Yeni Üyelik
9.
Bölüm

9.BÖLÜM : YIKIK HAYALLER

@melekaydinn_56

Her insanın bir kırılma noktası olurdu.

 

 

 

Benim kırılma noktam ailemdi. Ancak yıllardır kendilerini ölü bildiğim için üzerlerine toprak atmış, onları kalbimdeki mezara gömmüştüm.

 

Birine değer vermek zor bir eylemdi. Gereken zor bir eylemdi. Onun herhangi bir şeye canı sıkıldığında, senin de aynı şekilde hissetmen, ya da onu herseyden ve herkesten korumak istemek, bu omuza alınan görünmez, güzel ama ağır bir yüktü.

 

Şimdi karşımdaki adamın gözlerinde bunu görüyordum.

 

Bakışları kan banyosuna dönmüş kardeşine, arada bir de bana dönüyordu.

 

Cemal Sevilmiş bu kez sınırları gerçekten zorlamıştı. Kardeşini bu hale getirip, bir de üstüne onun evine baskın yapmak yürek gerektirirdi. Bunu yapan bir insan ya çok salaktı, ya da güvendiği bir şey vardı.

 

"Cevabını bekliyorum Alp," dedi Cemal başını yana eğerek. Kendine güvenen gözleri bana kitlendiğinde sessizce yutkundum ama korkmadım. Ve o , bunu anladı. "Kardeşini istiyorsan onu bana ver."

 

Alihan'ın sert bir nefes verdiğini duydum. Maria ise sessizdi. Cemre ağlamaya devam ederken onu kurtarması için abisine yalvararak bakıyordu. Oysa bunu yapmasına gerek yoktu bile, çünkü vazgeçilen taraf her zaman ben olacaktım.

 

Kızlar annelerinin kaderini yaşar, diyordu bir kitap. Keşke bende annemin kaderini yaşasaydım.

 

"Onu bırak," dedi Sungur. Görünmez bir silahın kalbime doğruluğunu hissettim. Bu, acıydı. "Meva'yı al." Ve kalbim, ilk defa bu kadar kırıldı.

 

Belki buna hakkım yoktu, kim olsa kardeşini seçerdi ama bir kez olsun birilerinin ilk tercihi olmayı ne kadar istediğimi hayal bile edemezdi kimse.

 

Başımı dikleştirdim. Benim kitabımda boyun eğmek yoktu. Dudaklarıma alaylı bir gülümseme yerleştirirken, gözlerim bir şahin gibi keskin bakıyordu. "Duydun onu ihtiyar," derken dişlerimi birbirine sıktım. "Bırak kızı."

 

Cemal Sevilmiş pür dikkat Sungura bakarken vereceği tepkiyi merak ettiği belliydi. Hiç düşünmeden ona doğru yürürken, arkamdaki adamın bakışlarını sırtımda hissettim. Bu bende bir ağırlık yarattı ama durdurmadı.

 

Cemal başıyla arabayı işaret ettiğinde iki adam kolumu sertçe tutarak beni arabaya bindirdi, bakışlarımı cama çevirdim ve Cemre'nin koşarak abisinin boynuna atladığını gördüm.


Maria ve Alihan endişeli bir şekilde hızla onu tuttu ve destek oldu. Ona gerçekten değer verdiklerini gözlerinden bile anladım. İkisi de beni anında unutmuştu. Belki yine hakkım yoktu ama bir kez daha kalbimin kırıldığını hissettim.

Cemal, arabaya bindiğinde bakışlarım hala bahçedeki adamdaydı. Gözlerini kaldırıp bana bakmasını bekledim ama bunu yapmadı. Beni buna bile layık görmedi. Araba hareket ederken bile inatla ona bakıyor , bana bakmasını bekliyordum ama olmadı. Gözünü bir kez olsun bana degdirmedi.

"Bir de ağla istersen?" diyen iğrenç ses ile bakışlarımı karşımdaki adama çevirdim. Yüzünde kendini beğenmiş bir ifade ile bana bakıyordu.

"Bunu yanına bırakmayacak biliyorsun değil mi?" diye sordum ona aynı şekilde alayla bakarken. "Kardeşine bunu yapman, kendi infazın oldu."

Başını yana eğip bana baktığında, gözlerinde meraklı parıltılar vardı. "Seni tanımasam, ona üzüldün diyeceğim. Bir dakika, yoksa üzüldün ?"

"Bir kadına bunu yapman bile seni öldürmem için yeterli bir sebep ihtiyar."

Güldü, beni ciddiye almayarak kahkaha attı. Umursamadım. Beni hafife alan herkesin sonu çiçeklerle dolu bir mezar oluyordu. Ancak bana gerek kalmadan abisinin ona bunu yapacağını bildiğim için sessizce yüzüne baktım.

"Benden ne istiyorsun?"

"Sana en başında-" .

"Hayır, onu değil." dedim sözünü keserek. Başımı iki yana salladım. "İstesen onu sende alabilirdin, senin amacın beni o adamın evine sokmaktı. Neden?"

Bir şey söylemeden yüzüme baktı. İşte simdi ciddi bir yüzle bana bakıyordu. Sanki bir açığını yakalamıştım ve o bundan hoşlanmamıştı.

"Sana çalışmayacağım." dedim kendimden emin bir sesle. "Beni boşuna aldın."

Yine cevap vermedi. Bu kez gözlerinde başka bir şey gördüm ama ne olduğunu anlayamadım. Bana karşı o kadar dikkatli baktı ki, bir an bundan rahatsız olarak yerimde kıpırdandım.

"Sana ne yapacağımı bilmek ister misin?" dedi yüzüne iğrenç bir gülümseme yayılırken. "Bunu duymayı kaldırabilecek misin?"

Güldüm. "Korktuğumu mu düşünüyorsun?"

"Korkmalısın."

Bakışlarımı camdan dışarıya çevirdim. "Bence sen korkmalısın."

 

Tam ağzını açacaktı ki araba aniden frene basınca öne doğru savrulmamak için sıkıca tutundum. Saçlarım yüzüme doğru dökülürken gülümsedim, ama o bunu göremedi.

 

Cemal kısa bir küfür ettikten sonra, "Ne oluyor?" diye bağırınca şoför omzunun üzerinden ona bakti. "Yol kapalı efendim. Büyük bir araba yolun ortasında duruyor."

 

Bulunduğumuz yer dağlık bir alana benziyordu. İki tarafı orman ile çevrili olan bir yolun ortasında durmuş bulunuyorduk. Dışarıda hafif çiseleyen yağmur damlaları aracın camına dökülüyordu.

 

"Gidin bakın şuna!" dedi Cemal. Sesindeki tedirginlik keyfimi yerine getirdi.

 

Bir anda onun olduğu taraftaki kapı sertçe açılınca, Cemal sıçrayarak oraya baktı. Yüzünde siyah maske olan adam onu yakalarından tuttuğu gibi kendine çekti ve kafa attı. Cemal ise buna dayanamadan bayıldı.

