Yeni Üyelik
5.
Bölüm

5.BÖLÜM : İLK GÖREV

@melekaydinn_56

Özlem.

 

Beş harf, iki gece, milyonlarca anlam. Derin bir özlem çekiyordum. Bunu yeni değil, yıllardır çekiyordum. Çok özlüyordum ve bu en ağır silahlardan bile daha çok can yakıyordu.

 

Küçükken anneme o kadar çok bağlıydım ki geceleri uyurken gizlice yatağına kıvrılır, ona sarılarak uyurdum. Her akşam yaptığım şeyi hiçbir zaman garipsememiş, ellerini saçlarımda dolaştırarak uyumamı sağlıyordu.

 

Annem ve ona olan bütün güzel anılarımızı anımsıyorum. Bunlar beni mutlu etmek yerine üzüyordu. Çünkü yanımda yoktu. Ve belki de hiç olmayacaktı. Bunun sebebini ise kendi ellerimle öğrenecektim.


Hayat öyle aldatmacıdır ki, bir gün bir yolun başındayken, ertesi gün kendinizi farklı bir yolun sonunda bulursunuz. Ne çevrenizi tanırsınız, ne de bulunduğunuz noktayı. Ancak bir adım atmanız gerekir. Bu adım ya ileri ya da geri olmak zorundaydı. Ancak ben son olaylardan sonra adım atmayı bırakmıştım. Olduğum yere mıhlanmış, elim kolum bağlı bir şekilde hareket edemeden kalmıştım. Olan biten gözümün önünde oluyordu ve ben sadece izlemek zorundaydım. Çünkü başka seçeneğim yoktu.

Aynadan kendime bakarken gördüğüm yüz bana aitti. Sırtıma dökülen dalgalı saçlarım, yeşil gözlerim ve dolgun dudaklarım ile sıradan görünüyordum. Beyaz tenim vücudumdaki ağrılardan dolayı daha da beyazlamış bir görüntü katmıştı.

Ayak tabanımdaki yaralar yavaş yavaş iyileşmeye başlıyordu. En azından yürürken üzerine basabiliyordum. Ancak kırık ayak bileğim yüzünden hala sendeleyerek yürümek zorundaydım. Üstelik ayaklarımda bulunan kocaman sargılar yüzünden her an tekrar düşebilirdim.

Dün olanlardan sonra Sungur kendi odasına gitmiş, adamlarıda bana bir oda vermişti. Oda çok küçük olmasa da çok büyük değildi. Orta genişlikte bir yatak, bir dolap, bir koltuk ve masa bulunuyordu. Genel olarak krem rengi ile döşenmiş odada bulunan bir de küçük bir balkon vardı. Oda Doğu tarafına baktığı için sabah yüzüme vuran güneş ışığı ile uyanmıştım ve bu huzurlu hissettirmişti.

Oysaki düşman topraklarının düşman odalarında uyanmıştık.

Elimdeki tarağı bir kez daha saçımdan geçirirken kendi ağzımdan şarkı mırıldanıyordum. Sonunda saçlarım düzenli bir hal aldığında tarağı kenara bıraktım. Tam o sırada çalınan kapı yüzünden bakışlarım oraya kaydı. İçeriye beyaz gömlek ve siyah kalem etek giyen bir kadın girdi. Sarı saçlarını sıkı bir topuz yapmış, masmavi gözlerini ortaya çıkaracak bir rimel sürmüştü.

"Merhaba efendim," dedi kadın da aynı şekilde beni inceleyerek. "Ben Maria. Alp Bey sizi yemeğe çağırmamı emretti."

Bakışlarımı Maria denen kadının üzerinde gezdirdim. Beyaz ve ona dar gelen gömleğinin açık bıraktığı birkaç düğmesi ile beyaz teni ortadaydı. Güzel bir kadındı. Başımı sallayarak ayağa kalktığımda bana aynı şekilde bakmaya devam etti. Bakışlarının bu denli dikkatli olması kaşlarımı çatmama sebep oldu. Nedense kanım ona ısınamamıştı.

Güzel kızlardan nefret ediyorsun çünkü.

Çünkü tek suçları güzel olmak.

Hayır, bu kızda farklı bir şey vardı. Hislerime oldukça güvenirdim ve bana olan bakışları kesinlikle normal değildi. Zorlukla yürümeye başladığımda ellerini önünde birleştirdi ve bana eşlik etmeye başladı. Her adım attığında topuklu ayakkabılarından çıkan ses başımı ağrıtıyordu.

Merdiven yerine asansör kullanarak aşağıya indiğimde Maria bana bakmaya devam ediyordu. Umursamamaya çalışarak mutfağa doğru ilerlemeye başladım. Maria hemen önüme geçti. "Efendim," dedi anında. "Kahvaltı bahçeye kuruldu. Bir istediğiniz mi var?"

Boş boş yüzüne baktım. "Hayır."

Adımlarım bu sefer de bahçeye doğru ilerledi. Maria bir kuyruk gibi peşimden geliyordu. Sinirlerim bozulsa da ses çıkarmadım. Şu an bunun sırası değildi. Bahçeye çıktığım an yüzüme vuran güneş sayesinde içim sıcacık oldu.

Üzerimde beyaz düz bir tişört ve siyah bir şort vardı. Ayaklarım sargıda olduğu için şort giyinmek daha mantıklı gelmişti. Bahçede, havuzun yanında kurulan kahvaltı masasını gördüm. Sungur en baş yerdeyken, yanında Alihan Karakum vardı.

Onlara doğru ilerlerken ne yapacağımı bilemedim. Kardeşinin olan bitenden haberi var mıydı bilmiyordum. Alihan Karakum beyaz bir tişört, siyah kot bir ceket ve siyah bir pantolon giyinmişti. Abisi ise onun tam tersi bir şekilde siyah bir takım elbise giyinmişti. Sungur Alp Karakum takım elbise içinde göz alıcı görünüyordu.

İki kardeş bir şeyler konuşarak yemeklerini yerken, ben tam da önlerine gelmiştim. Varlığımı görmeleri ile ikisi de susup beni incelemeye başladı. Alihan'ın gözlerinde herhangi bir şaşkınlık beklesem de aradığım şeyi bulamadım.

"Günaydınlar efendim." diyerek Sungur'un sağında bulunan sandalyeye oturdum. Bakışlarım kocaman masada gezinince iştahım kabardı. Bir parça salamı ağzıma attım. "Döktürmüşsünüz."

"Sana da günaydın." dedi Alihan. Ardından bir elini masanın üzerinden bana uzattı. Tam karşımda oturuyordu. "Alihan Karakum."

Elini sıktım. "Meva Özdemir."

Hafifçe güldü. "Biliyorum."

Aynı şekilde yüzüne baktım. "Tesadüfe bak, bende."

