelik
3.
Bölüm

3.BÖLÜM : FIRTINA ÖNCESİ SESSİZLİK

@melekaydinn_56

Zaman ; bu hayatta asla bir daha bulunamayan tek yegane şey olabilirdi. Kime, neye ve nasıl harcadığımıza dikkat etmek, bizim için en doğru yol olabilirdi.

 

Zamanımı her zaman gereksiz şeylere harcamış, üç günlük dünyada her şeyden çok keyfime önem vermiştim. Gerçekleri değil, görmek istediklerimi inşa ederek bir hayal dünyasında yaşamayı kendim istemiştim ve şimdi bundan büyük pişmanlık duyuyordum.

 

Çok sevdiğiniz birinin yanında oldunuz zaman ne zaman ne de mekan kavramı olurdu. Bu hissi tatmayalı yıllar olsa da unutmak öyle kolay değildi. Çünkü öylesine bir duygu degildi. Sevdiğin insanlarla, sana gerçekten değer verdiğin insanlarla yan yana olmak büyük bir nimetti. Her daim yanında olan, seni sen olduğun için seven insanlar.

 

Bu yüzden insan elindekinin değerini bitmeliydi. Olduğu ile yetinmeli, daha kötüsü olabileceği düşüncesine dayanarak yaşamalıydı. Şimdi bunun ne anlama geldiğini çok daha iyi anlıyordum.

 

Yalnızlığın demini vurmuş biri olarak zaman kavramını unutmuştum. Açıkçası artık umurumda da değildi. Kimsenin gereksiz halleri ile vaktimi harcayarak kendimi kısıtlayamazdım. Yanımda dost olarak gördüğüm kimse olmayabilirdi ancak bu benim yürümeme engel değildi.

 

Kendimi her zaman dik durmaya zorlardım. Çünkü biliyorum ki kimse kimse için değerli zamanından vazgeçmezdi. Kendi yoldaşım, kendim olmak zorundaydım. Bencil bir insandım. Belki bunun sebebi hayatımda değer verdiğim insanların olmaması da olabilirdi ancak kimse için kendimi tehlikeye atmazdım.

 

Onlar hariç.

 

Çünkü onlar benim ailemdi.

 

Bu partiye gelirken tüm olasılıkları düşünmüş, kendi kafamda tarttıktan sonra birçok senaryo oluşturmuş, birçok sonuç bulmuştum ancak şu an yaşadığım durum hiçbir şekilde beklediğim gibi değildi.

 

Bir de o vardı.

 

Sungur Alp Karakum.

 

Hayatımın ortasına bir anda bomba gibi düşen, bir zehir gibi içime yayılan adam. Aramızda herhangi bir ilişki yoktu. Arkadaş değildik, hiçbir şey degildik ancak hiç de değildik. Ben ona ihanet etmek için gelmiştim, o da öldürmeye.

 

Sesini duyduğum an tüylerim diken diken oldu. Bedenimin kasıldığını hissederken gözlerimi sıkıca yumdum. Bu anın kabus olmasını diledim. Titrek bir nefes verdim. Ancak değildi.

 

Çünkü arkamdaki adamın varlığı kendini hissettiriyordu.

 

Düşünmeye vaktim yoktu. Her şey ortadaydı. Kendimi savunmanın ya da çırpınmamın benim için bir katkısı olmayacaktı. Başımı dikleştirdim. Kalbim korkuyla çarparken, atışların sesini duymamasını diledim. Elimdeki kasayı yere bıraktım ve ayağa kalktım. Dudaklarımı birbirine bastırıp yavaşça arkamı döndüğümde ise okyanus gözleri ile karşılaştım.

 

"Burada ne işin olduğunu sorabilir miyim?" Ses tonu, bir silahın içinden çıkan mermi kadar sertti.

 

Ne diyeceğimi bilemeyerek yüzüne baktım. Ona gerçekleri söyleyemezdim çünkü ona güvenmiyordum. Ona ihanet eden herkesi öldüren adam bana acımazdı. Belki benle de yetinmez, aileme de bulaşabilirdi. Bu kadarına müsaade edemezdim.

 

Cevap vermeyeceğimi anladığında cebinde duran ellerini çıkardı ve derin bir nefes aldı. Geniş omuzları ve kaslı göğsü kısa bir an yükseldi. Yürüyen tehlike diye adlandırdıkları bu adam isminin hakkını verecek bir auraya sahipti. Çünkü bana doğru attığı her bir adım bedenime saplanan keskin bir bıçaktan farksız değildi.

