@meliha
|
BÖLÜM 1: SIRLAR KİTABININ LANETİ Aydınlık günlerin, geleceğe sarılan umutların, elimiz de kalan anıların bulunduğu hayatlarımız da hepimizin sahip olduğu sırlarımız vardı. Bazen bu sırlar sır olmaktan da çıkabilirdi ve bazen sırlar bizim düşündüğümüzden daha kötü olabilirdi. Belki de sır her zaman bir sır olarak kalmalıydı. Herkes gibi kralların da sahip olduğu sırlar vardı. Bilinen veyahut da hiçbir zaman bilinmemesi gereken sırlar ama bu sır diğerlerinden biraz daha farklıydı. Bu yüzyıllar boyu insanlıktan saklanmış bir vahşetti, bir sır ancak bu kadar karanlığın esiri olabilirdi. Sırlar saklanmak içindi, saklanmadığı takdirdeyse kralın huzuruna çıkar ve bir karar verilirdi. Alınan bilgiler kralın mahzeninden geldi, kütüphanesinde yüzyıllarca saklandı ama sonunda ulaştığı yer sıradan bir sahaf idi. Bulunmayı bekleyen bir kitap ve sahibine kavuşunca güçlerini yeniden kazanacak bir Thalorin. Sırlar yüzyıllardır sahip olduğumuz, kaçtığımız belki de çoğu zaman unuttuklarımızdan ibaretti ama bu sırrı diğerlerinden ayıran şey ise yüzyıllardan beri kralların gözetimi altında kalmak zorunda oluşuydu. Halk bu sırrı bilmemeliydi, eğer bilirse, işte o zaman dünyanın sonu gelebilirdi. Yıllarca kötüye kullanılan sır, birçok krallığın kaybolduğunu veya bir kral tarafından yok edildiğini sanmasına neden oldu. Kral II. Joshep, bu sır dolu kitaba bağlılığından deliye dönmüş ve sonunda hastalıktan vefat etmişti. Kralın bu acı dolu ölümünden sonra halk, kitabın kralla beraber yok edilmesi gerektiğini düşünmüş ve kitabı kralla beraber açık denizlerde yakmıştı. Kitabın yok olduğunu düşünen halk, kırk gün kırk gece kitabın üstlerine attığı lanetten kurtuldukları için kutlamalar yapmıştı. Günün birinde genç kraliçe de kralla aynı hastalığa sahip olunca halk, bu lanetin üstlerinden henüz gitmediklerini anlamıştı. İhanetler, iç savaşlar koca bir krallığın sonu olmuştu. Kitabın gittiği yeri kuruttuğu ve lanetinin hep üstlerinde olduğu yüzyıllarca konuşulan bir şeydi ama zaman geçtikçe kitap ve laneti bir efsaneye dönüşmüş ve buna inanan insanların sayısı gittikçe azalmıştı. Günümüzde kitabın nerede olduğu kimse tarafından bilinmiyor ama her yıl 16 Ağustos'ta kitap için yapılan kutlamalar ve adaklar, şehrin kıyı köylerinde kalan insanlar tarafından hala devam eden bir gelenek haline geldi. Halkın birçoğu o kitabın hala Nauren’de bir yerlerde olduğunu ve lanetinin hala bu şehirde canlanmasını beklediğini düşünüyor. Krallık yıkılmış olsa da Nauren halkı krallığın hiç bir taşına dokunmamış ve laneti şatoyla birlikte ormanın ıssız sessizliğine hapsetmiş ve sahil kesimine yerleşerek orda yeni bir Nauren şehri oluşturmuşlardı. Kral ve kraliçenin ölümünden sonra Nauren halkı yeni bir kralın yeni bir felaketle geleceğine inandıkları için yeni bir kral seçmemiş, tahtın da bir valisi olmadığı için kendi aralarından yaşamaya devam etmişlerdir. Zamanla Nauren şehri büyümüş, gelişmiş ve kocaman bir ülke haline gelmiştir. Dünyanın dört bir yanını saran Nauren halkı kendilerine yeni bir dünya yaratmışlar ve dış dünyadan kendilerini izole bir şekilde hayatlarına devam etmişlerdir. Dünyanın her yerinde bilinen Nauren laneti sayesinde, yüzyıllar süren savaşlar da Nauren halkı hiç etkilenmemiş ve diğer devletlere göre de yeterince gelişememiştir. Nauren halkının efsanelerine göre, krallık ormanın ıssız derinliklerinde karanlığa hapsedilmişti. Bu efsaneler dilden dile