Elimi geri aldığımda yanımda bulunan portakal suyundan bir yudum aldım. Maria başımızda bir Azrail gibi beklerken bakışları direkt olarak Sungur'daydı. Bakışlarım kısılırken, beni izleyen adama döndüm. Yüzü tamamen duygsuzdu.

"Sana da günaydın." diyerek şirin bir gülümseme sundum.

"Günaydın." dedi otoriter bir sesiyle. Eline kahve bardağını alırken, bakışları yüzümde dolaştı. "Kendini nasıl hissediyorsun?"

Kaşlarım havalandı. "Umurunda olduğu için mi soruyorsun?"

"Hayır."

"O halde iyiyim." diyerek arkamı yaslandım ve bakışlarımı tekrar masaya çevirdim. Masa her ne kadar güzel olsa da canım bir şey yemek istemiyordu. Onun ise bakışları hala bendeydi. Hissediyordum.

Bakışlarım Alihan'a kaydı. Bizimle hiç ilgilenmiyormuş gibi sakince yemeğini yiyordu.

Biliyordu.

Bildiği zaten belliydi. Umursamadım. Arkamdan adım sesleri gelince bakmaya üşendim. Ta ki sesler hemen yanımda bitinceye dek. Bakışlarım başımda dikilen kıza döndü. Cemre büyük bir şaşkınlıkla bana bakıyordu. Üzerinde sarı, kumaş bir elbise vardı. Elbisesi bütün bedenini sarmış, fiziğini ortaya koymuştu. Pembe saçlarını ise dağınık bir topuz yapmıştı.

"Meva?" dedi beni burada görmeyi beklemediğini her ifadesiyle belli eden kız. "Ne işin var senin burada?" Bakışları abilerinde gezindikten sonra sargılı ayaklarıma çevrildi. "Ne oldu sana böyle?"

Dehşet içinde kalmıştı.

"Ben okula gidiyordum." dedim anında bir yalan uydurarak. "Karşıdan karşıya geçerken bana yaklaşan arabayı göremedim. Son anda korna sesi gelse de biraz geç olmuştu. Bu yüzden ayak bileğimi kırdım." Bakışlarım beni ağzı açık izleyen Alihana kaydı. "Alihan da bana çarptığı için böyle küçük bir sürpriz yapmak istemiş."

Sungur diyemezdim çünkü onun böyle bir şey yapmayacağını kardeşi bile iyi biliyor olmalıydı. Cemre iki saniyede uydurduğum yalana inanırken, Alihan'ın çenesi yere yapışmıştı. Birkaç saniye sonra kendini toparladı. "Şey, evet öyle oldu."

Cemre üzgün bir ifadeyle, "Geçmiş olsun." dedi ve geçip yanıma oturdu.

Bakışlarım yanımda duran adama kaydı. Sungur pür dikkat bana bakarken tek kelime etmedi. Buna şaşırmış da görünmüyordu çünkü iyi bir oyuncu olduğumu tecrübeler ile öğrenmişti. Alışırsa daha iyi olurdu.

"Abi!" dedi Cemre, Sungur'a bakarken. "Meva bir süre bizde kalabilir mi?" Bakışları bana döndü. "Yanlış anlamanı istemem, tek yaşadığını bildiğim için söylüyorum. Zor olmasın senin için."

"Gerek yok." diyerek ağzımdaki lokmayı yuttum. "Kendi başımın çaresine bakabilirim."

İnsanların bana acımasından nefret ediyorum.

"Elbette bakabilirsin," diyerek araya girdi Alihan. "Ancak sana yanlışlıkla da olsa çarptığım için kendimi kötü hissediyorum. Lütfen kabul et."

Herkesin bakışları bu sefer Sungur'a kaydı. Bakışlarım onu bulunca elindeki kahveden bir yudum aldı. Kaşlarımı kaldırarak ona baktığımda onunda bakışları sonunda beni buldu. "Bence de kal."

Yüzümü iki elim arasına aldım ve aşk dolu gözlerle Sungur'a baktım. "Madem bu kadar ısrar ettiniz kalayım bari." Hayran hayran yüzüne baktım.

Fanlar böyle yapardı değil mi?

Yan tarafımda bulunan Cemre ve Alihan'ın güldüğünü duydum ancak onlara bakmadım. Tüm odağım karşımdaki adamdı. Kaşlarını kaldırarak bana baktığında şirin olduğunu düşündüğüm bir gülümseme ile yüzüne baktım.

"E, süper o zaman!" diye şakıdı Cemre heyecanla. "Seninle çok güzel vakit geçireceğiz."

 

2 Saat Sonra

 

Yediğimiz yemek sonrası tüm lokmalar boğazımızda kalmıştı. Cemre'nin Amerika'daki bir arkadaşı intihar etmişti ve apar topar gitmek zorunda kalmıştı. Ne kadar üzüldüğünü görünce gerçekten de ölen kişiye çok değer verdiğini anlamıştım. Şimdi ise iki saattir öylece odada vakit geçsin diye uğraşıp duruyordum.

 

Ne Sungur ne de Alihan yanıma gelmemişti. Iki saattir ne olduğu hakkında hiçbir fikrim yoktu ancak odadan çıkmama bile izin verilmiyordu. Benimle emir kipi ile konuşan korumalar ise tek bir sözleri ile beni sinirlendirmeyi başarıyordu.

 

Kapı tıklandığında bakışlarım oraya döndü. Kim olduğunu bilmesem de içeriye girebileceğini söylediğimde Maria elinde siyah bir kutu ile içeriye girdi. Merakla ona bakmaya başladığımda yavaşça yanıma doğru adımladı ve kutuyu yanıma bıraktı.

 

"Bunları Alp bey size vermemi emretti."

 

"Nerede o?" diye sordum çocuğunu dövmeye giden anneler gibi.

 

"İşe gitti efendim." dedi Maria kaşlarını kaldırarak. Bunu sormama şaşırmış görünüyordu.

 

"Tamam çıkabilirsin sen." dedim kutuyu elime alarak. Maria ikiletmeden odadan çıktı. Çıkarken de kapıyı sertçe çarptı. Sinirle nefesimi vererek kutuyu açtım.

 

Kutunun içinde bir tane telefon vardı. Hayır, öylesine bir telefon değil benim telefonumda. Altında ise bir zarf bulunuyordu. Merak bir sis bulutu gibi benliğimi sardığında, heyecanlanarak zarfı elime aldım.

 

Mümkünse rahat dur. Akşam evde olacağım ve gerekli konuları konuşacağız. Bu telefonu birilerinden kaçmak ya da yardım istemek için kullanmamanı öneririm. Kendi evin gibi rahat olabilirsin. Keyfine bak.

 

Hızla zarfı bırakarak telefonumu elime aldım. Rehbere kendi numarasını da kayıt etmişti. Birkaç numara üzerinde gezindikten sonra hızlıca Victor'u aradım. İlk çalışta açtı.