 

Bana oldukça yaklaştığında ayaklarım benden bağımsız bir şekilde geriledi. Bu yüzünde alaylı bir gülümseme olmasına sebep oldu. Bana doğru bir adım daha attı. Ben de geriye doğru. Bir adım daha, ve bir adım daha. Sırtım duvara çarptığında sertçe yutkundum. Bedenim buna ihtiyacı varmış gibi duvara yaslandı. Çünkü dizlerim hiç olmadığı kadar titriyordu.

 

"Korkuyor musun?" diye sordu otoriter bir ses tonuyla. Tam önüme geldiğinde aramızda hiçbir mesafe kalmamıştı. Gözlerimin içine bakarak başını salladı. "Korkmalısın."

 

"Ben-" dedim titrek bir sesle ama devamını getiremedim. Kelimeler bir lokma gibi boğazıma dizilerken hiçbir şey yapamadım.

 

Bakışları iki gözüm arasında gidip geldi. Anlamsız bir hava vardı üzerinde. Yüzünde herhangi bir duygu aradım ancak yoktu. Sanki öylesine bir günde öylesine bir yerdeymişiz bakıyordu gözleri.


"Sana ne söylediğimi hatırlıyor musun?" diye sordu başını yana eğerek. Gözlerimi kırpıştırarak ne dediğini anlamaya çalıştım. "Sana bulaşmaman gereken insanlar hakkında ne demiştim?"

"Ben-" demiştim ki elini arkamda bulunan duvara sertçe vurarak,"Sen ne?!" dedi yüksek sesle.

Çok yakındık, çok yakınımdaydı. Bedenimi işgal eden kokusunu duyuyordum. Korkuyordum ancak bunu yansıtmamaya çalışıyordum. Bana herhangi bir şey yapmamıştı ve ben ona ihanet etmek için gelmiştim. Bunun farkında olmak beni boğuyordu. Haksız gibi görünüyor olabilirdim. Kendimi açıklamaya da çalışabilirdim ancak ne diyeceğim hakkında hiçbir fikrim yoktu. Çaresizdim.

Yine.

Derin bir nefes alıp tam konuşacağım sırada aşağı kattan Cemre'nin, "Abi?" diye seslenmesi duyuldu. Sungur sertçe nefesini verip kısa bir an gözlerini yumdu. Ardından bana atabilecegi en sert bakışı attı. "Şimdi aşağı iniyoruz ve sen hiçbir şey olmamış gibi davranıyorsun. Boş sebepler yüzünden bu gece mahvolmayacak." Bakışları tehlikeli bir hal aldı. "Anlaşıldı ?"

Bu boş sebepler ben oluyordum.

Her zamanki gibi.

İtiraz etme hakkım yoktu. Şu an silahını çıkarıp beni vurabilir, dünyadan toz edebilirdi. Onu durduran şey kardeşiydi. Kardeşinin doğum günü partisine bozmak istemiyordu. Benimle hesaplaşacaktı. Bunu bana olan bakışlarından bile anlıyordum ancak bana ne yapacağını kestiremiyordum.

Başımı salladığımda eli havalandı. Parmaklarını varla yok arası elmacık kemiğime sürttü. Bakışları boynumda bir noktaya takıldı. Tüm dikkati oradayken, "Aferin sana," diye fısıldadı. "Uslu kız."

Dehşet içinde yüzüne bakakaldığımda ne yaptığının yeni farkına varıyormuş gibi kaşları çatıldı. Birkaç adım geriye gidip öfkeli bakışlarla bana baktı. Oysa beni yakaladığında bile böyle bakmıyordu. Neydi bir anda onu böyle sinirlendiren? Bakışları bir avcının avına olan bakışları gibi acımasızken, "Aşağı." dedi net bir sesle.

Başımı dikleştirdim ve bedenimi duvardan ayırarak ilerlemeye başladım. Tam yanına geldiğimde başıyla yürümemi işaret etti. Kısa bir an gözlerimi yumarak dediğini yaptım. Arkamdan gelirken varlığını hissediyordum. Her şeyi mahvetmiştim. Bu yolun dönüşü yoktu.

Merdivenleri inmeye başladığımda kısa bir an arkama bakmak istedim ama buna cesaretim yoktu. Sonunda bahçeye çıktığımda yüzümden kan çekilmiş gibi bir ifadeyle durduğumu fark ederek kendimi düzelttim. Duraksadığım için tekrar yürümeye koyuldum.

Bahçede etrafı inceleyen Cemre'nin bakışları önce bana, sonra da arkamdaki bir noktaya takıldı. Gülümseyerek bize doğru ilerlemeye başladığında derin bir nefes almak ihtiyacı hissettim.

Cemre yanımıza vardığında, "Abi? Meva?" diye sordu sorgulayan bir sesle. İmali bakışları ikimiz arasında gidip geldi. "Siz neredeydiniz?"

