Yeni Üyelik
6.
Bölüm

6.BÖLÜM : DEFTER

@melekaydinn_56

Sessizlik aramızda oluşan görünmez bir iplik gibiydi. Bu iplik hem görünmez hem de çok inceydi. Sınırı geçtiğin an boğazını keser, kanların dökülmesini sağlayarak son nefesini verirdi. Bu hem delici hem de bir o kadar da gerçekti.

 

Küçükken bir prenses gibi büyümüştüm. Korku nedir bilmez, tek derdim oyun ve eğlenceler olurdu. Ailem yanımda varken hiçbir şeyi umursamaz, bana bir şey olduğunda arkamdaki güvencelere sığınarak hayatımı sürdürürdüm.

 

Şimdi ise o küçük çocuktan eser yoktu. Değişim beni öyle bir ele geçirmişti ki geçmişten bana kalan tek bir iz dışında hayatın bana bıraktığı bir miras bile yoktu. Bana kalan sadece bir iz bile olsa, o iz benim yol göstergemdi.

 

Ailemle yaşadığımız kaza sonucunda ağır darbeler alırken iki tanesi hariç bütün yaralarım yok olmuştu. Bunlardan biri ruhsal biri ise fiziksel yaraydı.

 

Birincisi çocukluğumda geçirdiğim onca güzel anı, ve o anıların bir trafik kazası sonucunda sadece hatıra olarak kalması sonucunda yalnız kalmamdı.

 

İkincisi ise trafik kazasında dudağımın biraz üstünde, yanağıma yakın bir yerde bulunan Yara İziydi. Bu iz o günden beri benimleydi. Çok büyük olmasa da bakıldığı zaman kendini belli eden bu kız çizgi çizilerek yapılan bir yıldıza benzer, aynı zamanda çarpı işaretine benzerdi.

 

Bu iz bana kim olduğumu, ne olduğumu ve neden olduğumu hatırlatıyordu. İçimde arkasına güvenen kız çocuğu değil, kendine güvenen genç bir kız vardı. Önüne çıkan kimsenin onu ezemeyeceği, En büyük korkusu yine kendisi olan o kız.

 

Dün gece Sungur Alp Karakum yüzünden tüm feleğim şaşmıştı. Ardından bana söylediği lafların altına kalmayarak ona kim olduğumu göstermiştim. Son söylediklerimden sonra lâl olmuş gibi tek bir kelime bile edememişti.

 

Bana olan bakışlarından düşmanlık ya da başka bir şey arasamda tek tek gördüğüm şey merak ve hayranlıktı. İlgisini çektiğimin farkındaydım ancak bu yeterli değildi. Beni yanında tutmasının tek sebebi ise işimi düzgün yapıyor olmam da olamazdı.

 

Çünkü her şey benim planımdı.

 

Dün gece çıktığım ilk görevde bilerek sarhoş olmuş, bana olan güvenini bilerek boşa çıkarmıştım. Eğer dediği gibi işi doğru yaptığım için beni yanında tutuyor olsaydı, bu işi dün gece benden alırdı. Ancak o bunun yerine oraya gelmiş ve beni kurtarmıştı.

 

Bu da demek oluyordu ki beni işi iyi yaptığım için değil, başka bir sebepten dolayı yanında tutuyordu. Ve ben bunun sebebinin ne olduğunu öğrenmeden buradan gitmeyecektim. Hiçbir şeyden haberi olmayan, ona inanan biri gibi davranacak, kendi sorularımın cevabını kendim bulacaktım.

 

Kapının çalınması ile başımı telefondan kaldırdım ve yerimde dikleştim. Kapı açıldığında içeriye dolan topuklu ayakkabıların sesi ve yoğun parfüm kokusu ile kimin geldiğini anlamam zor olmamıştı. Maria her zamanki kıyafetleri ile odaya geldiğinde bakışlarım onu buldu.

 

"Alp Bey, acil bir için gitmek zorunda kaldı Meva Hanım. Kahvaltınızı bahçede mi hazırlayalım yoksa buraya mı getirmemizi istersiniz?" diye sorduğunda ellerini önünde birleştirerek cevap bekleyen bir ifadeyle bana bakıyordu.

 

"Kahvaltıyı dışarıda yapacağım." dediğimde kısa bir an duraksadıktan sonra tereddüt dolu gözlerle bana baktı. Bunu umursamadan merakla ona baktım. "Ona neden Alp diyorsun?"

 

"Çünkü ismi bu." diyerek mala bakar gibi bana baktığında öfkemi göz ardı etmeye çalıştım.

 

"Evet biliyorum," diyerek gıcık bir gülümseme sundum. "Hani iki ismi var ya, ondan sordum." diyerek gereksiz kişiye gereksiz bir açıklama yaptım.

 

"Ona Sungur denmesini istemez," dedi Maria ters bir ifadeyle. "Ona sadece yakınları böyle der."

 

İçimde kocaman bir rahatlama geçtiğinde kocaman gülümsedim. "Demek öyle," dedikten sonra kıkırdadım. "Ona Alp dediğimde bana neden sinirlendiği ortaya çıktı." diyerek yalan söylemeye devam ettim.

 

Maria bozularak bana baktığında, onu görmezden gelerek ayağa kalktım. "Sen çıkabilirsin." Yüzüne bakmadan banyoya doğru ilerledim.

 

Maria odadan çıktıktan sonra duşa girmiş ve on dakika içinde çıkmıştım. Islak saçlarımı kurulamam ve yüzüme makyaj yapmam yarım saatimi almıştı. Üzerime siyah mini bir etek ve askılı, dar ve açık yeşil renginde bir crop alarak kombinimi tamamladım. Gözlerim ile kıyafetim uyumlu olduğunda beğeniyle kendimi süzdüm. Erkek olsam kendime aşık olurdum.

 

Ayağım daha iyi haldeydi. En azından artık yürüyebiliyordum. Fakat riske girmek yerine beyaz spor ayakkabıları giyinerek çantamı da alarak odadan çıktım. Bahçeye geldiğimde korumalara kısa bir bakış attım. İnek sürüsü gibi her yerde bulunuyorlardı.

 

Dalgalandırdığım saçlarımı sırtıma atarak yürümeye başladım. Kocaman demir kapının önüne geldiğimde iki tane dev koruma önce bana, sonra da birbirlerine baktılar. Kaşlarımı kaldırarak onlara bakmaya başladığımda, buna öylece dikilerek karşılık verdiler.

 

"Tahminen kaç dakikaya kapıyı açarsınız?" diye sordum.

