Yeni Üyelik
4.
Bölüm

Bölüm 2 : Sessiz Çığlıklar

@melik710

Selamlar Cancağızlarım uzun zaman sonra tatilimde biter bitmez hemen yeni bölümünü yazdım. Umarım beğenirsiniz iyi okumalar

 

Ada, yeni günün sabahında gözlerini açtığında, dışarıda hafif bir yağmur çiseliyordu. Penceresinden yağmur damlalarının camda süzülüşünü izledi. Uyku, ona yine huzur vermemişti. Her gece olduğu gibi, dün gece de cinayetin gölgesiyle boğuşmuştu. Genç kızın yüzü, bıçağın parıltısı, kavgadan çıkan hırçın sesler… Hepsi zihnine kazınmış gibiydi. Gözlerini kapattığında bile o görüntüler aklından gitmiyordu.

Sabah, okul zamanına doğru yaklaşıyordu. Ada ağır adımlarla hazırlanıp okul çantasını sırtına aldı. Okulun koridorları her zamanki gibi kalabalık, ama bir o kadar da yabancıydı ona. Fevzi ve arkadaşlarının gülüşmeleri, aralarındaki alaycı konuşmalar yine dikkatini çekti. Sınıfa girdiğinde, Fevzi'nin gözleri hemen onun üzerine çevrildi.

Fevzi, Ekrem, Reşit, Faruk ve Aysel yine köşede toplanmış, alaycı bakışlarla Ada'ya bakıyorlardı. Onların bakışları bile yetiyordu Ada'nın yüreğini sıkıştırmaya. Fevzi, Ada'ya doğru eğildi ve alaycı bir ses tonuyla, "Yalnız mısın yine Ada? Yine mi kimse yok çevrende?" dedi.

Ekrem ve Reşit gülmeye başladılar. Aysel de sessizce onlara katıldı, bakışlarıyla Ada'nın yalnızlığını pekiştiriyorlardı. Ada, hiçbir şey demeden yerine geçti, ama kalbi göğsüne sığmıyordu. Zorbalığın acısı, içindeki travmalarla birleşiyordu. Sanki içinde büyüyen bir karanlık vardı ve her geçen gün onu daha da içine çekiyordu.

Dersler boyunca sınıftan gelen fısıltılar, onun yalnızlığına dair alaylar, hepsi Ada'nın zihnini daha da bulandırdı. Sınıfta kimsesiz gibi hissediyordu. Öğretmenin anlattıklarını dinlemeye çalıştı ama Fevzi ve grubunun ara sıra duyulan kahkahaları, Ada'nın dikkati tamamen başka yerdeydi.

“Niye hep ben? Neden hep yalnızım?” diye düşündü kendi kendine. İçindeki bu boğucu yalnızlık, her geçen gün daha da ağırlaşıyordu. Gözleri ara sıra sınıfın penceresine kayıyor, dışarıdaki gri gökyüzü ona içindeki kasveti hatırlatıyordu.

Okul çıkışı geldiğinde, Ada hızlıca okuldan ayrıldı. Fevzi ve arkadaşları ona alaycı bakışlarla baktılar ama Ada bu sefer onları görmezden gelmek için elinden geleni yaptı. Başka bir yöne yürümek, başka bir yerde huzur bulmak istiyordu ama aklı sürekli o cinayete takılıydı.

Daha önce gittiği sahile doğru yöneldi. İçindeki yalnızlığı hafifletmenin bir yolunu arıyordu, ama nereye gitse o cinayet sahnesi peşinden geliyordu. Adımlarını hızlandırdı, yağmur yavaşça hızlanıyordu. Sahile vardığında, suların yükselip kıyıya vurduğunu fark etti. Yine aynı bankta oturdu ve denize bakmaya başladı.

Ama bu sefer dalgaların sakinliği ona huzur vermiyordu. Nereye baksa, o adamı görüyordu; genç kızın yüzü, acı dolu çığlıkları zihninden silinmiyordu. İç sesi, onu sürekli o ana geri çekiyordu.