Aklıma gelen ilk yalana başvurarak, "Ben lavaboya gidecektim ama bir türlü bulamayınca Sungur Bey yardım etti." dediğimde inanması için içimden dua etmeye başlamıştım.

"Abim mi?" diye sordu şaşırarak.

"Evet." dedim dudaklarımı dişleyerek. "Kusura bakma haber veremedim."

Gülerek başını iki yana salladı ve beklemediğim bir şekile uzanıp bana sıkıca sarıldı. Tüm bedenim kaskatı kesilirken, beynim işlevini yitirmiş gibi donakaldı. Kalbimde hissettiğim sızıyı görmezden gelmek istedim ancak yapamadım.

Bakışlarım istemsizce ona döndü. Bakışları bende değil kardeşindeydi ancak iki yandan sıktığı yumrukları sinirlendiğinin göstergesiydi. Ardından bakışları beni buldu. Bir insana değil de bir çöpe bakar gibi baktığında kalbimdeki sızı arttı.

Cemre benden ayrıldığında anlamsızca yüzüne baktım. "Bu da neydi?"

Omuz silkti. "İçimden geldi."

Caner bize doğru yaklaştığında Sungur Alp Karakum bizden uzaklaşarak başka yöne doğru ilerledi. Beni öylece bırakmasına şaşırmamıştım çünkü onun isteği olmadığı sürece buradan çıkamayacağımın da farkındaydım.

Caner beni kısa bir soru yağmuruna tuttuktan sonra yine bir şeyler anlatmaya başlamıştı ama odak noktam olmadığı için ne dediğini duymuyordum. Tek ilgimi çeken şey ileride duran adamdı. Yanındaki kadın gülümseyerek ona bir şeyler anlatıyordu ancak hiç dinliyor gibi durmuyordu. Bakışları etrafta dolaşırken, yanındaki kadının varlığından haberi olduğundan bile şüpheliydim.

Bakışlarımı tekrar etrafta gezdirdim. O an Victor ile kesişti bakışlarımız. Ne olduğunu sorgular gibi bakıyordu gözleri. Endişeliydi. Bunu uzaktan bile anlamıştım. Dudaklarımı birbirine bastırarak başımı iki yana salladım. Yutkundum. Gözlerine yerleşen hayal kırıklığını görmemek için bakışlarımı ondan çektim.

Derin bir nefes alarak elimdeki bardağı sıkıca tuttum. Bakışlarım ellerime gitti. Ellerim titriyordu. Nefes almakta zorlanıyordum. Ayaklarım beni zor tutuyordu. Başım hafifçe dönmeye başladı. Etraftaki her şey kısa bir an bulanıklaştı. Gözlerim kendini karanlığa teslim etmiş gibi siyahlara bürünürken etrafımdaki her şeyin yok olması ile dizlerimin bağının çözülmesi bir oldu.

Bedenim tam geriye doğru düşecekti ki sırtımda bir el hissettim. Bir dayanak gibi arkamda durdu. Gözlerim yavaşça aralandı. Okyanus ferahlığını andıran kokusunu soludum. Tüm benliğimi sarmış gibiydi. Bakışlarım yavaşça omzumun gerisine, yani ona kaydı. Oydu. Bir eli belimde, düşmeme engel olmuş bir şekilde beni tutuyordu.

Ne ara yanıma gelmişti, ne ara beni tutmuştu bilmiyorum ancak şaşkınlıkla yüzüne bakmak dışında bir şey yapmıyordum. Dengemi sağlamak amaçlı bir elimi masaya diğer elimi de beni tutan elinin üzerine koydum. Tüm bedenim alarm vermiş gibiydi. Kendime geldim. Nerede, nasıl ve kimle olduğumun farkına vardım. Bu gereksiz yakınlık fazlaydı. Birkaç adım geri giderek ellerini üzerimden çektim. Bana aynı şekilde bakmaya devam etti.

"İyi misin?" Sesi, kadifemsi ancak bir yandan da sert gibiydi.

Beni öldürecek biri için bu soru çok saçmaydı. Çok anlamsızdı. Neden umurundaymışım gibi davranıyordu? Beni kendi elleri ile öldürecekti, belki de işkence edecekti. O halde neden iyi olup olmadığımı merak ediyordu?

"İyiyim, ben.." dedim ve devamını getiremedim. Bakışları altındayken konuşmak azap gibiydi.

"Sen, ne?" diye sordu.

"Özür dilerim." diye fısıldadım tüm samimiyetimle. Bu cümle, onda hiçbir etki yaratmadı.

Duygusuz gözlere bana baktı. Konuşmadı. Ama ben ne demek istediğini anladım. Son pişmanlık fayda etmez der gibi bakıyordu gözleri. Kendi elimle kendi kendime yanmışım gibi baktı. Sadece baktı. Ama ben ne demek istediğini anladım.

