@melikemn
|
💔 Birini sevmek için ne kadar süre gerekirdi hiç düşünmemiştim. Bir gün, bir ay, bir yıl… İnsan, ömründen ne kadarlık bir zaman dilimini birine alışmaya, birinden hoşlanmaya ya da ona aşık olmaya ayırmalıydı? On sekiz yaşımda Çınar’la karşılaştığım anda büyüsüne kapılmış, onun her hareketiyle ve her sözüyle daha çok savrulmuştum rüzgarında. Şimdi ise aşka olan bakış açım değişmişti sanki. Çınar takıntılı bir insandı ve benim yıllarımı yiyip bitirmişti ama düşününce ben de ondan aşağı kalmamıştım hiç. Beş yıl… Ömrümün koca beş yılı boyunca onun kıyısından ayrılmamış, ayrılmayı düşündüğüm anlarda bile ya kendime bahaneler bulmuş ya da onun sözlerine kanmıştım. Geçmişe dönüp baktığımda, Çınar’ı istemediğim, ondan nefret ettiğim tüm anlarda bile aslında tümüyle ondan arınamadığımı fark etmiştim. Şimdi ise ilk defa kendimi tabiri caizse temiz hissediyordum. Kalbim de zihnim de bedenim de yıkanmıştı ve o tam anlamıyla hayatımdan çıkmamış dahi olsa bütün izleri nihayet silinip gitmişti. Kapının kilidini çevirirken bir yandan da Arık’ı kontrol ediyor, gözüme çok sarhoş görünmese bile her an düşebilme ihtimaline karşı tetikte bekliyordum. Hayatıma giren ikinci erkekti ve deliler gibi aşık olduğumu düşündüğüm Çınar’a hissettiklerimden daha farklıydı ona karşı hissettiklerim. Daha saf, daha berrak… Sanki daha sağlıklı… Oysa Arık’ı da tam anlamıyla tanımıyordum. Üstelik hislerimin beni hep yanlış yönlendirdiği de bir gerçekti ancak yine de akıllanmıyordum işte. Öylece kapılıp gidiyor, bir umudun peşinde sürükleniyordum ve bunu yaparken garip bir şekilde mutluydum da. Kapıyı açtıktan sonra önce geçmesi için Arık’ı bekledim ve sonra ben de peşinden girdim. O salondaki koltuğa kendini bıraktığında ben önce ceketimi çıkarmış ardından saçlarımı kurulamak için banyoya yönelmiştim. Neyse ki yağmur çok şiddetli yağmamış, bizi sırılsıklam etmemişti ama yine de hiç hasta olmak istemediğimden risk almayacaktım. Birkaç dakika sonra, bir yandan saçlarımı örerken salona döndüğümde Arık koltuğun tepesinden kafasını uzatıp gülümsedi. “Nerede kaldın?” diye sordu neşeli bir sesle. İşte şimdi harfleri birbirine karışmaya başlamıştı. Cümleleri uzatıyor, anlamsız bir yavaşlıkla konuşuyordu. Gözlerim elindeki bira şişesine kaydığında şaşkınlıkla yanına koştum. “Yuh yani! Elli kilo mu içeceksin daha? Sızıp kalmak mı derdin?” Omuz silkti. “Dolapta vardı. Boşa mı gitsin?” Yarısından fazlasını bitirdiği şişeyi alıp sehpanın üzerine koydum ve ceketini çıkarması için onu sırtından tutup doğrulttum. “Sen üzerini değiştir. Ben sana bir kahve yapayım yatmadan.” Dedim ceketini kollarından sıyırırken. Yüzünü saçlarıma gömdü. “Ben kendim nasıl çıkarayım üstümü?” diye sordu küçük bir bebekmiş gibi. Kıkırdadım. “Ya…” diye mırıldandım imalı bir tonla. “Çorba olayına dönmesin bu da?” Geri çekilip kocaman açtığı yeşil gözleriyle baktı bana. “Çorba olayı mı? Allah sana vicdan versin. Vurulmuştum! Yardıma muhtaç yaralı biriydim ve kolumun ağrısından nefes dahi alamıyordum.” Yarı