"Bu anları unutmak mümkün mü? Bir anın insanın ruhunda böylesine iz bırakması, bu kadar yıkıcı olabilir mi? Nereye kaçarsam kaçayım, bu görüntüler peşimi bırakmıyor. Yaşadığım her şey, içimde bir yara gibi derinleşiyor…"

Ada'nın içindeki karmaşa, dışındaki dünyayla örtüşmüyordu. Sahilin sakin görüntüsü ona, yaşadığı kaosu daha da belirgin hale getiriyordu. Her dalga, o bıçağın inişi gibi aklında yankılanıyordu. Zihnindeki görüntülerin ağırlığı, omuzlarını çökertiyordu.

Sahilde oturduğu sürede zamanın nasıl geçtiğini fark etmedi. Gökyüzü karardığında, yalnızca sokak lambalarının zayıf ışığı denizi aydınlatıyordu. Ada yavaşça ayağa kalktı ve eve doğru yola çıktı. Artık her gece aynı mücadeleyi veriyor, aynı korkuları yaşıyordu. İçindeki yalnızlık, artık ona daha da büyük bir yük haline geliyordu.

Ada sahilden ayrılırken, şehrin karanlık köşelerinden birinde başka bir hikaye daha yaşanıyordu. Bu hikaye, iç dünyasında bir fırtına kopan genç bir çocuğun hikayesiydi. Onun adı Erkam'dı. Henüz 17 yaşında, ama ruhu yaşadığı acılarla, gördüğü zorbalıklarla, hayal kırıklıklarıyla çoktan olgunlaşmış ve kararmıştı.

 

Erkam, terk edilmiş bir inşaatın en üst katında oturuyordu. Elinde boş bir şişe vardı; gözleri derin düşüncelerle doluydu. Bu, onun kaçış yeri olmuştu. Kimsesiz, yalnız ve terk edilmiş bir binanın içindeydi; tıpkı kendisi gibi. Kafasında dönüp duran düşünceler, onu bir bataklığa sürüklüyordu. Kendini bir türlü bu karanlık düşüncelerden kurtaramıyordu.

 

"Her şey bu kadar mı boş? Her şey bu kadar mı anlamsız?" diye düşündü. Elleri titriyordu; geçmişte yaşadığı hayal kırıklıkları, gördüğü ihanetler, onu yavaşça bu hale getirmişti. Çocukluğundan beri yaşadığı zorluklar, onu derinden yaralamıştı.

 

Ailesiz büyümüştü; ne annesi ne de babası vardı. Sokaklarda geçen bir çocukluk, güvensizlik ve korkuyla dolu yıllar… Hayatı boyunca hiç kimseye güvenmemiş, kimseye gerçek duygularını açmamıştı. Herkese karşı bir duvar örmüştü, ama bu duvar onu sadece daha da içe kapanık, daha da öfkeli biri yapmıştı.

 

Yanında bıraktığı bıçak, gece yarısı işlediği cinayetin acımasız bir hatırlatıcısıydı. Kendi elleriyle hayatını bitirdiği genç kızın çığlıkları hala kulaklarında yankılanıyordu. O an, sanki tüm öfkesini, tüm acısını o bıçak darbelerinde boşaltmıştı. Ama şimdi, bir rahatlama değil, sadece daha büyük bir boşluk hissediyordu.

 

"Ben ne yaptım?" diye sordu kendi kendine, ama bu soruya verecek bir cevabı yoktu. İçinde yaşadığı karmaşık duygular, pişmanlıkla karışıyordu. Bıçak hala yanındaydı; kan lekesi henüz silinmemişti. Ama asıl silinmeyen, zihnindeki o görüntülerdi. Kendi elleriyle hayatını sona erdirdiği o kızın yüzü, her gece rüyalarına giriyordu.

 

Erkam, kafasındaki seslerle boğuşurken, oturduğu inşaatın duvarına yaslandı. Gözleri doldu, ama gözyaşlarını tutmaya çalıştı. İçinde biriken acı, onun ruhunu adeta kemiriyordu. Her geçen gün daha da derine iniyordu bu acı, kalbinde açılan yaralar daha da büyüyordu.