Sessizdi.

Ama bu fırtına öncesi sessizlikti.

 

-2 Saat Sonra-

 

Gecenin ilerleyen saatlerinde ruhum bedenimi terk etmiş, beni can alıcı gerçekle yalnız başına bırakmıştı. Son olaylar hayal meyal zihnimde canlandırken, bir film sahnesi gibi gözümün önüne gelip gidiyordu.

 

Mum üflenmiş, hediyeler verilmiş, danslar edilmişti. Tüm gece bir ruh gibi aynı yerde dakikalarca durmuş, ifadesiz gözlerle infazımı beklemiştim. Kimse bana ne olduğunu sormamış, benimle konuşmamıştı. Sanki görünmez gibiydim. Sanki orada bulunan bir fazlalık gibiydim. Kimse beni görmemiş, anlamamıştı.

 

Ama ben oradaydım.

 

Ama yok gibiydim.

 

Şimdi ise nerede olduğumu bilmiyordum. Davetliler gidene kadar öylesine bir heykel gibi aynı yerde durmuştum. En son Dev Adamın yanıma gelişini, herkes birbiri ile veda ederken kolumdan tutup beni sürüklediğini hayal meyal hatırlıyordum. Bir arabaya bindirilişimi,sonra da uyuykaldığımı. Sungur Alp Karakum denilen adamı ise son konuşmamızdan sonra onu görmemiştim. Saatlerce önümdeki duvarla bakışmaktan başka bir şey yapmıyordum.

 

Etrafa kısa bir göz attım. Beyaz duvarlar çeşitli tablolar ile süslenmiş, odaya ayrı bir hava katmıştı. Onun evinde değildim ancak nerede olduğumu da bilmiyordum. Küçük odada sadece mavi bir yatak ve bir ayna bulunuyordu. Duvarlarda bir takvim bulunuyordu. Son yırtılan kağıt ise tam bir yıl önce bugünün tarihiydi.

 

Ne anlama geldiği hakkında en ufak bir fikrim yoktu. Neden saatlerce burada beklediğimi de bilmiyordum. Oysa tek yapması gereken şey lanet bir tetiği çekerek hayatıma son vermekti. Neler olduğunu anlayamıyordum.

 

Birileri ile konuşabilmek için birkaç kez kapıya vurmuştum ancak kimse gelmemişti. Ama birileri vardı. Aşağıdan gelen sesleri duyabiliyordum.

 

Bakışlarım küçük pencerenin üzerinde gezindi. Küçüktü ancak içinden bir insan girip çıkabilirdi. Saatlerce burada beklemenin anlamsız olduğuna kanaat ederek pencereye doğru yaklaştım. Bakışlarımı etrafta dolaştırdığımda etrafta hiçbir bina yoktu. Tamamen düzlük alan, bana dağda olup olmadığımı sorgulattı.

 

Etrafta hiçbir adam yoktu. Bu kaşlarımın çatılmasına sebep oldu. Bu ne anlama geliyordu? Beni öylece savunmasız bırakmaları akıl kârı değildi. Tekrar dışarıya baktım. İkinci katta bulunuyordum. Odanın kapısı kilitliydi, bu da kapıdan çıkamayacağım anlamına geliyordu. Derin bir nefes aldım içime. Pes etmek bana göre değildi. Üstelik böyle yerlerden çoğu kez arkamdan iz bırakmadan kaçmıştım. Buradan da kaçabilirdim. En azından denemeliydim.

 

Zihnimdeki şeytanlar fısıldamaya başladı. Dudaklarımı küçük bir gülümseme ele geçirirken ayağımdaki topukluları çıkardım. Bunlar ile hareket etmem zor olabilirdi. Bir süre pencereden dışarıyı izledim. Birkaç tane adam her beş dakikada bir arka tarafı kontrole geliyorlardı. Bu da demek oluyordu ki kaçmak için sadece beş dakikam vardı. Benin yeterli bir süreydi.

 

Fazla bile.

 

Başımı dikleştirdim. Bulduğum bir kumaş ile saçlarımı sıkıca topladım. Üzerimdeki elbise ile hareket etmek zor olacaktı ancak başka çarem yoktu. Pencereyi açmaya çalıştım ve en sonunda zorlayarak da olsa açtım. Adamlar arka taraftan gittikten sonra sürem başlamıştı. Bakışlarım aşağıya indi. Taşlar ve çimenlikler vardı. Eğer ters düşersem büyük hasar alabilirdim ancak eğer burada kalırsam da hayatımı kaybederdim.