 

Adamlardan biri derin bir nefes verdi ve,"Lütfen içeriye girin." dedi. "Bunu yapmanız yasak."

 

Bıkkın bir nefes vererek kollarımı göğsüme birleştirdim. "Kime göre neye göre?"

 

Bu sefer diğeri konuştu. "Alp Bey dışarıya çıkma izninize dair bir şey söylemedi efendim, dilerseniz kendisini arayıp sorabiliriz."

 

"Hayır," diyerek başımı dikleştirdim. Ters bakışlarım ikisi arasında gezindikten sonra kendimden emin bir ifadeyle dudaklarımı araladım. "Dışarıya çıkmak için ondan izin falan almayacağım, önümden çekilin."

 

Öylece bakmaya devam ettiler.

 

"Bakın," diyerek şirince gülümsedim. "İstersem buradan sizin ruhunuz duymadan zaten çıkabilirdim." Ayakkabımı hafifçe ayağa kaldırıp onlara gösterdim. "Ama açıkçası üşendim. Biraz da insaflıyım tabi. Sizi mağara adamının gazabından korumuş bulunuyorum. Şimdi bana zorluk çıkarmayın ve şu lanet olası kapıyı açın yoksa tren yayından çıkmak zorunda kalacak." Gülümsemeye devam ettim.

 

Birbirlerine gergin bir bakış attılar. Ardından ilk konuşan tekrar ağzını araladı. "Efendim, lütfen içeriye girin."

 

"Ay çıldırıcam şimdi!" diyerek bir elimi alnıma koydum. "Abicim çıksana önümden!"

 

"Efendim-"

 

"Efendini sikerim!" diyerek adamı göğsünden tuttum ve kendime doğru çektim. Dizimle adama tekme attığıma acıyla inleyerek yere düştü. Diğerine tehdit dolu bir bakış attım. "Aç şu kapıyı!"

 

Hemen açtı.

 

Tatlı tatlı gülümsedim. "Aferin, böyle söz dinleyin." Salına salına bahçeden çıktım. Hava bugün çok güzel değil mi?

 

☠💀☠

 

"Sen gerçekten delisin." dedi Victor elindeki çayı yudumlarken. Ardından aklına o görüntüler gelmiş gibi bir kez daha güldü. Başını kaldırarak bana bakarken keyfi oldukça yerindeydi. "Şıngırak ne lan?" Bir kez daha kahkaha attı.

 

"Boş yapma." diyerek düz düz yüzüne baktım.

 

"Hemen koru zaten ortağını." dedi keyifle. "Yakın zamanda ben aşık oldum diyerek beni aramandan korkmuyor değilim." derken önündeki peyniri ağzına attı.

 

Çayımdan bir yudum alırken söylediklerini düşündüm. Yakışıklı mıydı? Evet. Çekici miydi? Evet. İlgimi çekiyor muydu? Evet. Peki ona aşık olur muydum? Hayır.

 

"Saçmalama," diyerek göz devirdim. Kaşlarını kaldırarak bana baktığında dik dik yüzüne baktım. "Bakma öyle, ciddiyim. Onunla hayatta olmaz. Kendini beğenmiş herifin teki."

 

"Sen bu gidişle evde kalacaksın." dedi imayla. "Ben oyumu Sungur'dan yana kullanıyorum. Hem parası var hem yakışıklı hem de baya havalı." Göz kırptı. "Tam senlik."

 

"Bu kadar hoşuna gittiyse ayarlayayım sana." dediğimde göz devirdi. Ardından düşünceli bir ifadeyle bana baktı. "Ne yapmayı planlıyorsun?"

 

"Bilmem," diyerek omuz silktim.

 

Her planımı ona anlatacak değildim. O da bunu fark ettiğinde ters ters bakmak dışında bir şey yapmadı. Ardından derin bir nefes vererek sırtını koltuğa yaslayarak bana baktı. "Onun evinde güvende olduğunu biliyorum ama eğer yardıma ihtiyacın olursa bir telefon uzağındaydım."

 

Kendini beğenmiş bir gülümseme ile yüzüne bakarken, içimde zerre şüphe yoktu. "Benim asla yardıma ihtiyacım olmaz Victor," dedim. "Ama olursa, aramaktan çekinmem."


"Falan filan." dedi göz devirerek. Ardından bana üstten bir bakış attı. Kısılan gözlerine eşlik eden yüzündeki gülümseme, bana şu noktada gıcık olduğunu gösteriyordu. "Kendini beğenmiş."

Uzun boyuna, sarı saçlarına, mavi gözlerine bakarken göz devirdim. Beyaz teni, yüzüne vuran güneş sayesinde parlarken bir prens görüntüsü sunuyordu. Benden iki yaş büyük olmasına rağmen onunla abi kardeş gibi bir ilişkimiz vardı. Derin bir nefes vererek bakışlarımı ona sapladım. Saf ve içtenlikle, "Teşekkür ederim, herşey için." dedim. Bu noktada oldukça ciddiydim.

Buruk bir tebessüm gönderdi. "Bir şey değil, minik yıldız."

Minik yıldız,onun ölen kardeşinin lakabıydı.

Beni ölen küçük kız kardeşinin yerine koyduğu için içimde küçük bir sıcaklık patladı. Bakışlarımı kaçırarak önümdeki kahvaltı masasına baktım. Bunca hayatım boyunca yanımda olmuş ve beni hiç yadırgamamıştı. Beni olduğu gibi kabul eden tek kişi oydu. Bu yüzden bende yeri her zaman ayrı olacaktı.

Dakikalar birbirini devirirken, Victor sonunda işlerini halletmek için yanımdan ayrılmış, beni masada yalnız başıma bırakmıştı. Derin bir nefes alarak hesabı ödemeye gittiğimde, Victor'un zaten ödediğini öğrendiğimde sinirlenerek oradan çıkmıştım. Şimdi ise takside üniversiteye doğru gidiyordum çünkü girmem gereken bir sınav vardı. Hiç çalışmadığım sınav...

☠💀☠

 

Sonunda ders zili çaldığında rahat bir nefes verdim. Sınav beklediğim kadar kötü değildi. Caner'den aldığım notları sadece iki kez okumuştum ve bunlar bana yetmişti. İyi bir hafızam vardı, bu sebeple kolaylıkla soruları çözmüştüm.

 

Çantamı tek omzuma atarak telefonumu da elime alıp sınıftan çıktım. Büyük koridorda yürürken, bir anda duyduğum zil sesi bu sefer de telefonuma aitti. Bakışlarım oraya denk düştüğünde ekranda yazan yazıyı gördüm.