alaylı bir tonlamayla sıraladığı cümleler yüzünden bir süre gülmeyi sürdürdüm. Bu halini tatlı bulmam saçma mıydı bilmiyorum ama anlamsız bir şekilde beni eğlendiriyordu. Ceketini koltuğun kenarına koyup ayaklandım. “Bekle. Kahve ve soda getireceğim. Sonra da üzerini değiştirirsin.” Hareketlendiğim sırada elimi yakalayıp durmama sebep oldu. “Sarhoşum ben. Tek başıma üzerimi değiştiremem.” Diye ısrar etti Arık, yavru bir kedi gibi gözlerime bakarak. Oflayarak elimi çektim. “Aynı zamanda da pek arsızsın maşallah.” Diye sitem ettim ancak her sözünün beni heyecanlandırdığı da bir gerçekti. Aslında sarhoş Arık’tan daha çok hoşlanmış bile olabilirdim. Mutfağa girip hızlıca şekersiz bir Türk kahvesi yaptım ve dolaptan soda çıkarıp tepsinin üzerine koydum. Bir rüyanın içine hapsolmuş olmaktan ve birazdan uyanmaktan çok korkuyordum. Bu gece yaşananların devamı olmayacaksa ve Arık hepsini sabah kalktığında unutacaksa bile ben anılarımda yaşatmak istiyordum. Gerçi unutursa epey bozulurdum sanırım. Bunu şimdi düşünmeyecektim. Elimde tepsiyle yeniden salona döndüm. Arık hala bıraktığım yerde hatta bıraktığım pozisyonda bekliyordu. Sessizce güldükten sonra yanına yaklaştım. Sarhoş olan oydu ancak gülüp duran bendim. “Al bakalım. Saçların çok ıslanmamış ama kurutmamı ister misin?” Koltuğun boş kısmına yerleşirken önce fincanı almış ona uzatmıştım. Arık eğilip yanağıma bir öpücük kondurdu. “Nesin sen? Melek falan mısın?” Kalbimin hızı arttığında usulca geri çekildim. Kendime sürekli onun ayık olmadığını hatırlatmak zorunda kalıyor, içgüdülerimi engelliyordum. “İç şunu.” Dedim emrivaki bir sesle. Fincanı tek seferde kafasına dikip bitirdi ve geri bana uzattı. Onu alıp bu defa da sodayı tutuşturdum eline. “Bir daha mı dans etsek?” diye sordu ufak bir tebessümle. Kafamı allak bullak ettiğinden düşüncelerim de duygularım da kontrolden çıkmıştı. Adeta tüm dengem bozulmuştu. Sanki ben de onun kadar sarhoştum ve mantıklı düşünemiyordum. “İyi alıştın. Sen bir ayıl. Bakarız.” Diyerek geçiştirdim onu. Sarmaşık’ta yüzlerce sarhoş görmüştüm. Çınar defalarca yanımda sarhoş olmuştu ancak kimse Arık kadar çekici görünmemişti gözüme. Ona arsız diyordum ama ben arsızın önde gideni olup çıkmıştım şu birkaç günde. “Derin Ece Tekin…” diye mırıldandı şarkı söyler gibi melodik bir sesle. “Efendim.” Başını koltuğa yaslayıp gözlerini yumdu. “Mahvettin beni.” Sızmak üzere olduğunu fark edince sodayı alıp tepsiye bıraktım ve onu kaldırmak için hamle yaptım. “Hadi yatağına yat.” İtiraz etmedi ve benimle birlikte kalkıp odasına kadar yürüdü. Bir iki kez düşecek gibi olduysa da ayakta durabiliyordu. Ya bünyesi sağlamdı ya da sandığım kadar sarhoş değildi. Arık’ı odasına götürüp yatağının üzerine yatırdım. Kıyafetlerini çıkaracak kadar vaktim olmadı çünkü kafasını yastığa koyar koymaz adeta bayılmıştı. Bir süre öylece yüzüne baktığımda içimden yine manasızca gülmek geliyordu. Kim kimi mahvetmişti tartışılırdı tabi ancak dua edelim de bu işin sonu bir bataklık olmasındı. 