Yeni Üyelik
4.
Bölüm

4.BÖLÜM : TEKLİF

@melekaydinn_56

13 Şubat 2009

 

Ellerindeki sargı bezlerine bakarken yüzünden hiçbir ifade okunmuyordu. En son neler olduğunu hayal meyal hatırlıyordu. Vücudu çok acıyordu ve bir an önce geçmesini istiyordu. Ancak daha çok istediği bir şey vardı.

 

Ailesi.

 

Meva, yanında öten cihazları duymamak için dişlerini sıktı. Neler olduğunu bilmiyordu, ailesi nasıldı bilmiyordu, neredeydi bilmiyordu. Korkuyordu ve yanında olan kimse yoktu.

 

Ailesini merak ediyordu. Kalbi durmadan korkuyla çarpıyordu. Bu sebeple yanında öten cihazlar da hızlanmıştı. Sertçe yutkunarak tedirginlikle etrafına baktı. Küçük bir hastane odasında tek başındaydı.

 

Gözleri dolmaya başlarken, bir anda kapı açıldı. Kalbi heyecanla çarptı. Ailesinin geldiğini düşündü. Korkusu bir anda duman gibi uçuverdi. Ardından içeriye giren birkaç hemşireyi görünce hayal kırıklığına uğramadan edemedi.

 

Dudakları titrerken gergin bir sesle, "Şey," diye mırıldandı çekingenlikle. "Ailem nerede, neden yanımda yoklar?" diye sordu masumca. "Yanıma gelmelerini söyleyebilir misiniz lütfen?" Ardından umutla karşısındaki kadınlara baktı.

 

Onu kontrol etmeye gelen iki hemşire birbirlerine kısa bir bakış attılar. Onlara, ailesinin kazada öldüğü söylenmişti ancak bunu kıza nasıl söyleyeceklerini bilemediler. Çaresizce birbirlerine baktılar.

 

"Şey,tatlım," diyerek öne çıktı en genç olan. Kocaman gülümsedi ve saçlarını okşadı. "Annenler buradaydı ama kısa bir yere kadar gittiler, birazdan burada olurlar." derken içi acıdı.

 

Meva rahatlıkla gülümsedi. Bu karşısındaki kadınların daha da üzülmesine sebep oldu. "Peki, çabuk gelmelerini söyleyebilir misiniz. korkuyorum." derken utanmıştı.

 

"Söyleriz tabii, senin şimdi yatıp dinlenmen lazım." dedi hemşirelerden birisi. Ardından gelip kolundaki kelebeğe yeni bir ilaç ekledi. Meva, ailesinin geleceğini düşünerek mutlu bir şekilde uykuya daldığında rüyasında onları görmüştü.

 

Ertesi gün uyandığında hemşirelere yine ailesinin sormuştu. Ailesi hala gelmemişti. Yine de umudu kesmemişti. Geleceklerdi biliyordu. Annesi, onun korumasına asla katlanamazdı. Bu yüzden bekledi. Bir ümit gelir diye bekledi.

 

Saatler sonra, ertesi güne uyandı. Ailesi yine yoktu. Üzülmüştü. Hatta kimsenin görmediği bir anda hıçkırarak ağlamıştı ama inanıyordu. Geleceklerdi. Onu yalnız bırakmazlardı.

 

Günler birbirini devirmişti. Meva artık iyileşmeye başlamıştı ve bir şeylerin farkına varıyordu. Acı gerçek her ne kadar istemese de yüzüne tokat gibi çarpmıştı.

 

Gelmeyeceklerdi.

 

Sorgulamadan edemiyordu. Yalnız başındaydı. Korkuyordu. Herkes ona yalanlar söylüyordu. Üstelik her yerinde yara vardı ama merhem sürecek bir annesi yoktu yanında. Yine de beklemeye devam etti. Yine gelmediler.

 

Birkaç gün sonra onları aramak istediğine karar verdi. O kazada herkes aynı arabada oldugu için Ailesi de bu hastanede olmalıydı. Çıplak ayaklarla, kolunda kelebek iğnesi ile kapıya doğru ilerledi. Eli kapının koluna uzandı ancak kapının arkasında konuşulan konu yüzünden eli havada kaldı.

 

"Ne yapacağız?" diye sordu bir hemşire. "Çocuk kaç gündür ailesini sorup duruyor, her gün umutla onları bekliyor, yine soracak biliyorum." derken ses tonu çaresizdi.