zamanla geçerken birçok şey kaybetmiş ve birçok da şey kazanmıştı. Bu nedenle hikâyenin aslını bilen kişi sayısı ise bir elin 10 parmağını hiçbir zaman geçmeyecekti, tabi eğer biri bu çarkı değiştirmezse. “Katrina! Sana söylüyorum yavrum. Beni duymuyor musun?” biraz endişeli, biraz da sinirli çıkan ses tonu sonunda onu kendine getirebilmişti. Hafif kafasını sallayıp, cevap vermekten geri kalmadı. “Özür dilerim nine, dalmışım. Ne demiştin?” meraklı gözlerle sorduğu sorudan aynı gözlerle cevabını alamayacağını bilse de yaşlı ninesinin ona çok kızmayacağına umut ederek ninesinin cevabını bekledi. “Yavrum benim, bu aralar biraz garipsin. Aklın bir karış hava da ne duyuyorsun ne dinliyorsun, benimle konuşmuyorsun bile artık! İyi olduğundan emin misin sen?” genç kızın düşündüğünün aksine ninesi ona oldukça sakin ve endişeli cümleleriyle karşılık vermişti. Şimdi kızın tek yapması gereken endişeli ve üzgün gözlerle bakan ninesini sakinleştirmek biraz da olsa içinde ki endişeyi yatıştırmaktı. “İyiyim büyükanne. Sadece olayları hazmetmek biraz zor ama korkma, üstesinden gelemeyeceğim hiçbir şey yok benim!” ninesinin aksine kız oldukça neşeli ve heyecanlı bir şekilde konuşup ninesinin yanağından ufak bir makas almış. Endişelenmemesi gerektiğini tekrar ederek evden ayrılmıştı. Gidecek daha çok uzun yolları vardı ama o yine de ne ninesini ne de bu kasabayı bırakıp kaçabiliyordu. Arkadaşlarıyla birlikte yaşadığı kazadan sonra hayatın da çok fazla şey değişmişti. Uzun zamandır bu buluşmayı gerçekleştirmemiştiler. Şimdi yarım ve bir o kadar yara içinde bunu tekrarlamak istemiş olacaklar ki hepsi her zaman olduğu gibi aynı kafe de buluşmak için yola çıkmıştı. Uzun bir sohbetin ardından Katrina hala daha enerjisinin düzelmediğinin ve her zaman yapmaktan keyif aldığı şeyin bile keyfini yerine getiremeyeceğini anlayarak masadan kalkmaya karar verdi. “Benim gitmem gerekiyor. Saat geç oldu ninem evde tek kalmasın. Kendinize çok iyi bakın gençler, tekrarlayalım bunu.” Küçük bir veda sohbetinden sonra Sendeleyerek ve hayallerini de geri de bırakarak yoluna devam ediyordu ve Katrina, düşünceleriyle baş başa kalmak istemişti, her zaman olduğu gibi… Gerçekten nasıl yapıyorlar bunu aklım almıyor. Bu olay bir tek beni mi böyle çok etkiledi? En yakın arkadaşımızı kaybettik, masanın boş tarafını ne kadar çabuk dolduruyorlar. Keşke o gün orda olmasaydım belki de bu kaza hiç yaşanmayacaktı. Uzun düşünceleri, Katrina’nın gittiği yeri bile kontrol etmemesine neden olmuştu. Düşüncelerinden ayrıldığın da Katrina asla bulunmaması gereken bir yerde olduğunu farkına vardı. O sıra da uzaktan hiç tanımadığı ama yine de güven veren bir kızın yardım çığlıklarını işitti. “Yardım edin, kimse var mı?” Sesin geldiği yöne doğru ilerledi. Karanlık, ıssız gece de Katrina’ya korku ve endişe duyguları dışında eşlik edecek kimse yoktu. Yıkılmaya yüz tutmuş krallığın sınır kapısından girerken içine korku hızla yayılmaya devam ediyordu. Eskimiş taş duvarlar yağmur ve nemden yosunlaşmıştı. Issızlığını belli eden kir, toz ve bitkilerle birlikte büyük haşere fareler de bir zamanların en zengin şatosunu işgal etmişti. Katrina korkunun onu ele geçirmesine izin vermeyerek ses doğru daha hızlı adımlarla yaklaşmaya devam ediyordu. O sıra da artan yardım çığlıkları, Katrina’nın ona yaklaştığının en büyük habercisiydi. Ses sürekli kendini tekrarlarken Katrina sonunda sesin sahibine ulaşmayı