 

Sungur Alp Karakum arıyor...

 

Derin bir nefes verdikten sonra telefonu kapattım. Şimdi onunla uğraşmak istediğim son şey bile değildi. Gereksiz egosu ve kendinden emin sözleri sınavdan sonra kaldırabileceğim bir şey değildi. Bu yüzden hiç duraksamadan dışarıya doğru yürümeye devam ettim.

 

Sonunda kocaman bahçeye geldiğimde bakışlarımı etrafta dolaştırdım. Caner, yeni bir kız ile güle oynaya flört ediyordu. Beni görünce sadece başını eğerek selam vermesi üzerine, aynısını bende yaptım. Bakışlarımı tekrar etrafta dolaştırdığımda hiç beklemediğim bir şey oldu.

 

Bir çift lacivert göz, beni izliyordu.

 

Bahçenin sonlarına doğru park ettiği arabasına yaslanmış, kollarını göğsünde birleştirmişti. Üzerinde siyah bir gömlek ve siyah bir pantolon vardı. Dirseğine kadar kıvırdığı gömleği yüzünden gerilen kasları kendini ortaya sermişti. Yakasında siyah güneş gözlüğü, ağzında ise her zamanki gibi sigarası vardı.

 

Karizma...

 

Başımı dikleştirerek ona doğru yürümeye başladım. Yüzünde her zamanki gibi hiçbir duygu yoktu. Öylesine bir duvara bakıyormuş gibi hissetsem de, ona olan bakışlarım fazla insancıldı. Yanına doğru ilerlediğimde, herkesin gözünün bizde olduğunu görmek umurumda değildi.

 

Sonunda aramızda bir adımlık mesafe kaldığında durdum. Kollarımı göğsüme birleştirerek, sorgulayıcı bir tavır takındım. "Burada ne işin var?" Sesim, benden beklenilmeyecek derecede soğuktu.

 

"Seni almaya geldim." dedi çok normal bir günde, çok normal bir an içindeymişiz gibi rahatlıkla. Bakışları kısa bir an üzerimde dolaştıktan sonra ağzındaki nefesi dışarıya verdi ve gri duman havaya yayıldı. "Sınavın nasıl geçti?"

 

"Sanane?" diyen sesim ciyaklama gibiydi. Kaşlarımı çatarak ters ters yüzüne bakmaya başladım. "Benimle ilgili şeyler seni ilgilendirmez."

 

Bir şey demek için ağzını açtı ama sonra her ne olduysa bundan vazgeçti ve sustu. Delici bakışlarının altında, tenimin ateşe maruz kalmış gibi yanması olacak şey değildi. Üstelik bunu sadece bakarak yakıyordu.

 

Okyanus gözleri, beni yakıyordu.

 

Sonunda, "Arabaya bin." dediğinde sesi, az öncekine nazaran daha mesafeli çıkmıştı. Bu hoşuma gitmese de üstüne kafa yormayı mantıklı bulmuyordum. Çünkü olması gereken buydu. Onunla ilgili hiçbir şey umurumda olmamalıydı.

 

Göz devirerek arabaya bindiğimde, birkaç dakika sonra sigarasını söndürüp o da sürücü koltuğuna geçti. Arabayı çalıştırırken, ben gözlerimi ondan ayırmadan onu izlesem de, o bir kez bile dönüp bana bakmadı. Bu da hoşuma gitmemişti.

 

Bir süre arabayı sürmeye devam etti. Nereye gittiğimiz hakkında en ufak bir fikrim yoktu çünkü eve sürmediğini anlamıştım. Farklı bir yoldan, farklı bir yere doğru gidiyorduk.

 

Yaklaşık yarım saat boyunca ne o konuştu, ne de ben. Öylece iki insan gibi aynı arabada, farklı yerlerdeydik. Benim aklım ondaydı ama onunki neredeydi bilmiyordum. Bu sessizlik yavaş yavaş sinirimi bozmaya başladığı için sıkıntılı bir nefes verdim. "Nereye gidiyoruz?"

 

Bakışlarım ondayken cevap vermesini beklesem de bir şey söylemedi. Kendi kendime konuştuğumu hissettirdiği için sinirim bozulsa da bir kez daha sormadım. Yaklaşık on dakika sonra arabayı durdurduğunda, bana bakmadan indi.

 

Kısa bir sabır çekerek bende arabadan indim. Bakışlarımı etrafta dolaştırdığımda, kocaman bir giyim mağazasının önünde olduğumuzu gördüm. Anlamayan bakışlarımı ona çevirdiğimde, zaten bana baktığını gördüm. "Neden buradayız?"

 

"Senin için." dedi ve başka bir şey söylemedi. Mağazaya doğru yürürken, kocaman cüssesi beni bir kez daha şaşırttı. Geçerken mağara adamı olabilirdi. Ona yetişmek için hızlı adımlarla yanına doğru ilerledim.

 

İçeriye girdiğimizde kimsenin olmadığını görünce kısa bir an şaşırsam da, daha sonra bunu onun yaptığını anladığım için sesimi çıkarmadım. Sadece iki tane çalışan kapının önünde bizi bekliyorlardı. Sungur'u gördükleri an başlarını eğerek selam verdiler. Bana dönüp bakmamışlardı bile.

 

Sonunda içeriye girdiğimizde bakışlarımı etrafta dolaştırmaya devam ettim. Her yerde oldukça pahalı markalara ait, kalite dolu kıyafetler bulunuyordu. Mağaza çok büyüktü ve tamamen boştu.

 

Sungur yürürken, bende birkaç adım arkasından ilerliyordum. Birkaç adım ileride, mağazanın her yerine bakan bir bölgede bulunan lüks, siyah koltuğun üzerine oturdu. Bacaklarını koltuğun önündeki masanın üstüne uzattı ve her zamanki gibi cebinden sigarasını çıkararak ağzına yerleştirdi. Tüm bunları yaparken, bakışları tamamen bendeydi.


Ellerimi iki yana açarak, "Bu ne şimdi?" diye sordum. Sesimdeki sertlik, burada bulunmaktan rahatsız olduğumu oldukça belli ediyordu.

"Bu akşam ikinci görevine çıkacaksın." dedi tavrımı görmezden gelerek. Kaşlarımı çatarak yüzüne bakmamı umursamadan, "Özel bir davet olduğu için yanımda çöpçü gibi değil, biraz daha kadın gibi durmalısın." dediğinde içimde bir şeyler parçalandı. Bunlar duygularımdı.