 

Nefesimi tuttum. Düşünmek için zamanım yoktu. Bir ayağımı dışarıya çıkardım ve dudaklarımı sertçe dişleyerek aşağıya atladım. Zemin ile buluştuğum an büyük bir ağrı bedenime sertçe yayıldı. Bakışlarım yere ters düşen bacağıma gittiğinde gözlerimi sıkıca yumdum. Çığlık atmamak için ise elimi sertçe ısırdım. Çünkü ayak bileğimi kırmıştım. Toprağa düştüğüm için ses çıkmamıştı.

 

Vücudum terlemeye başlarken zaman daralmaya başlıyordu. Tek ayağım ile zorlukla da olsa ayağa kalktım. Rüzgar yüzüme sertçe vurmaya devam ederken karanlıkta etrafı görmeye çalıştım. Hızlı adımlar ile ileride bulunan kocaman çınar ağacının arkasına doğru ilerledim. Bunu yaparken de durmadan etrafı inceliyor, güvenliğimi garantiye alıyordum.

 

Sırtım çok acıyordu. Sert düşmüştüm. Ağacın arkasına geldiğim an beş dakika dolduğu için tekrar adamlar arka kısıma gelmişti. Ağacın iri gövdesinin arkasında yere çöktüm. Bu karanlıkta beni görmeleri imkansızdı. Nefes nefese saçlarıma bağladığım kumaşı çözdüm. Ardından ayak bileğime sertçe bağladım. Bunu yaparken canım çok yandığı için gözümden bir damla yaş düşmüştü.

 

Bakışlarımı tekrar etrafa dolaştırdım. İleride orman vardı ancak çok uzak değildi. Üstelik ay ışığı tam ormanın üzerinde bulunduğu için o taraftar biraz daha aydınlıktı.

 

Adamlar tekrar evin ön cephesine doğru ilerlemeye başladığında zorlukla da olsa ayağa kalkabildim. Kırılan ayağım yüzünden yalpalayarak da olsa koşmaya çalıştım. Eğer hızlı olursam beş dakika dolmadan ormana varabilirdim.

 

Ne ayağımdaki acıyı ne de gözümden düşen yaşları umursamadım. Son sürat koşmaya devam ettim. Ayağım tökezledi. Düştüm. Yine kalktım ve koşmaya devam ettim. Benim nezdimde pes etmek yoktu ve olmayacaktı. Bu yüzden koştum. Koşabildiğim kadar.

 

Ormana yakın bir yerde durup bir ağacın arkasında nefeslendim. Bir süre orada dinlendikten sonra yine koşmaya başladım. Ormanın girişine geldiğimde kısa bir an durup etrafa baktım. Ev uzakta görünüyordu. Bu kadar koştuğumu görünce şaşırmadan edemedim. Ayaklarım çıplak olduğu için altı hep yara olmuştu ancak şu an bunu düşünecek durumda değildim.

 

Her ne kadar acıyor olsa bile.

 

Ormana geldiğim için geri kalan yolu yürüyerek ilerlemeye başladım. Ne kadar ilerlemiştim bilmiyorum. En son hava yavaş yavaş aydınlanmaya başladığında gün doğmaya başlıyordu. Ayaklarımda derman bitmişti. Kendimi saatlerce dayak yemiş gibi hissediyordum.

 

Saatlerce dayak yesek bu kadar acı verici olmazdı inan.

 

Neden her yer aynıydı? Bu ormanın bir sonu yok muydu? Hep aynı yerde ilerliyormuş gibi hissetmeye başlamıştım. Yokluğum çoktan fark edilmiş olmalıydı. Beni aramaya başlamış bile olabilirlerdi. Ağrıyan başımı ovuşturdum. Ayaklarım beni daha fazla taşıyamayacağı duruma gelince diz üstü yere çöktüm. Gözlerim kocaman ağaçların üzerinde gezindi. Henüz tam sabah olmadığı için kasvetli bir hava vardı.

 

Uçan kuşlara kısa bir bakış attım. Uykum gelmeye başlamıştı. Tüm gece yürütmüştüm ve muhtemelen çok uzaklaşmıştım. Kısa bir süreliğine uyumanın bana zararı dokunmazdı. Göz kapaklarım ağırlık yapmaya başladı. Nefes nefese ağaçları izlerken uykuya dalmak üzereydim.

 

Ardından bana yaklaşan ayak seslerini duydum. Bedenim tepki vermedi. Saatlerce yürümüş olduğum için hayal görüyor olmalıydım. Kaşlarım usulca çatıldı. Ayak sesleri ise oldukça yaklaştı. Tam baş ucumda durdu. Ses şimdi çok yakındaydı. Başımı zorlukla da olsa hareket ettirerek çevirdim. Tüm bedenim dondu. Kalbim korkuyla çarpmaya başladı.