 

"MEVA!" diye bağırdı telefonun diğer ucundan. "İYİ MİSİN!"

 

Telefonu kulağımdan uzaklaştırıp yüzümü buruşturdum. Sürekli olarak bağırmasından nefret ediyordum. Victor benden bir saat bile haber alamadığında delirirdi. Şu an çıldırmış olmalıydı.

 

"İyiyim," dedim ılımlı bir tonla. "Sakin ol."

 

"Aramak şimdi mi aklına geldi aptal!" diyerek öfkeyle soludu.

 

"Telefon elimde yoktu ki aramadım." dedim bende. "Sakin olurmusun lütfen."

 

"Neler oldu?" diyerek sorularını sıraladı. "Yakalandın bunu biliyorum. Sonra ne oldu? Kaçtın mı? Buldun mu dosyayı? Neler oldu anlar hadi. Konuşsana."

 

Üst üste konuştuğu için duraksayarak derin bir nefes aldı. Kendini sakinleştirmeye çalıştığının farkında olduğum için ılımlı davranmaya özen gösteriyorum.

 

"Bir susarsan," diye homurdandım. "Evet yakalandım, sonra kaçtım. Sonra tekrar yakalandım. Sonra tekrar kaçtım ve sonuç olarak yine yakalanmış bulunuyorum."

 

"Ha?" dedi şaşkınlıkla.

 

"Öyle işte," dedim ardından nefesimi verdim. "Sana en başından anlatmaya başlıyorum iyi dinle."

 

Yaklaşık yarım saattir ona her bir detayına kadar yaşadığım şeyleri anlattım. Her defasında da sanki yürüyen balık görmüş gibi bir tepki veriyordu. Şaşkınlığını umursamadan anlattığım her bir detay sonucu bana ağır bir şekilde küfrederek telefonu suratıma kapatmıştı.

 

Sungur ile yaptığımız anlaşmayı duyunca bana kızmak yerine ilk defa destek vermişti. Hayatında bir şey başaran bir çocuğun babası gibi benimle gurur duyması ise ayrı bir trajediydi.

 

Şimdi ise bahçede havuzun önünde oturmuş elimdeki limonatayı yudumlarken bakışlarım havuzda, aklım ise tamamen ayrı bir dünyadaydı.

 

Her şey çok saçma gelmeye başlamıştı. Olayın gidişatı olmaması gereken bir şekildeydi. Önce evimde bir zarf bulmuş, sonra o zarfta yazan adrese gitmiştim. Ailemin yaşadığını öğrenmiştim. Onları bulmak için hiç bulaşmamam gereken bir adım evine girmiştim ve yakalanmıştım. Üstelik adam kim olduğunu başından beri biliyordu. Mantıklı düşünmek gerekirse şu an yaşıyor olmam bile aslında büyük bir mucizeydi.

 

Ne kadar süre geçti bilmiyorum ama başım arkamdaki yastığa düşmüş, gözlerim kapanmıştı. Uyuyor değildim, ancak kendimde de değildim. Uyku ile gerçek dünya arasında bir yerdeydim. Olan biten her şey kulağıma geliyordu. Kuşların çıkardığı sesler, ağaçların yapraklarının rüzgar üzerinde dans etmesi gibi.

 

Yanıma yaklaşan adım seslerini duyunca gözlerim benden bağımsız açıldı. Başım bana yaklaşan sesin olduğu tarafa döndüğünde onu gördüm. Üzerinde beyaz bir gömlek, siyah bir pantolon vardı. Yorgun olduğu gözlerinden belli olan adam gözüme hala karizmatik geliyordu.

 

Yanımda bulunan diğer koltuğa oturduğunda derin bir nefes aldım. Beklediğimden erken gelmiş olması beni şaşırtmıştı. Bakışlarım ile onu taciz ederken, okyanus irisleri sonunda beni buldu.

 

"Uyumuyor muydun?" derken ses tonu sabitti. Sanki uyumadığımı biliyormuş gibi.

 

"Hayır." diye mırıldandım. Bakışlarım tekrar havuza döndü. Güneş batalı çok olmuştu. Yerimde dikleştim ve tamamen ona doğru döndüm. Zaten bana bakıyordu. "Tüm bunlar ne anlama geliyor?" diye sordum.

 

Hafifçe kaşlarını çattı. "Neler?"

 

"Bu işte," dedim ellerimi iki yana açarak. Sesimde gizli bir sitem saklıydı. "Öylece hiçbir şey olmamış gibi yaşayıp gidecekmiyiz? Benim burada ne işim var?"

 

"Gözümün önünde olman lazım."

 

"Bu şekilde mi?" dedim kaşlarımı çatarak. "Sana her yardım eden insanı evinde mi barındırırsın?"

 

"Öncelikle," dedi o sert sesiyle. "Sen bana yardım etmiyorsun, bana çalışıyorsun. Üstelik her önüme geleni evime almış olsaydım, burada olmazdın Meva."

 

İsmim ağzından her çıktığında vücudum ürperiyordu.

 

"Tüm bunlara anlam veremiyorum." diye mırıldandım. "Sana benimle çalış dedin. Kabul ettim. Peki ya şimdi? Şu an durumumuz normal diyebilir misin?"

 

"Benim hayatımda normal şeylere yer yok." dedi ciddi bir sesle. "Bu yüzden sızlanmayı bırak. Bu akşam ilk görevini yapacaksın."

 

Hızla yerimden doğruldum. Dehşet içinde yüzüne bakarken, ne diyeceğimi bilemiyordum. Bu kadar hızlı olmasını beklemiyordum. Gözlerimi kırpıştırarak yüzüne baktım. Kalbim heyecanla çarpmaya başlamıştım. Şaşkınlığımı sesime yansıtarak, "Ne?" diyebildim. "Nasıl?"

 

Cevap vermek yerinde derin bir nefes alarak başını koltuğa yasladı. İçine aldığı nefes sayesinde yükselen göğsü ile bakıştık kısa bir an. Damarlı kollarını koltuğun kenarına bırakırken, gözlerini yumdu. "Çok konuşuyorsun."

 

Ağzım açık kaldı. "Ha?"

 

3 Saat Sonra

 

Saatler birbirini devirirken, kendimi bir film sahnesinde gibi hissediyordum. İçim tamamen kasvetli düşünceler ile dolmuş, bana işkence etmek istiyor gibiydi. Kafam allak bullaktı. Yaklaşık yarım saat sonra ilk görevime çıkacaktım ve kendimi inanılmaz gergin hissediyordum. Bunun sebebi ise tamamen karşımdaki adamdı.

 

Siyah araba büyük bir hızla ilerlemeye devam ederken, bakışları önündeki tabletteydi. Karşı karşıya oturduğumuz için yüzündeki her bir ifadeyi rahatlıkla okuyabiliyordum.

