Yeni Üyelik
2.
Bölüm

Bölüm 1: Kırık Düşler

@melik710

Selamlar Canlarım , Romanın birinci bölümüyle karşınızda umarım beğenirsiniz.

 

**************

Ada, sabahın erken saatlerinde uyanmıştı. Gözlerini araladığında, odasının solgun ışığında etrafına bakındı. Yatak odasının duvarları, onun yaşadığı yalnızlığın sessiz tanıkları gibiydi. Yatağının başucundaki küçük masa, kitaplar ve defterlerle doluydu; ama ne kitaplar ne de defterler, onun içindeki boşluğu doldurabiliyordu.

 

Annesi mutfakta kahvaltıyı hazırlarken, Ada yavaşça yataktan kalktı ve aynanın karşısına geçti. Aynadaki yansımasına baktığında, gözlerinin altındaki koyu halkalar dikkatini çekti. Uzun zamandır doğru düzgün uyuyamıyordu. İçindeki huzursuzluk, onu geceleri uyutmuyordu.

 

Aynada kendine bakarken, düşünceleri yine geçmişe kaydı. Annesi ve babası ayrıldığında, onun dünyası tamamen değişmişti. Babasının evi terk ettiği o gün, Ada’nın kalbinde derin bir yara açılmıştı. O günden beri, babasının gidişi ve annesinin yalnızlığına tanık olmak, onun ruhunda derin izler bırakmıştı.

 

Ada, odasının kapısını yavaşça açıp, koridora çıktı. Annesi mutfakta hummalı bir şekilde çalışıyordu. Ada, annesinin yüzündeki yorgunluğu fark etti. Annesi de bu ayrılıktan sonra hiç eskisi gibi olmamıştı. Yorgun ve bitkin görünen annesi, her sabah olduğu gibi kahvaltıyı hazırlamakla meşguldü.

 

“Ada, canım, kahvaltı hazır,” diye seslendi annesi. Ada, derin bir nefes alarak mutfağa doğru ilerledi. Masaya oturduğunda, annesinin yaptığı omletin kokusu burnuna geldi. Ama iştahı yoktu. Annesiyle göz göze geldiğinde, ikisinin de içindeki boşluğu birbirlerinden saklamaya çalıştığını fark etti.

 

“Kızım, bugün okulda neler yapacaksın?” diye sordu annesi, sessizliği bozmak için. Ada, omletin kenarından küçük bir parça kopararak ağzına attı.

 

“Bugün lise 2. sınıfa başlıyorum,” dedi. Annesinin yüzünde kısa bir süre için bir gülümseme belirdi.

 

Yeni döneme başlamanın heyecanı var mı?” diye sordu annesi. Ada, başını salladı ama içten içe bunun ne kadar zor olacağını biliyordu. Geçen yıl okulda yaşadığı zorbalıklar, hala aklındaydı. Fevzi ve arkadaşları, ona zor günler yaşatmıştı ve bu yıl da farklı olmayacak gibi görünüyordu.

 

Kahvaltı sessizlik içinde geçti. Annesi, Ada’ya umut dolu gözlerle bakmaya çalışsa da, ikisi de birbirlerinin acılarını hissediyordu. Ada, kahvaltısını bitirip odasına döndüğünde, sırt çantasını hazırladı. Bugün okula gitmek zor geliyordu. Her adımı, sanki bir yük taşıyormuş gibi hissettiriyordu.

 

Okula giderken, her zamanki gibi kulaklıklarını taktı ve müziğin ritmine kendini bıraktı. Şarkılar, onun zihnindeki karışıklığı biraz olsun dindirebiliyordu. Okulun kapısına vardığında, içeriye adım atmak için derin bir nefes aldı. Sınıf arkadaşlarıyla yüz yüze gelmek, her zaman zor geliyordu.

 

Sınıfa girdiğinde, herkes kendi dünyasında gibi görünüyordu. Ada, arka sıralardan birine oturdu ve defterini açtı. Sınıf arkadaşlarıyla konuşmanın heyecanı yoktu; çünkü geçen yıldan tanıdığı yüzlerdi bunlar. Fevzi'nin alaycı bakışlarını hissettiğinde, içi ürperdi. Geçen yılın kabusları yeniden canlanıyordu.