 

Diğer hemşire konuştu bu sefer de. "Sen neden ona ailesinin bir yere gittiğini söylüyorsun ki!" dedi sinirle. "Çocuğa boşuna ümit verdin."

 

Bu sefer önceki hemşire tekrar konuştu. "Ya ne diyecektim?" diye sordu çaresizce. "Ailen öldü senin kimsen yok mu deseydim?"

 

Meva oldugu yerde kalakaldı.

 

Senin ailen öldü.

 

Gözleri hızla doldu, yaşlar bu günü bekliyormuş gibi minik yanaklarından süzülmeye başladı. İçinde şiddetli bir ağrı oldu ancak bu fiziksel değil ruhsaldı.

 

O sırada hemşireler kapının önünde tartışmaya son vererek içeriye doğru adımlarını attılar. Kapıyı açtıkları an karşılarında gördükleri manzara, dehşet içinde kalmalarını sağladı.

 

"Annem," diye hıçkırıklarla ağladı Meva. Yaşlarla dolan gözlerinin Ardından gelen hemşirelere baktı. "Babam, abim. Hepsi öldü ?"

 

O dakikadan sonra onu durduramamışlardı. Meva krize girerek bayılmıştı. Sonra uyanmış, ve ağlayarak yine uyuyakalmıştı. Artık beklemekten vazgeçmisti. Gelmeyeceklerdi.

 

Gelemezlerdi.

 

Çünkü onlar artık yaşamıyordu.

 

O günden sonra Meva'nın da pek yaşadığı söylenemezdi.

 

Çünkü bir yapboz eksik bile olsa, tamamlanamazdı. En değerli parçası üzerinde olmadığı sürece güzel bir görüntü sunamazdı. Meva'nın da hayatı bir yapboz gibiydi. En değerli paraları elinden gitmiş, onu yalnız ve birbaşına bırakmışlardı. Şimdi ise ondan yaşamasını bekliyorlardı ancak onlar olmadan Meva mutlu olamazdı.

 

Kimse bunu görmedi.

 

Tıpkı acısını görmediği gibi.

 

Çünkü artık gerçekten yalnızdı.

 

Şimdiki Zaman

 

Kırılan cam parçaları bir ok misali kalbime saplanırken, bu camparaları buzdan gözyaşından oluşuyordu. Ağlamak bana göre bir lütuftu. Acıların dışarıya yansıması olarak da görülebilirdi. Bu yüzden ağlamayı severdim. Bazen nedensiz olsa bile.

 

Küçükken bir keresinde arka bahçede annemin benim için yaptığı hamakta uzanırken canım sıkılmıştı. Yapacak bir şey bulamayınca kendi kendime ağlamayı denemiştim. Ve ilk o an fark etmiştim, ağlamanın insana gerçekten iyi geldiğini.

 

Gereksiz şeylere ağlayan, ancak önemli şeylerde buz olan bir kalbim vardı. Boynumu yanlışlıkla kestiğim günü hatırlıyorum. Çığlık atışımı, annemin endişe ile yanıma gelişini ve benden daha çok telaşlanmasını. Ancak o gün hiç ağlamamıştım. Öyle ki, gözlerim bile dolmamıştı. Ancak annemle beraber izlediğimiz bir romantik film yüzünden saatlerce ağlamıştım. Bunun sebebi ise sonunun kötü bitmeseydi.

 

Dengesiz bir kız olduğum küçükken de belliydi. Annem bana her zaman yaramaz der, pesimden koşmaktan yorulduğunu söylerdi. Ancak her akşam beni kucağına yatırıp bana masal okuduğunda haylaz bir kıza değilde, dokunmaya kıyamadığı kadar naif bir varlıkmışım gibi okşardı saçımı.

 

O günleri özlüyordum.

 

Bazen bilerek kör olur insan, demişti babam. Görmek istedigi şeyi görür, görmek istemediğini görmez demişti. Gerçekten de kördüm ancak bunun sebebi görmek istediklerim değil, istemediklerimdi. Çünkü yıllarca ölü bildiğim ailem yaşıyordu. İstediğim şey yaşamları iken, kendimi öldüklerine dair kandırmış mıydım?