💔💔 Sabah gözlerimi odaya vuran güneş yüzünden araladığımda uyuyalı zaten çok kısa bir zaman olmuştu. Perdeyi kapatmayı unuttuğum için kendime kızdıktan sonra yeniden uyumayı denedim ancak beynim dün gece kaldığı yerden hayaller kurmaya devam ettiğinden çoktan ayılmıştım bile. Yatakta doğruldum. Bir süre yerdeki halının desenini izlerken, dün akşam Arık’la yaşadıklarımızı düşündüm. Yağmurun altında benim söylediğim şarkı eşliğinde dans etmiş olduğumuzu hatırladığımda bayılacak gibi oluyor, heyecandan titremeye başlıyordum. O kadar da sarhoş değildi hem. Ayakta durabiliyor, cümle kurabiliyordu. Eve geldiğimizde biraz bocalamıştı ancak bence tümüyle kendini kaybetmemişti. O halde olanları unutmazdı da. En azından yarım yamalak anımsardı. Yine de en hayırlısı o konuyu açmadan benim de açmamamdı. Yataktan doğrulup, hızlıca üzerime eşofmanlarımı giydim ve odadan çıktım. Ev sessizdi. Demek ki Arık hala uyuyordu. Onu rahatsız etmemek için temkinli adımlarla banyoya ilerledim. Lavaboya ellerimi yaslayıp aynadaki yansımama baktım. Sanki değişmiştim. On gün önce ki Derin değildi karşımdaki. Neydi beni gözümde bu kadar farklı gösteren? Çınar’dan arınmış olmak mı? Arık’a karşı hissettiklerim mi? Artık gerçekten mutlu hayaller kurabildiğimden mi bu kadar parlak görünüyordu yüzüm? Güvende olduğuma inandığımdan mı? Suyun soğuk tarafını açıp birkaç kez suratıma ve boynuma çarptım. Saçlarımı tarayıp tepeden at kuyruğu topladım ve dün geceden beri asla geçmek bilmeyen heyecanımı bastırmayı denedim. Midemdeki sancı yüzünden nefes dahi alamadığım için hiçbir şeyi de doğru düzgün yapamayacak gibiydim. Banyodan çıkmak için kapı koluna uzandım ancak Arık’ın sesiyle birden duruverdim. “Kafam bir milyon Furkan. Ne var sabah sabah?” diye geveledi ağzında uykulu bir sesle. Uyanık olduğumu fark etmemesi için nefesimi tutup onu dinlemeye koyuldum. “Ne bileyim oğlum içmişim işte. Hatırlamıyorum zaten.” Tuttuğum nefesi bırakıp, ciğerlerimi boşalttım. Birden bedenimde şalter atmış da elektrik kesilmiş gibi heyecanım söndüğünde, istemeden omuzlarımı da düşürmüştüm. “İstemiyorum Sezen’le bir daha oturmak. Bulaşmayın kardeşim bana.” Dedi Arık isyan ederek. En azından Sezen konusu kapanmıştı. Dün akşamdan kalan tek iyi haber buydu ve belli ki öyle olmaya da devam edecekti. Hayata dair bütün enerjimi aniden kaybettiğimden içimden klozetin üzerine oturup saatlerce boş boş durmak gelse de kendimi toparladım. Belki tümüyle doğru değildi yaşananlar ve sadece ben yaşamışım gibi olacaktı ancak tümüyle yalan da olamazdı herhalde. Sarhoşken insanlar içinden asıl geçenleri ortaya dökmez miydi zaten? İyi olmuştu. Zaten onu yalnızca on bir gündür tanıyordum. Böyle bir yakınlaşmaya hiç gerek yoktu. Romantik bir film izlemişim ve etkisinde kalmışım gibi hayatıma devam eder, birkaç güne her bir detayını kafamdan siler atardım. Ucunda ölüm mü vardı? Kendimi avutmam bittikten sonra hızlıca gerçekliğe döndüm. Sinirden dudaklarımı ısırıp durduğumu fark ettiğim de canım acıdı. Sakin olacak, ben de