 

Öğle arası geldiğinde, Ada sessizce sınıftan çıktı ve okulun kantinine doğru ilerledi. Kantinde herkesin gözü önünde olmak, onun için her zaman zor olmuştu. Ama acıkmıştı ve biraz olsun yemek yemek istiyordu. Kantine girdiğinde, Fevzi ve arkadaşları Ekrem, Reşit, Faruk ve Aysel’i gördü. Fevzi'nin yüzünde her zamanki alaycı gülüş vardı.

 

Fevzi, Ada’nın yanına yaklaşarak, “Bakın kim gelmiş, yalnız prenses,” diye alaycı bir sesle konuştu. Ekrem, Reşit, Faruk ve Aysel de hemen ona katıldılar. Ada, derin bir nefes alarak onlardan uzaklaşmaya çalıştı, ama Fevzi onu köşeye sıkıştırdı.

 

“Ne oldu Ada, bizimle konuşmak istemiyor musun?” diye sordu Fevzi, alaycı bir tonla. Ada’nın gözleri dolmuştu ama ağlamamaya çalışıyordu.

 

Aysel, “Belki de Ada, yalnız olmayı seviyordur. Zaten kim onunla arkadaş olmak ister ki?” dedi. Diğerleri güldüler. Bu aşağılamalar, Ada’nın içinde bir öfke dalgası oluşturdu ama karşı koyacak gücü yoktu.

 

Ada, kantinden çıkmak için bir bahane bulup hızla oradan uzaklaştı. Kalbi hızla çarpıyordu ve gözyaşları artık durdurulamaz hale gelmişti. Okulun arka bahçesine giderek, sessizce ağlamaya başladı. Bu zorbalıklarla başa çıkmak, Ada için her günün bir parçası olmuştu. Ama içten içe, bir gün bu karanlıktan çıkabileceğine dair bir umut taşıyordu.

 

Okuldan eve dönerken, yine aynı huzursuzluk içindeydi. Evin kapısını açtığında, annesinin onu beklediğini gördü. Annesinin gözlerinde, onun acılarını anladığını belirten bir bakış vardı. Ama bu bakışlar, hiçbir şeyi değiştiremiyordu.

 

Ada, odasına çekildiğinde, yine aynı yalnızlık hissiyle baş başa kaldı. Kitaplarına sarıldı ve kendini edebiyatın dünyasında kaybetmeye çalıştı. Ancak, ne kadar kaçarsa kaçsın, içindeki yaralar her zaman onunla birlikteydi.

 

Ada, Yalnızlığını biraz olsun hafifletebileceği bir yer arıyordu. Adımlarını dışarıya attı, şehrin sokaklarında amaçsızca dolaştı. İnsanların arasına karışmak, biraz olsun kendi düşüncelerinden uzaklaşmak istiyordu. Parka doğru yöneldi, her zamanki gibi en tenha köşeyi seçerek bir bankta oturdu.

 

Güneş yavaş yavaş batarken, parkın sessizliğinde sadece rüzgarın hışırtısı duyuluyordu. Ada, derin bir nefes alarak etrafına baktı. Yalnızlığını yansıtan bu sakinlik, onun için bir sığınak gibiydi. İç sesine kulak verdi, kendi kendine konuşmaya başladı.

 

"Gözlerimin derinliklerinde kaybolan bir umut var mı hâlâ? Kalbim ne zaman huzura erecek? İçimdeki bu boşluk ne zaman dolacak? Yalnızlığın derinliklerinde kaybolmuş bir ruh, tıpkı karanlık bir kuyunun dibinde yankılanan ses gibi..."

 

Saatler geçti, Ada parkta oturmaya devam etti. Gökyüzü kararmaya başladığında, park neredeyse tamamen boşalmıştı. Gecenin karanlığı çökerken, Ada içinde bir ürperti hissetti. Ayağa kalktı ve yavaşça parktan çıkmaya karar verdi. Sokak lambalarının loş ışığında yürürken, aniden bir tartışma sesi duydu.