 

Şoför başını kaldırıp korku ile o tarafa bakınca, adam hiç düşünmeden elindeki silahı aldı ve arabada bulunan bütün adamları hiç ıskalamadan alnının ortasından vurdu. Bunu o kadar hızlı yapmıştı ki diğerleri harekete bile geçemeden vurulmuştu.

 

Sonunda bakışları bana döndüğünde gülümsedim. Arabanın etrafında dolaşıp benim olduğum tarafa geldi ve kapıyı açtı. Bir eliyle çıkmamı işaret ederek, "Sizi buraya alayım, Leydim." dedi.

 

Gülümseyerek bana uzattığı eli tuttum ve arabadan indim. Yüzüme düşmeye başlayan yağmur damlaları yüzünden gözlerimi kıstım ve ona baktım. "Geciktin Koca Ayı."

 

"Sende hiç rahat durmuyorsun Maşa," dedi Victor yüzündeki maskeyi çıkararak. Sitemkar bir yüzle bana baktı. "Toplantının ortasında herkesi bırakıp buraya geldim!"

 

Bir elimi omzuna atmaya çalıştım ama çok uzun olduğu için yapamadım. Ardından alttan alttan yüzüne bakarak, "Sude mi haber verdi?" diye sorunca başını sallayarak beni onayladı.

 

"Şu herifi öldüreyim mi?" dedi yerdeki yaşlı adama bakarak. "Çok gıcık oldum."

 

"Henüz değil."

 

"Tamam," dedi onaylayarak. "Bie şartım var. Bundan böyle ne Sungur ne de yerdeki pezeveng değil. Benimle olacaksın. Madem bir işe kalkıştık, devamını da birlikte getireceğiz. Daha fazla canını tehlikeye atmana göz yumamam."

 

"Yağmur çok güzel yağıyor, biraz yürüyelim mi?"

 

"Meva!"

 

"Aman Bağırma be!"

 

Öfkeli gözlere bana döndüğünde masum bakışlar atarak onu kandırmaya çalıştım ama yemedi. Sinirle nefesini verirken, beni boğmak ister gibi bakıyordu. "Sen gerçekten salaksın."

 

Düz düz yüzüne baktım. "Kaçırılmamdan sonra mükemmel bir motivasyon, çok sağol ya,"

 

"Meva," dedi Victor bana doğru bir adım atarak. Elini omzuma koyduğunda bakışlarım önce eline, ardından da yüzüne kaydı. Mavi gözleri öfke ve endişe ile beni hapsine almıştı. "Sana ne kadar değer verdiğimi biliyorsun değil mi Minik Yıldız?"

 

"Evet." dedim tereddüt etmeden.

 

"Ve benden sana asla zarar gelmeyeceğini de biliyorsun. Ne Sungur ne de Cemal pezevengi sana yardım edemez, onlar güvenilir değil ve sen durmadan kendini tehlikeye atıyorsun! Kendini bana bırak, sana söz veriyorum ne istersen yapacağım."

 

Sözleri, güvenilirdi.

 

Ve ben güven hissetmeyeli uzun zaman oluyordu. Biz Victor ile çocukluk arkadaşıydık. Birlikte sokaklarda yaşamış, birlikte işlere girmiş yeri geldiğinde birlikte suç bile işlemiştik. Ben kendimi gölgeme bile güvenmeyen bir kız iken ona tereddüt etmeden sırtımı dönebilirim. Çünkü biliyorum ki beni sırtımdan bıçaklayan taraf değil, bana destek olan taraf olacaktır.

 

Ve eğer ben birine güveniyorsam, o kişi bunu hak ettiği içindir.

 

"Tamam," dedim kabullenerek. Başımı yana eğdim ve cevap isteyen gözlerle yüzüne baktım. "Peki, aileme nasıl ulaşacağım Victor?"

 

"İkisininde tek yaptığı şey seni oyalamak." dedi kendi arabasına doğru ilerlerken. Peşinden yürümeye başladığımda omzunun üzerinden bana baktı. "Onlar oyununu yeterince oynadı Meva, şimdi sahne bizde."

 

💣

 

İnsanlar bazen hislerin en büyük yol göstericisi olduğunu söylerdi.

 

İçimi yokluyordum. Bir çıkış yolu arıyordum ve cevapsız kalıyordum. Sonra hislerime dönüyordum ve tek hissettiğim şeyin koca bir öfke olduğunu biliyordum. Bu durumda beni bekleyen yolun sonunu az çok tahmin edebiliyorum.

 

Derler ya, : "Öfke ile kalkan zarar ile oturur."

 

Benim zarar ile oturabilme, hata yapma gibi bir lüksüm yoktu. Buraya gelebilmek için çok büyük şeylerden ödün vermiş, kendimi zorlamış ve başarmak için her yolu denemiştim. Şimdi ise yolun ortasındaydım ancak ikerleyemiyordum.

 

Öfkeliydim.

 

İlerlersem, öfkeme yenik düşüp her şeyi mahvederdim.

 

Geri dönersem ise, her şey boşa gider ve elde etmek istediğim hiçbir şeyin yanından bile geçemezdim.

 

İşte bu yüzden sakin olmalı ve atacağım adımın çıkarlarını her türlü hesaplamak zorundaydım. Bastığım yanlış bir taş, beni kuyuya atabilirdi.

 

"Bu evde neden yemek yok!" diye bağırdım boş boş buzdolabına bakarken. Uzun süre açık tuttuğum için ötmeye başlayan dolabın sesi başımı ağrıtıyordu.

 

"Eve uğradığım yok çünkü Meva," dedi Victor mutfağa girerek. Elindeki havlu ile yüzünü silerken, saçlarından damlalar tek tek dökülüyordu. "Bağırma lütfen, beynimi siktin!"

 

"Açım ben," dedim kollarımı göğsümde birleştirerek. "Ve acıkınca ne kadar canavar biri olduğumu en iyi sen bilirsin."

 

"Ben uyurken tahta kaşığı ile beni boğmaya çalıştığından beri senin insan olduğunu düşünmüyorum zaten." diye homurdandı bana ters bir bakış atıp masaya yaslanırken.

 

Kısa bir an duraksadım. "Sana aç bir şekilde uyursam uyurgezer olduğum için zarar verebilirim demiştim!" Göz devirerek önüme döndüm. "Kapıyı kilitlemeyen sensin ve bunu bilerek yapmışım gibi konuşma, bitti gitti."

 

"Benden hiç özür dilemedin."

 

"Özür dilerim."

 

"Kabul etmiyorum."

 

Seslice ofladığımda kapıya doğru yürüyordum. "Pizza siparişi ver."

 

"Başka isteğin çay kahve?"

 

"Kahve olabilir canım." Ona uzaktan bir öpücük atıp mutfaktan çıktım.