Belki şu an öfke ile ona atlamam, laflarına en büyük şekilde karşılık vermem gerekiyordu ama karşısında o kadar sakin bir şekilde durdun ki, gözlerinden geçen şaşkınlığı bu mesafeden bile görebilmiştim.

"Sen kendini ne zannediyorsun?" diye sordum rahat bir tavırla. "Adam olmayanın yanındaki kişiye de bakmazlar, o yüzden için rahat olsun." dedim alayla. Sinir bozucu bir şekilde gülümsedim. "Ama olurda eğer bakışlar bize dönerse bu ya benim güzelliğim, ya da senin yerlerde dolaşan egon yüzündendir."

Bakışlarında kararan bir şey gördüm. Daha önce de çok kez tartışmıştık ama bana olan bakışları ilk defa öfke ve nefret doluydu. Sözlerimde haksız değildim aslında. Onun çok büyük bir egosu vardı ve böyle laflar duymaya alışkın olmadığı için öfkeleniyordu. Ama umurumda da değildi. Kendi kaşındı.

"Sen," dedi başını dikleştirerek. Eline aldığı sigarasını sertçe koltuğa bastırdı. "Haddini fazla aşıyorsun." Ayağa kalkarak bana doğru yürümeye başladı. Korkmam için yaptığı bu hamle, içimde yaprak kımıldatmadı. "Yerini bil Meva," dedi acımasız bir sesle. "Bir hırsıza göre fazla gururlusun."

Tam dibimde durduğunda başımı hafif bir açıyla yana eğerek yüzüne alayla baktım. "Yoksa ne olur?" Güldüm. "Gidip babana mı şikayet edersin?"

 

Tek kaşı havalandı. "Ailenin benim elimde olduğunu unutuyorsun." Bu cümle, beni kırk yerimden bıçaklarken, yüzümdeki gülümsemenin olmuş bir çiçek gibi solmasına sebep oldu. "Beni bir daha ailemden vurmaya kalkma," derken oldukça ciddiydi. "Bende aynısını yapmak zorunda kalırım."

 

Düz bir ifadeyle yüzüne baktım. Şu an ondan öyle nefret ediyordum ki sinirle dişlerimi sıktım. Haklıydı. Ailem ondaydı bu yüzden belki de şu an benden bir adım öndeydi. Ona olan bakışlarım öldürücü bir ifade ile doluyken, yüzüm buzdan bir şehir gibi boş ve ifadesizdi.

 

"Şimdi," dedi net bir sesle, "Sana verilen elbiseleri deneyeceksin ve sonra da birini seçeceğiz. Fazla oyalanma." Arkasını dönerek tekrar koltuğa ilerledi ve az önceki yerine oturdu. Hiçbir şey söylemeden son kez yüzüne baktım. Ardından beni bekleyen çalışana doğru yürüdüm.

 

Şimdi değil belki Sungur Alp Karakum, ama bir gün tüm bu yaptıklarına pişman olacaksın.

 

Çalışan kadın elime birkaç tane elbise bıraktıktan sonra, bana kabini göstererek beklemeye başladı. İçim içime sığmıyor gibiydi ama bunun sebebi tamamen elimin kolumun bağlı olması. Bana istediği şekilde konuşup, istediği şekilde davranabiliyordu ama ben karşılık bile veremiyordum.

 

Kabine girdikten sonra derin bir nefes alıp sakinleşmeyi bekledim. Herhangi bir yere yumruk atmadım ya da küfür etmedim. Kendi kendime bekledim. Ardından başımı dikleştirerek rastgele bir elbiseyi elime alarak üzerime geçirmeye başladım. Elbise bebek mavisi, boyundan bağlamalı, derin bir yırtmacı olan bir elbiseyi. Elbise üzerime tam oturmuştu ama bunun içinde görev yapmam, koşabilmem neredeyse imkansızdı.

 

Kabinden dışarıya çıktığımda hemen karşımdaki kocaman aynada kendimi tamamen gördüm. Bakışlarım aynadayken onu hemen arkamda, kabinin kapısına yaslanmış bir şekilde buldum. Yana eğdiği başı ve kısık gözleriyle beni süzerken, bakışlarında herhangi bir şey yoktu.

 

Arkamı dönerek yüzüne baktığımda derin bir nefes aldı. "Bu olmadı." Ardından ona laf atmamı bekleyerek yüzüme baktı. Ben ise öylece birine bakar gibi ona bakıp yanından geçtim ve tekrar kabine girdim. Cevap verme gereğinde bile bulunmamıştım.

 

O kadar değersizdi benim için.

 

Kabine tekrar girdiğimde bakışlarımı elbiselerde dolaştırdım. En son gözüme çarpan, açık yeşil elbiseyi elime aldım. Gözlerim ile aynı renk olan bu elbise üzerime tam oturmuştu. Omuzlarında iplik askı ve belinde aynı renk kemer vardı. Elbise dizlerimin hemen üzerimde bitiyor, bedenimi ikinci deri misali sararak fizigimi ortaya çıkarıyordu.

 

Kabinden çıktığımda bu sefer ona bakmadım. Aynadan kendime bakarken, içimi bir sıcaklık kapladı. Çünkü elbise üzerime o kadar çok yakışmıştı ki, dudaklarımda oluşan küçük gülümsemeye engel olamadım.

 

Sonra aniden üzerime çöken bir karabasan gibi arkadan yavaşça yaklaştı. Elbisede bulunan bakışlarım bu sefer ayna üzerinden on buldu. Gözleri yüzümdeki tebessümde gezindi, ardından hafifçe kaşlarını çattı. Tam arkama geldiğinde eli birden sırtımı buldu.

 

Tüm bedenim donakaldığında, bunu bakışlarıma yansıtarak şaşkınlıkla ona baktım. Elbisenin zincirini yavaşça yukarıya çektiğinde bu sefer içimden küfür etmeme engel olamadım. Fermuarını kapatmıştım ama elim yetişmediği için tamamen kapatamamış olmalıydım. Bunun için kendime daha sonra kızacaktım.

 

Fermuarını kapatmasına rağmen ne elini sırtımdan çekti, ne de bakışlarını üzerimden. Buzu andıran lacivert gözleri her zamanki gibi baksa bile, davranışlarında bir değişiklik vardı.

 

Adem elması hareket ederek yavaşça yutkunduğunda, bakışlarım boğazındaki çıkıntıya takıldı. Ardından, hiç beklemediğim bir şey yaparak, "Çok güzel," dediğinde bakışlarımı onu buldu ve bu sefer olduğum yerde kalakaldım.