 

Bir şey okuduğu barizdi. Kaşları hafif çatılmış, dudakları düz bir çizgi halini almış, tüm odağı elindekinde okuduğu şeydeydi.


İlk görevim şehrin lüks mekanlarından birinde olacaktı. Oraya gelen bir teslimatı kimse görmeden almalıydım. Teslimatın içerisinde ne vardı hiçbir fikrim yoktu ancak umurumda da değildi. Amacım ona başarabileceğimi göstermek olacaktı.

Üzerimde siyah kot bir pantolon ve siyah bir kazak vardı. Saçlarımı sıkıca bağlamış olsam da kısa perçemlerim hala dışarıdaydı. Ayaklarımdaki sargılar çıkarmıştım. Yaralarımın üstüne basabiliyordum. Kırık olan bileğim henüz tam iyileşmemiş olsa bile en azından yürüyebiliyordum. Koşmak canımı yakardı ancak başarıya giden yol acıdan geçerdi.

Araba hızla sokaklarda ilerlemeye devam ederken, sonunda elindeki tableti kenara bıraktı ve bana baktı. Gözleri baştan aşağıya bütün bedenimi dikkatle inceledikten sonra derin bir nefes alarak dudaklarını araladı. "Hazır mısın?"

"Evet."

Başını ağır ağır salladı. Cebinden siyah bir kutu çıkararak bana uzattı. "Al bunu."

İmali gözlerle yüzüne baktım. "İçinde yüzük mü var?"

Düz düz bakmaya devam etti. Eli hala bana doğru uzanıyordu. Bana cevap vermeyince gözlerimi devirerek elindeki kutuyu aldım. İçinden siyah, küçük bir cihaz çıktı. Bakışlarım ona döndüğünde konuşmaya başladı.

"Sana komutları vereceğim sırada beni duyabilmen için."

Kaşlarımı kaldırarak cihazi kulağıma yerleştirdim. Ardından tekrar yüzüne baktım. Okyanus gözleri hala üzerimdeydi. Bakışları iki gözüm arasında gezindikten sonra derin bir çekti. Biz anlamsız bir şekilde bakışırken, araba durdu.

Öndeki şoför, omzunun üzerinden bize döndü. "Geldik efendim."

Derince bir çektim ve arabadan indim. Sungur da arabadan indiğinde bakışlarımı etrafta dolaştırdım. Ara sokaklardan birindeydik. Uzak yerlerden yüksek müzik sesleri geliyordu. Sokak tamamen karanlık olsa da, lambalar hafif yanıp hafif sönerek etrafı görmemizi sağlıyordu. Rüzgar sertçe estiğinde tüm vücudum soğuktan titredi. Yapraklar rüzgarın etkisi ile şiddetle savrulurken, sesleri sokakta yankılanıyordu.

"Birkaç sokak sonra mekanı göreceksin." dedi hemen arkamdan gelen sesi. Irkilerek arkamı döndüğünde göğsü ile kısa bir an bakıştık. Başımı kaldırarak işgüzar yüzüne baktığımda üstten üstten bana bakıyordu. Rüzgar yüzünden savrulan saçları ve okyanus gözleri ile her zamanki gibi çekici görünüyordu.

Dudaklarımı ısırdığımda bakışları dudaklarıma düştü. Ardından tekrar yüzüme kaydı. Eli bir anda yüzüme doğru havalandığında kalbim heyecanla atmaya başladı. Nefesimi tutarak ne yapacağını beklediğimde siyah bir şapkayı özenle kafama yerleştirdi. Göz kırpıştırarak yüzüne baktığımda burnuma küçük bir şekilde vurup geriye gitti.

Tüm bedenim şaşkınlıkla kalakaldığında dudaklarını birbirine bastırıp bana baktı. Bunu gülmemek için yaptığının farkında olduğum için kaşlarımı çattım. Başıyla yürümemi işaret ettiğinde, "Şans dilemeyecek misin?" diye sordum.

Arabaya binmek üzereyken omzunun üzerinden bana baktı. "Buna ihtiyacın yok."

Kalbim bu sefer durdu sanki. Nefes almayı bıraktım gibi. Ateşin içine düştüm de bir anda yanmaya başladım gibi. Sarmaşıklar boğazımı sararak beni sardı da hareket etmeyi bıraktım gibi. Öylece kaldım.

Gözlerinin içine bakmaya keserek arkamı döndüm. Titrek bir nefes almadan edemedim. Alt dudağımı ısırırken, bana böyle hissettirdiği için ondan nefret ettim. Bende bir bomba etkisi yaratmaya hakkı yoktu. Göğüs kafesimin sıkışmasına sebep olacak kadar önemli bir konumda olmamalıydı. O zaman bu duygular da neyin nesiydi?

Onu ardından bırakarak yürümeye başladım. Ellerimi pantolonumun cebine yerleştirirken, adımlarımı hızlandırdım. Rüzgar yüzüme tokat atar gibi sertçe vururken, hala yandığımı hissettmem saçmaydı. Daha da hızlandım. Arkamdan arabaya bindiğini çarpan kapının sesi sayesinde anladım. Arkama dönmedim. Hızlı adımlarla yürümeye devam ettim.

Birkaç sokak sonra bahsi geçen mekanın önüne geldiğimde adımlarım duraksadı. Mini elbise giyen şık kadınlar kahkaha atarak içeriye giriyor, ellerinde kadehlerde dolaşan adamlar müziğin etkisi ile dans ediyordu. Bakışlarım girişe yöneldi. Oradan giremezdim çünkü kombinim ile oldukça dikkat çekerdim.

Bakışlarım tehlikeli bir hal almaya başlayınca başımı dikleştirdim. Bunu yıllardır yapıyordum ve bir kez bile yakalanmamıştım. O hariç.

Hızlı adımlarla mekanın arka cephesine geldim. Burada çok az insan varsa bile hepsi sarhoş gibiydi. Ünlüler için bir arka kapı yapılmış olması işime gelmişti. Başımı önce sağa, sonra da sola doğru eğerek içeriye doğru adımladım. Küçük girişten içeriye girdiğim zaman müziğin sesi çok daha yüksek gelmeye başlamıştı. Uzun koridoru aşarak lavabonun önünde durdum. Mekanın geri kalanında mekan sahipleri tarafından her yerde görevli adamlar bulunuyordu. Bakışlarım ile hızla etrafı analiz ettim. Kocaman locada dans eden insanların ilerisinde bulunan kapı, üst kata çıkan merdivene çıkıyordu. Yani oraya ulaşmam için önce bir yığın insanın arasından geçmeliydim.

Derin bir nefes alarak burnuma gelen sigara kokusunu solumamaya çalıştım. Bakışlarım önümde sabit iken kalabalık arasında zorlukla ilerlemeye başladım. Durmadan dans eden insanlar ve sarhoş olduğu için önünü bile göremeyen insanlara çarpıp dursam da sabırlı davranmaya özen gösteriyordum.