başarmıştı. Genç bir kız, eski binanın dökülen taş duvarlarının altında kalmıştı. “Lütfen yardım et, ayağım sıkıştı. Hareket edemiyorum,” dedi kız acı içinde. Katrina hızla yanına gidip betonu kaldırmaya çalıştı ama parça çok ağırdı. Kızın yüzüne baktığında gözlerinin yaşla dolu olduğunu gördü. Soğuk zemin vücuduna işlerken acı da o karanlık da onun dostu olmuştu. “Merak etme seni kurtaracağım sadece taşı kaldırmak için bir şey bulmam gerekiyor! Sakin kal tamam mı? ” olabildiğince kızı sakin tutmaya çalışırken art arda sorular sorarak bilincini açık tutmayı hedefliyordu. “Senin adın ne ?” çaresizce kızdan gelecek cevapları beklerken bir yandan da etrafta taşı kaldıracak bir şeyler arıyordu. “Elara . Lütfen, çok acıyor,” dedi kız, dişlerini sıkarken. Acı tüm vücuduna işlerken olayın şokunun geçmesinin acısını da yaşıyordu. Katrina sonun da bulduğu büyük dal parçasıyla taşı kaldırmayı umut ederek harekete geçti. İlk denemesin de başaramasa da uzun uğraşları sonucun da taşı kızın üzerinden almayı başarmıştı. “İyisin değil mi, ayağa kalkabiliyor musun? Eğer çok zorlanıyorsan hareket etme.” Endişeli çıkan sesin aksine kız daha sakin ve nefes almak da zorluk çektiğini belli ederek sorulara cevap veriyordu. “İyiyim merak etme. Teşekkür ederim, bana yardım ettiğin için ama iyiyim sanırım yürüyebilirim.” Kızın söylediklerinin aksine yürüyemediği hem bacağından hem de her attığı adım da yüzüne yayılan acıdan belliydi. Katrina bir an bile düşünmeden hemen kızın kolunun altına girmiş yürümesi için ona destek olmak istemişti. “Merak etme seni tutabilirim. Hem yürümen için daha yardımcı olur.” İkisinin yüzünden de şefkat akarken kız bir o kadar utangaç ve bir o kadar da mahcup yüz ifadesiyle teşekkürler ediyordu. Katrina sonunda merakına dayanamayarak ve olayın şokundan sormak aklına gelmeyen o soruyu sorma fırsatı yakalamıştı. “Neden gecenin bu saatin de mühürlenmiş krallıkta olduğunu sormamın bir mahsuru yoktur değil mi?” sorulan soruyla birlikte Elara’nın adımları da durmuştu. Köşeye sıkışmış gibi hisseden genç kız derin b,r nefessin ardından konuşmasına devam edebilmişti. “Beni şikayet edecek misin?” Katrina’nın aksine Elara’nın yüz ifadesinde korku ve endişe barınıyordu. Alacağı her cevaba kendini hazırlarken bir yandan da kendini hiç hazır hissetmiyordu. “Hayır.” Kendinden emin bir şekilde tek nefeste verdiği bu cevap Elara’yı oldukça şaşırtmıştı. Katrina, Elara’nın bu yüz ifadesine daha fazla dayanamayarak büyük bir kahkaha patlamıştı. Bu kahkahaya daha çok şaşıran Elara yanındaki kızdan daha çok endişelenmeye başlamıştı. “Sakin ol! Sen hadi buradasın ben de seni şikayet edeceğim. Peki demezler mi sen gecenin bu saati burada ne arıyorsun?” Katrina durdu ve söylediği şeyi tekrar bir düşündü. Cidden burada ne işi vardı? “Bu arada ben Katrina, tanışmaya fırsatımız olmadı.” Bunları söylerken elini Elara’ya uzatmaktan da hiç çekinmemişti. Aynı hareketi de ondan beklediğini belli eden bakışları karşısın da Elara da elini hiç çekinmeden sıkıp tokalaşmıştı. “Tanıştığımıza çok memnun oldum ve tekrardan teşekkür ederim. Hayatımı kurtardın!” katrina dan cevap beklemeden sözüne devam ederek kendinden bahsetmeye devam etti. “Ben aslında bilimciyim, burada ki gizemi araştırmak için gelen ekiplerin bir parçasıyım. Birlikte Nauren’in gizemini ve halkın yaşamını öğrenmeye çalışıyoruz. Sen de Naurenlisin değil mi?” merak içinde sorduğu sorunun cevabını sabırsızlıkla