Yeni Üyelik
2.
Bölüm

1. Bölüm-Zehirli Sarmaşık

@melikemn

 

19 Eylül 2023

Loş, kırmızı ışıklı, dar koridorda yürüyordum. Üzerimde siyah, ince askılı, bileklerime kadar uzanan ancak derin bacak dekolteli, saten bir elbise vardı. Koyu kahverengi saçlarım omuzlarımdan dökülüyor, elbisemin şıklığına tezat bir şekilde dağınık ve bakımsız görünüyordu. Yoğun göz makyajımın birazı az önce döktüğüm birkaç damla yaş yüzünden akmış, fondotenim yanaklarımı kurulamaya çalıştığım sırada dağılmıştı. Savsak adımlarım ayaklarımın birbirine dolanmasına sebep oluyor, dengemi bozuyordu. Oysa çok fazla içmediğim bir akşamdı. Belki de beni yüzleştiğim gerçekler sarhoş etmişti.

“Yeşim!”

Soğuk bir gülümseme belirdi suratımda.

“Yeşim!” diye seslendi bir kez daha. Başımı sağa sola sallayarak yoluma devam ettim. Güçlü eli kolumu kavradığında dahi durmak için hamle yapmamış, tutuşu sertleşene kadar onu da peşimden sürüklemiştim.

“Dursana kızım!” diye tısladı dişlerinin arasından.

Hareket etmeyi bıraktım. Omuzlarımı düşürdüm ve önce tenimdeki parmaklarına, ardından kahverengi gözlerine baktım. İnce, yüksek topuklu ayakkabılarıma rağmen onunla aynı hizaya gelemediğimden parmak uçlarımda yükselip kulağına yetişmeye çalıştım. “Çınar…” diye fısıldadım sakince. “Siktir git.”

Kolumu çekip yeniden ilerlemeye başladım. Bir aşkı tarihe gömüyordum. Geç kalmıştım ama neyse ki bir şekilde uyanmıştım.

“Yeşim!” Bu defa daha sağlam ilerliyor, adımlarımı düzgün atabiliyordum. Müzik sesi kulaklarıma ulaştığında usul usul eşlik ediyor, onun adımı seslenişini kafamdan atmaya çalışıyordum ancak kapının pervazında beni bir kez daha yakaladı. Gürültülü bir şekilde ofladım.

“Kendine gel artık! Ne bu afra tafralar kaç gündür? Arkadaşının seni terk etmesinin acısını benden mi çıkarıyorsun?” diye sordu gerçekten tavırlarım onu şaşırtmış gibi. Arkadaşım…

Yıllar olmuştu. Beni benden alıp kendine katalı, hayatımın her bir anına sıçıp sonra aşk masallarıyla aklımı başımdan alalı uzun yıllar olmuştu hem de. Ona meydan okumak kolay değildi ancak bir şey gözümü açmıştı. Benim bildiğim, onun bildiğimi bilmediği bir şey…

“İstemiyorum. Uzak dur artık benden!” diye çıkıştım duruşumu bozmadan. Öne doğru eğildi. Sesini alçalttı ve elini belime koydu. “Aklını mı kaçırdın sen? İstemiyorum deyince bitiyor mu öylece? Senin tek kelimen ayırır mı sence bizi?” parmakları önce kollarıma, ardından omzuma ve en sonda dudaklarıma ulaştı. “Ben senin için kimlere kafa tutuyorum biliyor musun?” ani bir hamleyle çenemi yakalayıp sertçe kafamı yukarı kaldırdı. Şimdi kahverengi gözleri benim ela gözlerime bakıyor, sanki söylemeye çalıştıklarını anlamamı bekliyordu. “Uslu bir kız ol. İşin bitince de Kemal’e söyle seni benim eve getirsin.” İç çektikten sonra yanağıma ıslak bir öpücük bıraktı. “Anlaştık mı güzelim?” Çenemi biraz daha sıktığında canım acımıştı.