 

Söylediği şey aynı anda binlerce kez kafamın içinde dolaşırken, yanlış duyduğumu bile düşündüm kısa bir an. Ama daha sonra sanki kendine yeni geliyormuş gibi bir tavır ederek elini çekti ve benden uzaklaştı. Bakışları ben hariç her yerdeyken, "Elbise yani," dedi ve duraksadı. "Elbise çok güzel."

 

Ona bakmadan kabine doğru yürüdüm. "İçinde ben olduğum için güzel." Şaşkın bakışlarını üzerimde hissediyordum.

 

☠💀☠

 

Geçmiş, bir yılan misali boğazıma sarılmıştı.

 

Şu son bir ayda yaşadığım şeyler, inanılmaz derecede olağanüstü. Önce öldüğünü sandığım ailemin yaşadığını, daha sonra da yerlerini bulmak için ise türlü türlü görevler alıyordum.

 

Yaşananlar hem çok saçma hem de mantıksız geliyordu. Ya gerçekten öyleydi, ya da benim bilmediğim şeyler vardı. Mesela milyarlarca insan içinden, neden ben seçilmiştim? Benden çok daha iyi hırsızlar olduğuna emindim. Ya da ailemin bu işin içindeki rolü neydi? Ben neden bunca yıldır ailemi ölü biliyordum?

 

Tüm bunlar kurgulanmış bir ibaretti. Kimin yazdığını bilmediğim bu senaryoda ne gibi bir rolüm olduğu hakkında en ufak bir fikrim yoktu. Tüm bu cevapları alabileceğim biri vardı ama onun da bunu yapmayacağını bildiğim içindi içimdeki bu gerginlik.

 

Sungur ile eve gelene kadar tek kelime etmemiş, birbirimizin yüzüne dahi bakmamıştık. Son sözlerinden sonra ona karşı çok büyük bir öfke biriktiriyordum. Öyle ki, değil konuşmak yüzünü bile görmek istemiyordum.

 

Bakışlarım aynadaki yansımamda gezinirken, beğeni dolu bir ifadeyle kendimi süzdüm. Aldığımız elbiseyi üzerime geçirmiş, ardından da güzel bir makyaj yapmıştım. Yeşil gözlerimi ortaya çıkaran bir makyaj ve kan kırmızı dudaklar. Ayağıma topuklu yerine, spor ayakkabı almıştım. Çünkü oraya öylesine degil, yeni görevim için gidiyordum.

 

Sonunda elime çantamı alarak odadan çıktım. Sungur yaklaşık on dakika önce aşağıya inmiş, bahçede sigara içmeye başlamıştı. Ona ne zaman baksam ağzında sigara vardı. Sanırım ciddi bir bağımlıydı. Ben de çok içerdim ama bağımlı değildim. İstediğim zaman bırakabilirdim.


Bahçeye çıktığımda hiç duraksamadan ona doğru yürüdüm. Siyah Jeep arabasına yaslanmış, tüm odağını önündeki telefonuna vermişti. Kaşları hafif çatık, dudakları düz bir çizgide buluşmuş, hafif öfkeli gibiydi. Üzerine siyah bir gömlek ve siyah pantolon vardı.

Yanına yaklaştığımda adım seslerini duyduğu için başını telefondan kaldırdı ve bana baktı. Gözleri baştan aşağıya tüm vücudumda dolaştıktan sonra, dudaklarımda durdu. O ana kadar dudaklarımı dişlediğimin farkında değildim. Hızla dudaklarımı serbest bıraktığımda bu sefer gözlerime baktı ve ben o an ilk defa yüzünde beğeni dolu bir ifade gördüm.

Başımı dikleştirdim ve tam önünde durdum. Onun açmasını beklemeden kapıyı açtım ve arabaya bindim. Arkamdan homurdanmasını duysam da umursamadan oturmaya devam ettim. Sonunda o da arabaya bindiğinde beklemeden çalıştırdı.

Bir süre boyunca ikimiz de konuşmadık. Soru sormak istiyordum ancak bu sessizliği bozan ben olmayacaktım. Bu sebeple sinirle ayağımı sallıyor, tırnağımı yiyor, alttan bakışlarla yola bakıyordum.

"Meva," dedi Sungur kısa bir an sonra bakışlarını yoldan çekip bana dikerek, "Sabit dur." dedi. Bakışları önce salladığım bacağıma, ardından da tırnağımı dislediğim ağzıma değdi. "Dikkatimi dağıtıyorsun."

Boğazını temizleyerek önüne dönerek tekrar yola odaklandı. Ben ise kısa bir an şaşkınlıkla ona bakmaya devam etsem de sonradan bakışlarımı ondan çekebilmiştim. Şimdi ise tekrar yola bakıyor, tek kelime etmiyordum.

"Atma içine sor," dedi arabayı tek eliyle kullanırken. Tüm dikkati önündeki yolda gibi görünse de aslında bende olduğunu anlamak zor değildi. "Sabahtan beri çırpınınıyorsun."

Düz düz yüzüne bakmaya devam ettim.

Bakışları ben ve yol arasında gidip gelirken eliyle birkaç düğmesini açtı. Boğulduğu için yaptığı bu hareket bronz tenini ortaya serirken, daha da karizma gibi görünmesini sağlamıştı.

Cevap vermeyeceğimi anladığında arabayı kenara çekti ve durdurdu. Ardından bana dönerek tüm dikkatini bana verdi. "Konuşmayacak mısın?"

Boş boş baktım. Aynen öyle yapacaktım.

"Bak," dedi söze başlayarak. Nedense bunları konuşmaktan hoşlanmış gibi değil de rahatsız gibiydi. "Kimseye açıklama yapmayı sevmem ama eğer haksızsam da kabul ederim." dedi. İkna etmek ister gibi gözlerime bakıyordu. "O an gerçekten çok sinirliydim. Aniden ağzımdan çıkan cümelerdi bunlar, kalbini kırdıysam özür dilerim."

Yüzüne bakakaldım.

Az önce Sungur Alp Karakum benden özür mi dilemişti?

Şaşkınlığım yüzüme yansımış olmalı ki yüz ifademi bakarken dudaklarını birbirine bastırdı. Hızla bakışlarımı ondan çektim. "Sen kalbimi kırabilecek bir konuma sahip değilsin." Sözlerim, bir bıçak kadar keskin olabilirdi ama karşımdaki adam bunu hak etmişti.