bekliyordu ama buna verdiği her cevap yeni bir sorunun kilidini açacağının farkında olan Katrina, kıza gerçeği mi yoksa yalanı mı söylemeli emin değildi. “Evet, ben de buralıyım. Ninem de buranın yerli halkındandır ama eğer amacın az önce içinde bulunduğun krallığın sırrını öğrenmekse benden sana küçük bir tavsiye: sakın buradan kimseye bunu sorma! Hoş karşılanmazsınız. Onun dışında gerçekten çok misafirperver insanlarızdır. Eğer istersen seni bu akşam evimizde misafir edebiliriz?” sorduğu sorunun fazla mı olduğundan emin olmasa da alacağı her cevaba hazırdı. Sorabilirdi ya da hiç sormayıp teklifi kabul ederdi ya da sadece teşekkür edip gidebilirdi. “Teşekkür ederim. Ben ekibin yanına gitsem iyi olur, beni merak ederler.” İkinci seçeneği seçmiş olmanın rahatlığıyla Katrina, ona hastaneye gitmesi gerektiğinden ve eğer bir şeye ihtiyacı olursa onu bulmaktan çekinmemesi gerektiğini söyleyip onun istediği yere kadar kıza eşlik etmişti. Bu süre zarfında hiç konuşmamışlar, sadece birlikte yürümüşlerdi. Saat epey geç olduğu için Katrina eve gittiğinde büyükannesi Lena çoktan uyumuştu. Sessiz adımlarla hareket etmeye çalışsa da evde ninesinin sahip olduğu antikalar ve dağınıklık Katrina’nın işini oldukça zorluyordu. İki katlı küçük bir kasaba evi olan ninesinin evi, antikalarla dolu bir bit pazarı gibiydi. Her geldiğinde ne kadar söylenirse söylensin, içten içe Katrina da bu evi çok seviyordu. Evin manzarası ormana en yakın evlerdendi. Kasabanın dışında kalan ev, kalabalıktan uzakta ve doğanın güzelliğine daha da yakın bir konumdaydı. Evin arkasında bulunan uzun geniş göl, tüm kasabanın etrafını sarıyordu. Bu gölün kasabayı kötü ruhlardan koruduğuna inanan kasaba halkı, bu gölün dışına hiç çıkıp bir yapı inşa etmemiş ve yapılmasına da izin vermemiştir. Onlara göre canını seven her insan, bu gölün içinde bir yaşam kurmak isteyecektir. Tabii halkın inandığı bu inanışın ne kadar doğru olduğu tartışma konusuydu. Yıllardır her yaz tatilinde ninesinin yanına gelen Katrina, Nauren ile arasında hep bir bağ olduğuna inanmıştır. Öyle ki, ninesinin 100. yaş gününde ona hediye olması için Nauren kültürlerine dayanan bir simgeyi kendine dövme olarak yaptırmıştı. Katrina, ninesinin evinde büyük kütüphanenin olduğu odada kalıyordu. Onun için özel olarak oda yaptırmış olmasına rağmen Katrina, her geldiğinde bu eski tozlu odayı seçmekten bir an bile olsun vazgeçmiyordu. Nauren halkı, Lena'nın sahip olduğu bu antika koleksiyonunun eski krallıkta çalıştığı zamanlardan geldiğine inanıyordu. Eskiden krallığın antika koleksiyonlarıyla ve kütüphanesiyle ilgilenen Lena, şimdilerde yaşlılığın tüm vücudunu esir alması nedeniyle pek bir iş yapamıyordu ama yine de ömrünü tamamlayacak kadar geçimini sağlamayı başarabiliyordu. Lena bu olayın doğru olmadığını sürekli iddia etse de Katrina, bu durumun doğruluğunu hep merak etmişti. Uzun zamandır öğrenmek için bir fırsat önüne çıkmamıştı ama şimdi hayatını kurtardığı yeni kız o’nun merakını giderebilecek miydi? Her zaman olduğu gibi bugünde sabah erkenden koşuya çıkmak için hazırlanıyordu ki dışarıda küçük bir patırtı duydu. Bahçede ki hayvanlardan geldiğini düşündüğü için sesin ne olduğuyla pek ilgilenmese de ikinci bir sesle olduğu yerde ürpermiş ve sesin nedenini daha çok merak etmişti. Hızlıca aşağı kata inerek yavaşça bahçe kapısını açmıştı. Bahçe güzel bir seraya sahipti. Güzel renkli çiçekler, yiyecekler ve