Aşık olduğum adam…

Bir canavara dönüşmüştü.

Ya da belki o zaten bir canavardı ancak benim gözlerim biraz geç açılmıştı.

Kafamı sallamakla yetindim ve onun beni bırakıp geldiğimiz koridor boyunca ilerlemesini izledim. Yeniden ağlamak istiyor da olsam, bu defa kendimi dizginlemeyi başarmıştım.

“Bu ne hal be?”

Hemen arkamdan gelen sesin sahibini görebilmek için omzumun üzerinden baktım. “Sana ne?” diye sordum Ayça’ya. Buradaki diğer kızlarla pek anlaşabildiğim söylenemezdi. Anlaştığım tek insan da artık yoktu.

Derin bir nefes aldıktan sonra gözlerimi devirdim.

Rengarenk ışıkların arasından, kahkahaların havada uçuştuğu içki ve sigara kokulu masaların yanından hızla geçip, bar taburelerinden birine oturdum.

“Bana bir viski koy Uraz.” Dedim bacak bacak üstüne attığım sırada. Ondan tarafa bakmıyordum ancak cevap alamayınca tabureyi çevirip, dirseklerimi bara yasladım. “Sana diyorum.”

Bir metre ilerimde, gergin bir tavırla dikilen Uraz’ın zorlukla yutkunduğunu fark ettim. “Çınar abi bu gece sana içki vermemi söyledi abla.”

Güldüm. Uraz benden üç yaş büyüktü. Bana abla demesini hep komik bulurdum ancak bu defa kahkahalarımın sebebi başkaydı.

“Başlatma Çınar abine.” Elimi barın ahşap zeminine vurdum.

Uraz yeniden konuşmadı. Yüzündeki özür dileyen ifade alabileceğim en net cevaptı belli ki. Yaşadığım hayal kırıklığı yavaş yavaş yerini büyük bir öfkeye bırakıyordu.

“Seni de, Çınar’ı da, pavyonunu da, içindekileri de…” özenle hazırladığım küfrüm başka birinin söze girmesiyle bölündü. “On iki numaradaki adam seni çağırıyor.” Dedi Kemal. Çınar’ın getir götür işlerini yapar, buradaki düzeni sağlardı. Temiz yüzlü biriydi aslında ancak onu da hayat bir şekilde Çınar’la karşılaştırarak cezalandırmıştı.

“Ben ne zamandır masalara gidiyorum lan?” diye sordum kaşlarımı çatarak.

Kemal başını öne eğdi. “Çınar abi onay verince…” devam etmedi. Etmesine gerek de yoktu. Belli ki birileri bana bir ders vermeye çalışıyordu. Pekala, oyun oynamak istiyorsa, öyle olsundu.

“Tamam.” Dedim. Bahsettiği masaya şöyle bir göz gezdirdim. Yirmili yaşlarının sonunda ya da belki otuzlarının başında gibi görünen adamı inceledim. Ensesinde at kuyruğu yaptığı açık kahverengi saçları, loş ışıktan seçebildiğim kadarıyla yeşil olduğunu tahmin ettiğim çekik gözleri, sivri yüz hatları ve hafif kirli sakalları vardı. Üzerine deri bir ceket, altına siyah dar bir kot pantolon giymişti. Postalları az önce çamura batıp çıkmış gibi kirliydi. Masaya doğru eğilmiş, önünde ağzına kadar dolu halde duran bira bardağını çeviriyordu. Bulunduğumuz ortama uygun giyindiği söylenemezdi ancak bu gözler neler görmüştü. Buraya gelen insanları dış görünüşüne göre yargılamaktan vazgeçeli uzun zaman olmuştu.