 

Geç olmuştu belki ama fark etmiştim. Bana ailemi ölü olarak gösterdiklerinde sorgulamadan inanmıştım. Oysa herkesin ölü olarak çıktığı bir kazada, ben nasıl hasarsız çıkabilmiştim? Bunu neden hiç merak edip de araştırmamıştım? Babam haklıydı, insan gerçekten de kör olabiliyordu.

 

"Ne düşünüyorsun?"

 

Duyduğum ses yüzünden bakışlarımı yoldan çekip yanımda oturan adama baktım. Okyanus gözleri kısılmış, sanki düşüncelerimi görmek ister gibi merakla beni inceliyordu.

 

Bakışları bana uçsuz bucaksız bir okyanusu anımsatıyordu. Gidenin bir daha gelemediği bir okyanus. Laciverte boyanmış , içinde milyonlarca duyguyu aynı anda barındıran dalgalar gibi.

 

"Hiç," dedim omuz silkerek. Bakışlarımı tekrar yola çevirdim. "Ne kadar kaldı?"

 

Yaklaşık saatlerdir cama başımı yaslayarak geçip giden yolu izlemekten başka bir şey yapmıyordum. Zihnim ilk defa sessizdi.

 

"Bana soruyorsun?" diye sordu alaylı bir sesle. "Benden daha iyi bilirsin buraları."

 

Laf sokmalar da başlamış.

 

Ona ters ters bakmaya başladığımda umursamazca önüne döndü. Beni ciddiye bile almadığını görmek sinirlerimi bozsa da yol boyunca sesimi çıkarmamıştım. Bir süre sonra eve yaklaştığımızı fark ettiğimde derin bir nefes aldım. İçimi tedirginlik kaplamış olsa bile bunu ona belli etmemek için oldukça çabalamak zorunda kaldım.

 

"Cemre'ye hiçbir şey anlatmayacaksın." dedi kendinden emin bir ifadeyle, emir verir gibi konuşarak. "Onu oyununa alet ettiğini öğrenirse ve kalbi kırılırsa, ben de senin kalbini kırarım ve inan bana," Hafifçe bana doğru eğildi. "Kaldıramazsın."

 

Bana olan açık tehdidi içimde hiçbir şey ifade etmedi. Öyle ki, yaprak kımıldamadı. Ciddi olduğunu gözlerine bakarak bile anlayabiliyordum ancak bunlar beni korkutmuyordu. İstediği kadar konuşabilirdi.

 

Dudaklarımda alaylı bir gülümseme oluştu. Başımı iki yana sallarken, gülümsemeye devam ettim. "Sen beni hiç tanımıyorsun."

 

"Seni çok iyi tanıyorum." dedi tok bir sesle. "Sadece sen bilmiyorsun."

 

"Öyle mi?" Ona doğru dönerek kollarımı göğsümde birleştirdim. "Söylesene, kimim ben?"

 

Bu sefer onun da yüzünde alaylı bir gülümseme oluştu. "Zengin insanların evine girip paralarını çalan bir hırsız dışında ?" diye sordu beni dumura uğratarak. "Yoksa cemiyette masum kız rolü oynayan bir dolandırıcı ?"

 

Vücudum öfke ile dolunca sık bir nefes aldım ve işaret parmağımı ona doğru doğrulttum. "Sözlerine dikkat et."

 

Başını arkasındaki koltuğa yaslarken hafifçe güldü. Bu keyiften uzak, tamamen dalga amaçlı yaptığı bir eylemdi ancak aklımı başımdan almak için yeterli olmuştu. Bakışlarım oluşan çene gamzesine, kısılan gözlerine değince içimde tuhaf bir his karnımı tırmaladı. Oysa şu an sinirlenmem gerekiyordu, heyecanlanmam değil.

 

Evin önüne geldiğimizde kocaman demir kapı girmemiz için açılmıştı. Yaklaşık birkaç gün önce buraya gizlice girdiğimi, şu an ise ev sahibinin arabasında rahatça girdiğimi düşünürsek, boku yemiş olabilirdim. Çünkü adam lanet olası bir katildi.

 

Araba bahçede durduğunda içime çektiğim nefesimi tuttum. Meraklı bakışlarım onu bulunca o bana hiç bakmadan arabadan indi. Bakışlarım sargılı ayaklarıma kaydı. Umursamadım. Kimseye ihtiyacım yoktu. Tam çıkmak için kapıyı açıyordum ki biri benden önce davranıp kapıyı açtı. Bakışlarım oraya döndüğünde okyanus gözlerle beni inceliyordu.