 

Uzun koridorda yürürken bir anda kapının çalması ile duraksadım ve o tarafa doğru ilerledim. Küçük delikten gelen kişiye baktığımda gördüğüm kişi ile seslice ofladım ve kapıyı açtım.

 

Hüseyin, beni gördüğü an kocaman gülümsedi ve tek elini kaldırıp salladı. "Meva, Naber? Uzun zamandır ortada yoksun."

 

Karşımdaki adam, üç yıldır peşimden koşarak hiçbir yanıt almamasına rağmen benden vazgeçmeyen inatçı herifin tekiydi. Kumral bir çocuktu. Aynı üniversitede okuyorduk. Babası bilinen bir iş adamı olsa da, kendisinin bu işlerle alakası yoktu ve karşı dairede kendi halinde yaşıyordu.

 

"İyi , sen?" dedim zoraki bir şekilde gülümseyerek.

 

"Seni gördüm daha iyi oldum, sen nerelerdeydin ya bunca zamandır? Yüzünü gören cennetlik."

 

"Hiç öyle, güç. "

 


"İyiymiş," dedi gülümseyerek. Ardından beklenti ile bana baktı. "Bu Akşam boş musun? Yeni bir mekan açılıyor yakınlarda, birlikte gidelim mi?"


Kısa bir an ne diyeceğimi bilemeyerek yüzüne baktım. Bu saatten sonra kimse ile flört edecek bir vaktim yoktu. Üstelik eğer bu gece onunla gidersem bununla sınırlı kalmaz, benden beklentileri olmaya başlardı ve bu son istediğim şey bile değildi.

Tam onu nazikçe reddedecektim ki aniden arkamdan beliren Victor, "Tabi kii gelir." dedi. Omzumun üzerinden dehşet içinde ona bakmama umursamadan, "Meva da bu akşam boş oldugu için kafamın etini yiyordu. Neyseki işim var yoksa ben de gelirdim." dedi ve pişkin pişkin sırıttı.

Bakışlarımı zoraki bir şekilde Hüseyin'e çevirirken kalbim sinirlendiğim için çok hızlı atıyordu. Fakat bunu yansıtmak yerine gülümseyerek karşımdaki adama baktım ve başımı yana eğdim.

Heyecanla bana bakarken gülümsedi ve gözleri beğeni ile beni süzdü. "Akşam sekiz de, seni alırım."

Gülümsemeye devam ederken, "Tamamdır." diye onayladım.

Hüseyin kısa bir veda konuşmasından sonra arkasını dönüp gitmişti ve bizi yalnız bırakmıştı. Kapıyı kapatırken burnumdan soluyor, Victor'a saldırmadan durabilmek için kendimi zor dizginliyordum.

Hızla kapıyı kapattım öfke dolu gözlerle yüzüne baktım. "Bana mantıklı bir açıklama yap yoksa anandan emdiğin sütü, götünden çıkarırım!"

Kahkaha atarak salona doğru ilerlemeye başladı. "O nasıl söz lan. Tabi ki mantıklı bir açıklaması var, yoksa seni neden boşuna uğraştırayım."

Onun peşinden ilerlerken kaşlarımı çattım. Bunun ne gibi bir açıklaması olabilirdi ki! Resmen sevmediğim ve zerre ilgimi çekmeyen bir adam ile randevuya çıkıyordum ve buna karar veren ben değil, salak arkadaşımdı.

Victor koltuğa oturunca, bende karşısındaki yere oturdum ve beklenti içinde yüzüne baktım. "Ölmek istemiyorsan hemen açıkla!"

"Sakin ol," dedi kaşlarını kaldırarak. "Bu kadar öfkeni hak edecek bir şey yapmadım. Herifin bahsettiği mekan, Enes'in mekanı. Hüseyin ise, Enes ile amca çocukları. Sence seni rahatsız etmesine rağmen uzun süre burada yaşamasına neden izin verdim?" diye sorunca yüzüne bakakaldım.

Enes, biz bahçede yemek yerken yanıma gelen kızıl saçlı kız, yani Neslihan'ın kocasıydı. Sungur'dan sonra cemiyette sözü geçen ikinci kişi olduğu için onu derinlemesine araştırmıştım.

"Bunun bir oyun olmadığı ne belli?" dedim kaşlarımı çatarak. Bazı şeyler şüpheli gelmeye başlamıştı. "Madem bunlar kuzen, Hüseyin'in bilerek bize yaklaşmadığını nereden bileceğiz?"

Alayla güldüğünde kaşlarımı daha da çattım. Eliyle ıslak sarı saçları geriye doğru taradı ve ışıldayan mavi gözlerle yüzüme baktı. Bakışlarında gördüğüm ifade ile gözlerim kısıldı. Güç.

"Hüseyin ve Enes liseden beri birbirleri ile konuşmuyorlar." dediğinde şaşkınlıkla ağzım açıldı. "Barışalı bir ay oluyor ve buna rağmen samimi değiller."

"Neden barıştılar o zaman?"

"Aileleri başlatmış bunu ve yine aileleri bitirmiş. Yani birbirleri ile hiçbir samimiyetleri yok."

"Peki burada benim çıkarım ne?"

"Tüm cemiyet bu akşam orada olacak. Herkes, yanında bulunan bir ile girmek zorunda. Herkes yine birbiri ile yapmak isteyecek ama önemli olan bu değil, önemli olan Kasırgalar'ında orada olacak olması."

Kasırgalar, Sungur Alp Karakum'un ezeli düşmanları.

Kasırgalar hakkında ne kadar araştırma yaparsam yapayım, elde ettiğim tek şey bunlardı. Neden düşman olduklarını ve kim olduklarını bilmiyordum ama hafife alınmayacak güçleri yer altında ün salmıştı.

"Ve sen Meva," dedi Victor bana son derece ciddi bir şekilde bakarken. "Sungur Alp Karakum'la bile oynamış birisin. Alper Kasırga senin için çocuk oyuncağı olur."

Alper Kasırga...

"Böyle bir şeyin olacağından neden yeni haberim oluyor Victor?" dedim kaşlarımı çatarak. "Ya Hüseyin gelmeseydi," diyordum ki duraksadım. Ardından aydınlanmış gibi gözlerim irileşirken şaşkınlıkla ona baktım. "Bir dakika, bu da senin planındı değil mi?"

"Sana söz verdiysem tutarım güzelim, yeter ki sen rahat dur, başını belaya sokma."

Güldüm. "Seviyorum seni Koca Ayı."

"Ben seni sevmiyorum Maşa."

Kahkaha attım.

♤♡♤

 

Elimle dalgalı saçlarımı geriye attığımda, aynadaki görüntümü beğeni ile süzdüm. Üzerimde gözlerim ile aynı renk haki yeşil, saten bir elbise vardı. Elbise askılı ve dekolteliydi. Dizlerimin hemen üzerinde bitip, bedenimi ikinci bir deri gibi sarması, fizigimi ortaya çıkarmış, yaptığım makyaj ile gerçek bir tanrıçaya benzemiştim.

