Yeni Üyelik
8.
Bölüm
@meleklerucar

Bora benden uzaklaşıp bana baktı.

 

"Tamam sen burda biraz uzan ve dinlen ben sana kahvaltı hazırlarım" dedi ve bir şey dememe izin vermeden uzaklaştı.

 

Ben de sıkıldığım için sırtımı yatak başlığına yaslayarak düzgünce oturdum ve telefonu aldım o anda "pazartesi" yazısını görünce hassiktir diye düşündüm içimden.

 

Okulu tamamen unutmuştum, saate baktım ama saat artık 12 olmuştu bile.

 

Biraz telefonla uğraştım ve mutfaktan gelen konularla savaştım, karnım gurulduyordu.

 

Sonra kapıdan tepsi ile gelen han'ı gördüm.

 

Han'ın elindeki tepside; tabakta biraz pankek, sürülecek çikolata, bal, reçeller ve son olarak galiba onun sıktığı bir portakal suyu.

 

Yanıma geldiğinde tepsiyi kucağıma koydu ve ben de hemen yemeye başladım.

 

"Yavaş ol be kızım, gören de 1 sene ac bıraktık sanar" dedi.

 

Yemeği bitirene kadar gözüm onu görmedi ama bitirince ona baktım.

 

"Sen yemeyecek misin, neden kendine bir şeyler getirmedin?" Diye sordum.

 

"Hizmetliler hazırlıyor, zaten birazdan yiyip aşağı ineceğim" diye yanıtladı.

 

Aşağı mı? Aşağı neresi be? Saf saf ona baktım, Ama sonra omuz silktim.

 

Banane be?

 

Han tepsiyi alıp uzaklaşırken ben de yatağa gömüldüm ve gözlerimi kapattım.

 

Biraz geçti ama han hala gelmedi.

 

Uzanıp telefonu aldım ve saate baktım han gittiğinden beri 1 saat olmuş.

 

Belki haraket etmek acıya iyi gelir diye düşünüp aya kalktım ve odanın içinde yavaş yavaş yürüdüm.

 

Yürürken bazen etrafı inceledim, hatta odayı ezberleyecek kadar.

 

Oda gri ve siyah tonlarındaydi, benim yattığım yatak da aynı şekildeydi, başlığı siyah ve büyüktü, yatak carsaflari ise gri rengindeydi ve 2 kişilik yataklara göre biraz daha büyük ve rahattı.

 

Yatağın iki yanında da aynı çekmeceli şifonyerler vardı, çekmece kulparı altın renktedir ama fazla zarif duruyordu.

 

Duvarlarda raflar vardı be bazı süsler vardı.

 

Odanın diğer köşesinde ise iki büyük dolap vardı ikisi da aynı sekildeydi ortada büyük iki kapısında da buzlu siyah cam vardı yanlarda ise iki tane küçük kapağı vardı altta da kocaman 4 tane çekmece vardı.

 

Bu dolapların yanında ise sadece ayakkabılara ait bir dolap vardı, dolabın yanında ise bir puf vardı.

 

Dolapları açıp içine baktım çünkü merak ettim, bir dolapta ful kadın elbiseleri, kıyafetleri ve iç giyimi vardı.

 

Diğer dolapta ise erkekler için giysiler vardı.

 

Odayı tamamen incelediğimde kapı açık olmasına rağmen kapı tıklandı ve odagım o tarafa kaydı.

 

Orta yaşlarda bir kadın bana bakıyordu sanki konuşmak için izin ister gibi.

 

"Ah.. merhaba..?" Dedim, çekingen şekilde.

 

"Merhaba hanımefendi,Bora han bey sizi aşağıda depoda bekliyor" dedi.

 

"Şey.. teşekkür ederim ama depo nerde?" Diye sordum.

 

"Beni takip edin hanımefendi" diye yanıtladı kadın.

 

Kadın odadan uzaklaşırken hızlı adımlarla ona yetiştim ve hızına ayak uyfururken "ben elisa, böyle diyebilirsiniz" dedim.

 

"Nasıl isterseniz, elisa hanım" dedi kadın.

 

"Adınız ne?" Diye sordum Bu sefer.

 

"Benim adım Zeliha" diye yanıtladı.

 

"Tamam, teşekkürler" dedim.

 

"Rica ederim, sizinle tanışma fırsatına sahip olmak benim için bir onurdur"dedi, biraz şaşırmıştım.

 

Yürürken kadını biraz inceledim; saçlarının ucunu sarıya boyamıştı, yine de saçları kısaydı ve arkadan zar zor bağlanmıştı.

 

Resmi kıyafet giyimisti, takım elbise, orta boylara ve orta kilolarda bir kadın.