 

Yakındaki bir sokak arasında, bir adamın genç bir kızla kavga ettiğini gördü. Kalbi hızla çarpmaya başladı. Ne yapacağını bilemeden, adımlarını hızlandırdı ama merakı onu durdurdu. Gizlice köşede durarak, tartışmayı izlemeye başladı. Adamın sesi gittikçe daha da sertleşti, kız ise çaresizce bağırıyordu.

 

Bir anlık sessizlik oldu. Sonra, adamın elinde parlayan bıçağı gördü. Ada, donup kaldı. Nefesi kesilmişti. Adam, genç kıza doğru ilerledi ve bıçağı defalarca sapladı. Kız, yere yığılırken, Ada'nın gözleri dehşetle büyüdü. Adam, bıçağı bırakıp hızla kaçtı.

 

Ada, korku ve şok içinde orada dururken, yaşananların gerçek olup olmadığını anlamaya çalıştı. Gözlerinin önünde bir cinayet işlenmişti ve o, buna tanık olmuştu. Bacakları titrerken, hemen polise haber vermesi gerektiğini düşündü. Fakat, bu dehşet verici olay, onun içindeki yalnızlık ve acıyı daha da derinleştirmişti.

 

Ada, yaşadığı şoktan çıkmaya çalışırken ayakları geri gitmek istiyordu ama kalbi onu o anın içinde tutuyordu. Birkaç adım daha attı ve yerde kanlar içinde yatan genç kıza yaklaştı. Kızın nefes alıp almadığını kontrol etmek için eğildi ama kalbi durmuş gibiydi. Gözleri dolmuş, boğazı düğümlenmişti. Telefonunu çıkardı ve titreyen elleriyle acil servisi aradı.

 

"112, acil durum hattı. Nasıl yardımcı olabilirim?"

 

"Bir... bir cinayete tanık oldum," dedi Ada, sesi titreyerek. "Bir adam, genç bir kızı bıçakladı. Lütfen hemen gelin."

 

Operatör, sakin bir sesle detayları sordu ve Ada adresi tarif etti. Yardım gelene kadar beklemesi gerektiğini söylediğinde, Ada'nın içindeki panik iyice arttı. Etrafına bakındı, adamın tekrar geri dönmesinden korkuyordu. Dakikalar sonsuz gibi geldi ama sonunda siren sesleri duyuldu ve birkaç dakika sonra polis ve ambulans olay yerine ulaştı.

 

Polisler, Ada'yı hemen güvenli bir yere aldılar ve tanık olarak ifadesini almak istediler. Ada, olayı anlatırken yaşadığı korkuyu bir kez daha hissetti. Genç kızın ambulansa taşındığını gördüğünde, içindeki boşluk daha da büyüdü. O an, kendini daha önce hiç olmadığı kadar yalnız ve çaresiz hissetti.

 

 

Polisler, Ada'ya eve kadar eşlik etmeyi teklif ettiler ama Ada, yalnız gitmek istediğini söyledi. Annesine ne söyleyeceğini bilmiyordu. Yavaşça eve yürürken, içindeki karmaşayı bastırmaya çalıştı. Annesi kapıyı açtığında, Ada'nın yüzündeki korkuyu ve şaşkınlığı fark etti.

 

"Kızım, ne oldu?" diye sordu endişeyle. Ada, derin bir nefes alarak olanları anlattı. Annesi, onu sıkıca sararak teselli etmeye çalıştı ama Ada'nın içindeki korku ve acı, hiçbir şeyle hafiflemiyordu.

 

 

O gece, Ada uzun süre uyuyamadı. Gözlerini kapattığında, cinayet anı sürekli zihninde canlanıyordu. Genç kızın yüzü, adamın acımasız bakışları, bıçağın parıltısı... Hepsi bir kabus gibi onu takip ediyordu. Yatakta döndü durdu, gözyaşları yastığını ıslatırken, kendini daha da yalnız ve kırılmış hissetti.

 

 

Sabah olduğunda, Ada'nın gözlerinde yorgunluk ve acının izleri vardı. Okula gitmek istemiyordu ama annesi, ona normal hayatına devam etmesi gerektiğini söyledi. Ada, isteksizce hazırlandı ve okula doğru yola çıktı. Okulun kapısında, tekrar o alaycı bakışlarla karşılaşacağını biliyordu ama artık içindeki korku ve üzüntü, onun için daha büyük bir mesele haline gelmişti.