 

Bana bana okyanus gözler ilk defa ifadesiz değildi. Hafifçe eğildi ve tek dizinin üzerine çöktü. Şimdi daha yakındı. "İyi dayandın," diye mırıldandı. Ardından yüzüme düşen saçlarımı parmağı ile çekti. "Hayalet."

 

Nefes almayı bıraktım. Çünkü bu benim gizli lakabımdı.

 

2 Gün Sonra

 

Nefret bazen hiç katlanılmayacak bir silah olabilirdi. En zoru ise bu silahın namlusunun sizin üzerinizde olmasıydı. Çünkü bu hayatta en katlanılmaz şeylerden biriydi, kendinden nefret etmek.

 

Kendime karşı duyduğum saf bir nefret vardı. Bunun temelini ise sinir atıyordu. Yakalanmanın verdiği kırık gururum, bunu kendine yediremiyor, sinirleniyor ve kendimden nefret etmeme sebep oluyordu.

 

Bakışlarımı etrafta dolaştırdım. Burası bir hastane odasıydı. Beyaz tavanlar, kolumdaki serum ve durmadan öten bir cihaz bunu kanıtlıyordu. Yaklaşık bir saat önce uyanmıştım ancak etrafımda kimse yoktu. Odaya gelip giden biri de yoktu.

 

Zaman kavramını yitirmiştim. Ne kadar süredir uyuduğum hakkında en ufak bir fikrim yoktu. İki ayağımda sargı bezi ile sarılmış, üzerime mavi bir hastane kıyafeti giydirmişlerdi. Kırık ayak bileğim ise alçıya alınmıştı ancak ağrısı hala geçmemişti.

 

Bakışlarım serum üzerinde dolaştı. Muhtemelen antibiyotik vermişlerdi çünkü daha önce de sıklıkla alırdım. Serum bittiği an bir düğme yanıp sönmeye başladı. Kaşlarım çatılırken ne olduğunu sorguluyordum ki, kapının açılma sesini duyunca bakışlarım oraya döndü.

 

Beyaz kıyafetleri ile iki hemşire içeriye girdiler. Önde olan beni görünce gülümsedi. "Uyanmışsın." Bakışları yanındaki hemşireye döndü. "Sungur Bey'e haber verin."

 

İsmini duymam ile bütün bedenim soğurken, kalp atışlarım hızlanmaya başlamıştı. Bana son söylediği sözler bir türlü aklımdan gitmiyordu. Kim olduğumu biliyordu. Üstelik bunu sınırlı kişiler bilirken. Kaçtığımı düşünmemi sağlamıştı. Benimle bir oyuncak gibi oynamış, sınırlarımı görmek istemişti.

 

Hemşire yanıma gelip serumu çıkardı. Bunu yaparken de benimle konuşmak için ağzını araladı. "Nasıl hissediyorsun?"

 

"Üzerimden kamyon geçmiş gibi," diye mırıldandığımda hafifçe kıkırdadı. Ardından başka bir ilacı takmaya başladı.

 

Kafa karışıklığı ile yüzüne baktım. "Ne kadar süredir uyuyorum?"

 

Bana bakmadan konuştu. "2 gündür."

 

Gözlerim fal taşı gibi açıldı. Dehşet içinde yüzüne bakarken bu kadar uyumuş olmamı anlamsız buldum. Çekingen bir ifadeyle kızın yüzüne baktım ancak onun tek odağı yeni taktığı ilaçtaydı. Hafifçe boğazımı temizledim. "Şey..... O burada ?"

 

Kimden bahsettiğimi anlamış gibi kısa bir an bana baktı. "Evet." dedi. "Burada."

 

Bir an ona gerçekleri anlatmayı düşündüm. Beni ondan kurtarması için yardım istemeyi. Ancak bu çok saçma olurdu çünkü onun gibi adamlar istedikleri şeyi istediği yerde yapabilirlerdi. Belki benim yüzümden bu kıza da bulaşabilirdi bu yüzden böyle bir şey olmasını göze alamazdım. Bu sadece beni tehlikeye atardı.

 

"İyice dinlen," dedikten sonra ellerini gömleğinin cebine yerleştirerek bana baktı. "Birazdan burada olur." Göz kırptı ve gitti.

 

Kadın gittikten sonra yerimden doğruldum. Etrafa baktım. Bana yeni taktığı ilaca bakmadan kolumdan çıkardım. Sert davrandığım için kanamaya başladı ancak umursamadım. Hastane elbisesi dizlerimin altında bitiyordu. Ayaklarım ise tamamen sargıdaydı.

 

Ayağa kalktığımda ayaklarım sızladı. Dudaklarımdan acı dolu bir inleme çıktı. Yavaş adımlarla kapıya doğru ilerledim. Yavaş bir şekilde kapıyı araladım ve dışarıya baktım. Lanet olsun!