Derin bir nefes alıp ayaklandım ve duruşumu dikleştirdim. “Boyun eğmeyeceğim.” Diye mırıldandım kendi kendime. “Senden kurtulacağım.” Masaya ilerlerken yüzüme sevimli bir gülümseme yerleştirdim. Adamın hemen tepesinde durdum ve elimi omzuna koydum. “Selam.” Omzundaki elime baktığı sırada, “Selam,” diye geveledi o da. Tedirgin olarak bir adım geri çekildim ve temasımızı sonlandırdım.

Karşısındaki değil de yanındaki sandalyeye oturdum. Sonra da beklediğimin aksine yaklaşık iki dakikamı sessizlik içinde geçirdim. Buradaki insanların yalnızca boş boş oturmak için bir ton para veriyor olmalarını hiçbir zaman anlayamayacaktım.

Adam cebinden çıkardığı sigara paketini bana uzattı. İçinden bir dal aldım ve yakması için beklemeye başladım. Çakmağı önce benim sigarama, ardından dolgun sayılabilecek dudaklarının arasına yerleştirdiği sigaraya tuttu ve güçlü bir nefes çekip, dumanı savurdu.

“İsmin ne?” diye sordu tam bir sohbet havasında.

“Yeşim.” Dedim ondan tarafa bakmadan. Hala birasından bir yudum dahi almamıştı. Esrarengiz bir tip olduğuna kanaat getirdim. Bayadır kimsenin masasına misafir olmadığımdan, bu işleri unutmuş da olabilirdim. Emin değildim.

Sigarasından bir duman daha çekti. “Gerçek ismini öğrenmek istiyorum ben.”

Onun yaptığını yaparak dirseklerimi masaya yasladım. “Neden?”

Dudağının kenarı yukarı kıvrıldı. Orada, kısa sakallarının arasında ufak bir gamzesi belirmişti. “Merak.” Dedi omuz silkerken.

Kaşlarımı kaldırdım. “Fazla merak iyi değildir.” Yeniden konuşmasına izin vermeden ekledim. “Senin ismin ne?”

Gülümsemesi genişledi. Öyle ki artık yeşil olduğundan emin olduğum gözleri kısıldı. “Arık.”

Parmaklarımın arasındaki sigarayı dudaklarıma götürdüm. “İlginçmiş.” Diye yorum yaptım ismine. “Anlamı ne?”

Sırtını geriye yasladı. “Su yolu.”

Bu sıkıcı muhabbeti hiç uzatmak istemiyordum ancak bir köşede bizi izleyen Çınar’ın zafer kazandığına inanması işime gelmezdi. Bir tutam saçımı parmağıma dolayıp başımı yana eğdim. “Sen de benim ismimin anlamını sormayacak mısın?”

Kafasını hayır anlamında salladı. “Sen gerçek ismini söyleyene kadar hayır.”

İnatçı tavrını beğendiğimi belli ederek gülümsedim. “Peki, bir anlaşma yapalım o halde.” Diye önerdim ona doğru eğilerek. Yanına yaklaşınca parfümündeki tütün kokusunun arasına sıkışmış baharat aromasını istemeden de olsa içime çektim. Güzeldi.

“Sen neden beni masana çağırdığını söyle. Ben de sana ismimi.”

Memnun bir ifadeyle dudağını büzdü. “Çekici bir kadınsın.” Dedi düz bir sesle. İnandırcı değildi. “Başka.”

Tek ayağını dizine koyup, sırtını geriye yasladı. Tanıştığımız anın aksine şu an rahatlamış görünüyordu. “Güzelsin.”

Onun yaptığını yaparak ben de arkama yaslandım. “Ih-hı. İkna olmadım.”

Bir kez daha gülümsedi. “Belli ki zekisin de.” Sandalyemi tutup kendine çekti ve aramızdaki mesafeyi azalttı. Göz ucuyla bakışlarım Çınar’ı aradı ancak göremedim. Onun beni kıskanıyor oluşunu izlemeyi istemek acınasıydı ancak biraz da onun canının yandığını bilmeye ihtiyacım vardı. Sandığım kadar duygusuz olmadığını öğrenmek, bir nebze içime su serperdi belki…

“Makyajın bozulmuş, saçların dağılmış, elbisen de kırışmış… Gözlerin kızarık. Yakın zamanda ağlamışsın belli ki. Hatta muhtemelen biriyle sağlam bir tartışma yaşamışsın.” Arık yüzünü yüzüme yaklaştırdı. “Dürüst ol.” Dedi. “Neden buradasın?”