 

 

Fevzi ve arkadaşları, Ada'yı görünce yine alay etmeye başladılar ama Ada, onları duymazdan geldi. İçinde, dün gece yaşadığı olayın ağırlığı vardı ve bu, diğer her şeyi gölgede bırakıyordu. Derslere girerken, düşünceleri sürekli olarak cinayete dönüyordu. Öğretmenler konuşuyor, sınıf arkadaşları fısıldaşıyordu ama Ada, zihninde kendi dünyasında kaybolmuştu.

 

 

Ada, okuldan ayrılırken, eve gitmek yerine deniz kenarına gitmeye karar verdi. Şehirden uzaklaşıp, denizin huzur veren manzarasına sığınmak istiyordu. Sahile vardığında, güneşin batmak üzere olduğu akşam saatleri olduğunu fark etti. Ufuk çizgisi, turuncu ve pembe tonlarında parlıyordu ama Ada, bu güzelliği görebilecek durumda değildi.

 

 

Sahildeki uzun tahta banklardan birine oturdu. Dalgalardan gelen hafif hışırtı sesini duydu, ama bu ses ona rahatlama sağlamaktan çok, yaşadığı travmayı hatırlatıyordu. Gökyüzündeki bulutlar, adeta onun içindeki karmaşayı yansıtıyordu. Derin bir nefes aldı ve gözlerini kapattı, ama gözlerinin önünden dün gece yaşadığı dehşet görüntüleri silmek imkansızdı.

 

 

Deniz, her zamanki sakinliğiyle kıyıya vuruyordu ama Ada'nın gözlerinde denizin huzuru yerine, o dehşet verici manzara vardı. Genç kızın yüzü, bıçak darbeleriyle kanlar içinde yatan hali sürekli gözlerinin önündeydi. Ne zaman bir dalga kırılsa, o kanlı sahneyi hatırlıyordu. Ne zaman bir rüzgar esintisi yaşansa, o vahşet anını tekrar tekrar yaşıyordu.

 

 

"Deniz mi, yoksa bir cinayetin sessiz yankıları mı? Bu görüntüler içimdeki huzuru nasıl alır, nasıl siler? Dalgaların sesleri, adeta o bıçakların acımasız çığlıklarına dönüşüyor. Her bir dalga, o dehşeti yeniden gözlerimin önüne getiriyor. O genç kızın gözleri, acıyla dolu bakışları denizin derinliklerinde kayboluyor..."

 

 

Gözlerini açıp denize bakarken, sanki suyun altında kıpırdayan siluetler gördüğünü düşündü. Her dalga, genç kızın düşüşünü ve bıçağın parıltısını hatırlatıyordu. Ada, kendini bu dehşet verici anlardan kaçarken buldu, ama kaçış hiç de kolay değildi. İçindeki boşluk, sanki denizin derinliklerine çekilmiş gibiydi ve her şey karanlıkta kaybolmuştu.

 

 

Saatler geçtikçe, gün batımının karanlığı sahili sarmaya başladı. Ada, bu sessizliğin içinde kaybolmuştu. Gözleri, denizin karanlıklarına daldığında, geçmişin izleri ve yaşadığı cinayet anı zihninde yankılanıyordu. Yalnızlık, denizin karanlığıyla birleşmiş ve onu daha da derin bir yalnızlık hissine sürüklemişti.

 

 

Sonunda, Ada yavaşça ayağa kalktı ve eve dönmek üzere yola çıktı. Adımları yorgun ve ağırdı. Eve vardığında, kapıyı açtı ve içeri girdi. Annesi, ona ne olduğunu sormadan, yüzündeki endişeyi hissetti. Ada, sessizce odasına geçti ve kapısını kapattı.

 

 

Yatakta uzanırken, gözleri yine aynı korkunç manzarayı gördü. Yastığının üzerinde gözyaşları birikmişti. O gece, yatağında dönerken, denizin karanlığındaki o cinayetin gölgeleri, uykusuz gecelerde onunla birlikte kaldı.

 

 

Loading...
0%