 

Kırmızı ruj ile son kez dudaklarımın üzerinden geçip, küçük beyaz çantamın içine koydum ve kapıya doğru yürümeye başladım.

 

Odadan çıktığım koltukta oturan Victor omzunun üzerinden bana baktı. Gözleri bütün vücudumda dolaştıktan sonra, "Çok güzel olmuşsun." dediğinde kendimi beğenmiş bir edayla ona göz kırptım. Buna gülerek göz devirmişti.

 

"Hüseyin geldi mi?" diye sordum saate bakarken. Henüz gelme saatine on beş dakika vardı.

 

"Hayır, gelir birazdan." dedikten sonra ayağa kalktı ve bana doğru yürümeye başladı. Tam karşımda durduğunda gözlerini görebilmek için başımı kaldırmak zorunda kaldım. "Sungur da bu gece orada olacak."

 

Bu cümle, ağzından çıktığı an büyük bir dikkatle vereceğim tepkiyi beklemek oldu. Fakat bazen ne kadar iyi bir oyuncu olduğumu unutuyordu. Kalbim hızlanmaya başlasa bile yüz ifademi sabit tutarak aynı şekilde ona bakmaya devam ettim. "Yani?"

 

"Yani seni görecek."

 

"Yani?"

 

"Adamın ezeli düşmanı ile görebileceksin?"

 

"Eee, yani?"

 

"Kızım sen salak mısın?" dedi çok ciddi bir şekilde. "Bu saatten sonra dönüp yüzüne bakmaz. Karakum kuralını bilirsin. İhanete asla yer yoktur, bu yüzden çok açık vermemeye çalış. Mutlaka seninle konuşmaya çalışacaktır."

 

"Birincisi, ben onun hiçbir şeyi değilim, yani mantık olarak ihanet etmiş de bulunmuyorum. Ve ayrıca, madem benle konuşmaya çalışacak, konuşsun. Hiçbir zaman çekinen taraf olmadım, risk akıyorsa sonuçlarına katlanmalı."

 

Bir şey demek için ağzını açsa da susarak bana baktı. Gözleri yüzümde bir ifade arar gibi dolaştıktan sonra ise şunları söyledi. "Ona kırgın mısın?"

 

Bir an yüzüne bakakaldım. Ona kırgın mıydım? Bunun cevabı her ne kadar istemesem de hayırdı. Ben ona kırgın değildim, ben ona kızgın da değildim. Benim tüm bu sitemlerim kendimeydi. Beni koruyacağını, aynı zamanda yanımda olacağını hiç söylememesine rağmen bunu ondan bekleyip, sonra da boşluğa düştüğüm içindi. Bu yüzü o bana değil, ben kendime vermiştim.

 

Üstelik ona kızamıyordum bile. Çünkü ben olsam, bende kardeşimi seçerdim. Ama yine de içimde bir yerlerde beni seçmesini isteyen bir tarafimi susturamıyordum.

 

Çünkü o beni seçse bile, ben Cemre'nin o adamın yanında olmasına izin vermezdim. İyi biri olmayabilirdim ama Cemre masumdu. Zarar görmesine izin vermez, kendim giderdim. Ama gerek kalmamıştı.

 

"Hayır." dedim dudaklarımı zorlukla araladığımda, "Hayatımda yeri olmayan birine karşı duygular beslemem Victor. Bunu unuttun mu?"

 

Dudaklarını ıslatarak, "Unutmadım." dedi. Sözlerini içten söylemişti. "Meva, bak. Benden çekinmene gerek olmadığını biliyorsun değil mi? Sen şimdi gidip o adama aşık oldum, evlenmek istiyorum desen ben seni yargılamam arkanda dururum, yeterki güvende ol tamam ? Tek istediğim şey bu."

 

Dudaklarımda küçük bir gülümseme oluştu. "Biliyorum." Sırıttım. "Ve seni seviyorum."

 

"Kızım şunu söyleme ya!" dedi suratını buruşturarak. Bundan gerçekten nefret ediyordu. "Ben sevmiyorum seni hırsız salak."

 

Sakin ol Koca adam.

 

"Hı hı." dedim başımı sallayarak.


Tam ağzını açıp bana cevap verecekti ki bir anda çalan kapı ile durdu ve yüzüne kendini beğenmiş bir gülümseme yayıldı. Hüseyin ile gideceğim için mutlu olmuştu beyefendi. Bu yüzden ona ters bir bakış atıp istemeyerek kapıya doğru ilerledim. Arkamdan gelen adım seslerini duyuyordum.

Kapıyı açtığımda tahmin ettiğim gibi Hüseyin tam karşımda duruyordu. Üzerinde siyah bir takım elbise, beyaz gömlek varken onu ilk defa bu kadar yakışıklı görüyordum. Kaşlarım istemsizce havalandı. Düzenle taranmış saçları, pürüzsüz teni ve dudağındaki gülümseme ile bana bakam adam gerçekti.

"Selam," dedi elinde tuttuğu kırmızı gülü bana uzatarak. Bir an şaşırsam da hızla kendimi toparladım ve elinden gülü alarak gülümsedim.

İlk defa bana gül alınıyordu.

"Selam," dedim karşılık vererek.

"Size iyi eğlenceler." dedi Victor geniş geniş sırıtarak. Ardından bana göz kırptı ve tekrar içeriye döndü. Ondan sonra bakışlarım tekrar Hüseyin'e döndü. Gözlerindeki büyük heves ile bana bakışı beni duraksattı.

"Hazırsan gidelim mi?" diye sordu gülümseyerek.

"Olur." dedim bende gülümseyerek.

Ardından beraber evden çıktık. Kapının önündeki siyah arabanın kapısını binmem için açtığında tebessüm ettim ve arabaya bindim. Çok beklemeden o da bindi ve yola koyulduk.

Bir süre ikimizde konuşmadık. Ben konuşmak istemediğim için, o ise konuşacak konu aradığı için. Benimle şu an aynı arabada olmaktan çok mutlu olduğunu tek bakışta anlayabiliyordum. Onu kullanmak istemiyordum ama buna mecburdum.

"Şarkı açmamı ister misin?" diye sordu kısık bir sesle. Sanki rahatsızlık vermek istemiyor gibiydi.

"Bilmem, istersen açabilirsin."

"Senin fikrini sordum." dedi.

"Tamam, aç o zaman."

Hüseyin bir şarkı açtığında başımı hafifçe koltuğa yasladım ve kendimi olacaklara hazırladım. Yol boyunca durmadan konu açarak beni konuşmaya çalıştıran Hüseyin yüzünden bu ne yazık ki pek mümkün olmadı.

Sonunda bahsettiği mekanın önüne geldiğimizde içim içime sığmıyor gibi hissediyordum. Orada olacaklar bu gece çizdiğim yolun rotasını değiştirecek gibi hissediyordum ve bu beni veriyordu.