Kim olduğu hakkında bir fikrim yoktu ancak sıradan biri olmadığı belliydi. Sigaramı kül tablasına bırakıp ellerimi önümde birleştirdim. “Sence…”

Sandalyemdeki elini çekti. “Bence… Şurada bizi izleyen ve sürekli çaktırmadan kontrol edip durduğun adama aşık olduğun için.”

Aniden tüm foyam ortaya dökülmüş gibi afalladım. Suç işlemiş küçük bir çocuktum sanki ve yakalanmıştım. Tam anlamıyla doğru sayılmasa da sözlerini yanıtsız bırakmam ona haklı olduğunu gösterdiğinden doğrulup aramızdaki mesafeyi açarken ifadesi keyifliydi. “Kaç yıldır burada çalışıyorsun?” diye sordu az önce beni gafil avlamamış gibi. Konuyu değiştirmiş olmasına sevinsem de benimle ilgili bu kadar bilgiyi tahmin etmesinden ürkmüştüm. Onu önceden tanıyıp tanımadığımı düşünmeye başladım. Belki burada olduğum süre zarfında değil ancak önceki hayatımda onu bir yerlerde görmüş olabilirdim. Hatırlamıyordum.

“Dört.” Dedim dürüstçe. Anlatmadıklarımı da anlıyor oluşu, ona yalan söylememin de yersiz olacağının ispatıydı. Bu yüzden belki de sorduğu her soruya cevap vermek daha güvenliydi.

“Kaç yaşındasın?” diye sordu bu defa da. Yutkundum. “Yirmi üç.”

Beni masasına dertlerini anlatmak, kafa dağıtmak ya da belki bazı cinsel dürtülerini hafifletmek için çağırmadığı belliydi ancak kim olduğu ya da neden burada olduğuyla ilgili bir teorim yoktu henüz. Yeniden masaya doğru eğilip sesini alçalttı. Müzikten dolayı sözlerini tek seferde duyamadığım için iyice bana yaklaştı ve kulağıma neredeyse fısıldadı. “Baştan başlıyorum.” Dedi. “İsmin ne?”

Yutkundum. Etrafa bakındım. Belki beni tanıyan biriydi ya da belki sadece değişik fantezileri olan bir sapıktı. Her neyse de gerilmeme neden olmuştu. “Derin.” Dedim onunla aynı kısık ses tonuyla.

“Derin…” diye geveledi ağzında beni taklit ederek. “Arkadaş olduğumuzu farz ediyorum.”

Kaşlarım kontrolüm dışında çatıldı. Arık kollarını masaya yaslayıp dakikalardır yalnızca iki kere çektiği sigarasını söndürdü. “Bu yüzden sana bir iki soru soracağım ve sen de bana dürüstçe cevap vereceksin.”

Bağırıp çağırıp onu buradan attırmak gibi bir seçeneğim vardı ancak söyledikleri beni meraklandırıyordu. Sıradan biri olmadığı ve benim de bu masaya güzel olduğum için çağrılmadığım aşikardı. Ben de bitmek üzere olan sigaramı söndürüp, ona doğru eğildim. Şimdi ikimizin de kolları masaya yaslıydı ve dirseklerimiz birbirine değiyordu. Normal şartlarda bu teması önemsizdi ancak şu durumda benim titrememe neden olmuştu.

“Üç gün önce.” Diye başladı söze. “Burada bir kadın öldürüldü.”