dün gece her şey oldukça normal ilerlemiş ve olaysız bir kapanış yapmışız gibi davranacaktım. Olması gereken buydu çünkü. Ona hatırlamadığı olayları anlatıp, ikna etmeye çalışacak halim yoktu. “Tamam. Söylerim Derin’e.” Dedi Arık. “Kapat Allah’ın cezası. Yeni açtım gözümü daha. Siktir git.” Diye ekledi iki saniye sonra da. Saçlarıma bir kez daha çeki düzen verip, dün akşam onunla yakınlaştığımın belli olup olmadığını anlamak için aynadan yüzüme baktım. Bu elbette dışarıdan bakılınca anlaşılacak bir şey değildi ancak yine de tedirgin olmuştum. Neyse ki normal görünüyordum. En azından öyle umuyordum. Yeniden banyodan çıkmak için hamle yaptığımda kapının tam önünde Arık’la burun buruna geldim. Nasıl oluyordu da duygularım her durulduğunda bir şekilde yeniden dibime kadar girip kafamı bulandırabiliyordu? Duruşumu dikleştirip az önce aklımda geçenleri silmeye çalışarak suratıma olabilecek en samimi tebessümü yerleştirdim. “Günaydın.” “Günaydın.” Dedi düz bir sesle. Dümdüz, hissiz, ruhsuz… Ona sinirlenmem normal miydi? Bir suç işlemiş sayılır mıydı ki? “Çay koyayım ben.” Diyerek yanından geçmek için hamle yaptığımda kolumu tuttu. “Dün o kadar içtiğim için üzgünüm.” İçimde bir öfke topu büyüyüp durduğundan onunla uzun uzun sohbet etmekten kaçınmam gerekiyordu. “Sıkıntı yok.” Demekle yetindim bu yüzden ve yeniden konuşmasına izin vermeden hareketlendim. Mutfağa girip çaydanlığa su doldururken yine dudaklarımı kemiriyordum. Keşke zıkkımın kökünü iç diye de ekleseydim. Aniden kısa cevap verdiğim için pişman olmuştum. “Ben gidip ekmek alayım.” Dedi Arık mutfak kapısının önünde belirdiğinde. Kaşlarımı kaldırdım. “Git.” Tek kelime, üç harfi onu evden kavga kıyamet kovar gibi söylediğimden irkildi. Kendimi ve duygularımı dizginlemeye çalışarak devam ettim. “Hallederim ben de sofrayı şimdi hemen.” Sırtımı tezgaha yaslayıp önce onun bir hamle yapmasını bekledim. “Başka bir şey ister misin?” diye sordu. Kollarımı göğsümde birleştirdim. “Yok.” Niye onu döver gibi konuşuyordum ki? Hatırlamıyorsa ne yapalımdı yani? Onun elinde değildi ya. Sabahtan beri kendimi dizginlemeye ve sakinleştirmeye uğraşıp duruyordum ama sanki tam tersi işliyor zihnimden geçen her düşünce beni daha fazla sinirlendiriyordu. Bedenimdeki gereksiz öfkeyi bastırabilmek için iç çektim. Arık birkaç saniye öylece yüzüme bakmayı sürdürdü. Ardından dudağının kenarında anlam veremediğim bir tebessüm belirdi. “Şurada bozuk para olacaktı.” Dedi arkamda bir noktayı işaret ederken. Bana yaklaştı, yaklaştı… Tam yanımdan geçecekken durup kulağıma eğildi. “İyisin değil mi?” diye sordu kısık sesle. Demek ki dışarıdan da belli oluyordu. Kötü bir oyuncuydum. Duygularımı gizlemeyi hiçbir zaman başaramamıştım. Bu yüzden sert davranışımı kastettiğini düşünerek başımı salladım. “İyiyim.” Kulağıma doğru daha fazla eğildiğinde yine evrendeki bütün kelebekler mideme doluştuğu için yutkunamadım. “Sevindim.” Dedi Arık gülümseyerek. “Dün çok ıslandın ya. Hasta olma.” Ben cümleleri karşısında afallamış bir halde