 

"Yürüyebilirim." dedim dudaklarımı ıslatarak. Bakışları kısa bir an oraya düştü. Bir saniye bile sürmemiş olabilirdi. Hemen gözlerime tırmandı. "Bunu son söylediğinde sonucu gördük."

 

Cevap vermeme gerek kalmadan beni küçük bir oyuncağı eline alır gibi rahatlıkla kucakladığında ellerimi boynuna doladım. Bakışları kısa bir an bana dönüp tekrar önüne döndü. Yürümeye başlaması ile bahçede bulunan bütün adamlar far görmüş tavşan gibi şaşkınlıkla bize bakıyordu.


Onu sinir etmek istedim. Nasıl ki o her bir kelimesi ile beni delirtebiliyorsa ben de bunu yapabilmek istedim.

Dudaklarımı birbirine bastırıp alttan alttan ona baktım. "Sen beni taşımak için bahane arıyor olabilir misin?" diyen sesim bana yabancı gelecek şekilde cilveliydi.

 

Adım atmayı bıraktı. Yüzünde hiçbir ifade barındırmayarak bana baktı. "Öyle mi?" dedi kuru bir sesle. Sonra aniden ellerini çekti ve ben sırt üstü yere çakıldım.

 

Beni yere attı!

 

Daha önce de atladığım için sırtımda oluşan ağrı bin katı şiddetle ağrımaya başladığında olduğum yerde gözlerimi yumup dişlerimi sıktım. Gözlerimi açarak yüzüne baktığımda üstten üstten bana baktı. "Üçüncü kata kadar çıkarsın artık."

 

Ve arkasını dönüp gitti.

 

Şerefsiz.

 

Arkasından gözlerimi kırpıştırarak baktığımda sinir bütün vücuduma hücum etmişti. Birkaç tane adam başımda durmaya başladığında zorlukla da olsa ayağa kalktım. Biri bile yardım için elini uzatmamıştı.

 

Şerefsizler.

 

Her ne kadar canım yanıyor olsa da dik bir şekilde yürümeye başladım. Bakışlarım asansöre kaydı. Evin içinde asansör varken, neden bana merdivenleri kullandırıyordu?Bir anda kocaman bir cüsse önüme geçerek asansör ile aramızdaki bakışmaya son verdi. Bakışları ile merdiveni işaret etti. "İlerleyin."

 

Kendisi yetmiyormuş gibi bir de adamlarının bu gereksiz ciddiyeti ile uğraşmak zorundaydım.

 

"Emredersin." diyerek göz devirdiğimde bana aynı şekilde bakmaya devam etti. Oflayarak merdivenleri çıkmaya başladım. Attığım her bir adım bedenime saplanan bir hançer gibi canımı yaksa da hiç duraksamadan yürümeye devam ettim. Ayaklarım sargı içine olduğu için, yürümek ayrı bir zordu.

 

Sonunda üst katı çıktığımda nefes nefese kalmıştım. Bana az önce atar gider yapan adam eliyle koridoru işaret etti. Peşinden ilerlediğimde beni nereye götürdüğü hakkında en ufak bir fikrim yoktu.

 

"Bu gece dinlenin," diyen adamla bakışlarım tekrar onu buldu. Ciddi gözlerle önümüzde bulunan odanın kapısını işaret etti. "İçeriye geçin."

 

"Rica diye bir şey var bilir misin?" diye sordum.

 

"İçeriye geçin."

 

"Bana emir vermeyi kes," diyerek onu tersledim. Bana aynı şekilde bakmaya devam etti. Sinirlerimin daha da çoğaldığını hissettim. "Ayrıca söyle o kendini beğenmiş patronuna, misafirliğe gelmedim ben."


Yüzüne öfke ile baksam da karşımdaki adam da patronu gibiydi. Buzdan gözlerle karşısında boş konuşuyormuşum gibi hissetmeme sebep oldu. Tam ağzının payını vermek için tekrar ağzımı açacaktım ki arkamdan gelen ses ile susmak zorunda kaldım.

"Haklısın," diyen kişi, merdivenlerin başında, üstten üstten bana bakıyordu. "Genelde bir şeyler çalmaya gelirsin."

Merdivenleri inmeye başladığımda meydan okuyan gözleri beni buldu. Her seferinde rengine karşı hayret ediyordum. "Ayrıca kendini beğenmiş mi?" Başını iki yana salladı. "Bunu bir kaçığın söylemesi oldukça komik."