Başımdan aşağıya buz dolu bir kovayı boşaltmış gibi irkildiğimde konuşmaya devam ediyordu. “Aranızdaki ismi Arzu’ymuş. Yirmi altı yaşında. Buradan birisi ihbar etmiş ancak ne ceset ne de bir kanıt var.”

Midem patlayacakmışçasına ağrımaya başladı. Yüreğim sıkışıyor, boğazıma gelip oturan yumru beni nefessiz bırakıyordu. Arzu… Dert ortağım. Kader arkadaşım… Benimle vedalaşır gibi konuştuğu akşamın her bir anını hafızama kazımış, sonrasında yaşananları bir bir not etmiştim. Yıllar süren esaretimin böyle büyük bir acıyla son bulacağını tahmin edemezdim ancak hızlı karar vermek zorunda kalmış, aceleci davranmıştım.

“Sen kimsin?” diye sordum zaten anlamış dahi olsam. Belki ağzından duyarsam ya da bir kanıt görürsem biraz olsun rahatlardım.

Arık elini cebine attı. Siyah, deri cüzdanını açık bir şekilde önüme bırakıp, gözlerini benimkilere sabitledi.

“Ben.” Dedi fısıldamayı sürdürürken. “Ankara Emniyet Müdürlüğü Cinayet Büro Amirliğinden Arık Ulusoy.”

Biteceği günü çok uzun zamandır hayal ediyordum. Çınar’a olan aşkım ve bana yaşattıklarının acısı arasında hep arafda kalıyor, bir şekilde ya aşkına yeniliyordum. Ya da belki çaresizliğin adını aşk koymuştum.

“Buradan kurtulmak istiyor musun?” diye sordu ben ona verecek bir cevap bulamadığımda. Hızlıca başımı salladım. Gülümsedi. “O halde gel bir anlaşma daha yapalım Derin.”

Yine yalnızca mimiklerimle onayladım onu. “Sen bana korkmadan, çekinmeden ne biliyorsan anlat. Ben de buradan çıkıp yeni bir hayat kurmana yardım edeyim.”

Ona her şeyi anlatmamın önündeki engel korkmam değildi ancak bunu şu an açıklamamın mümkünatı yoktu.

Arık tereddüt ettiğimi fark etmiş olacak ki yeniden söze girdi. “Bak, ihbar geldikten sonra ekipler buraya bir baskın düzenledi ancak ne bir cinayet kanıtı ne de yasadışı herhangi bir bulguya rastlandı Soruşturma açılmadı. Yani, sen ya da olayı bilen, duyan başka birisi konuşmazsa bir cinayetin üstü kapanacak.”

Stresle iç çektim. Ardından ellerimi saçlarımın arasına götürüp ağrımaya başlayan köklerimi ovaladım. “Kanıt yoksa sen nasıl emin olabiliyorsun ki?” diye sordum gerginlikle.

Omuz silkti. “Altıncı his diyelim.”

Düşünmek için uzun zamanım yoktu ancak düşünmem gereken yıllarım vardı. Çınar’la bulutların üzerinde başlayan aşkımızın nasıl çöplüğün dibini boyladığını düşünmeliydim mesela. Onun koyu kahverengi gözlerinde kaybolurken nasıl sonunda kendimi de kaybettiğimi… Yapmaz dediğim her şey yaptığını… Buna rağmen zaman zaman hala onda bir ışık arıyor oluşumun ne boyutta bir salaklık olduğunu… Arık benim tek çarem olabilirdi. Bir suçludan kurtulmak için bir polisten daha iyi bir seçenek var mıydı?

Kuruyan dudaklarımı yalayıp, söze girdim. “Tamam.” Gözlerimi etrafta gezdirip bu bok çukuruna son kez baktım. “Kabul.”

ÜÇ GÜN ÖNCE…

“Arzu!” diye bağırdım kalabalığın arasından sesimi duyurabilmek için. Salonun diğer ucundan bana el sallıyordu. Yavaş yavaş toparlanıp salonu terk eden insanların arasından geçip yanına ulaştım. “Neden giyinme odasına gelmedin?”