donup kaldığımda o uzaklaştı. Adım sesleri ve en son kapının çarpılma sesi duyulana kadar kımıldayamadım. Sonra da önce zorlukla bastırdığım mimiklerimi serbest bıraktım. Ardından da dört nala koşup duran kalbimi… Hatırlıyorum demek istemişti değil mi? Hatırlıyordu. Yağmurda ıslandığımızı hatırlıyorsa neden ıslandığımızı da hatırlıyor olmalıydı. Düşüp bayılacaktım şimdi! Çaydanlığı ocağa koyup buzdolabının kapağını açtım. İçinden kahvaltılıkları çıkarıp masaya koymam lazımdı ama dengem şaşmış, elim ayağıma dolanmıştı. Bir süre öylece bakıp ne yapacağımı bulmaya çalıştım. Sonunda buzdolabı, kapağı gereğinden fazla açık tuttuğumu haber veren alarmını öttürmeye başladığında aklım yerine geldi. Ne yapacaktım? Yine hiçbir şey olmamış gibi davranmaya devam mı etmeliydim? Yüzüne nasıl bakacaktım ki? Allah’ım! Kalbim bedenimi terk edip gidecekti neredeyse! Masayı hazırladıktan sonra çayı demleyip sandalyeye oturdum. Arık evin iki bina ötesindeki markete gitmişti ve gelmek bilmiyordu. Sabırsızlanarak bacağımı sallamaya başlamıştım ve strese girmiştim. Zaman mı durmuştu? Niye asla vakit ilerlemiyordu? Salonda mı bekleseydim? Gerçi mutfak dış kapıya daha yakındı. Elimi çenemin altına koyup, gözlerimi masanın üstündeki zeytine diktim. Aynı kabın içindeki zeytinleri saymaya kalkıştığımda, ruh halimden endişelenerek kirpiklerimi kırpıştırıp doğruldum. Şükürler olsun ki kapı çaldığında öyle bir yerimden kalktım ki az daha düşüyordum. Boğazımı temizleyip adımlarımı yavaşlattım. Kapının önünde bekliyormuşum gibi olmasın diye hareketlerimi ağırdan aldım. Kapı kolunu indirdim ve ona bakmadan, geçmesi için kenara çekildim. Arık içeri girip doğrudan mutfağa yöneldiğinde ben de peşine düştüm. Sofranın hazır olduğunu görünce sandalyeye yerleşti. Tam karşısına oturmadan önce çayı doldurdum ve “Afiyet olsun.” Diye geveledim ağzımda sırf sessiz kalmamak için. “Sana da.” Dedi Arık. Evden çıkarken ki tebessümü hala yüzünde duruyordu. “Furkan ve Didem seni düğüne davet ediyor. Dün apar topar çıktığımız için söyleyememişler.” Diye devam etti konuşmaya. Dün geceden konu açılınca gayri ihtiyari duruşumu dikleştirdim. “Hala buralarda olursam giderim tabi.” Diye yanıtladım. Hala buralarda olursam mı? Bu nasıl bir cevaptı şimdi? Cümlelerimi önce düşünüp sonra söylemeyi öğrenmeliydim. Kahrolası beynim düzgün çalışmıyordu ki! “Nerede olacaksın ki?” diye sordu Arık bozulduğunu gizlemeye dahi gerek duymayarak. Onu tümüyle hayatımdan çıkarmak gibi bir niyetim yoktu elbette ama sonuçta aramızda ufak bir yakınlaşma yaşandı diye evine yerleşecek değildim. Hala kendime bir yol çizmek zorundaydım. “Bilmem.” Dedim omuz silkerken. “Nerede iş bulursam işte. Sonsuza kadar tepende kalamam ya.” Gözleri gözlerimle buluştuğunda usulca büyüyen göz bebeklerine bizzat şahit olmuştum. “Anladım.” Dedi sadece ve çayından bir yudum aldıktan sonra da yeniden bir şey söylemedi. Bu kadar bozulmuş muydu gerçekten sözlerime? Açık açık konuşsaydı o halde. Bana karşı duyguları varsa gizlemeseydi. Gerçi