@melikemn
|
💔 Babamın, annemin ölümden sonra dönüştüğü halinden nefret etmiştim. Üzerime kurduğu baskılardan, hayatıma dair aldığı bütün kötü kararlardan ve on yedi yaşımdayken evimize getirdiği üvey annemden de nefret etmiş, hatta sırf bunlara katlanamadığım için o evden ayrılmıştım. Çınar’la ömrümün en çaresiz anında karşılaşmış, gösterdiği şefkatin esiri olmuştum. Oysa babamın evindekinden daha mutsuz hissettirdiği anlar bile vardı ancak bir şekilde ona sabredebilmiştim. Artık bunun adına aşk demiyordum ama… Düpedüz salaklık diyordum. Serdar şikayet edildiğimi bize haber verdikten sonra Arık, merkeze kadar beni kendisinin götürebileceğini söylemiş ve Serdar’da arkadaşı olduğundan sıkıntı çıkmamıştı. Sonrasında hazırlanırken, evden ayrılırken bir ruh gibi hareket etmiş, yaşananları hazmetmek için üstün bir çaba harcamıştım. Şimdi ise Arık’ın arabasının ön koltuğunda oturmuş dışarıyı izlerken nasıl büyük bir hataya düşüp Çınar’la olabildiğimi anlamaya çalışıyordum. “Öldürmek istiyorum onu.” Diye mırıldandım daha çok kafamın içindeki düşüncelere sesli cevap vererek. Arık’ın da en az benim kadar öfkeli olduğunu görebiliyordum ve belki de daha pozitif konuşup ortamı yatıştırmalıydım ama öyle bir sinir kaplamıştı ki bedenimi patlayacak gibiydim. Bu yüzden olumlu herhangi bir kelime dahi kullanacak gücü kendimde bulamıyordum. “Onun yüzünden daha fazla sorun yaşamana izin vermeyeceğim merak etme.” Dedi Arık dişlerinin arasından. “Şu an önceliğimiz seni kurtarmak.” Göz ucuyla bana baktığında yüzünde şimdiye kadar hiç görmediğim kadar büyük bir kızgınlık ifadesi vardı. “Sonra icabına bakacağız o piç kurusunun da.” Oturup Arık’la ilgili yaşadıklarımı uzun uzadıya düşünmemiştim hiç. Ona olan duygularım o kadar kafamı karıştırmıştı ki, gizli tutmaya çalıştığı bir psikopatı içinde barındırdığını unutmuştum. Şimdi bu hali daha önce ki bütün öfke nöbetlerini hatırlamama neden oldu. Sarmaşık’ta Çınar’ın odasına girdiğimiz zamanı, Tek başına önce onun evini ardından da Selim’in evini basmaya geldiğini, bana vurduğu için Selim’in elini kırdığını ve Çınar’ı öldürecek gibi dövdüğü anları… Birlikte yaşadığımız kaosları kenara bıraktığımızda dünyanın en nazik, yardımsever ve merhametli insanına dönüşüyordu aslında ama beni dehşete düşüren, deli bir tarafı vardı. Bana söylemek istediği ama bir türlü söyleyemediği şeylerin ne olabileceği üzerine kafa yoruyordum ancak mantıklı teorilerim yoktu. Hep göz ardı ettiğim bu detay şimdi iyiden iyiye zihnimi ele geçirmiş, içimi kemirmeye başlamıştı. Belki de oturup adam akıllı konuşmanın vakti gelmişti. Tartışmadan, kimseyi dövmeden ve mümkünse öpüşmeden… Yüzüme vuran rüzgarı daha rahat hissedebilmek için gözlerimi kapattım. Birkaç dakika önce dudakları tenimde dolanıyordu. Aklıma geldiği anda vücudumu bir ateş bastığı için zorlukla yutkundum. Hiç kafamın içinde o anları canlandırmanın zamanı değildi ama görüntüler beynimde dönerken bunu engellemenin bir yolunu da bulamadım. “Tutuklanır mıyım?” diye sordum Arık’a saniyeler sonra. Zihnimden geçenlerin aksine asıl konuya odaklanmak daha hayırlıydı. Yine de tümüyle gerçekliğe dönmekten korktuğum için gözlerimi aralamadım. “İzin vermeyeceğim.” Dedi. Demek ki öyle bir ihtimal vardı. Elbette vardı. Onu bıçaklamıştım. Hapis cezası bile alabilirdim. Çınar’a karşı güzel bütün duygularım sönmüştü ancak yerini yeni duygular alıyordu. Nefret ve tiksinti gibi daha katlanılmaz duygular… Arık arabayı park ettikten sonra derin bir nefes alıp kapıyı açtım. İnerken kendimi ayakta dahi duramayacak kadar bitkin hissediyordum. Oysa az önce ne kadar enerji doluydum. Mutluluğun zirvesini yaşamış, aynı hızla yine dibe çakılmıştım. Arık’ın önce gözlerine, ardından da tutmam için uzattığı eline baktım. Parmakları, parmaklarıma dolanırken tüm soru işaretlerine rağmen en azından başıma kötü bir şey gelmesine izin vermeyeceğini ve yanımda olacağını bilecek kadar ona güvendiğimi fark etmiştim. Uzun ve geniş koridorda ilerlerken