Vücuduma durmadan çarpan insanlar dışında her şey yolunda görünüyordu. Kısa bir süre sonra sürü gibi insanları galip gelerek kapının önüne gelmiştim. Demir kapıyı iterek kocaman merdivenler ile bakıştım. Burası biraz daha aydınlık olsa da her şey tam olarak net bir şekilde görünmüyordu. Hızlı adımlarla merdiveni çıkmaya başladım.

Merdivenleri çıkarak ikinci kata geldiğimde bakışlarımı uzun koridorda gezdirdim. Bu katta sadece odalar bulunuyordu. Başımı dikleştirdim ve temkinli adımlarla ilerlemeye başladım. Cebimde bulunan silah bana güvence verdiği için, adımlarım kendinden emindi. Oda numaralarına dikkat ederek yürümeye devam ettiğimde, sonunda teslimatın bulunduğu odanın önüne geldim. Odanın önünde kimsenin olmaması beni şaşırtırken, bakışlarım şüphe ile kısılmıştı.

Kapının önünde koruma ya da başka bir şey yoktu belki ancak ama şifre vardı. Kapının açılması için oluşturulan bir şifre. Kaşlarımı çatarak şifreyi inceledim. Daha önce görmediğime emin olduğum bir türdendi. Mala bakar gibi şifreye bakmayı bırakarak kapının önünde eğildim. İşinde mükemmel bir hırsız olduğum için saçımdan aldığım tel toka ile kapıyı açmaya çalıştım. Her ne kadar zorlansam da sonunda kapı açılmıştı. Kimse görmeden içeriye girerek otel odasına benzeyen odayı karıştırmaya başladım.

Yatağın altına, dolapların içine, masanın altına, hatta kıyafetlerin arasına bile baktım ama hiçbir yerde aradığım şey yoktu. İçime derin bir nefes çekerek, tüm negatiflikleri yok ederek banyoya doğru ilerledim. Banyoda bulunan bütün dolapları karıştırdıktan sonra elimde bulunan şey kocaman bir sıfırdı.

Duşa kabi'nin içine girip orada bulunan rafları teker teker inceledim. En son pes edip çıkmak üzereyken, duş başlığın ucunda bir gevşeklik fark ettim. Nabzımın hızını kontrol edemezken, ağzımdan sık sık nefesler almaya başlamıştım. Başlığı elime alarak tek hamlede ucunu çıkardığımda karşımda bulunan küçük kutuyu elime aldım. Kutunun içini açtığımda bir kağıtta ne olduğunu anlamadığım tuhaf formüllerin yazdığını gördüm. Anlamayarak okumaya çalıştım ama bir türlü başaramadım.

"Bu ne be?"diyen sesim oldukça şaşkındı. "Mağara adamı bunun için mi getirdi beni buraya kadar?" Bakışlarımı kutunun etrafında dolaştırdım. Kutuyu da kağıdı da cebime yerleştirdikten sonra kabinden çıktım. Ve bum.

İki tane iri yarı adam öldürücü bakışlara bana bakıyordu.

Bu kadar kolay olması saçmaydı zaten.

Bakışlarım adamların ellerindeki silaha kayınca yutkundum. Dudaklarımı ıslattıktan sonra tek elimi havaya kaldırarak salladım. "Selam?"

Adamlar önce birbirlerine, ardından da bana baktılar. Diğerine göre daha uzun olan bir adım öne gelerek bana yaklaştı. Elinde tuttuğu silahın emniyetini açtı. "Kimsin sen?"

"Odi'nin torunu odinin oğlu odi." derken gülmeme engel olamadım. Hatta bildiğin adamların karşısında kahkaha attım. Ama onlar hiç gülmeyince aniden durdum. "Gülsenize." Alınmış gibi onlara baktım.

İkisi de birbirine kısa bir bakış atıp kaşlarını çattı. Şimdi bir hırsıza değil de deliye bakar gibi bana bakmaya başladılar. Az önce konuşan kişi silahını bana doğrulttu. "Sana bir şey sordum."

Aval aval yüzüne baktım. "Ne sordun ki?"

"Kim olduğunu sordum."

"Haa, doğru." dedim başımı sallarken. "Haklısın."

Bir şey demeden öylece yüzlerine bakamaya devam ettiğimde, diğeri konuştu bu sefer de. "Ee?" dedi sabırsızca.

Temkinli adımlarla ona doğru bir adım attım. "Ne?"

"Bir soru sorduk ya!"

Şaşırmış gibi onlara bakarken, bir adım daha attım. Silahın hemen ucuna gelmiştim. "Ne sormuştun?" Gözlerimi kırpıştırarak yüzüne baktım.

"Kim olduğunu sorduk ya!" diye yükseldi ilk konuşan, aynı zamanda bana silah doğrultan adam.

"EVET!" diye bağırdım. Gözlerim dolarken, ağlamak üzere olan bir kız gibi yüzlerine baktım. "Hep bana bu soruluyor, sen kimsin? Ama kimse bana nasıl olduğumu sormuyor!" Ağlamaya başlarken, bir adım daha atarak silahın göğüs kafesime değmesini sağladım. "Kimse beni umursamıyor!" Hüngür hüngür ağlamaya başladım.

"Yok, olur mu öyle şey?" dedi diğer adam silahı hemen cebine yerleştirip sırtımı zıvalamaya başlarken, "Biz şeyden sorduk onu..."

Burnumu çekerken alttan alttan yüzüne baktım. "Neyden?"

Adam ne diyeceğini bilemeyerek, yanındakine baktı. "Neyden sormuştuk?"

Diğer adam da ne diyeceğini bilemeyerek ona baktı. Daha çok ağladığımı görünce başını yana eğdi ve, "Gel biz seni dışarı çıkaralım da nefes al biraz." Bir çocuğu avutmaya çalışıyor gibi bana yaklaşması üzerine gülmemek için büyük bir çaba sarf ettim.

Omuz silktim. "Banane gelmicem." Ardından tekrar ağlamaya başlayarak onlara baktım. "Ağağağağa Şıngırak beni bırakıp gitti."

Ikiside dehşet içinde bana baktı ama uzun olan konuşmaya cesaret edebildi. "Şıngırak kim?"

"Sungur!!!" diye ağlamaya devam ettim. "O pislik şangur şungur beni terk etti! Ağağağağağa!!!"

Anırarak gülmemek için kendimi çok fena tutuyorum.

"Allah belasını versin onun!" dedi kısa olan bir elini omzuma koyarak. Beni yavaş yavaş banyodan çıkarmaya başladılar. O sürede hala ağlayarak yürümeye devam ettim. Onlar beni teselli ederken, kapının yanına gelmiştik. Bir anda durup onlara baktım. "Kolyem!"

"Ne kolyesi?"