Çünkü o da orada olacaktı.

Yanında bir eş ile.

Bu düşünce istemsizce canımı sıktı ama umursamamaya çalıştım. Yüz ifademi toparladım ve dudaklarıma sahte bir tebessüm yerleştirdim. Kimse bunu anlayamadı çünkü ben çok iyi bir yalancıydım.

Hüseyin arabayı durdurdugunda inmeme izin vermedi ve dolanarak benim için kapıyı açtı. Bu jestine gülümseyerek bana uzattığı eli tuttum ve arabadan indim. İlk bahar akşamlarını anımsatan bir rüzgar yüzüme vurduğunda gülümsemeye devam ettim.

Hüseyin girmem için kolunu uzattığında duraksadım. Bakışlarım bizden ileride duran arabaya takıldı. Kalp atışlarım dışarıdan duyulacak şekilde artarken, yüz ifademi sabit tutmak ilk defa bu kadar zor olmuştu.

Çünkü arabadan önce Sungur, ardından Maria çıkmış ve koluna girerek mekana doğru ilerliyorlardı.

Sessizce yutkundum. İçten içe sinirlendiğimi hissettim ama bunun nedenini de bulamadım. Neden umurumdaydı ki? Maria çok güzel bir kadındı ve yıllardır o adama aşıktı. Bunlar benim ilgi alanım değildi ama neden kalbimden bıçaklanmışım gibi hissediyordum.

Sungur üzerinde beyaz bir gömlek ve siyah bir pantolon vardı. Yüzü her zamanki gibi ifadesiz, bir o kadar da kendinden emindi. Duruşu ve yürüyüşü bile onun nasıl bir konuma sahip olduğunu gösterirken onu gören herkesin başını eğerek selamlaması ise, ne kadar saygı duyulduğunu gösteriyordu.

Maria ise saçları ile aynı renk, sarı bir elbise giyinmişti. Elbise straplez ve o kadar dar ve kısaydı ki uzun bacakları tamamen ortadaydı. Dudaklarına sürdüğü koyu kırmızı ruj ve mavi göz makyajı ile gerçekten de çok güzel görünüyordu.

Onlar mekana girip gözden kaybolduğunda çenemi dikleştirdim. Beklenti ile bana bakan adamın koluna girdiğimde biz de mekana doğru ilerlemeye başlamıştık. Buraya onun için değil, cevaplar için gelmiştim. Dikkatimi dağıtmasına izin vermeyecektim.

Mekana giriş yaptığımızda bizi uzun bir koridor karşıladı. Uzun koridorun sonundaki kocaman kapı açıktı ve içinde bulunan insanlar uzaktan bile görünüyordu. Kapının önünde iki adam vardı ve içeriye girmek isteyen davetlilerin isimlerine bakıyordu.

"Burası aslında kuzenimin mekanı," dedi Hüseyin biz yürümeye devam ederken. Bakışlarımı ona çevirdim ve ne diyecegini merakla bekledim. "Kendisiyle yıllardır küs olduğumuz için beni burada gören kişiler mutlaka şaşıracaktır ama sen onlara aldırma lütfen."

Büyük kapının önüne geldiğimizde iki adam isim sorma zahmetinde bile bulunmadı. Hüseyin'i gördükleri an selam verdiler ve geçmemiz için kenara çekildiler.

İçeriye girdiğimizde bakışlarımı yanımdaki adama çevirdim. "O zaman seni buraya getiren şey ne?"

Bakışları bana döndü. Yüzünde samimi bir gülüş belirirken yüzüme doğru eğildi. Ben şaşkınlıkla ona bakarken yüzümüz arasında çok az bir mesafe kalınca durdu. "Çok güzel bir kadın."

Yüzüne bakakaldım. Bunu beklemiyordum.

Şaşkınlığım hoşuna gitmiş gibi güldü ve önüne döndü. Ben ise hala ona bakmaya devam ediyordum. Sonra ise dudaklarımda küçük, samimi bir gülüş belirdi çünkü iltifat almayı çok severdim.

Fakat hesaba katmadığım bir şey vardı.

O da yüzünde tamamen ifadesiz bir bakışla bizi izleyen bir çift lacivert göz.

Bu sefer yüzüne bakarken kalbim hızlanmadı ya da herhangi bir şey hissettmedim. Az önce bizi gördüğü konum ise onun bir şeyler hissettirdiğini gösteriyordu.

Çünkü masanın üstünde duran eli yumruk olmuştu.

Bakışlarım yanındaki oturan ve bana nefretle bakan kıza döndü. Bir elini kaldırıp masada duran Sungur'un elinin üzerine koydu ve ona gülümsedi. Bunu, ben sinir olayım diye yaptığı belliydi ama tepki vermedim.

Sungur ise tamamen bana odaklanmıştı. Gözleri, gözlerime öyle bir kitlenmişti ki Maria'nın yaptığı şeyi fark bile etmedi. Yüzümdeki gülümseme büyürken ona göz kırptım ve önüme döndüm.

"Beğendin mi mekanı?" dedi Hüseyin bana dönerek. Birlikte boş bir masaya doğru ilerlerken.

"Bayıldım."

Bu gece güzel geçeceğe benziyordu.

                                 🫀

Gecenin ilerleyen saatleri tam da beklediğim gibi geçmişti. Belli etmeden Hüseyin'in ağzını aramış, bildiği her bilgiyi bana aktarmasını sağlayarak yeni bir denklem oluşturmuştum.

Gece boyunca durmadan hep aynı yerde oturup sohbet ettiğimiz için henüz kimseyi görememiştim. Ne Alper denilen adamı, ne de diğerlerini. Sungur ve Maria bizden çok uzak bir masada oturmuş, ara sıra yanlarına uğrayan insanlarla sohbet ediyor ancak bunu yaparken isteksiz oldukları yüzlerinden okunuyordu.


Sungur her birkaç dakikada bir buraya bakıyor, yanımdaki adamla keyifle sohbet ettiğimi görünce kaşlarını çatarak önüne dönüyordu. Maria ise sessizdi. Bana hiç bakmıyor, sadece boş gözlerle insanların eğlenmesini izliyordu.

"Bize selam demek yok mu?"

Bir anda dibimizde biten ses ile irkilerek arkamı döndüm. Partinin kurucuları Enes ile Neslihan gülümseyerek bize bakıyordu. Enes, elini Neslihan'ın beline sarmış, sahiplenici bir tavırla tutuyordu. Sanki buradaki insanlara,onun ona ait olduğunu kanıtlamak ister gibiydi.

"Selam," dedi Hüseyin soğuk bir sesle.

Az önce bana gülümseyerek bir şeyler anlatan adam ile su an masada bulunan adam arasında dağlar kadar fark vardı.

"Selam," dedim.