Kibirli gözleriyle beni üstten üstten süzdüğünde öfkemin büyüyüp katlandığını hissettim. "Öyle mi?" diye sordum alayla. Ona olan bakışlarımda saf bir nefret barizdi. "O halde dikkat edersen iyi edersin."

Kaşları alayla havalandı. "Bir hırsız tarafından tehdit mi ediyorum?"

"Hırsızdan çok daha fazlası olduğumu sende biliyorsun."

Diğer adamlar ne ara gitmişlerdi hiçbir fikrim yoktu ancak Sungur Alp Karakum merdivenleri inmeye başlayınca başımı dikleştirerek ona bakmaya başladım. "Beni burada zorla tutamazsın."

"Tutuyorum işte." dedi ellerini iki yana açarak. Şimdi tam karşımda duruyordu. Ses tonu oldukça sakin çıkmıştı.

Yüzümde kendini beğenmiş bir gülümseme oluştu. "İstersem buradan yok olmak dakikalarımı almaz, ama ille de kazanmış hissediyorsan sen bilirsin. Sonra da hayal kırıklığına uğramanı istemem." Başımla onu işaret ettim. "Ama sen yine de kaybetmeye alış istersen," sırıttım. "Çünkü bana karşı her zaman sonucun bu olacak."

Kelimenin tam anlamı ile yüzüme bakakaldı.

Bakışlarında öfke ya da herhangi bir yenilmişlik duygusu arasam dahi bulamadım. Bakışlarında merak vardı. Onunla bu şekilde konuşmaya cesaret eden kişiyi tanımak istiyordu.

"Dinlenmek falan istemiyorum." dedim. "Ne konuşacaksak konuşalım."

Bir süre gözleri ile beni inceledi. Ne aradığı hakkında en ufak bir fikrim olmasa da çokta umurumda olduğu söylenemezdi. Bir eli ile yürümemi işaret ettiğinde yürümeye başladık. Birkaç dakika sonra, üst katta bulunan çalışma odasına gelmiş bulunuyorduk. Ben kendimi koltuklara atarken, o karşımdaki masaya yaslanarak, kollarını göğsünde bağladı ve dikkatle bana bakmaya başladı.

"İlginç," diye mırıldandı bir süre sonra. Kısık bakışları beni tavaf ediyordu.

"İlginç olan ne?" diye sordum.

"Oyunculuğun." dedi yanıt olarak. "Bir an benden gerçekten korktuğunu düşündüm."

Ondan hiç korkmamıştım.

Sadece korkmuş gibi görünmem gerekiyordu ve bunun için önce kendimi inandırmalıydım. Bu sebeple böyle düşünmesi çok normaldi.

Adam isterse bizi öldürür.

Ama Ölüm bile bizi korkutamaz.

"Bunu bir iltifat olarak kabul ediyorum." diyerek gülümsedim. Gururum okşanmıştı.

Ağır ağır başını salladı. "Kimsin sen?" diye sordu. "Cemal Sevilmiş tarafından gönderildiğini biliyorum ancak onun köpeklerinden değilsin." derken kendinden oldukça emindi. "Seni tek bir için tutmuş olmalı ancak sen para karşılığında yapacak biri de değilsin, karşılığında sana vaat ettiği şey ne?"

Beni tanıyordu.

Gerçekten tanıyordu.

Bir an ne diyeceğimi bilemedim. Öylece yüzüne bakarken aklıma hiçbir bahane gelmiyordu. Oysa, ben çok iyi bir yalancıydım. Neden yüzüne bakarken, aklım sadece okyanus gözlerini kadraja alıyordu? Neden düşünme yetimi kaybetmiş gibi hissediyordum?

Konuşmayacağımı anladığında derin bir nefes aldı. "Hayalet lakabı ile ünlü adamlarının paralarını çalan bir insanın para için çalışması neredeyse imkansız. Son kez soruyorum, neden ona yardım ettin?"

Dudaklarım benden bağımsız aralandı. "Söyleyemem."