ihtiyaçları olacak daha bir sürü şey. Seranın içinde bir resim tablosu da yer arıyordu. Sıkça olmasa da Lena ara ara bahçe de resim çizer, kendince güzel bir vakit değerlendirirdi ama ne yazık ki şuan da baktığın da o güzelim bahçeden geriye kalan kocaman bir enkazdı. Bahçenin tamamı mahvolmuştu. Birisi ve ya bir şey bahçenin tamamını bozmuştu. Katrina ne olduğunu anlamaya çalışırken o sırada sesi duyan büyükannesi Lena da gürültüye kalkmış dışarıda olan biteni yarı uykulu yarı ayılmış bir şekilde anlamaya çalışıyordu. “Aman tanrım! Güzelim bahçem, seram ne hale gelmiş böyle?” sesinden de anlaşıldığı gibi Lena büyük endişe ve hayal kırıklığıyla olan biteni anlamaya çalışıyordu. O sıra da ninesinin bu haline üzülen Katrina, büyük bir şefkatle endişesini ve korkusunu saklamaya çalışıyordu. Ellerini yaşlı nenesinin titreyen ellerinin üstüne koymuş ona destek olduğunu hem davranışlarıyla hem de o sıcak içten bakışıyla oldukça belli ediyordu. “Merak etme büyükanne! Her şeyi eski haline geri getirebiliriz. Ben sana yardım edeceğim, söz veriyorum.” İçten gülümsemesiyle, ninesine sahip olduğu tüm güveni geri kazandırmayı amaçlıyordu ama işler hiç onun tahmin ettiği gibi olmadı. Büyükannesi büyük endişe ve üzüntüyle eve doğru adımlarını hızlandırdı. Katrina’nın elinden gelen tek şey arkasından öylece bakakalmaktı. Lena içeriye girdiğinde Katrina, yardım etmek için etrafı temizlemeye başlamıştı. Kırılan çiçekler, kökünden sökülen sebzeler ve kırılan tablo. Etraf gerçekten de bir enkaz haline gelmişti. O, etrafı temizlerken düşünceleri de onu ele geçirmişti. Ben etrafı temizlerken masum bir yaşlı kadının serasından ne isteyebileceklerini düşünmeden edemedim. Kırılan çiçeklerin, kopan sebzelerin, ölen bitkilerin ve ninemin en sevdiği, sürekli içerisinde çizim yapıp bitkileriyle ilgilendiği yerden kim ne isteyebilirdi ya da bu kadar kısa sürede bunu yapan kişi nasıl ortadan kaybolabildi. Bu biri değil de bir şey miydi? Kasırga gibi doğa afeti olaylarından olsa sadece tek bir nokta bundan etkilenmezdi değil mi? Katrina’yı düşüncelerinden ayıran şey, yerde bulduğu bir simgeydi. Bu simgeyi daha önce gördüğünden emin olan Katrina bunu babaannesine göstermeye gitmeye karar vermişti. Evden içeriye girdiğinde Lena’nın endişeli bir şekilde kütüphanelikte olduğunu fark etti. “İyi misin büyükanne?” sorduğu sorunun cevabını çok iyi bildiği halde sormaktan hiç çekinmemişti. Yüzünden endişe ve korku akıyordu. Peki, Lena’yı bu kadar korkutacak şey ne olabilirdi? “Büyükanne endişelenme ben her yeri toparladım. Şu an çok iyi bir durumda değil ama emin ol zamanla daha iyi bir hale gelecektir.” Katrina olan biteni anlamaya çalışırken dış kapının açılma sesini duyarak o tarafa doğru dönmüştü. Merdivenden çıkan insanları görünce biraz afallamış olsa da hiç bozuntuya vermeden odadan dışarı çıkmış. Yeniden bir toplantı kurdukları için çok şaşırmıştı ve o an bulduğu şeyin hala elinde olduğunu hatırladı ama toplantı sırasında rahatsız edilmek istemeyeceklerini düşündüğü için yavaşça evden çıkmıştı. Merdivenleri inerken biraz da olsa içeriden gelen sesleri duyabiliyordu. “Büyüyor, farkında değil misiniz?”