 

Kapının önünde kocaman iki adam bulunuyordu.

 

Gözlerimi belerterek kapıyı sessizce kapattım ve geri geldim. Pencereyi açıp kaçıncı katta olduğumuza baktım. Şaşkınlıkla gözlerimi kırpıştırdım. Hastanenin en üst katında bir yerdeydim. Öyle ki, dışarıdaki insanlar karınca kadar küçük görünüyordu. Bu sefer atlamayacağımı garantiye almak istemiş olmalıydı.

 

Bakışlarımı önce sağ tarafa, sonra da sol tarafa çevirdim. Etrafta tutunabileceğim hiçbir şey yoktu. Sinirle nefesini verirken bir elim başıma gitti. Başım şiddetle ağrımaya başlamıştı ancak duramazdım. Hızlı adımlarımı odada bulunan banyoya yönlendirdim. Banyoya girdiğim an etrafta bir havalandırma aradım. Bakışlarım köşede bulunan havalandırmayı bulunca rahatlayarak nefesimi verdim. İçeriye görebileceğim bir büyüklükteydi.

 

Hızlı davrandım. Kapağını kaldırım ve içeriye girdim. Ardından kapağını kapattım. Tam o sırada odanın kapısının açılma ses duyuldu. Emekleyerek ilerlemeye başladım. Bir süre ilerledikten sonra başka bir havalandırmaya ulaştım. Gözlerimi kısarak nereye çıktığını görünce koridor olduğunu gördüm. Her yerde siyah giyinen adamlar vardı.

 

Adam psikopat gibi her yere adam dikmiş.

 

Sinirle nefesimi vererek ilerlemeye devam ettim. Ne kadar ilerlersem ilerleyeyim düzgün bir yere çıkamıyordum. Hastanenin her bir karesine adam yerleştirmişti.

 

Durmadan ilerlemeye devam ettim. Son havalandırmaya geldiğimde tedirginlikle yaklaştım. Dizlerim acımaya başlamıştı. Üstelik hep aynı pozisyonda olduğum için boynum da pek farklı değildi. Son havalandırmanın önüne geldiğimde burasının teras olduğunu gördüm. Rahatlayarak nefesimi verdim. Sonunda kurtulabilirdim.

 

Kapağını yavaşça açtım ve dışarıya koydum. Zorlukla da olsa içinden çıkabildiğimde yüzümü bir gülümseme ele geçirdi. Hava rüzgarlı olduğu için uçuşan saçlarımı sırtıma attım. Birkaç adım ilerledim. Yaralarım yüzünden adımlarım sarsaktı. Bakışlarım aşağıya kaydığında adamlar her yeri sarmıştı. Kaşlarım çatıldı. Buradan nasıl çıkacaktım?

 

"Etkilendim." Duyduğum sesle irkilerek arkamı döndüm. Bir kez daha yakalanmış olmanın verdiği hayal kırıklığı ile dişlerimi sıktım. Muzip gözleri beni inceliyordu. Gözlerinde beni burada görmeyi bekliyormuş gibi bir ifade vardı.

 

Sungur Alp Karakum elindei sigarasını içerken, yanındaki duvara yaslanmış, beni izliyordu.

 

Üzerinde beyaz bir gömlek ve siyah bir pantolon vardı. Saçları hafif alnına dökülmüş, hoş bir görüntü sunuyordu. Güneşten dolayı kısılan okyanus gözleri merakla beni inceliyordu. Bakışları ayaklarıma düştüğünde ise kaşları gözle görülür bir şekilde çatıldı.

 

"Sen her seferinde böyle kaçacak mısın?" diye sordu merakla. Başını yana eğerek cevap isteyen gözlerle bana baktı.

 

"Tamam, pes ediyorum." dedim ellerimi havaya kaldırarak. Yorgun bakışlarım onu bulurken rüzgar yüzünden saçlarım havada uçuşuyordu. "Öldür beni."

 

Kaşları havalanırken yüzünde oyunbaz bir ifade belirdi. "Seni öldürmeyeceğim Meva," dedi uysal bir sesle.

 

Anlmayarak yüzüne baktım. Dehşet dolu ifadem onu eğlendirmiş gibi duruyordu. "O zaman ne yapacaksın?" derken kalbim küt küt atıyordu. "İşkence mi edeceksin?"

 

"Hayır."

 

"Hayvanlara yem mi edeceksin?"

 

Kaşları çatıldı. "Hayır." Bunu nerden çıkardın der gibi bakmaya başladı.

 

"O zaman beni diri diri gömecek misin?" derken dehşetle yüzüne bakmaya başlamıştım.