Kaşları çatıldı. Cevabımdan hoşlanmamıştı. Okyanus gözleri şüphe ile kısıldı. Başını yana eğerek aşırı karizmatik bir şekilde bana baktı. "Meva Özdemir," dedi adımı söyleyerek. "Çocuk yaşta ailesinin ölmesi üzerine sokakta yaşamaya başlayan küçük kız çocuğu. Daha sonra lise yıllarında işe girerek kendine bir ev tutar. Hırsızlık yapmaya başladıktan sonra işi bırakıp bu sefer de derslerine odaklanarak güzel bir üniversite kazanır. Ardından iz bırakmayan bu hırsız cemiyette Hayalet lakabı ile anılmaya başlar. "

Başımı dikleştirdim ve devam etmesini bekledim. Kalbim küt küt atıyordu.

"Daha sonra evine bir zarf gelir." Bütün bedenim buz kesti. "Zarfta yazan adrese gider ve bir davette bulunur. Cemal Sevilmiş yanına gelir ve ona bir teklifi eder. Başta kabul etmez, sonra ise etmek zorunda kalır. Peki neden?"

Sertçe yutkundum.

"Sonra nolur biliyor musun?" dedi alaylı bir tonda. "Bu Hayalet kızımız kardeşim ile aynı üniversitede okuyordur. Ve ders notlarına ihtiyacı vardır. Talihe bak, tam da kız kardeşime aşık olan bir çocuktur. Bu sayede hem kız kardeşim ile hem de benle operasyon öncesi tanışmak zorunda kaldın."

Neler oluyor?

"Daha sonra ise temizlik şirketinde bana çalışan birine rüşvet teklif ederek yerine geçer ve bu sayede eve girmenin yolunu bulur." Dudakları yukarıya doğru kıvrıldı. "Ama gel gör ki tam da o sırada kız kardeşim Cemre eve gelir. Ne büyük talihsizlik." Dudaklarını bükerek bana baktı.

"Tüm bunlar ne demek oluyor?" derken sesim öyle kısık çıkmıştı ki kendim bile zar zor duymuştum.

"Daha bitmedi bekle," derken masadan ayrıldı ve ilerleyip masada bulunan sigara paketinden bir dal çıkardı. "Daha sonra eve girersin ve davetli bile olmadan partide bulunursun. Üstelik evde çok rahatça dolaşabileceğin imkana sahip olmuştun. Sonra ne oldu?" Kısa bir an düşünür gibi yaparken sigarasını yaktı. "En yakın arkadaşın, neydi ismi?... Victor. Sana yardıma geldi."

Biliyordu.

Her şeyi biliyordu.

"Dikkatleri üstüne çekmek istedi ve bunu bardak kırarak yaptı. Tabi o sırada senin içeriye girecek fırsatın oldu." Kendini beğenmiş bir ifadeyle gülümserken sigarasını eline aldı ve üstten üstten bana baktı. "Yani sen eve girmedin Meva, ben girmene izin verdim."

Beynimden vurulmuşa döndüm. Çenem neredeyse yere yapışacaktı. Dehşet bir ifade ile yüzüne bakarken, zihnimde durmadan aynı sözler dönüp durdu. Her şey onun planıydı. Bir oyuncak gibi oynamıştı benle. Kazanabileceğimi düşündürmüştü. Beni kendi ayaklarına kadar, kendi getirtmişti.

Nasıl fark etmem?

Yüzümdeki ifade hoşuna gitmiş gibi gülümsedi ve geçip karşımdaki koltuğa oturdu. Zorlukla yutkunarak yüzüne baktım. Gerçekleri şimdi algılıyordum. Onu hafife almıştım.

Ondan korkmam gerekiyordu.

Çünkü Sungur Alp Karakum şeytanın ta kendisiydi.

"Şimdi," diye sordu. Dirseklerini dizine yaslayarak öne doğru eğildi. Boyu uzun olduğu için aynı hizadaydık. "Ya bana gerçeği söylersin, ya da seni burada öldürürüm." Kaşlarını kaldırdı. "Piyon mu olmak istersin, vezir mi?"

"Her şeyi biliyorsan bunu da biliyorsundur." diye mırıldandım. Hırçın kediden uysal kediye dönmüştüm ve bundan hiç hoşlanmamıştım.

"Evet biliyorum," diyerek beni onayladı. Nefesim kesildi. "Ama senden duymak istiyorum."

"Ailem," diye mırıldandım duyulması zor bir sesle. Başka çarem kalmamıştı. "Bana vaat ettiği şey buydu."

Gözlerinin içine bakarak sigarasından bir duman daha çekti. Şaşırmasını bekledim ancak hiçbir tepki göstermedi. Biliyordu. Nasıl bilebilirdi?