Bizle kısa bir sohbet ettikten sonra diğer konuklarla konuşmak için yanımızdan ayrıldılar ancak giderken Neslihan'ın ben ve Sungur arasında gidip gelen meraklı bakışları, beni içten içe germişti.

"Sıkıldın mı?" diye sordu Hüseyin sesini duymam için bana doğru eğilerek. Çalan yüksek sesli müzik başını ağrıtmış gibi kaşlarını çatmıştı. "İstersen başka bir yere gidebiliriz?"

Her ne kadar burada bulunmak için can atmasam da bazı şeylerin cevabını almak için burada kalmak zorundaydım. Alper Kasırga denilen adamla konuşmam gerekiyordu ve o adam geldiğimden beri ortalıkta yoktu.

"Hayır." dedim gülümseyerek. "Burayı sevdim," Dudaklarımı birbirine bastırıp ona alttan bir bakış attım. "Ama eğer sen sıkıldıysan-"

"Hayır, kalalım." diye sözümü kesti. "Sıkılmadım."

Bir an gülmek istesem de kendimi tuttum. Saatlerdir burada oturuyor ve durmadan sohbet ediyorduk. Bir yerden sonra o kadar sıkılmaya başlamıştım ki bunu fark ederek sessizleşmişti. İyi bir adamdı, bana değer verdiği belliydi ancak ona göre biri değildim. Bunu zamanla anlayacaktı.

Bir anda müzik sesi kesilince kaşlarım çatıldı. Herkesin bakışları mekanın girişine çevrildiğinde benim de gözlerim orayı buldu ve dikkatle izlemeye başladım.

Önce siyah ayakkabılar göründü gözüme. Ortada dans eden kalabalık yavaşça iki yana doğru kaydı ve büyük bir yer açıldı. Şimdi ise onu tamamen görüyordum.

Alper Kasırga tam karşımdaydı.

Üzerinde bedenine tam uyan siyah bir gömlek ve yine siyah bir pantolon vardı. Sade görünüyor olabilirdi ama hiç olmadığı kadar şık duruyordu. Kumral bir adamdı. Yeşil gözleri uzaktan bile kendini belli ediyor, kocaman heybeti ile salonun ortasında duruyordu. Yakışıklıydı.

Bakışları bir tarafa doğru dönünce, bakışlarını takip ettiğim ve baktığı yeri gördüm. Sungur Alp Karakum salona giren kişiye karşı düşmanca kısılan lacivert gözleri ile bakıyordu. Bakışlarındaki donukluk soğuk bir buz kütlesi gibiydi.

Alper bakışlarını ondan çekti. Yüzünde çarpık bir gülümseme oluşurken bir elini pantolonunun cebine yerleştirdi ve onun için ayrılan masaya doğru ilerlemeye başladı. Herkesin bakışları Sungur ve Alper arasında mekik olurken, neler olacağını merak eder gibi bir halleri vardı.

"Alper Kasırga," dedi Hüseyin onlara dikkatli baktığımı fark edince açıklama yaparak. "Sungur Alp Karakum'un en büyük düşmanı."

Bakışlarım aniden ona döndü. Bir şeyler bildiği için heyecanlanarak, "Neden düşman olduklarını biliyor musun?" diye sordum. Kaşlarını kaldırıp bana baktığını fark edince, bakışlarımı tırnaklarıma indirdim. "Dedikoduyu severim."

Bu söylediğim onun içten bir kahkaha atmasına sebep oldu. O gülünce, rahatlayarak ben de güldüm. Bir çift lacivert gözün üzerimizdeki baskısını hissetsem de oraya bakmadım. Hüseyin kulağıma doğru eğildi ve konuşmaya başladı.

"Bildiğim kadarıyla kavga etmelerinin sebebi bir kızmış. Bu kız kim ve şu an nerede bilmiyorum ama bir zamanlar ikisinin de büyük bir kavga etmesine sebep olmuştu."

Bu cümle dumura uğramama sebep oldu. Sungur Alp asla bir kız için kavga edecek birine benzemiyordu. Üstelik bu kavgayı Alper Kasırga ile yapması ve yıllar süren bu düşmanlığın sebebinin sadece bir kız olması bana çok saçma gelmişti.

"Kız çok değerli olmalı," dedim bakışlarımı yere indirerek. Söyledikleri nedense beni rahatsız etmişti.

"Öyle olmalı," diye beni onaylayınca kalbime batan taşları hissettim. O an bakışlarım ona kaydı. Tam da beklediğim ki tüm dikkati bende, gözleri gözlerime saplı duruyordu. Gözlerinin içine baktım. Kızı ne kadar sevmiş olabilirdi ki? Çok sevmiş olmalıydı. Bu düşünce beni rahatsız ederken, kaşlarımı çatıp bakışlarımı ondan uzaklaştırdım.

"Ben bir lavaboya kadar gidip geliyorum," diyerek aniden ayaklandığımda yanımdaki adamın bakışları bana kaydı.

"Tamam," dedi onaylayarak. "Seninle gelmemi ister misin? Yolu gösteririm."

"Hayır, gerek yok." dedim gülümseyerek. "Ben hemen gelirim."

Başını salladığında arkamı döndüm ve hızlı adımlarla kocaman salondan çıkıp merdivenlere doğru yöneldim. Teker teker basamakları hızla çıktıktan sonra bakışlarımı etrafta dolaştırdım. İleride terasa çıkan bir kapı gördüğümde ise rahatlayarak nefesimi vererek oraya doğru ilerledim.

Terasa çıktığımda kocaman bir boşluk karşıladı beni. Hiç kimse yoktu, herkes aşağıdaki partinin tadını çıkarıyordu. Bu işime geldiği için nefesimi vererek ilerledim ve belime kadar gelen duvara ellerimi yaslayarak kocaman şehrin ışıklı manzarasına doğru baktım.

Beni rahatsız eden şeyler vardı.

O kız kimdi? Neden Sungur ve Alper o kız için kavga etmişlerdi ki? Ikiside aynı kıza aşık olmuş olabilir miydi?

Ben kendi düşüncelerimin yarattığı mezarda boğulurken, arkamdan gelen adım sesleri bedenime sinyal vermiş, hızla kendimi toparlayarak yüz ifademi düzeltmemi sağlamıştı.

Arkamı döndüğümde gördüğüm kişi ile donakaldım.

Alper Kasırga, dudağına sigara yerleştirirken bana doğru geliyordu.

Dikkatli gözlerle ona baktığımı görünce, onunda bakışları bana döndü. Tam yanımda durduğunda cebinden çakmak çıkardı ve bakışlarını şehrin manzarasına çevirdi. "Sanırım boğulan tek kişi ben değilim?"

Cevap veremedim. Öyle afallamıştım ki bir an ne diyeceğimi bilemeyerek yüzüne baktım. Benden ses çıkmayacağını anladığında bakışlarını tekrar bana çevirdi. Elindeki paketi bana doğru uzatırken, gözleri çok boş bakıyordu. "İster misin?"