 

Yakasında zaten ismi yazan bir yakalık vardı ve ben yine de ismini sormuştum.

 

En sonunda nasıl olduğunu anlamadığım şekilde gizli bir merdiven açtı ve ordan aşağı inip depoya geldik.

 

Depoda sadece girdiğimiz merdivenlerin önünde duran 4 tane adam vardı.

 

Hepsi simsiyah giyinmisti, kulaklıkta ve siyah gözlükleri de vardı, hem havalı hem de ürkütücü.

 

Karşımda duran han'a baktım, kesinlikle sabahki halinden eser yoktu.

 

Hatta onu daha önce görmediğim kadar ciddi ve sert.

 

Omurgamdan bir ürperti geçti.

 

"Getirin onu"dedi Bora.

 

Mekanda bana sarkıntılık yapan adamı götüren iki adam, yine onlar, o adamı geri getirdiler ve han'ın önüne fırlattılar.

 

Adam fazla sert yere çarptığı için boğuk şekilde inledi.

 

Bora, Ömere ve sonra bana baktı.

 

Bora'nın gözleri deli gibiydi.

 

Arkasında birleştirdigi ellerini öne doğru getirdiğinde bir balta tuttuğunu fark ettim.

 

Ne çok büyük, ne çok küçük ama yeterli bir balta.

 

Yutkundum.

 

"Hangi eli ile dokundu sana?" Diye soruldu han ama sorarken tüm tüylerimi de diken diken etti.

 

"Ah.. şey.. Aslında, ikisiyle de dokundu" dedim, ama bu pek de hoşuna gitmedi, han'ın baltayı tutuşu sıklaştı.

 

Bu sefer ise dişlerinin arasından " ilk hangi eli ile dokundu?" Diye sordu.

 

"Bilmiyorum" dürüstçe cevapladım.

 

"O zaman seç birisini" dedi.

 

Neyi seçecegimi bilmiyorum.

 

"Ben yapamam" diye yanıtladım.

 

Han daha çok öfkelenmişti.

 

"Sol her zaman daha güçsüz olur ve daha çok can yakar" dedi sırıtırken, ömer'in gözleri korku doluydu ama ses bile çıkaramıyordu, hatta nefes almaya bile korkuyordu.

 

"Masaya baglayın" dedi han.

 

İki adam, Ömeri kollarından tutup kaldırdı ve ilerdeki masaya doğru götürdü, Ömeri masaya yatırdılar, masada olan demirleri ayaklarını ve bileklerini yerleştirip iyice kapattılar, hatta boynundan bile.

 

Han adama yaklasti ve sonra yavaş yavaş etrafında döndü. Sanki bir köpek balığının avının etrafında döndüğü gibi.

En sonunda sol elinin önünde durdu.

 

Bana baktı ve yaklasmami işaret etti, titreyen bacaklarımla zar zor yanına gidip önünde durdum.

 

Hic bir uyarı vermeden baltayı yukarı kaldırıp indirmesi ve etrafa kan bulaşması, ömerin cıglıkları bir oldu.

 

Donup kalmıştım aşağı bakmaya çok korkuyordum.

 

Gözlerim aşağı kaydı ve ömerin parmaklarının yarısının gittiğini gördüm.

 

Midem bulanmaya başladı ama han hırsını alamadı, baltayı tekrar tekrar kaldırıp indirdi ve her hangi bir şey doğrar gibi adamın elini dogramaya devam etti.

 

Artık kusmak üzereydim.

 

Adamın çığlıkları, sıçrayan kanlar, baltanın sesi, parçalanan etin yere düşmesi.

 

Ögürmem ile kafamı yana çevirip kusmam bir oldu ama o sırada fışkıran kan da yanağıma gelince gözlerimin karardıgını hissettim.

 

Etraftan gelen boğuk sesler, ve kafama aldığım son darbe harici bir şey hatırlamıyorum.

 

•°○•°○•°●°•○

 

Uyandığımda karşımda han'ın endişeli gözlerini gördüm.

 

Bi an korkup irkildim ama o beni tuttu ve tekrar yatırdı.

 

Yine odada uzaniyordum.

 

En sonki şeyler aklıma gelince tekrar midem bulandı. Neden bunları yapıyor ki?

 

Bora katil mi? Bora kim? Evinde yaşadığım bu adam kim? Elinde oyuncak olduğum bu adam kim?

 

Hic bir şey diyemedim, gözlerimi kaçırdım.

 

O gün fazla gergin geçti ve sonraki gün ise İkimiz de hazırlanıp okula gittik.

 

Sınıfa girdiğim an gözlerim küçüklük arkadaşım zümrüt'e kaydı, yine kim bilir neler yaşadı.