"Pekala," dedi gözleri gözlerimden bir an olsun ayrılmazken. Bir süre susup yüzüme baktı. Bir şeyi ölçmek ister gibi dolanan bakışları altında yerimde rahatsızca kıpırdandım. "Öyle olsun."

Tekrar arabayı sürmeye başladığında bakışlarımı ona çevirmemek için büyük bir savaş vermek zorunda kalmıştım. Sonunda ise onun sesi arabada duyulan tek şey olduğunda bakışlarım ona döndü.

"Bu gece ikinci görevine çıkacaksın." dediğinde tüm dikkatimi ona verdim. "Gideceğimiz yerde düzenlenen davet aslında bir bağış kampanyası. Orada bulunan bir not defteri var. O defteri bana getirmen gerekiyor. O defter bu gece sergilenecek olan değerli eşyaların arasında olacak."

"Bu defteri bu kadar önemli kılan şey nedir?" diye sorarken anlamadan yüzüne bakıyordum.

Bakışları kısa bir an bana takıldı. "Bunu o defteri açıp baktığında anlayacaksın." Bir şeyler bildiği belliydi ancak bunu bana söylemeyecekti.

Sorgulamadım. Sadece başımı sallamakla yetindim. Bir süre sonra yaklaştığımızı anladığımda, başımı çevirerek tekrar yüzüne baktım. Trafik ışıklarının yansıması yüzüne veriyor, ortaya kasvetli bir hava çıkarıyordu. Yandan bile bu kadar yakışıklı olması ise canımı sıkan bir diğer faktördü.

"Beni hangi vasıfla yanında götürüyorsun?" diye sordum. "Şimdiye kadar yanında hiç kadın görmediler. Beni sorgulayacaklar."

"Sorgulasınlar," derken oldukça rahattı. Konuşurken tüm dikkati önündeki yoldaydı. "Biri bile ağzını açmaya kalkarsa-"

"Ne yaparsın?" diyerek sözünü kestim. Tamamen alaylı bir ifadeyle, "Öldürür müsün?" diye sordum.

Bana bakmadan konuştu. "Aynen öyle."

Ciddi olup olmadığını anlamak ister gibi yüzüne baktım ama ifadesinde şakanın emaresi bile yoktu. Bu gerçeklik bedenime çarpan soğuk bir havadan farksız iken, sessizliğe gömülerek önüme döndüm. Çünkü yanımda gerçek bir katil bulunuyordu.

Arabayı yoldan saptırarak başka bir yıla girerken kısa bir an bana baktı. "Korktun mu?" Dalga geçiyordu.

İstemsizce gülümsedim. "Senden mi?" Başımı iki yana salladım. "Yıllardır sizin gibilerin arasında gezinen birine mi soruyorsun bunu?"

"Bizim gibiler?" diye sordu açıklamamı isteyerek.

"Kendini beğenmiş, egoist, boşboğaz ve tek derdi kadın ve para olan adamlar." dedim iğrenir bir sesle.

Arabayı durduğunda yüzünde alaylı bir gülümseme vardı. Yine gamzeleri ortaya çıkmıştı. Bakışlarım önümdeki kocaman binada dolaşırken, onun sesi tekrar ona dönmemi sağladı.

"Dediğin çoğu adam için geçerli," derken ona ettiğim hakaretler sinirini bozduğu için sesi öfkeliydi. "Biz kadınların peşinden koşmayız Meva, onlar kendilerini gözümüze sokmaya çalışır."

Bu kısımda haklıydı. Ülkenin gözde bekar ve zenginleri oldugu için neredeyse bütün genç kızların hayallerini süsledikleri kaçınılmaz bir gerçekti. Yine de altta durmadım ve tamamen ona döndüm.

"Neyseki ben o kızlardan değilim." derken şükreder gibiydim.

Arabayı tamamen durduğunda ikimizde arabadan indik. Kapıyı kapatırken bakışları bendeydi. "Bu olmayacağın anlamına gelmiyor."

Ona bakmadan davetin verileceği binaya doğru ilerlerken alayla güldüm. "Rüyanda görürsün."

Arkamdan geldiğini adım seslerinden anlıyordum. "Rüyalar da gerçek olur prenses." Sesi, keyifliydi.

☠💀☠

 

Beyaz bir akışkan sıvı, bulunduğu her ortama uyum sağlayan bir madde gibiydim. Ailemi kaybettiğim sandığım bunca yıl icinde sefalet değil sefa içinde yaşamıştım. Tabi bunda çalmanın etkisi büyük olsa bile, şu anda bulunduğum ortam bana yabancı değildi.

 

Her yerde loş ışıklar. Şık adamlar ve güzel kadınlar. Şen kahkahalar, ortamlardan yükselen konuşma sesleri, etrafta koşuşturan garsonlar.

 

B


akışlarımı karşı masada bulunan adamın üzerinde dolaştırdım. Sungur bütün heyetiyle orada durmuş, yüzündeki ciddi ifade ile ona bir şeyler anlatan kadını dinliyordu. Yüzünde burada bulunmaktan rahatsız olduğunu belli eden bakışı sanırım sadece ben görüyordum. Yanındaki kadın bunun farkında değil gibiydi.

İçeriye girdiğimiz an yollarımızı ayırmış, fazla dikkat çekmemek için tamamen birbirimizden uzak duruyorduk. Buna rağmen ara sıra bana değen bakışlarının farkında dahi olsam, benim gözüm sürekli onun üzerindeydi.

Bakışlarımı ondan çekip kocaman salonda gezdirmeye devam ettim. Elimdeki kivi kokteylini içerken, keyfim oldukça yerindeydi. Bakışlarım kocaman camın içindeki deftere takıldı. Etrafındaki insanlar merakla ona bakıyor, fotoğrafını çekiyordu. Etrafı kalabalık olduğu için yanına yaklaşacak fırsat bulamıyordum.

"Tekila?" Duyduğum sesle bakışlarımı yan tarafımda bulunan adama çevirdim. Ne ara yanıma gelmişti fikrim yoktu ama bakışlarının yoğunluğunu dakikalardır üzerimde hissediyordum.

"Teşekkürler," diyerek gülümsedim. "Kullanmıyorum." Böyle bir gecede sarhoş olmak istediğim son şey bile değildi.

"Öyle mi?" diye sordu çapkınlıkla beni süzerken. Dudaklarında yarım bir gülümseme vardı. "Siz kimlerdensiniz?" diye sordu. "Sizi daha önce görmediğime eminim."