ben de gizliyordum o yüzden şartlarımız aynı sayılırdı ama yine de o adım atabilirdi. Onun için daha kolay olmalıydı! Dirseğimi masaya yaslayıp elimi de başıma yerleştirdim. Kahvaltının sonuna kadar ikimiz de konuşmadığımız için iyice gerilmiş, adeta kaskatı kesilmiştim. Bir şeyler söylemek istiyordum ama cümleye nasıl gireceğimi bulamamıştım. Bu yüzden Arık’tan önce ayaklandım, tabağımı tezgaha koyup salona gittim ve siyah koltuğa oturduktan sonra kafamda kurup daha da öfkelenebilmek için kendime zaman yarattım. Önce hatırlamadığını söylüyor, sonra hatırladığını ima ediyor, sonra da yine hiçbir şey yaşanmamış gibi davranıyordu. Üstüne bir de benim sözlerime bozulup, surat asıyordu. Gerçi herhangi bir erkeğin mantıklı ve cesur davranacağını düşündüğüm için asıl suçlu bendim. Bana aşık falan değildi ya. Sarhoş olmuş ve muhtemelen bir an için aklı karışmıştı. Kendimi doldurmak konusunda tam bir profesyonel olduğum için burada otururken Arık’a karşı iyice sinirlenmeyi de başarmıştım. Bu yüzden içimin içime sığmadığı bir noktaya ulaştığımda ayağa fırlayıp yeniden mutfağa döndüm. Yumruklarımı sıkmıştım ve neredeyse gözlerimden ateş çıkacaktı. “Hatırlıyor musun? Hatırlamıyor musun?” diye sordum dişlerimin arasından. Arık önce kirpiklerinin altından beni süzdü sonra da yavaşça sandalyeden kalkıp yanıma yaklaştı ve aramızdaki mesafe bir metreden daha az bir seviyeye ulaştığında durdu. “Neyi?” dedi meraklı bir ifadeyle ama ciddi gibi de görünmüyordu. Derin bir nefes aldım. “Dün gece olanları hatırlıyor musun hatırlamıyor musun Arık?” Omuz silkti. “Bir şeyi değiştirir mi?” O da ne demekti? Sanki valizimi toplayıp onu terk etmiştim. Ne diye birden her şeyi yok sayıyordu? Öne doğru bir adım attım. “Sen benimle dalga mı geçiyorsun?” diye sordum her an üzerine atlayıp onu boğazlayabilirmişim gibi gergin bir tavırla. “Derin… Dün geceyi hatırlıyorum. Her bir anını hem de ama… Dün geceden daha önemli bir şey konuşmamız gerekiyor önce.” Dedi. Gerçekten içimden onu dövmek geliyordu! “Ne mesela?” O da bana doğru bir adım attığında neredeyse parmak uçlarımız birbirine değecekti. “Sana… söylemediğim bir şey var…” durdu. Birkaç saniye boyunca sessiz kalarak devam etmesini bekledim ama yapmadı. Bana söylemediği bir şeyler vardı onu anlamıştım ama ne diye bu kadar zorlanıyordu aklım almıyordu bir türlü. Neyi söylemek böylesine zorlayıcı olabilirdi? “Ne bana söylemediğin ne?” diye çıkıştım yüksek sesle. Daha önce ne kadar fevri bir insan olduğumdan bahsetmiş miydim? Saman alevi gibi aniden tavan yapan sinirim tüm zihnimi, kalbimi ve bedenimdeki her bir noktayı ele geçirdi. “Sarhoştun. Boş bulundun. Aslında istemiyordun. Ana kapıldın! Hangisi ne?” kendimce yorum yapmıştım ancak o itiraz etmeyince daha çok bağırmaya başladım. Aklıma gelen ihtimaller yüzünden gittikçe daha da sinirleniyor, tüm hücrelerimin alev aldığını hissediyordum. “Hay sikeyim ya. Pavyondan çıkmışım. Eski sevgilim bir mafya ve bana kafayı takmış. Belalı bir tipim işte. Salak kafam! Ne