@melez__
|
Uyu Bebeğim Bazı zamanlar vardır, nefes alırsın ama yaşamazsın. Yemek yersin ama tat alamazsın. Uyursun ama dinlenemezsin. Çığlık atarsın sesin çıkmaz. Hıçkırarak ağlarsın kimse duymaz. Ve o zamanların sonunda sen bunların hiçbiri olmamış gibi davranırsın. Kimse de sormaz zaten ‘iyi misin?’ diye. İşte ben Efsun Ekici, şu an tam olarak öyle bir dönemdeydim. Yatağımda oturmuştum ve battaniyemi boynuma kadar çekmiş karşımdaki ahşap giysi dolabına boş bakışlar atıyordum. Şu an içimdeki hisleri yazmaya ne yazarın hayal gücü ne de bütün evrendeki kelimeler yetmez. Kocaman bir boşluktayım. Hoş bir his değil. Nefesim göğsüme batıyor. Her bir düşünce bir diğerini tetikliyor. Efe yazıyor ama ben o uygulamaya girmeye korkuyorum. Ellerim bir daha ona yazmayacak, dudaklarım bir daha onun mesajını aldığım anlardaki gibi gülmeyecek ve ben artık ben olamayacağım. Biliyorum böyle söyleyince abartıyormuşum gibi geliyor ama siz bilir misiniz hiçbir zaman sevilmeyen birinin en ufak şefkat kırıntısına bile nasıl bağlandığını? Belki size kendimi ifade edemiyorum ama saatlerce ağladıktan sonra öylece boşluğa bakmanın hissi anlatılmaz. Yaşayan bilir yaşamayan güler geçer. Saat gece 04.22 ve tahmin edin kim bu sefer sorunlarından kurtulmak için uyuyamadı… Midemin bulantısına daha fala dayanamayacağımı hissettiğimde yatağımdan kalktım. Masamda duran telefonumu hırkamın cebine attım ve kapının yanında duran terliklerimi giyip odamdan çıktım. Bu mide bulantısının sebebi hastalık falan değildi. Ben ne zaman üzülsem önce midem bulanır sonra da ellerim titrerdi. Dikkatimi dağıtmak için salona gidip koltuğa oturdum. Bu kadar üzülmenin yeteceğini düşünüp anlık bir gazla telefonumdaki uygulamaya giriş yaptım. Efe’ den, Feza diye birinden, Yağmur isimli kızdan ve Zühre’ den onlarca mesaj gelmişti. Ama ondan gelen bir tane bile bildirim yoktu. Derin bir nefes aldım ve Feza isimli hesaptan gelen mesaja tıkladım. ‘’Selam, Feza ben...’’ ‘’Efsun sende. Biliyorum.’’ ‘’Alp’ in arkadaşıyım da o yüzden.’’ ‘’Mahvetmişsin bizimkini. O bu haldeyse seni düşünemiyorum.’’ ‘’Mesajları silme tuşu nerede?’’ ‘’Neyse ben gidiyorum savaşçı prenses.’’ Mesajları okuduktan sonra derin bir of çekerek Efe’ den gelen bildirimlere tıkladım. Kimseye bir şey yazmak istemiyordum ama bu mesajlara bakmama engel değildi. ‘’Efsun, iyi misin?’’ ‘’Olanlardan haberim var.’’ ‘’Alp ağladı biliyor musun? Alp’ in gözleri doldu.’’ ‘’Güzel kızım bir şey söyle.’’ Mesajların hepsi geç saatlerde yazılmıştı bu yüzden onlara geri dönüş yapsam bile büyük ihtimalle görmeyeceklerdi mesajları. Gerçi Almanya ve Türkiye saat farkı etkiliydi ama ben Türkiye’ de saatin kaç olduğunu bilmediğim için önemsemedim. Hızlıca Zühre ve Yağmur’ dan gelen mesajları okuyup Alp’ in hesabına girdim. Derin bir nefes aldım ve klavyemin tuşlarına basmaya başladım.
‘’Alp, nasılsın?’’ ‘’Benden kurtulmak kolay olacak mı sanmıştın?’’ ‘’Açıklama yap. Neden gitmek istiyorsun?’’ Ve tam da tahmin ettiğim gibi mesajlar okundu ancak dakikalardır tek bir mesaj bile yoktu. Yerimde rahatsızca kıpırdandım ve dışarıda yağan yağmurun sesine odaklanarak yazmaya başladım. ‘’Sana bir sır vereyim mi?’’ ‘’Ben Manisa’ da değil Almanya’ da yaşıyorum.’’ ‘’Neyse önemsiz bir bilgiydi.’’ Bir süre beklediğimde tüm mesajlarım tekrar okundu bilgisi aldı En azından benim onu unutmadığımı bilmesi bana iyi hissettiriyordu. ‘’Beni düşünüyorsan düşünme.’’ ‘’Çok iyiyim ben.’’ ‘’Hiç etkilenmedim. Sonuçta geri gelirsin sen.’’ Aynen Efsun hiç etkilenmedin. Saatlerdir uyumuyorsun, yemek yemiyorsun, telefona bakmıyorsun. Ölüsün kızım sen. Yaşayan bir bedende hapsolmuş ölü bir ruhsun sen. ‘’Çok güzel uyudum gece. Sende uyuyorsun değil mi?’’ ‘’Uykusuz kalma buz adam.’’ Ben ne yazıp saçmalayacağımı düşünürken bir arama düştü ekranıma. O arıyordu… Alp beni arıyordu. Heyecanla telefonu açtım ve hiçbir şey söylemeden karşı taraftan gelecek en ufak sesi bile duymaya odaklandım. İlk önce bir öksürük… Sonra içine çekilen derin bir nefes… Ve en sonunda o sesi kulaklarıma ulaştı. ‘’Baya iyi uyumuşsun cidden. Saat Almanya’ da gece yarısı beşe geliyor.’’ Daha sonra bir tuş sesi ve kulaklarımı dolduran bir melodi… Duyduğum melodiyle irkilirken derin bir nefes alıp gözlerimi kapattım. Tanıdık bir melodiydi bu. ‘’Pera’’ isimli müzik gurubunun ‘’Uyu bebeğim’’ isimli şarkısı… Şarkının sözleri başladığında gözlerimden süzülen yaşların esiri oldum. ‘’Uyu bebeğim uyu, Uyu, bebeğim koynumda uyu Geceler varmasın sabaha… Odamız gökyüzü, yatağımız bulut olsun…’’ Bir yandan şarkıyı dinliyor bir yandan da hıçkırarak ağlıyordum. Dudaklarımdan tek bir cümle çıkabildi.
‘’Neden Alp? Sadece bunu söyle…’’ ‘’Senin hayatta kalmanı istediğim için…’’ ‘’Söz veriyorum güzelim en yakın zamanda açıklayacağım…’’ Şarkı bitti, buz adam sustu ve suratıma kapatılan telefon benim mezarım oldu. Onu anlamıyordum ama bildiğim tek şey bunu yapmak zorunda kalmış olmasıydı. Ben hıçkırıklarım ve gözyaşlarımla uykuya dalarken arka planda tek bir ses vardı. Onun bana dinlettiği şarkı… |
0% |