Çünkü adam önüne gelen her kadınla çıkan, çapkın bir zenginin tekiydi. Kendisinin evinden çaldığım paranın farkına varamayacak kadar da aptal.

"Yeniyim," diyerek yüzüne bile bakmadan cevap verdim. Bakışlarımı etrafta dolaştırdığımda onunla göz göze geldim. Çatık kaşları ile tamamen buraya odaklanmış, yanındaki kadının varlığını bile unutmuş gibiydi. Bakışları ben ve yanımdaki adam arasında gidip gelirken bize doğru doğru yürümeye başladı.

Bu sıklıkla yaşadığım bir şey bile olsa bana her bu şekilde gelişinde hızlanan kalbime engel olamıyordum. Bunun sebebi korku değilse neydi? Heyecan mıydı?

Tam yanımıza vardığında, ona öyle odaklanmıştım ki belime yerleştirdiği elini son anda fark etmiştim. Dokunduğu yerlerde yangın çıkarken, bakışlarım tamamen onda takılı kalmıştı. "Bir sorun mu var?" diyen sesi ise biz gibi soğuktu.

"H-Hayır," dedi yanımdaki adam şaşkınlıkla. Şu an bizi sevgili sanmış olmalıydı. "Şey, ben bilmiyordum. Özür dilerim." diyerek hızla arkasını döndü ve bizden kaçarcasına uzaklaştı.

Adam gittikten sonra birkaç adım geri giderek elini üstümden çektim. Çatık kaşlarımın altından ona bakarken, "Bu da neydi?" diye sordum.

"Senin görevin o lanet olası defteri almak!" dedi sert bir sesle. "İnsanlarla flört etmek değil."

"Sen ciddi misin?" diye sordum inanamayarak. "Flört ettiğimiz falan yoktu ama diyelim ki ettim, sen buna karışmazsın!"

"Yeterince adam öldürmemişim gibi bir de beni cinayete teşvik etme Meva," dedi son derece ciddi bir sesle. Bakışlarındaki öfke, kendini ele veriyordu. "O lanet olası defteri al ve gidelim buradan."

Bakışlarında gördüğüm şey ile kendimi tutamayarak sırıttım. Bunu görünce kaşlarını çattı. Dudaklarımı birbirine bastırarak alttan alttan yüzüne baktım. "Sen beni mi kıskandın?"

Bocaladı. "Ne?"

Keyifli bir kahkaha attım. "Kusura bakma ama tipim değilsin." diyerek toz pembe bir yalan söyledim. "Sakın bana aşık olma Sungur Alp Karakum."

Kaşları öyle bir hızla çatıldı ki bir an ne yapacağımı bilemedim. Öfkeli bakışları yüzümde gezinirken bir şey söylemek için ağzını açtı ama tek bir kelime etmedi. Ardından dudaklarını birbirine bastırıp bana son bir bakış attıktan sonra arkasını dönüp benden uzaklaştığında homurtusunu duydum. "Çattık ya."

Arkadan ona bakmaya devam ederken keyfime diyecek yoktu. Aynen öyle olacaktı. Bana söylediği her söz için onu binlerce kez pişman etmeden durmayacaktım.

Bakışlarım ilerideki kalabalığa döndüğünde tüm dikkatimi oraya verdim. Siyah takım elbisesi ile oldukça şık görünen adam küçük not defterinin bulunduğu yere ilerledi ve camı kaldırarak içinden defteri aldı. Defteri siyah küçük bir kutunun içine koyduktan sonra, kutuyu cebine koydu. Kutu bir parmağın yarısı kadar bile yoktu. Ardından kalabalığa arasından sıyrıldı ve ters yöne doğru ilerlemeye başladı.

Kaşlarım havalanırken, elimdeki kokteyli masaya bırakarak oraya doğru yürümeye başladım. Geçtiğim konum yüzünden şimdi adam bana doğru geliyordu. Dimdik adımlarla adama doğru yaklaşırken içimde zerre bir şüphe yoktu. Tam yaklaştığımızda ise hemen planımı uyguladım.

Adamla aramızda neredeyse iki adımlık mesafe varken sağ ayak bileğimi burkmuş gibi yapmaya çalıştığımda ayağım kaydı ve istemsizce gerçekten burktum. Önceden zaten kırılmış olan ayak bileğimin acısı ikiye katlanırken, ayakta duramadım ve neredeyse yanımdan geçmek üzere olan adamın üzerine doğru düştüm.

Her şey bir anda olsa bile adam hızla beni tutarak yere düşmeme engel olmuştu. Bir elim adamın omzundayken, diğerini cebine attım ve çaktırmadan kutuyu elime aldım. Doğrulmak istesem de bileğim feci halde sızladığı için becerememiştim. Bu sebeple bir kez daha düşecekken bu sefer kollarımı sıkıca adamın boynuna doladım. Bunu gerçekten destek almak için yapmıştım çünkü bileğimi hissedemiyordum.

Adam beni bir anda kucağına alarak kaldırdığında bunu fırsat bilerek kutuyu elbisenin küçük cebine yerleştirdim. Adam beni hemen ileride bulunan bir sandalyeye oturduğunda endiseli bir şekilde bana baktı. "İyi misiniz?"

Değildim.

"Şey, sanırım ayağımı burktum." dediğimde sonunda bakışlarım ona kaymıştı. Olduğu yerde durmuş, ifadesiz bir şekilde bizi izliyordu. Tabi yandan sıktığı yumrukları dışında.

"Hastaneye götürmemi ister misin?" diye sorunca bakışlarım tekrar adama kaydı. Ayak bileğimi eline almış, inceliyordu. "Şişmeye başladı."

"Ah, hayır gerek yok!" diyerek tebessüm ettim. "Eşim birazdan buraya gelecektir. Lütfen kusura bakmayın."

"Peki," diyerek ayağa kalktı. Bakışları üzerimde dolaştıktan sonra, "İyi olduğunuza emin misiniz?" diye sordu. Başımı salladığımda ise hızlı adımlarla uzaklaştı.

Dudaklarımı dişleyerek ayak bileğimi ovalamaya başladım. Az önceki adam sanırım defterden sorumlu kişiydi. Uzaklaştığını gördüğümde rahat bir nefes verdim. Benden herhangi bir konuda şüphelenmemişti.

Kısa bir süre sonra bana doğru adım bir varlık hissettiğimde başımı kaldırıp gelene bakmamla, dibimde biten bir adet Sungur Alp Karakum aynı oldu. Bakışları doğrudan ayak bileğime kayarken bir hasar olup olmadığını tespit etmeye çalışıyor gibiydi.