Gözlerini benden kaçırıp, umursamazca omuz silkti. “İşim vardı.”

Ona inanmadığımı belli ederek sesini taklit ettim. “İşin vardı?”

Burada uzun uzun sohbet edebildiğim, hayatımdan bahsedebildiğim tek kişiydi. Onunla tanıştığımda ikimizin de büyük yaraları vardı ancak zaman ve arkadaşlığımız bunları birlikte sarabilmeyi öğretmişti.

“Boş ver şimdi beni. Sen anlat. Çınar’la yine girmişsiniz birbirinize. Herkes duymuş olanı biteni.”

Alışılmadık bir durum olmadığından neresinden başlayıp anlatacağımı dahi kestiremedim. Buranın bir rutini vardı. Çınar’la haftada en az bir kere kavga eder, ortalığı ayağa kaldırırdık. İnsanlara konuşacakları bir malzeme vermeden duramıyorduk. Ona olan aşkımın iyiden iyiye beni harap ettiğini fark etmeye başlamıştım ancak zehirli bir sarmaşık gibiydi. Kurtulmaya çalıştıkça her yanımı sarıyor beni iyice kendine hapsediyordu.

“Yeni bir şey yok.” Dedim en sonunda bu konuyu konuşmaya dahi enerjim olmadığını fark ederek. Elini omzuma koydu. “Sana bir tavsiye.” Bana doğru iyice yaklaştı. “Bu bok çukurundan kaçabileceğin ilk fırsatta kaç. Çınar’da bu lanet olası yerde bizi çürütüyor.”

Onunla birçok kez kendimize daha temiz bir hayat kurma hayalleri kurmuş, planlar yapmıştık. Belki şimdi değildi ancak bir gün buradan çıkacaktık. Birlikte…

“Kaçacağız ya.” Dedim niye kendini es geçtiğini anlayamayarak. “Birlikte defolup gideceğiz.” Yeteri kadar cesur olduğumuzda, Çınar’ı geride bırakacak kadar…

“Tabi ama ben olmasam da sen yapacaksın söz mü?”

Ne demek istediğiyle ilgili bir fikrim yoktu. Muhtemelen yine fazla içmiş, sözlerini seçemediği bir haldeydi. Gülümsedim. “Söz. Seni bırakmayacağım. Ona da söz.”

Başını omzuma yaslayıp iç çekti. Kemal gelip tahammül edilemez sesiyle bizi bölene kadar da öylece durdu. “Arzu abla. Abim seni görmek istiyor.”

Kemal’e yüzümü ekşitip önüme döndüm. Arzu giderken bana el salladığında gülümsedim ve hemen ardından Uraz’ın bara bıraktığı bardağı tek seferde bitirdim.

Çalan şarkıya eşlik ederken dolan gözlerimi kırparak ağlamaktan kurtulmaya çalışıyordum.

Zamanın eli değdi bize

Çoktan değişti her şey

Aynı değiliz ikimiz de

Zaaflarına bir gece

Hatalarına bir nilüfer

Sevgisizliğine bir kalp verdim

Artık geri ver

Geri veremezsin aldıklarını

Artık geri ver

Geri verilmez hiçbir yanılgı

Yokluğuma emanet et

Sende benden kalanları

Her şeyi al

Bana beni geri ver

Bir şansım olsun

Başka yer başka zaman

Sensiz ömrüm olsun.

Tek bir müşteri dahi kalmamış olmasına rağmen çalmaya devam eden müziği ben de yüksek sesle söylüyor, sanırım kendimce evrene bir mesaj yolluyordum.

“Her şeyi al

Bir şansım olsun

Başka yer başka zaman

Sensiz ömrüm olsun.”

Müzik sustu.