Bakışlarımı sigaradan çekerek şehrin manzarasına çevirdim. "Kullanmıyorum." En azından bir süredir.

"Ne güzel," dedi umursamaz bir sesle, "Keşke bende bırakabilsem."

Bakışlarım önümdeki manzarada iken konuşmam gerektiğini biliyordum ama konuya nasıl dalacağımı bilemiyordum.

"Sana bir şey soracağım," dedim bir anda cesaretimi toplayıp ona dönerek.

Sigarasını içerken bana yandan bir bakış attı. "Sorabilirsin."

"Sorabilir miyim diye sormadım, soracağım dedim."

Alayla gülerek bana döndü ve duvara yaslandı. Kollarını göğsünde birleştirip bana bakmaya başladı. "Tamam, sor."

"Sungur ile neden düşmansınız?" diye sordum. O kızın kim olduğunu öğrenmek zorundaydım. Çünkü biliyordum ki içim içimi yerdi bilmediğim her bir dakikada.

"Ona 'Sungur' dediğine göre yakın olmasınız?" Merakla bana baktı. "Sungur'un neyi oluyorsun?"

Bir an duraksadım. Ne diyeceğimi bilemeyerek kafamı yokladım. Arkadaşı değildim, sevgilisi ya da yakını da değildim. Aileden biri de değildim, ben onun hiçbir şeyi değildim. Bu gerçek tokat gibi yüzüme çarparken yüz ifademi sabit tuttum.

"Karısıyım." dedim anlık bir kararla. Bunu sorulara cevap vermesi için yapmış, yalan söylemek zorunda kalmıştım.

Yüzüme bakakaldı. Öyle ki, dudakları şaşkınlıkla aralanırken ağzındaki sigara yere düştü. Bunu umursamadı. "Ne?" Şok olmuş gibiydi.

Kaşlarımı kaldırdım. "Neden bu kadar şaşırdın?"

Bana deliye bakar gibi baktı. "İçeride yanında sarışın bir kız oturuyordu, sende başka bir adamla oturuyordun. Buna inanmamı mı bekliyorsun?"

"Aramız bozuk bu aralar," dedim başımı dikleştirerek. "O yüzden buradayım ya zaten." Cevap bekleyerek yüzüne baktım. "Sizin bir kız için kavga ettiğinizi duydum, bu doğru mu?"

Önce bir şey demedi. Bakışları dikkatle yüzümde gezindikten sonra, "Kimsin sen?" diye sordu. Bunu saf bir merakla dillendirmişti.

"Kim olduğumu zaten söyledim ve senden bir cevap bekliyorum."

"Evet." dedi umursamaz bir sesle. "Bir kız yüzünden kavga ettik. Benim çok değer verdiğim, onun ise aşık olduğu bir kız yüzünden."

Hani bazen elinizden bir hayaliniz kayıp suya düştüğünde ağlamak istersiniz ya, tam onu yaşıyordum şu an. Neden bilmiyordum ama kalbime saplanan bıçağın yarattığı Yara biliyor gibiydi. Nefes alamadığımı hissederken, sertçe yutkundum. Duymaktan korktuğum şey, bana bir cevap olarak gelmişti. Sungur Alp Karakum bir kıza aşıktı, ve o kız için biriyle kavga etmişti. Ve bu, neden bu kadar canımı yakıyord?

Bir şey diyemedim. O da dememi beklemedi zaten. Cebinden kendine yeni bir dal çıkarırken bakışları arkamda bir noktaya takıldı ve duraksadı. Yüzünde alaycı bir gülümseme oluşurken, "Evli olduğunu bilmiyordum." dedi.

Tam o an arkamda onun varlığını hissettim. Nefesi saçlarımın arasına rüzgar gibi uçarken, "Bende." dedi.

Donakaldım.

Arkama bakamadım. Alper sanki bir şeyler hissetmiş gibi aniden yerinden kalktı ve hiçbir şey söylemeden çıkışa doğru ilerlemeye başladı. Şimdi onunla yalnızdım, arkamdaydı ama dönüp bakamıyordum.

"Demek evliyiz?" diyerek karşıma geçtiğinde yakışıklı yüzü göz hapsime girdi. Ona, nasıl baktım bilmiyorum ama bundan hoşlanmamıştı.

"İyi bir yalancı olduğumu en iyi sen bilirsin." derken bakışlarımı yüzünden çektim. "Cemre nasıl?"

"İyi," dedi kısaca. Bakışları tamamen bendeydi. "Cemalin elinden nasıl kurtuldun diye sormayacağım çünkü bu zaten beklediğim bir şeydi, ama şunu sormak zorundaydım Meva, Alper ile ne konuşuyordunuz?"

Bakışlarım ona döndü. Tel halinde alnına dökülen saçları,ay ışığı ile parlayan lacivert gözleri, şehrin ışıklarının vurduğu yakışıklı yüzü inanılmaz derecede güzeldi.

Dudaklarımda alaylı bir gülümseme oluştu. "Aşık olduğun kızın dedikodusunu yaptık öyle. Bu arada Alper cidden fena çocukmuş."

"Aşık olduğum kız mı?" dedi anlamayarak. Ardından ekledi, "Fena çocuk derken?"

"Hı hı, hani kavga etmişsiniz ya. Sen çok aşık olmuşsun o kız için onun yüzünden kavga etmişsiniz." Acıyla güldüm ama o bunu anlamadı. "Vay be, demek sende aşık oldun?"

"Fena çocuk derken?" dedi üstüne basa basa. "Ayrıca aşık olduğum kız kim anasını satayım, yok öyle biri."

"Nasıl yok?" diye ona döndüm. "Valla mı?"

"Yok öyle bir şey, sen bana şeyi söyle, Fena çocuk derken?"

"Ha Alper mi? Yakışıklı çocuk ondan söyledim."

Kaşları çatıldı ama bir yorum yapmadı. Bakışları benden uzaklaşıp önüne dönerken içimde büyük bir rahatlama hissettim. Gerçekten de aşık olduğu kız falan yoktu demek ki, neden şu an boynuna atlamak istiyordum?

"Yanındaki adam kim?" diye sordu bir anda. Bakışları tekrar bana döndü.

"Hüseyin." dedim gülümseyerek. Bana ters ters bakmasını umursamadan,

"İsmini sormadım, kim olduğunu sordum."

Göz devirerek önüme döndüm. Sormam gereken şeyler vardı şu an. Ailemin yerini ondan öğrenmem gerekiyordu ama bunu nasıl soracağımı hiç bilmiyordum.

"Kavga etme sebebiniz gerçekten bir kız mı?" diye sorduğumda başıyla oynayladı ama dönüp bana bakmadı. "O kıza değer veriyor muydun?" dediğimde bir kez daha başını salladı. Bakışlarım ellerime kaydı, demek ki Hüseyin doğru söylüyordu.