 

Konuşan balık görmüş gibi baktı yüzüme. "Hayır."

 

"O zaman," Gözlerim irice açıldı. "Organlarımı mı çalacaksın?"

 

"Bunu neden yapayım?" diye sordu. Bunu gerçekten merak eder gibi bakıyordu.

 

"Satmak için."

 

Kaşları havalandı. "Sence benim o paraya ihtiyacım mı var?"

 

Doğru, yoktu. O halde bana ne yapacaktı? Öylesine bırakacak olsa şimdiye kadar peşimde dolaşmazdı. Merakla yüzüne baktım. "O zaman bana ne yapacaksın?"

 

Sıkıntılı bir nefes vererek sigarasından derin bir nefes aldı. Gamzeleri ortaya çıktığında bakışlarım istemsizce oraya döndü. "Hiçbir şey."

 

Gözlerimi kırpıştırarak yüzüne baktım. "Nasıl yani, öylece bırakacak mısın beni?"

 

"Hayır." derken sesi net çıkmıştı. "Seninle konuşacağız Meva," dedi. İsmim, ağzından bir lütuf gibi çıkıyordu. "Ama önce bu hastaneden çıkmalıyız."

 

"Sadece konuşacak mıyız?" derken şaşkınlığım sesimden anlaşılıyordu.

 

Bakışları kısıldı. "Başka ne yapmak istersin?"

 

Rüzgar yüzünden uçuşan saçlarımı tekrar sırtıma attım. Kuşkulu gözlerim onun üzerinde dolaşıyordu. "Seninle gelmeyeceğim." dedim kendimden emin bir ifadeyle. "Gerekirse aşağıya atlarım ve inana bana yaparım bunu."

 

Yüzünde bıkkın bir ifade oluşurken derin bir nefes alarak kaşlarını kaldırıp bana baktı. Bu hareket anlamsızca karizmatik gelmişti gözüme. "Yaparsın," dedi başını sallayarak. "İnanıyorum." Ellerini iki yana açtı. "Ama seni öldürmek isteseydim bun zaten yapardım."

 

Haklıydı. Beni öldürmek için oldukça fırsatı vardı ancak bunu yapmamıştı. Ne yapmaya çalıştığı hakkında en ufak bir fikrimin olmaması canımı sıkmaya başlamıştı. Başımı dikleştirdim ve ona baktım. "Ne hakkında konuşmak istiyorsun?"

 

Okyanusu andıran lacivert gözleri kısıldı. Bu sayede gür kirpikleri ortaya çıkmıştı. Hayranlığımı yansıtmamaya çalışarak ona baktığımda dudaklarını ıslattı. "Bunu konuşmak için daha sakin bir yer bulsak iyi olur." dedi. "Her an atlamayacağının garantisi yok. Üstelik," Kaşları çatıldı. "İhanetin hakkında da konuşacağız küçük cadı, bunu yanına bırakmayacağıma emin olabilirsin."

 

Cadı derken?

 

Kalbim bu sefer de korkuyla atmaya başladı. Öfke ile yüzüne baksam da bunu umursamadı. Ardından elimdeki tek seçeneği kullanarak hafifçe başımı salladım.

 

Bir çocuğu ikna etmek istermiş gibi bakıyordu. Sigarasını söndürdükten sonra bana baktı. "Yürüyebilecek misin?" Başımı sallayarak yürümeye başladım ancak sargılardan dolayı hem zorlanıyor, hem de canım yanıyordu. Ne olduğunu anlamadan beni bir anda kucağına aldığında dehşet içinde ona baktım. O ise bana değil önüne bakıyordu.

 

Ferah kokusu genzimi yaktığında içime derin bir nefes çektim. Neyseki bunu fark etmemişti. Alttan profili oldukça çekiciydi. Ancak bunu düşünmemem gerekirdi. Kucağında ben yokmuşum gibi büyük bir rahatlıkla yürümeye devam ettiğinde kalbim durmadan çarpıyordu.

 

Bana ne yapacaktı? Benimle ne konuşacaktı? Beni öldürmesi gerekmez miydi? O halde neden bunu yapmayacağını söylemişti? Belki de yalan söylemişti, onunla gitmeyi kabul etmem için yaptığı bir teklif olabilirdi.

 

İstemesen bile seni her türlü alabilirdi Meva.

 

Beni öldürmeyecekse, benden ne istiyordu?







 

BÖLÜM SONU 🧭


 

-Bölümü nasıl buldunuz bakalım???

 

- Sizce Sungur onunla ne konuşacak?

 

-Yeni bölüm hakkında teorilerinizi yazmaktan çekinmeyin lütfen...

 

Yeni bölümde görüşmek üzere hoşça ve sağlıklıca kalınnnn.

 

Loading...
0%