“Yapma ama!” diye söylendim kendi kendime. Etrafa bakındım. Uraz da dahil kimse yoktu. Uykum da gelmişti. Ayrıca midem bulanıyordu ve sanırım kusacaktım. Oflayarak ayağa kalkıp Çınar’ın odasının yolunu tuttum. Arzu hala orada mıydı ki? Neredeyse bir saat olmuştu. Belki de daha fazla. Neden dönmemişti?

Kapıya vurmak üzereydim ki kulağıma ulaşan sesler bana engel oldu.

“Delireceğim! Ne bok yiyeceğiz lan şimdi?” diye gürledi Çınar. Nefesimi tuttum. Kapı dinlemek gibi bir huyum olduğundan değildi ancak merak etmiştim. “Sana kalmış.” Diye yanıtladı onu Arzu. Benim bilmediğim bir şeyler mi vardı? İkisi arasında neden benim bilmediğim şeyler olsundu ki?

Yeniden sesleri gelmedi. Aradan geçen saniyeler konuşmanın burada bittiğini ya da benim duyamayacağım kadar kısık sesle devam ettiğini düşündürttü. Daha fazla ayakta duramayacağımı düşünerek arkamı dönüp, Arzu’yu beklemeden odaya çıkmaya karar verdim. Ne konuştuklarını da bu kadar sarhoş olmadığım bir zamanda öğrenirdim.

Birbirine dolanan büyük adımlar atıyordum. Ayağımdaki topuklular da pek işimi kolaylaştırmıyordu bu yüzden onlardan kurtulup yoluma yalın ayak devam ettim. Eğer bir silah sesi duymasaydım durmayı düşünmüyordum ancak belki de gayrı ihtiyarı olduğum yere sabitlendim.

Bir silah sesi daha.

Ellerimi göğsümün ortasına yaslayıp bozulan nefes alışlarımı düzene sokmaya çalıştım. Sesin nereden geldiği üzerine uzun uzun kafa yorabilirdim ancak beynimin içinde reddettiğim bir gerçek vardı.

Koşarak kaçmak istedim. Ya da şimdi burada zamanı geriye alıp, hiç o bar taburesinden kalkmamış olmayı…

Çınar’ın odasının kapısı açıldı. Çınar görüş alanıma girdi ve beni görür görmez kaşlarını çattı. “Yeşim? İyi misin?” Aramızdaki metrelerce mesafeyi birkaç adımda tamamlayıp bana yaklaştı. Sesimin çıkıp çıkmayacağından emin olmasam da konuşmayı denedim. “Ben… Silah sesini duyunca…” durdum. Öylece olanı biteni anlatabilecek kadar ona güvenmiyordum. “Gelip bir bakmak istedim sana. Korktum.”

Yüzünde anlam veremediğim bir ifade vardı. “Sakin ol.” Dedi beni tutup kendine çekerek. “Sokaktaki sarhoşlar birbirine girdi muhtemelen.” Tuttuğumu dahi fark etmediğim nefesimi serbest bıraktım. “Arzu burada mı hala? Gelsin de odaya çıkalım.”

Demir beni sımsıkı sardı. Öyle ki bir an kemiklerimin kırılacağını sandım. “Arzu yok. Gitti.”

Kafamı kaldırıp ona bakmak istediysem de kollarının arasında hareket edemedim. “Bir süre de olmayacak.”

Kalbimin ortasına bir ağırlık çöktü. “Ne demek o?”

Vedalaşır gibi söylediği sözler…

Ağlamam gerekiyordu. Hıçkırarak ağlamaya ihtiyacım vardı.

Gözlerimi yumdum.

Yapmazdı.

Çınar kötüydü, bazen acımasızdı da ama…

“Sorgulama güzelim.” Dedi saçlarımın arasına bir öpücük bırakırken. “Kararlarımın sorgulanmasını sevmem bilirsin.”