sanıyordum değil mi? Söyle! Şey de mesela. Biz ayrı dünyaların insanlarıyız de. Hah! Ben seni üzerim de!” işaret parmağımı havaya kaldırıp göğsüne vurdum. “Bir ilişkiye hazır değilim de! Zor mu bu kadar? Ya da hiç biri olmazsa sen daha iyilerine layıksın falan de! Değilim de gerçi… Sarmaşık’ın zehrini yutmuşum ya. En dibe layığım art…” Arık ellerini yüzüme yerleştirip kendine çektiğinde ve dudakları dudaklarımın üzerini örttüğünde sesim kesildi. Gözlerim şaşkınlıkla kocaman olmuş, sanki bunu bekliyormuş gibi kaskatı kesilen bedenim bir anda çözülmüştü. Bu söylediğim hiçbir şeyin doğru olmadığını mı gösterirdi? Kafam iyice karışmış, duygularım birbirine girmişti. Dudaklarımı arayıp ona karşılık verdiğimde zihnimden bin bir türlü düşünce geçiyor, beni yiyip bitiriyordu ama o an onu öpmek her şeyin üzerine çıkmıştı. Kollarımı boynuna doladığımda o da ellerini belime koydu ve beni bedenine bastırıp aramızdaki mesafeyi en aza indirdi. Az önce öfkeden alev alan hücrelerim şimdi devasa bir yangına ev sahipliği yapıyordu. Parmaklarımı saçlarına doladım. Sanki olabilirmiş gibi daha da yakınlaşmak, aramızda nefes alacak kadar bile boşluk kalmadığı ana kadar ona sokulmak istiyordum. Zemin ayaklarımın altından kayıp gitmişti adeta ve uçuyordum. Beni ayakta tutan tek şey onun vücudumda gezinen elleri ve dudaklarımı esir almış dudaklarıydı. Öpüşü yumuşak başlamamıştı ama gelin görün ki gittikçe sertleşiyordu. Arık geri çekilmeden beni kucağına alıp ilerledi ve sırtımı duvara yasladı. Yeniden yerle temas ettiğimde bacaklarım titriyordu. Bu işin sonu iyi değildi. Hem de hiç. Dudakları usulca boynuma indiğinde nefes nefese konuştum. “Neydi peki bana söylemediğin?” Bunu sorgulamanın hiç zamanı değildi biliyordum ama zihnimin bir parçası oraya takılmıştı. “Siktir et.” Dedi Arık beni öpmeye devam ederken. “Unuttum.” İç çekti. “İnsan da akıl mı bırakıyorsun ki?” Ellerimi omuzlarından uzatıp, boynunda birleştirdiğimde gülümsedim. “Yani dediklerim doğru değ…” bir kez daha dudakları dudaklarımı buldu. Oraya küçük bir öpücük bırakıp geri çekildiğinde ise yüzünde başımı döndüren bir tebessüm belirmişti. “Susmuyorsun.” Diye mırıldandı gülerken. “Sus.” Ben de onun gibi gülümsedim. “Peki,” Dudaklarımı yaladığımda gözlerini yumup, güçlü bir nefes koyuverdi. Tam beni yeniden öpeceğini düşünmüştüm ki zilin sesi kulaklarımı doldurduğunda Arık kafasını kaldırıp birkaç santim geri çekildi. “Kim ki?” diye sordum merakla. Hala teni tenime değdiğinden andan çıkamamış, gerçekliğe dönememiştim. “Kapıcı falandır.” Dedi tereddütle. “Boş ver. Açmazsak gider.” Yavaşça omzunu dürttüm. “Saçmalama.” Zil bir kez daha çaldı. Aynı anda Arık bir küfür savurdu. Benden gereğinden fazla yavaş hareketlerle uzaklaştı ve alt dudağını ısırdı. Gözlerim onun dudağını ısırdığı kısımda donup kaldığından, o mutfaktan çıktıktan sonra bile öylece durmaya devam ettim. “Serdar?” dedi Arık şaşkın bir sesle. Silkelenip kendime geldikten sonra ben de dış kapıya yöneldim. Serdar binanın önünde nöbet tutan