Başımı kaldırıp yüzüne baktığımda, şimdi o da bana bakıyordu. "Maria senin için değerli mi?" diye sordum bir anda.

Bu cümlem onu şaşırttı, öyle ki beni bile şaşırttı çünkü elimde olmadan söylemiştim.

"Evet," dedi duraksayarak. "Değerli."

Bu cümle beni rahatsız ederken yavaşça önüme döndüm. Bir an ne diyeceğimi bilemesem de sonunda ona doğru döndüm ve, "Peki ben?" diye sordum bir çocuk gibi. "Seçmek zorunda kalsan beni mi seçersin onu mu?"

Bir an neden böyle bir soru sorduğumu sorgular gibi yüzüme baktı. Ardından acımasız bir sesle, "Bende bir değerin olduğunu sana düşündüren ne?" diye sordu. Yüzüne bakakaldım. "Tabi ki onu seçerdim."

Yine, yine ve yine. Bir kez daha ilk tercih edilen olmadın Meva.

Bir kez daha...

"İyiymiş," dedim gülümseyerek. "Çünkü bundan sonra yoluma sensiz devam ediyorum. Ailemi ya söylersin ve her şey biter. Ya da söylemezsin ve artık düşmanın olurum Karakum. Çünkü benim istediğim tam olarak bu. "

"Düşmanım olmak mı istiyorsun?"

Gözlerinin içine baktım ve hiç düşünmeden konuştum. "Alper ile düşman olacağıma, senle olmak isterim."

Bu sefer yüzüme bakakalan kişi oydu.

Yine de yüzüne daha fazla bakmadan arkamı döndüm ve çıkışa doğru ilerledim. Yüzünü görmek istemiyordum. Karnımda ve kalbimde tarif edemediğim bir ağrı vardı ve dik duramıyordum. Bir kez daha değersiz olan kişi olmayı kabullenemiyordum. Neden böyle olmak zorundaydı ki?

Kocaman davet salonuna girdiğim an bakışlarım bizim masaya kaydı ama Hüseyin'i orada göremedim. Buradan hemen çıkmak istiyordum çünkü boğulacak gibiydim. Bu yüzden dans eden, şakalaşan insanların arasında hızlı adımlarla ilerlemeye başladım.

Bakışlarım ilerideki Havuzun önünde bulunan bir topluluğa kaydı. Belki orada olduğunu düşünerek bu sefer de adımlarımı oraya yönlendirdim. Tam havuzun önüne geldiğimde bakışlarım etrafta dolaşıyor, onu arıyordu ama hiçbir yerde bulamıyordum.

"Kimler buradaymış?" diyen tanıdık bir kız sesi ile aniden arkamı döndüğümde onu gördüm. Maria bana nefret ve alayla bakıyordu.

"Bir hizmetçinin boş lafları ile uğraşacak zamanım yok, çekil önümden." diyerek ilerlemek istedim ama hızla önüme geçince durup sinirli bir ifadeyle yüzüne baktım.

"Bir hizmetçi olmadığımı sen daha iyi bilirsin Meva, arkadaşın söylemiştir."

Nefretle bana baktığını görünce umursamayarak, "Çekil önümden." dedim. Sabrımın son noktasına doğru geliyordum. Başka zaman olsa laflarını ona çok güzel yedirirdim ama şu an buradan acilen çıkmam lazımdı.

"Noldu?" dedi alayla. "Kıskandın mı?"

Bu sefer kendimi tutamayarak kahkaha attığımda kaşlarını çattı. "Seni mi kıskanacağım? Yıllardır seni sevmeyen bir adamın peşinden koşarak kendini rezil eden bir kızı mı?" Güldüm. "Hayır, sanmıyorum."

Yüzü aniden soldu ve bana sert bir bakışla bakmaya başladı. Gözleri bir katil kadar soğuk bakıyordu. Bana, avına bakar gibi bakıyordu.

"Sana acıyorum," dedi. "Seni unutup hayatına mutlu eden bir ailenin pesinde koşarak kendini yıpratıyorsun. Neden? Çünkü kimse sana değer vermiyor, kimse seni sevmiyor Meva, sen sadece fazlalıksın. Sen bu oyunda sadece bir piyonsun. Kendini bu kadar önemseme."

Sen bir fazlalıksın.

Tabii ki onu seçerdim.

Sana gözümde değerin olduğunu düşündüren ne?

Çünkü kimse sana değer vermiyor

İçim yandı, hatta belki de kül oldu ama yine en iyi bildiğim şeyi yaparak gülümsedim. "Asıl ben sana acıyorum biliyor musun? Deli gibi korkuyorsun Sungur beni sever diye, sen kendini sevdirmek için yırtınıyorsun ama ben hiçbir şey yapmadan onun dikkatini çekiyorum bu canını yakıyor değil mi , öyle olmasa tüm gece gözleri üzerimde olmazdı değil mi?" Yüzüne doğru eğildim. "Öyle olmasa, salondan çıktığım an seni hiç siklemeyerek peşimden gelmezdi değil mi?" Başımı yana eğerek yüzüne baktım. "Şunu unutma Maria, bana söylüyorsun ama sanırım yetersiz olan kişi sensin ha?"

Yüzüme saklayamadığı bir acı ile baktı. Bu sözler onun canını yakmıştı biliyordum ama umurumda değildi. Mavi gözleri usulca dolduğunda aynı zamanda dudağında da alaycı bir gülümseme oluştu. Ben kaşlarımı çatarak ona bakarken hiç beklemediğim bir şey oldu.

Birden ellerini uzattı ve hiç düşünmeden beni sertçe arkamdaki suya itti. Öyle hızlı davranmıştı ki kendimi savunmaya, hatta sesimi çıkarmaya bile vaktim olmamıştı.

Suya sertçe daldığım an gözlerim irice açıldı. Havuzun kenarında olduğumuz için kenara doğru düştüm ve başım duvara doğru ilerledi.

Havuzun duvarına yapışık, yarısı kesik duran bir demir aniden başıma saplanınca tarif edemediğim bir acı bedenime doğru hızla yayıldı.

O an gözlerim karardı. Öyle bir acı hissettim ki, kendimi dünyadan kovulmuş gibi beyaz bir ışık geldi gözlerimin önüne. Suya bulanan kırmızı rengi görünce kalp atışlarım aniden yavaşladı, öyle bir basınç altında hissettin ki kendimi bedenim suyun içerisinde yavaşça yukarıya doğru yükseldi ama ben gözlerimi açamadım. Aynı anda insanların attığı kocaman bir çığlığı duydum. Tepki veremedim, tamamen dünyadan kopmuş gibiydim. "KAN VAR!" diye çığlık attığın duydum bir kızın, sesi tanıdık geliyordu. Sanki ölen birinin haberini veriyormuş gibi korku doluydu. "ÇOK KAN VAR! KIZ ÖLÜYOR!" Ve bilincim tamamen kapandı.






Bölüm Sonu 🌌

Loading...
0%