"Banyoda unuttum." derken burnumu çekerek ıslak gözlerle yüzüne baktım. "Onu getirir misiniz lütfen?"

Kısa olan tekrar ağlamak üzere olduğumu görünce hızla yanımdan yok olup banyoya gitti. Bir süre arayıp da bulamayınca, bu sefer uzun olanda beni yalnız bırakarak yanıma gitti. Tek kaldığım an dudaklarımı dişleyerek odadan çıktım ve kapıyı kapattım. Bildiğim yöntemlerle kapıyı dışarıdan kilitlediğimde arkama bakmadan koşmaya başladım. Arkamdan kapıya sertçe vurarak küfür ettiklerini duyduğumda göz devirdim.

Merdivenleri büyük bir hızla ilerlemeye devam ederken, bakışlarım sağ tarafta bana doğru koşan bir grup adama kaydı. "Siktir!" Hızla koşmaya başlayarak merdivenleri inmeye devam ettim. Muhtemelen beni kameralardan görmüş olmalılardı. Merdivenleri büyük bir hızla indikten sonra dans eden insanların arasına doğru karıştım. Rengarenk ışıklar ve kalabalık insanlar sayesinde beni bulmaları çok zor olacaktı.

Az öncekine nazaran çok daha fazla insan vardı. Öyle ki, bir adım atmak için binbir işkence çekmek zorunda kalıyordum. Durmadan baba çarpan insanların arasında başım dönmeye başlamıştı. Yüksek müzik, beni arasında sıkıştıran insanlar yüzünden nefes alamıyordum. Gözlerimi kırpıştırarak kendime gelmeye çalıştım. Hayal ile gerçek dünya arasındaki bir sınıra gezindiğim sırada bir şey oldu.

"İyi misin?" diyen endişeli ses kulağımdan geliyordu.

Dünya dönmeyi bıraktı, karanlık bir anda ışığa kavuştu. Müzik sesleri ve etrafımdaki bütün insanlar yok olurken sadece o kaldı. O ve sesi. Varlığı içimde anlamsız bir güven bağı oluştururken, sesi kendime gelmemi sağlamıştı. Müziğe rağmen sesini duyduğumda bir elimi kulağıma yerleştirdim. Ağzımdan çıkan cümle, tüm duygularımın tercümesi olmuştu. "İyiyim."

"Pekala," diyen sesini duydum. Sesinde istediğini bulmanın rahatlığı vardı. "Bana mağara adamı, Şıngırak tarzı şeyler söylediğin için seni cezalandıracağım ama önce o lanet olası yerden çık ve buraya gel."

Siktir.

Mikrofonu unuttuk.

"Görev," diye mırıldandım. Ona başardığımı söylemek için ağzımı araladım. "Tamamla-"

"Sikerler görevi Meva!" dedi yüksek bir sesle. Sabırsız gelen sesinde endişe sezmiştim. "Hemen buraya gel!"

Ne olduğu hakkında en ufak bir fikrim yoktu. Endişeli gelen sesi kaşlarımı çatmama sebep olmuştu. Beni umursamadığını biliyordum. O halde bu da neyin nesiydi? Gereksiz hayallere kapılmama gerek yoktu çünkü muhtemelen benimle dalga geçiyordu.

Kendi kendimi yeterince koruyabilme kabiliyetim olduğu için belki de hiç duraksamadım. Elimi kulağıma götürdüm ve kulaklığı çıkarak yere attım. Dans eden kızların topuğunun altında ezilen cihaza kısa bir bakış attıktan sonra önüme döndüm. Heykel gibi durmak yerine şapkayı çıkardım ve rastgele kenara fırlattım. Elinde kadehlerle yürüyen bir adam gördüğümde renksiz sıvıyı elime aldım. Su olduğunu düşünerek ağzıma diktiğimde damağımda yayılan mayhoş tat yüzünden yüzümü ekşittim.

Bu da neyin nesiydi?

Kaldırmış çatarak etrafıma bakmaya devam ettim. Başım bu sefer cidden dönüyordu. İçtiğim şey neydi hiçbir fikrim olmasa da, sert bir şey olduğu dönen başım ve bulanık görmeye başladım ortam sayesinde anlamıştım. Ortam yeterince kalabalık değilmiş gibi bir de her insandan yüzlerce görmeye başladığımda feleğimi şaştım.

Gözlerimi kırpıştırarak kendime gelmeye çalışsam dahi pek bir işe yarıyor gibi değildi. Bedenimdeki binlerce voltluk elektrik akımı bir anda yok olup, kendimi gevşemiş hissetmeye başladığımda kafam gittikçe güzel oluyordu. Sarhoş olmuştum.

Buna da güzel siktir.

Hem de en güzelinden.

Bir kişi daha bedenime sertçe çarparak yanımdan geçip gitti. Bana vuruş şiddeti ve bulanık aklım yüzünden sendeleyerek birkaç adım geri gittim. Bu sefer de arkamdaki birine çarptım. Başım iyice dönmeye başlarken, her yer etrafımda dönmeye başladı. Bir yerden sonra her şey sustu. Bedenimde kocaman bir gevşeme hissettim. Canımı yakan, beni rahatsız eden ne varsa hepsi bir anda yok oldu gibi.

Çalan müziğin ritmine kendimi kaptırdım. Önce hafif bir sallanma ile eşlik etsem de, sonrasında kendimi tamamen kaybedip deli gibi dans etmeye başladım. Artık insanlar bana değil, ben insanlara çarpıyordum. Kimse umurumda değilken çalan şarkıya bağırarak eşlik etmeye başladım. Saçlarımdaki tokayı çıkardım ve saçlarımı serbest bıraktım. Tutamlar yüzüme doğru düşse bile durmadan dans etmeye devam ettim. Kendimden tamamen geçmiştim.

Kötü anlar, anlaşma, yaşanan tüm şeyleri içimdeki acı ile beraber bir kuyuya attım, ve suyun içindeki dalgalanışını izledim. Kısa bir süreliğine de olsa ben, kendim olmuştum. Ne olanlar umurumdaydı ne de olacaklar.

Dans eden insanların arasında delicesine kendimden geçmişken bir bedenin bana sertçe çarpması üzerine dengemi sağlayamadım ve tökezledim. Geriye doğru adım atarken, Yer ile buluşmak üzereydim ki her şey beklediğim gibi olmadı. Sırtım yere değil, başka bir şeye yaslandı.

Güven duygusu anlamsızca bir sarmaşık gibi bedenimi sardığında, etkisi altında nefes alamadığımı hissettim. Başım göğsüne yaslanırken , belime dolanan ellerini hissettim. Elinde çok değerli bir eşya varmış gibi nazik, aynı zamanda hiç bırakmak istemiyormuş gibi koruyucu bir şekilde sahiplenir gibi dolandı elleri.