 

"Kimim ben? Bir cani mi, yoksa sadece kaybolmuş bir ruh mu? Neden bu kadar yalnızım?" diye düşündü. Her şeyden kaçmak istiyordu; hayatın acımasız gerçeklerinden, kendi içindeki karanlıktan. Ama kaçmak, her zaman kolay olmuyordu. Her kaçış denemesi, onu daha da derin bir yalnızlığa sürüklüyordu.

 

O gece, Erkam'ın zihni karanlık düşüncelerle doluydu. Kendi içindeki çığlıkları bastırmaya çalışsa da başarılı olamıyordu. Her şey üzerine geliyordu; geçmişin hayaletleri, geleceğin belirsizliği… Kendi elleriyle hayatını mahvettiği genç kızın yüzü, gözlerinin önünden gitmiyordu.

 

Erkam, inşaatın en üst katında, zihnindeki fırtınalarla boğuşurken, dışarıdan gelen siren sesleri dikkatini çekti. Gözlerini pencereden dışarıya çevirdi ve aşağıda bir hareketlilik fark etti. Şehirde alışılmadık bir gerginlik vardı; polis arabalarının mavi-kırmızı ışıkları geceyi yırtarak parlıyordu. O an, bir şeylerin ters gittiğini anladı.

"Beni mi arıyorlar?" diye düşündü, içi endişeyle doldu. Ayaklarını hızla hareket ettirdi ve bulunduğu yerden aşağıya inmek için merdivenlere yöneldi. Ama o an çok geç olmuştu; binanın alt katından gelen sert ayak sesleri, birkaç polis memurunun inşaatı sardığını haber veriyordu.

Erkam panikle etrafına bakındı, kaçabileceği bir çıkış yolu aradı. Ama inşaatın her köşesi tutulmuştu; kaçış neredeyse imkansızdı. PÖH timi, binanın her katını adım adım tarıyordu. Erkam, gölgelerin arasına saklanmaya çalıştı ama bu, sadece zaman kazanmasına yetiyordu.

"Teslim ol! Kaçacak yerin yok!" diye bağıran bir polis sesi yankılandı. Erkam'ın kalbi hızla çarpıyordu. Kaçmak ya da yakalanmak arasında bir tercihle karşı karşıyaydı. Ama bir tercihi kalmadığını fark etti; bu karanlık döngüden çıkmak için başka bir yolu yoktu.

Son bir kez gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı. Ayakları, onu içgüdüsel olarak bir kovalamacaya sürüklüyordu. Merdivenlerden aşağıya hızla inerken, her adımı yankılanıyordu. Polislerin sesleri, gittikçe yaklaşıyor, kaçış şansı azalıyordu.

Erkam, inşaatın alt katına indiğinde, kapıya doğru koştu. Ama dışarıda onu bekleyen daha fazla polis vardı. Panik içinde geri döndü ve başka bir çıkış yolu aramaya çalıştı. İnşaatın karanlık köşelerinden birine saptı; bu sırada, polislerin adımları artık ensesinde hissediliyordu. Kovalamaca sürerken, bir anda bir patlama sesi duyuldu; ardından PÖH timi, sis bombası attı ve ortamı tamamen dumana boğdu.

Erkam'ın gözleri dumandan yanıyordu ama kaçmaya devam etti. Dumanın içinden bir kapı bulup dışarıya çıktı. Soğuk gece havası yüzüne çarptı; ama peşindeki polisler hızla yaklaşıyordu. İnşaatın arka sokağına vardığında, bir arabanın farları yanıp söndü. Siyah bir SUV araç, sessizce yanına yanaştı.

Araçtan bir kapı açıldı; içeriden tanımadığı bir adamın sesi geldi, "Hemen içeri gir!" dedi sert bir tonla. Erkam, duraksadı ama başka seçeneği olmadığını fark etti. Aracın içine atladı, kapı sertçe kapandı. SUV, hızla uzaklaştı, Erkam arkasına bakmadan derin bir nefes aldı. Kim olduğunu bilmediği biri tarafından kaçırılıyor olsa da, en azından şimdilik polisten kurtulmuştu.

Araç, şehir ışıklarının giderek azaldığı bir yola saptı ve Erkam nereye gittiğini bilmediği bu yolda, kaderine teslim oldu.

Loading...
0%