polislerden biriydi. Bir sorun olmasa evin kapısına kadar gelmezdi. “Derin’i götürmemiz gerekiyor.” Dediğinde Arık’ın hemen yanından kafamı uzatmıştım. Arık gergince kaşlarını çattı. “Nereye götürmeniz gerekiyor? Anlamadım.” Bakışlarımı Arıkla Serdar arasında gezdirirken az önceki heyecanım yerini iğrenç bir mide bulantısına bırakmıştı. Her zaman olduğu gibi yine mutlu anımın sonu kabusa dönecekti. “Şikayet varmış. Komiser aradı. Şubeye, ifadeye götüreceğiz.” Boğazıma öyle güçlü bir yumru gelip oturmuştu ki yutkunamadım. “Ne şikayeti?” diye sorarken birkaç tahminde bile bulunmuştum aslında ama kondurmak istemiyordum. “Kasten adam yaralama.” Gözlerimi Arık’ın beni izleyen gözlerine diktim. Orada en son gördüğüm şehvet sönmüş, yerini benimkiyle aynı olan endişe almıştı. Çınar yanımda değilken bile bir şekilde hayatımı mahvetmenin yolunu buluyordu. 8 Temmuz 2024 Çınar’ın evinden Sarmaşık’a döndüğümde saat öğlen olmak üzereydi. Bana altın, taşlı bir bileklik almış; zorla koluma taktırmıştı. Odaya girer girmez söverek, ilk iş çıkarıp kutusuna koyduğum için Arzu’nun uyuduğunu fark edememiştim ve bu yüzden gereğinden fazla gürültü yaparak huzursuzca kıpırdanmasına neden oldum. “Üzgünüm. Görmedim bile seni. Uyanmışsındır sandım. Pek bu saate kadar yatmazsın sen.” Dedim hızlı hızlı ve dolabımın karşısına geçip, üzerimdeki elbiseden bir an önce kurtulmak için kendime bir eşofman takımı çıkardım. “Aldı mı gönlünü?” diye sordu Arzu yaklaşık bir dakika sonra. Üzerimi giyinirken ondan tarafa bakmadan yanıtladım. “Ona verecek gönlüm var mı ki benim?” Yatağın üzerine oturup ayaklarımı uzattım ve başımı geriye yasladım. “Yapamıyorum artık onunla. Hiç istemiyorum ama gram anlamıyor.” Dedim bıkkın bir tavırla. Arzu yatakta doğrulup benimle aynı pozisyona geçti. “Sana gereğinden fazla aşık.” Kendimi tutamayarak kahkaha attım. “Aşık mı? Takıntılı işte. Ben kaçtıkça iyice takıyor kafayı.” Başımı ona çevirip kaşlarımı çattım. “Ayrıca nereden çıktı bu aşk meselesi? Sen dememiş miydin sana aşık değil takıntılı diye? Bu adam saplantılı bir manyak demiyor muydun?” Omuz silkti Arzu. “Aman ne bileyim? İnanılmaz bir manipülatör. Benim bile aklımı karıştırdı.” Gözlerimi kapatıp yeniden kafamı geriye yasladım. “Sen niye bu kadar uyudun ki?” diye sordum bir problem olup olmadığını anlamak için. Arzu’nun iç çektiğini duydum. “Kafam kazan çünkü. Ama iyi haber. Sanırım bize kaçacak bir yer buldum.” Dedi söylediklerinin heyecan verici olmasının aksine ruhsuz, dümdüz bir sesle. Bakışlarımı üzerine sabitledim. “Hadi ya. Neresi?” Arzu birkaç saniye düşündü. Gölgelenmiş yüzünü incelerken, tavırları beni endişelendirmişti ama üstelemedim. Onun koyu kahverengi gözleri benimkilerle buluştuğunda gülümsedi. “Bir emin olayım da.” Diye mırıldandı. “Sonra söylerim sana.” 💔 Hellooo! İki bölüm sakin kalabildik gördüğünüz gibi bir sonraki bölüm yine doyacağız kaosa. :) Nasıl olacak sizce Arık'la Derin ve tabi ki Arık ne söyleyecek de kıvranıp duruyor acaba? Tahminleri alabilir miyim? |
0% |