 

Ağlamamak için kendini zor tuttuğu belliydi ama tabiki de diğer kızlar da ona küçümseyerek bakıyordu.

 

Yerim zaten hep onun yaniydi, mecaz anlamda da gerçek anlamda da.

 

Yanına gittim ve oturdum, hala yüzü fazla donuktu.

 

Belki benim geldiğimi bile fark etmeyecek kadar dalmıştı düşüncelere.

 

Biraz ona öylece baktım ve iç çektim göz altı yine mordu, hatta neredeyse siyah.

 

Kim bilir gece kavga yüzünden mi uyumadın, yoksa kabuslar mi?

 

Sonradan kendine gelirken beni fark etti ağlamamak için dudaklarını birbirine bastırdı ve anında bana sarıldı.

 

Hızlıca sımsıkı ona sarıldım, yine enkaz içindeydi.

 

Ufak nefes seslerinden kendini çok zorlandığını hissettim, kendini biraz daha zorlarsa yine atak ve ya kriz geçirebilirdi.

 

"Sakin ol" diye mırildandım, sesim her zaman olduğundan daha yumuşak çıkmıştı.

 

Bu onun savaşını bitiren cümle oldu.

 

Anında hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı.

 

Hala sarıldığımız için sırtını sıvazladım.

 

"Ağla, onlar hep kusur bulur bu yüzden onları görme" dedim, çünkü sınıftakiler ne zaman ağlasa zümrüt ile dalga geçerdi.

 

Diğer kızlar her gün sevgili değişip bir se onlar için ağlarken sorun yok, ama zümrüt aile sorunları ve ya başka şeyler yüzünden ağlayınca dalga konusu.

 

Adalet mi? O ne be.

 

Zümrüt tanıdığım en güçlü kız olabilirdi, zaten öyle olmak zorundaydı.

 

Aşırı hassas ama çok güçlü olmak zorunda.

 

Surekli zorbalığa uğradı, onu ne kadar korusam bile.

 

İç çektim ve ondan ayrıldım.

 

Biraz mesafe koyunca ona baktım.

 

"Biraz daha iyi misin?" Diye sordum.

 

Hic bir şey demedi, hala ağlıyordu.

 

Neden ağlıyorsun zümrüt, neden?

 

Yine kavga mı, kabusların olan geçmişin mi? Hayatındaki toksik ve narsist kişilerin seni sömürmesi mi? Geçmişinde tıkılı kalman mı?

 

Ağladığı için yeşile kaçan ela gözlerine baktım, o ölü gözlerine, yardım isteyen gözlerine..

 

Yine aglaması yüzünden nefesini kontrol edememeye başladı, endişelenmeye başlamıştım çünkü böyle olduğunda hep sonu kötü olur.

 

Gözlerim ellerine kaydı, pantolunu sıkı şekilde kavramıştı ve sıkıyordu.

 

Ben böyle şeylerden pek anlamam ama ya panik atak ya da kriz, ama genelde ataktan sonra tetiklenip kriz geçiyordu.

 

Hemen uzanıp ellerini kavradim çünkü kendine zarar verecekti.

 

"Sakin ol, bana odaklan" dedim.

 

Gözleri bana kaydı ama hala odaklanamıyordu nefesi fazla hızlı ve fazla düzensizdi.

 

Biraz sonra eli kalbinin olduğu tarafa gitti ve oradaki kumaşı kavrayıp sıktı.

 

"Nefes alamıyorum" dedi endişe ile, bu beni daha da endiselendirdi.

 

Hemen ayağa kalktım ve onu destekleyip ayağa kaldırdım.

 

Yavaş yavaş yürütüp okul bahçesine çıkarttım ve en yakındaki banka oturttum.

 

"Sakin ol, sadece odaklan" dedim.

 

"Nefes alamıyorum, Nefes alamıyorum, Nefes alamıyorum!" Diye haykırdı, yüzü artık kızarmıştı ve öksürüyordu.

 

Napmam gerektiğini asla bilmiyordum.

 

"Derin nefes alıp vermen lazım sanırım, çok düzensiz nefes alıyorsun" dedim endişeyle.

 

Nefesini düzenlemeye çalışıyordu ama tekrar bozuluyordu, tekrar çabalıyordu ama tekrar bozuluyordu.

 

Artık oksurmesi baya şiddetlendi ve vucudu sarsılmaya başladı.

 

"Etraf dönüyor!" Dedi zar zor çıkan sesiyle.

 

"Sakin ol, yalvaririm Sakin ol" yalvardım ama hiç bir işe yaramazdı bunu ben de biliyordum.

 

_________________________________________

 

 

Loading...
0%