Onun olduğunu hissettim. Onun olduğunu biliyordum. Başımı yukarıya kaldırarak yüzüne baktım. Okyanus gözlerin hedefi tamamen bendim. Rengarenk ışıklar yüzüne vururken, yüz hatlarını çok net görüyordum. Bana bakmak üzere eğildiği için alnına düşen birkaç saç tutamına bakakaldım. Nerde, nasıl ve ne durumda olduğumuz aklıma yeni geliyor gibiydi.

Gözlerimi kırpıştırarak yüzüne baktım. Başını çok hafif bir acıyla sağa eğerek ne yapmaya çalıştığımı anlamaya çalıştı. Başımı onun gibi eğerek aynısını yaptım. Hareleri bana takılı kalırken, doğrulmak için hareketlendim.

Beni bıraktığı an dengemi tekrar kaybettim. Bu sefer daha erken davrandı. Beni sertçe kendine çektiğinde ne olduğunu anlayamadan kendimi ters dururken buldum. Kısa bir an sırtıyla bakışınca ağzım şaşkınlıkla açıldı.

"Sungur?!" dedim dehşet bir ifadeyle. Başım zaten dönüyordu, bu pozisyon daha da beter olmamı sağlıyordu.

"Sus," dedi sert sesiyle. "Hiç konuşma Meva."

"Ben dünyayı ters görüyorum." dedim şaşkınlıkla. Başımı kaldırmaya çalıştım ama yürüdü için başaramadım.

"Henüz o aşamaya gelmedik." diyen tehlikeli sesini duydum.

"Burada siyah bir şey var." dedim sırtına garip garip bakarken.

"Meva, sus." derken dans eden insanların içinden çıkmış, kocaman koridorda ilerlemeye başlamıştık.

Gözlerim kendiliğinden kapanmak üzereyken Sungur'un bir anda durması yüzünden gözlerim açıldı. Ağzının içinden kısa bir küfür savurduğunu duyduğumda başım kaldırmaya çalıştım ama ben daha başımı kaldırmadan beni yere bıraktı. Dengem bozulup yere düştüğümde şaşkın bakışlarım onu buldu. O ise bana değil, karşısına bakıyordu. Bakışlarını takip ettiğimde onları gördüm, beni kovalayan adamları.

"Sen de kimsin?" diye sordu adamlardan biri silahını ona doğrultarak.

Kahkaha atmaya başladığımda herkesin bakışları beni buldu. "Dedem," dedim işaret parmağımı Sungura doğrultarak. "Odi."

Tabi bu şakaya sadece ben güldüm.

"Kız benimle," dedi Sungur soğuk bir sesle. "Yaşamak istiyorsanız önümden çekilin." Son derece ciddi çıkan sesi, karşındaki adamların gerilmesine sebep olmuştu.

"Asıl sen yaşamak istiyorsan kızı bize ver." dedi konuşan adam kısa bir an bana bakarak. Ona dil uzattığımda, tekrar Sungura döndü. Gözlerini ondan ayırmadan, "Kızı getirin." dedi.

Bakışlarımı Sungura çevirdim. "Kızı versene, rahat bıraksınlar bizi." Ardından merakla etrafa baktım. "Sahi, kız nerede?"

Bir adam elini bana uzatmaya yeltendi ama başaramadı. Sungur adamın bana uzanan elini ters çevirerek onu kendinde doğru çekti ve yüzüne sert bir yumruk attı. Adamın başı geriye doğru düşerken, ağzından acı dolu bir inilti çıkmıştı. Diğer adamların hepsi bu sefer ona saldırmaya başlarken, konuşan adam da bana doğru ilerlemeye başladı.

Konuşan adam bana doğru ilerleyemeden Sungur, ona silah doğrultan bir adamın kafasını ters çevirdikleri sonra bana yaklaşan adamın üzerine itti. Adam dengesini kaybedip yere çakılırken Sungur geri kalan adamları kısa süre içinde yere serdi. Hızlı adımlarla ona doğru yürüdüm. Elimi omzuna koyduğum sırada bakışları beni buldu. "Kızı versene," diye fısıldadım. Bakışları benden kopup arkamdan bir yere takıldı.

Kolunu belime dolayarak beni kendine çektiğinde yüzüm göğsüne yapışmıştı. Ben şaşkın bir şekilde kalırken, Sungur arkadan ona gelen adama tek eliyle yumruk attı. Diğer eli belimi sıkıca tutuyordu. "Sikeyim!" diye homurdandı kulağımın dibinde.

Ardından elini belimden çekerek beni arkasına attı ve adamın yüzüne bir yumruk daha çaktı. Adam kanayan burnunu tutarken, Sungur belindeki silahı çıkararak tersi ile kafasına vurdu. Bu sayede adam bayılarak yere düştü.

"Sungur," demiştim ki bana doğru yürümesi ile sırtım duvara yapıştı. Dehşet dolu gözlerle yüzüne baktığımda, eli saçlarıma uzandı. Ben dehşet içinde ona bakarken, saçımda bulunan tel tokalardan birini aldı.

Ağzı ile ucundaki silikon yapıyı çıkardı ve arkasına dönerek ona yaklaşan diğer adamın boynuna sapladı.

Bakışlarım yerden kalkarak ona yaklaşan bir adama takıldığında adama doğru koşarak üstüne atladım. Adam yüz üstü yere düşerken, ben de sırtında bulunuyordum. Sungur elinde tutuyor adamın başını sertçe duvara vurduktan sonra bana baktı.

Gözlerinde belirli bir şaşkınlık kendini açık ettiğinde bakışlarımı ondan çektim ve altımda çırpınan adama baktım. Elimi saçlarına geç sıkıca tuttuktan sonra yere taş vurar gibi kafasını yere vurmaya başladım.

Bir anda havalandığımda Sungur beni diğer tarafa bıraktı. "Ne yapıyorsun?" Sesi buz gibiydi.

Bakışlarım yerdeki adamlara döndü. Hepsi etkisiz hale gelmişti. Tekrar okyanus gözlerine baktım. "Kızı koruyoruz ya." diye mırıldandım. Ardından kaşlarımı çatarak yüzüne baktım. "Kız nerede?" Etrafı incelemeye başladım.

"Kulaklığın nerede senin?" diye sorarken kolumu sıkıca tutmuş, beni de peşinden sürüklemeye başlamıştı.

"Kırdım." diyerek omuz silktiğimde bana kısa bir bakış attı. Ama öyle bir baktı ki bir an beni öldürmek istediğini düşündüm.

"Sabret Sungur," dedi kendindene konuşurken. "Eve bir gidelim."

Alt kata, yani giriş kata geldiğimizde etrafta bakışlarını dolaştırdı. Adamlar her yerde koşuşturuyordu. Bizi aradıkları her haliyle ortadaydı. Biz biraz daha geride durduğumuz için bizi görmemişlerdi. Hızlı adımlarla çıkışa doğru ilerlemeye çalıştığında sarsak adımlarla ona uyum sağlamaya çalışıyordum.