Tam dibime geldiğinde bakışları ayak bileğime kaydı. "İyi misin?"

Bunu her sorduğunda suratına dayak yemiş gibi bakmam benim suçum değildi. Benimle hiçbir şekilde ilgilenmediğini belirtirken, neden sürekli bana bunu soruyor olmasına anlam veremiyordum. Genelde aldığım cevaplar canımı sıktığı için başımı sallamakla yetindim.

Bakışları kısa bir an salona takıldıktan sonra tekrar beni buldu. "Yürüyebilecek misin?" Ayağımı gerçekten de burktuğumu anlamıştı.

"Hayır." Nettim.

Sıkıntılı bir nefes verirken bakışlarını etrafta dolaştırdı. Ondan herhangi bir tepki gelmeyince elimi havaya kaldırdım ve şıklattım. "Hey, aloo?'

Bakışları tekrar bana döndü. "Ne?" dedi hayırdır der gibi göz kırparak.

"Beni eve kadar taşımayacakmısın?"

Kaşları usulca havalandı. "Bunu neden yapayım?"

Bir an içimden sövmek gelse de yüzüme yalancı bir gülümseme kondurdum. "Bilmem, belki beni taşımak için bahane arıyorsundur. Bu da gerekçen olur."

Alaylı bir gülüş süsledi yakışıklı yüzünü. "Belki de sen, seni taşımam için bilerek ayağını burkmuşsundur. Kimin bahanelere sığındığı tartışılır." Zafer kazanmış gibi bana bakmaya başladı.

"Peki, sen bilirsin." diyerek sakince omuz silktim. "Sabaha kadar ağlar, bağırıp zırlarım. Keyfin bilir." Tehditkar çıkan sesimle "Uyuyabilirsen uyursun." dedim. Beni taşıması için beklenti dolu gözlerle yüzüne baktım.

Ne ara yanıma bitmişti, ne ara bana uzanmıştı hiçbir şey anlamadım ama beni saran kolları aniden havaya kaldırınca, "Başımın belası." diye homurdanması çok komik gelmişti.

Sanki bunu bekliyormuş gibi nazlı bir edayla yüzüne baktıktan sonra ellerimi boynuna doladım. Hayran hayran yüzüne bakmaya başladığımda, İnsanların gözünü üzerimizde hissediyordum. "Eğer beni olurda yere atarsan, seni doğduğuna pişman ederim!" diyerek çok nazik bir şekilde tehdit ettim.

Üzerimizdeki bakışları umursamadan çıkışa doğru yürürken, kısa bir an bana baktı. "Bir hatayı birden fazla kez yapmam."

"Umarım öyledir prenses." diyerek ona takıldım. Bu dudaklarında oluşan küçük gülümsemeye sebep olmuştu.

☠💀☠

 

Uzun ve sancılı süren bir araba yolculuğundan sonra sonunda eve varabilmiştik. Yol boyunca yanındaki adam ara ara bir şeyler düşünerek sinirlense de bana hiçbir şey dememişti. Bunu ise ara sıra çatılan kaşları, direksiyonu sıkıca tutan elleri ve en sonunda, "Bu görevi sana vermemeliydim." demesinden anlamıştım. Canını sıkan bir şey olduğu barizdi ancak ne olduğunu bilmiyordum.

 

Eve geldiğimizde Sungur beni kendi odama bırakmış, ardından da bir şey demeden sessizce çekip gitmişti. Kendimi uyumaya zorlasam da gözlerimin kapanmaya mecali yok gibiydi. Yorgunluğu her zerremde hissetsem de inatla uyuyamıyordum.

 

Oflayarak ayağa kalktığımda bileğime hala basamamanın verdiği sinir ile sesle bir nefes verdim. Topallayarak yürümeye başladığımda, bilegimin üstüne basmamak için kendimi zorluyordum.

 

Odanın kapını açarak koridora çıktım. Duvarlarda bulunan küçük ve sarı loş ışıklar, tamamen aydınlık olmasa da etrafı görmeme engel değildi. Yavaş adımlarla evin önündeki asansöre binmeyi sonunda başarabildim.

 

Küçükken ne zaman uykum gelmese ya annem saçımla oynar, ya da ben başka bir ortama geçerdim. Çünkü annemin saçımla oynaması beni mayıştırır hemen uyumamı sağlardı. Başka ortamda nasıl uyuduğuma gelirsek bunun sebebini ben bile hala çözememiştim ama işe yarıyordu.

 

Şimdi ise saçımı okşayacak bir annem yoktu.

 

Bu yüzden her zamanki gibi ortam değiştirerek salona geldiğimde her yer neredeyse karanlıktı. Sonunda kendimi koltuğa atıp uzandığımda, gözlerimi sıkıca yumdum. Bunca olanlardan sonra kendimi uykuya teslim ederek kısa bir süreliğine de olsa gerçek dünyadan uzaklaşmak istedim. Her ne kadar sabah kabusları uyanacak olsam bile.

 

☠💀☠

 

Küçükken sabahları beni uyandıran asıl yegane şey annemin öpücükleri, babamın tatlı şakaları ya da abimin yüzüme su dökmesiydi.

 

Onlae gittikten sonra ise kabuslar almıştı yerini. Onlar bir gün ölmüştü ama ben onlar yerine her gün uyandığımda bir kez daha ölüyordum.

 

Ancak bugün öyle olmamıştı. Gözlerimi henüz açmasamda hayatımda ilk defa kabus görmemiştim. Yüzüme vuran güneşin sıcaklığı dışında hissettiğim bir sıcaklık vardı. Üzerine yattığım koltuk, bu kadar dert değildi.

 

Kaşlarım hafif çatılırken gözlerimi yavaşça araladım. Ve gördüğüm görüntü yüzünden dehşet içinde kalakaldım.

 

Başım Sungur Alp Karakum'un göğsüne, neredeyse üzerinde uzanıyordum. Onun elleri ise belimi bir ahtapot misali sarmış, başı boynumda bir şekilde gözlerini kapatmış uyuyordu.

 

Bir dakika!

 

Ne?

 

 

Bölüm Sonu ☄

 

Evett, yeni bölümü nasıl buldunuzz?

 

Meva ve Sungur hakkında ne düşünüyorsunuz?

 

Sizce kitap nasıl ilerliyor ve nasıl ilerlemeli?

 

Okumak istediğiniz bir sahne?

 

Melek Aydın

 

Loading...
0%