Buz kesmiş ellerimi onun göğsüne yaslayıp uzaklaşmaya çalıştım. “Uykum var.” Dedim beni bir an önce bırakmasını umarak. Ondan uzaklaştım. Tek kelime etmeden arkamı dönüp ilerlemeye başladım. Koşar gibi görünmek istemiyordum ancak aceleci davranmadan da edemedim. Önce odaya çıktım. Arzunun eşyalarının yerli yerinde durduğunu gördüm. Ardından koridorları dolaştım. Pencerelerden dışarıyı izledim. Burada olmadığından emin olana kadar bütün oteli aradım. Sanki o odanın önünde konuşmalarını duymamış, o odadan hiç çıkmadığını bilmiyormuş gibi onu kanlı canlı görebilmeyi umdum. En sonunda ise duvar diplerinden birine çöküp tüm birikmişliklerimden kurtulana kadar ağladım.

Yapmaz. Diye geçirdim içimden bir kez daha. Beynim gördüklerimi de duyduklarımı da reddediyordu. Çınar’ın Arzu’yla bir sorunu yoktu. Yani ondan pek hazzetmediğini birkaç kez söylemişti ancak bu birini öldürmek için yeterli bir sebep miydi ki?

“Elimde olsa bir dakika durdurmam.” Demişti bir keresinde. Bizim buradan gidip gidemeyeceğimize karar vermek elinde değildi belki ancak…

Kusasın vardı.

Başım dönüyordu. Ayağa kalkmak istedim ancak sanki ruhum çekilmiş, bedenim bir ceset gibi olduğu yere yığılmıştı.

Çınar’ın belinde silahsız gezdiğine hiç şahit olmamıştım ancak onu kullandığını da görmemiştim. Birilerine doğrultur, bazen tehdit ederdi ama tetiği bu kadar kolay nasıl çekebilmişti? Öte yandan Arzu o odadan hiç çıkmamış, silah sesi de odadan gelmişti. Ah, Allah’ım her şey bu kadar gün gibi ortadayken neden hala kalbim onu masum çıkarmaya çalışıyordu. Tüm olanlara, tüm yaptıklarına, bize tüm yaşattıklarına rağmen hem de…

Ağzımın içine kadar gelen kusmuğumu zorlukla yuttum.

Kapanmak üzere olan gözlerime bir adam takıldı. Telefonla konuşuyordu. Aniden gelen bir dürtüyle doğrulup önüne doğru atıldım. “Telefonu ver.” Dedim kim olduğunu bilmediğim yeterince yaşlı olan adama. Bana bir ucubeymişim gibi bakıyordu. “Şu telefonu ver amca uğraştırma beni. İki dakika sonra getireceğim.” Bu saatte burada olduğuna göre kafasının ayık olma ihtimali sıfırdı. Mantıklı düşünemez, sorgulamazdı.

Titreyen elindeki telefonu bana uzattı. “Burada bekliyorum.”

Kalan son gücümü toplayıp uzaklaştım. Koridorun öbür ucunda, adamın beni görebileceği ancak duyamayacağı bir mesafede durdum. Numaraları tuşladım ve telefonu kulağıma götürdüm.

“Merhaba,” dedim derin nefesler alarak kendimi sakinleştirebilmeyi umarken.

“Bir ihbarda bulunmak istiyorum.”

 

Yazardan not:

İlk defa fantastik ve bilim kurgu olmayan bir kitap yazıp yayınlıyor olmanın heyecanını yaşıyorum. Aksiyon ve kaos seven biri olarak suç dünyasına hızlı adapte olduğumu söyleyebilirim ama. :) Siz de yorumlarınızla beni motive eder iyi ya da kötü eleştirilerinizi paylaşırsanız benden mutlusu yok. Kendime bol okunmalar, yorumlar, beğeniler diliyorum. :) Cumartesi umuyorum ki ikinci bölümde görüşmek üzere. Bu sırada iki günde bir yayınlanan Melez Laneti'ni okuyabilirsiniz. Hoşça kalın. :)))

 

Loading...
0%