Kolu hala sıkıca kolumu tuttuğu için yavaşlamak gibi bir lüksüm de yoktu. Sonunda dışarıya çıktığımızda siyah araba hemen kapının önündeydi. İki adam girmemiz için kapıyı açtığında artık başım tamamen dönmeye başlamıştı.

Zihnime fısıldayan şeytanlara eşlik olarak, ağırlaşan göz kapaklarım vücuduma ağır gelmeye başlamış, bedenimi rahata kavuşturmak için çırpınıyordu. Zihnim bu sefer kapandı. Gözlerim kendiliğinden kapanırken, kendimi uykuya teslim ettim.

☠💀☠

 

Rüyalar, insanın bilinç altının kurduğu hayallere dayanırdı. Bir şeyin üzerinde çok düşünmek, onu aklınızdaki bir köşeye atmak gibiydi. Kendini çok belli etmezdi ama varlığını hissettirirdi.

 

Sungur Alp Karakum da benim için bir rüyadan ibarettir. Önce varlığı beynime sızmış, sonra da rüyalarıma girmeye başlamıştı. Ortalarda çok dolanmazdı ama hissederdim,içimde bir yerde ona ait olan bölgeyi.

 

Gözlerimi araladığımda kendimi oturma odasındaki koltuğun üzerinde uyurken bulmuştum. Bakışlarımı etrafta dolaştırmayı denesem de pek bir şey göremedim çünkü her yer karanlıktı. Odada duyulan saatin çıkardığı tıkırtılar kulaklarımı doldururken, bulunduğum yerden ayağa kalktım.

 

Başımda şiddetli bir ağrı yol gösterirken, bütün bedenimde bulunan yorgunluk ağır bir seviyedeydi. Etrafı aydınlatan tek şey, bahçedeki havuzun içeriye yansımasıydı. Çünkü evin bahçeye bakan kısmı tamamen camdı.

 

Bahçeye çıkan kapı açtı. Adımlarım oraya doğru ilerlerken başımı önce sağa, sonra da sola yatırarak boynumu rahatlatmaya çalıştım. Bahçenin önüne geldiğimde, burası içerisine nazaran daha aydınlıktı.

 

Bakışlarımı etrafta gezdirirken onu gördüm. Kendini havuzun karşısındaki koltuğun üzerine atmış, ayaklarını da sehpanın üzerine koymuştu. Elinde bitmek üzere olan bir sigara varken, dalgın bakışları önündeki havuzdaydı.

 

Önce yanına gidip gitmemek arasında kaldım. Bana verdiği ilk görevi başarmış olsam bile sonrasında çoğu şeyi batırmıştım. Şu an benden nefret ediyor olmalıydı.

 

Tereddüt ile ona bakarken, bir anda "Orada dikilmeyi mi planlıyorsun?" demesi ile şaşkınlıkla kalakaldım.

 

Omzunun üzerinden bana baktığında ayaklarım hareket etmeye başladı ve kendimi ona doğru ilerlerken buldum. Adımlarım tereddüt dolu değil, aksine kendinden emin ve güçlüydü.

 

Karşısına geçerek önünde bulunan koltuğun üzerine oturdum ve başım dikleştirerek işgüzar yüzüne baktım. Bana olan bakışlarından ilginç bir duygu vardı ancak ne olduğunu çözemiyordum. Belki saatler önce her şeyi mahvetmiştim ama bunu umursuyor gibi görünmüyordu.

 

"İyi misin?" diye sordu. Sesi şimdiye kadar olan bütün tonların aksine sert değil, yakmaya korkar gibi yumuşaktı.

 

Başımı yana eğerek kıstığım gözlerle yüzüne baktım. "Neden bana sürekli bunu soruyorsun?" diye sordum.

 

Yüzünde herhangi bir değişim olmadı. Yüzü bir duvar gibi ifadesizken, canlı olduğunu kanıtlayan tek şey konuşmak için araladığı ağzıydı. Bakışları kısa bir an yüzümde dolaştıktan sonra derin bir nefes verdi. "Merak ettiğimden."

 

Kaşlarımı kaldırarak yüzüne baktım. "Hayır umurunda değildi?"

 

"Merak etmem, umurumda olduğu anlamına gelmez." dedi sert sesiyle. "Bunu sorarken de gelişigüzel sormadım zaten. Sana güvenerek verdiğim ilk görevde her şeyi batırdıktan sonra yüzündeki bu rahatlık nereden geliyor diye merak ettim. Seni düşünüyormuşum gibi gereksiz bir algıya kapılma. Kendini bu kadar yükseklerde görürsen düşüşün ağır olur."

 

Cümlesi yüzüme çarpan sert bir tokattan farksızdı. Kelimeler ise en büyük silahtı. Bakışlarındaki nefrete ek olarak acımasız sözleri canımı yaktığında yüzümü ifadesiz tutmayı başardım. Boğazım kurumuş gibi hissederken ağır bakışlarının altında yutkunmak haram gibiydi.

 

"Senin sorunun ne biliyor musun?" diye sordum alaylı bir ifadeyle. "İnsanları küçümseyerek kendini havalı göstermeyi düşünüyorsun. En adil savaş karşındaki kişiyi hafife almamak olur Sungur Alp Karakum. Ve eğer adil oynamazsan kaybetmek zorunda kalırsın." derken ayağa kalkarak ona doğru yürümeye başladım.

 

"Sen, beni hafife alıyorsun." derken cebimdeki formüllerin yazdığı kağıdı çıkarıp üzerine doğru eğilerek koltuğun yanına bıraktım. Yüzlerimiz arasında çok az bir mesafe varken yüzündeki şaşkınlık ortadaydı. Elimi havaya kaldırdım ve düğmelerin açık bıraktığı göğsüne dokundum. Bedeni kasıldı. "Çünkü ben bir rekabete giriyorsam muhakkak kazanacağım içindir." Yüzümü biraz daha eğdiğimde burunlarımız birbirine değdi. "Ve sen, Sungur Alp Karakum. Kiminle oyandığının farkında değilsin."




 

Bölüm Sonu 🧭

 

Evett, bölümü nasıl buldunuz???

 

En sevdiğiniz sahne neydi?

 

Son sahnede gördüğünüz gibi Meva altta kalmayı sevmiyor. Sungur ise kendini her zaman yüksek olarak görür. Bu çelişki nasıl olacak sizce?

 

Meva'nın dediği gibi Sungur pişman olacak mı dersiniz? (Bence evet qjshwjkwshje)

 

Yeni bölümde görüşmek üzere hoşçakalın, sizleri seviyorum

 

Not : kitabın büyümesi için tiktok, Instagram gibi platformlarda edit yaparak destek olursanız sevinirim.

 

Loading...
0%