İlk defa karşısında bulunurken gerçekten korktum. Rol değildi, oyun değildi. Gerçekten korktum. Bana bir şey yapmasından değil, yapabileceklerinden korktum. Çünkü şimdi fark ediyordum da Sungur Alp Karakum devrilmesi imkansız bir kule gibiydi. Ve ben o kuleye kendi ayaklarımla girmiştim. Şimdi ise çıkışı yoktu.

"Benden ne istiyorsun?" diye sordum. Keskin bir ağrı başıma saplandığında nefesimi tutarak bana verecek cevabını bekledim.

"Sana bir teklifim var." dedi ciddi bir ifadeyle. Sönmek üzere olan sigarasını koltuğun kenarına bastırarak söndürdü. Son kez duman dudaklarının arasından bir sis gibi havaya yayıldı. "Benim için çalış."

Tüm bedenimin donduğunu hissettim. "Ne?" Sesim fısıltı halinde çıkmıştı.

Transa girmiş olabiliriz.

"Duydun." dedi. "Benim için çalış."

"Ben... Ama- Nasıl?" Şaşkınlıktan küçük dilimi yutmak üzereydim. Ona ihanet etmek için gelen birinden ona çalışmasını istediğinin farkında mıydı?

"Algılama sorunun mu var?" diye sordu sıkılmış bir sesle. "Sana benim için çalış diyorum."

Yutkunarak yüzüne baktım. "Ama ailem-"

"Eğer işin sonuna kadar sorun çıkarmazsan sana aileni kendi elimle vereceğim." derken ağzından çıkan her bir kelime yemin gibi gelmişti.

"Ne için?" diye sorabildim. "Ne kadar süreliğine? Neden ben?"

Yüzünde alaylı bir ifade belirdi. "Cemal Sevilmişin de dediği gibi, arkasında hiçbir iz bırakmadan ortadan yok olabilen tek hırsız sensin."

Tüm bunları nasıl bilebilirdi?

Önceden düşünme yetimi kaybetmiştim, şimdi ise nefes almayı unutmuş gibiydim. Bende yarattığı etki ondan daha fazla nefret etmemi sağlarken, ne diyeceğimi bilemeyerek öylece yüzüne bakıyordum.

"Süresi belli değil." dedi tok bir sesle. "Bu biraz da sana bağlı. İşi ne kadar hızlı halledersen, ailene o kadar hızlı kavuşursun." Tek kaşını kaldırdı. "Şimdi sana son kez soruyorum, benimle misin değil misin?"

"Bu bir teklif mi?"

"Sayılır."

"Başka seçeneğim var ?"

"Hayır."

Bir süre yüzüne baktım. Red etme gibi bir lüksüm yoktu. Ailemi bulmak istiyorsam gerekirse her istediğini yapardım. Umurumda bile değildi. Başımı dikleştirdim ve korkumu bir kenara attım. "Seninleyim."

Şimdilik.

Dudakları usulca yukarı kıvrıldı. Aklımı başımdan alan o gamzeleri tekrar ortaya çıktığında kendime lanet ettim. Bu kadar güzel olmamalıydı. Okyanus gözlerinin içine baktım. Derinlerinde yüzdüm. Ve sonra kayboldum. Ardından aniden bulundum. Nefeslendim.
Sanki daha önce ölüydüm ve yeni yaşamaya başlıyordum.

Bir eli usulca bana uzandı. Bu bir beyaz bayraktı. Yüzündeki gülümseme ise hala yerini koruyordu. "O halde anlaştık?" dedi sorar gibi.

Dudaklarımda küçük bir gülümseme oluştu. Küçük ellerimi, onun iri ellerinin arasına bıraktım. Arasında küçücük kalmıştı. Elimi hafifçe sıktı. Dudaklarımı ıslatarak konuştum. "Anlaştık."

Bana vezir mi piyon mu olacağına karar ver demişti. Ve ben kararımı çoktan vermiştim.




BÖLÜM SONU🧭

 

-Evetttt, bölümü nasıl buldunuz canlarım???

 

-Her şeyin Sungur'un planı olmasına şaşırdınız ?

 

- Peki ya sizce bundan sonra ne olacak?

 

-Oy ve yorum yapmayı unutmayın, bolca öpüyorum. Yeni bölümde görüşmek üzere Allaha emanet olun.

 

Loading...
0%