İçerde ki herkes oldukça endişeliydi. Katrina içeride neler olduğunu anlamasa da merdivenleri inmeye devam etmiş ve yukarıda olan biteni düşünmemeye çalışıyordu ama yine de yukarıda olan biteni oldukça merak ediyordu. Katrina düşünceleri arasındayken tanıdık bir sesin ona doğru geldiğini fark etti. “Selam Katrina, nasılsın iyi misin?” Katrina’ya doğru yürümeye devam ederken aynı zaman da etrafta olup biteni anlamaya çalışır gibi etrafı inceliyordu. Katrina’nın konuşmasına fırsat vermeden ardı ardına sorular sormaya da devam ediyordu. “burada ne olmuş böyle? Bizimkiler o yüzden geldi sanırım.” Katrina, yakın arkadaşının burada olmasından büyük bir memnuniyet duyarken küçük bir tebessüm kondurdu dudaklarına ardından da sorulan soruları cevapsız bırakmak istemeyerek konuşmaya başladı. “Merhaba, Arin. Ben iyiyim merak etme.” Sözünü bile bitirmesine izin vermeden endişeli bir şekilde yanına yaklaştı iyi olup olmadığını kontrol eden gözleriyle konuşmaya başladı. “Emin misin? Bak..” sözünü bile bitirmesine izin vermeyen merakı bu sefer de Katrina’nın elindeki tılsıma takılmıştı. “Bu elinde ki de neyin nesi böyle?” “Hiçbir şey.” Elinde ki tılsımı cebine sakladıktan sonra konuşmaya devam etti. “Sakin ol Arin! Ben iyiyim. Ne olduğunu biz de anlamadık ama herkes toplantı odasına girdi. Sanırım bu olayı çözmeye çalışıyorlar. “ Arin’in biraz daha rahatlamış olduğunu görünce derin bir nefes verdi. “Sence içerde ne konuşuyorlardır. Cidden çok merak ediyorum, uzun zamandır yapmıyorlardı” Katrina’nın sorduğu bu soruyu cevapsız bırakmayı seçen Arin eve doğru adımlarını hızlandırmaya başlamıştı. Yukarıya merdivenlere çıktığın da toplantı çoktan bitmişti. Hem kendi merakından hem de Katrina’nın endişesinden dolayı neler olduğunu kendine sormayı hak bile Arin. Sert ve otoriter bir ses tonuyla konuşmaya başlamıştı. “Neler oluyor burada, neden bu toplantılara biz de katılamıyoruz yeterince büyümedik mi baba?” Arin’in bu cümlesi hem babasına karşı bir sitem hem de bu toplantıya karşı duyduğu meraktan oluşuyordu. Arin ve babasının arası hiç iyi olmamıştı. Kellan, yani Arin’in babası. Her zaman otoriter bir kişiliğe sahipti. Öyle ki Nauren halkı onu kasabanın şefi ilan edecek kadar işine bağlı kalacağından emin olmuşlardı. Bu işe en uygun otoriter kişiliğe sahip olmasının yanında evde de bu otoriter ve sert mizacını hep koruduğu için aile ilişkileri hiç iyi olmamıştı. Öyle ki Kellan, eşi tarafından evliliklerinin beşinci yılına girmeden terk edilmişti. O zamanlar Arin henüz daha üç yaşındaydı. Bu ayrılık o zamanlar onu çok fazla etkilememiş olsa da Annesi Hellen’in ölümünden sonra Arin hem babasını hem de kendini suçlayıp durmuştu. Annesinin ölümünden sonra geri Naurene gelmiş ve ondan sonra hep babasıyla birlikte yaşamıştı ama Kellan, işine sağdık olduğu kadar evine sağdık bir baba asla olamamıştı. Lena, aralarında ki gerilimi azaltmak için bu soruya kendisi cevap vermek istedi. “Tabii ki yeterince büyüdünüz ama eski alışkanlıklar işte. Hem o kadar da önemli bir şey değildi, merak etmeyin!” biraz da olsa ortalığı yatıştırdığının rahatlığı içine su serpmişti ama yine de meraklı torununun sorularından kaçamayacağını o da çok iyi biliyordu. Katrina ile göz göze geldiğin de kıpır kıpır içi sorularını sıraladığını yeterince belli ediyordu. “Bana öyle bakma Katrina. Neler olduğunu ben de bilmiyorum ama öğrenmeyi umuyoruz.” Gözleri üstüme gelme çok yorgunum demeye yetecek kadar yorgun bakıyordu. Sözlerinin biraz da olsa Katrina’nın sorularının önüne geçeceğini umsa da bunun imkansız olduğunu o da çok iyi biliyordu ama yine de o gün Katrina ninesinin üstüne gitmemeyi kabul etmiş ve beyaz bayrağını gözleriyle ninesine uzatmıştı.
|
0% |