stresle kuruyan dudaklarımı yaladım. “Ne olacak şimdi?” diye sordum korkuyla. “İfaden alınacak. Tam anlamıyla ne ile suçlandığını öğreneceğim. Mahkemeye kadar tutuksuz yargılanman için uğraşacağım. Didem’i de arayacağım birazdan. O bizi daha iyi yönlendirir.” Dedi Arık ancak sözleri bana pek umut vaadetmemişti. “Hapse atılır mıyım?” diye sordum bir kez daha. Çünkü aslına bakarsanız izin vermeyeceğim gerçek bir cevap değildi ve o da ben de bunun farkındaydık. Durdu. Beni kendine çevirdi ve boşta olan elini saçlarımda gezdirirken şakağıma ve saçlarıma da birer öpücük kondurdu. “Belki bu gece burada kalman gerekebilir ama halledeceğim tamam mı? Sen sakın endişelenme.” Ona inanasım vardı. Hem de bu hayattaki her şeyden çok fakat bazı ihtimallerin üzeri kolay örtülmüyordu. Yeniden yürümeye başladığımızda adımlarımı tedirgin atıyordum. Sanki ayaklarım geri geri gidiyordu. Koşarak kaçmak ve şu son yarım saati yok saymak istiyordum. Koridorun ucuna ulaştığımızda Arık en sondaki beyaz kapıyı işaret etti. “Burada bekliyorum tamam mı?” dedi sakinleştirici bir ses tonu kullanarak. Başımı sallayıp onayladım onu ve kapıyı iki kez tıklatıp içeri girdim. İfademi alacak bir polis memuruyla karşılaşmayı beklemiştim ama karşımda Çınar’ı görünce kanın beynime sıçramasına engel olamadım. Odada ondan başka kimse yoktu. Kim bilir nasıl iğrenç bir oyun kurup beni tuzağa düşürmeye çalışmıştı? Polisleri bile işin içine alet etmişti üstelik. Kontrolümü sağlayabilmeyi umarak güçlü nefesler alıp veriyordum ancak sanırım yapamayacaktım. Aniden verdiğim bir kararla ona yaklaşıp ellerimi gösğünün üzerine koydum. “Orospu çocuğu!” diye bağırdım tüm gücümle onu ittirirken. Suratına ukala bir gülümseme yerleştirdiğinde artık düşünme yetimi dahi kaybettiğim noktaya ulaşmıştım. “Keşke gebertseydim seni pislik herif!” Ben ona vurmayı sürdürürken elleri bileklerimi kavradı. “Bu kadar mı özledin beni?” diye sordu birde beni daha da çileden çıkarmak ister gibi. “Lan… Ruh hastası mısın sen? Seni terk ettim diye beni hapse mi attıracaksın? Gerizekalı! Ben de seni şikayet edeyim o zaman. Şimdiye kadar yediğin bütün bokları dökeyim ortaya!” Çınar beni o kadar sıkı tutmuştu ki bir süre sonra kollarımı kımıldatamaz hale geldim. Kapı sonuna kadar açıldı. Arık dehşete düşmüş bir ifadeyle içeri girdi ve belimden tutup beni Çınar’dan uzaklaştırmaya çalıştı. Neyse ki Çınar’da ellerini gevşetmişti. Ben kenara çekilirken bu defa da Arık Çınar’ın tişörtünün yakasına yapıştı. “Ne kadar şiddet yanlısı bir ikili olmuşsunuz böyle siz.” Diye mırıldandı Çınar onaylamayan bir yüz ifadesiyle. Eğleniyordu. Benim öfkeden deliye dönmüş olmam ona inanılmaz bir haz veriyor olmalıydı. Yumruklarımı belime yaslayıp, tek ayağımı yere vuruyor, sağlıklı düşünebildiğim noktaya geri dönmeye çalışıyordum ancak o karşımda sırıtırken bu çok ama çok zordu! Arık öfkeyle onu ittirdi ve Çınar sırtını duvara çarptı. “Dua et… Etraf polis kaynıyor.” Dedi geri çekilirken Arık. Çınar kollarını göğsünde birleştirdiğinde yüzündeki aptal sırıtış solmuştu ancak hala zafer kazanmış bir ifadeyle bakıyordu bana. “Şu polisi gönder de baş başa konuşalım bebeğim.” Ellerimi saçlarımın arasından geçirdim. “Bebeğim diyor… Çıldıracağım!” Yüzündeki yaralar kabuk bağlamıştı. Bıçakladığım yeri göremiyordum ancak ayakta durabildiğine göre çok büyük bir sıkıntı yoktu. Üstelik daha kötü haber şuydu ki, Arık onun burnunu kıramamıştı. Sandığımdan daha az hasarla bu olayı atlatmış, üstüne bir de bunu bir koza çevirip beni şikayet etmişti. Arık’ın açık bıraktığı kapıdan, üniformalı iki polis girdi içeri ve üçümüzün bakışları da onlara döndü. İçlerinden birisi Arık’ı görünce kaşlarını çattı. “Bir sıkıntı mı var?” Birden fazla sıkıntı vardı ama bunu konuşmanın yeri değildi ne yazık ki. Kafamın içinde filler tepişiyordu ve beynim kafatasıma korkunç bir baskı yapıyordu. Buraya gelirken kendimi hazırladığım birçok ihtimal vardı ancak hiçbirinde Çınar tepemin tasını attıracak bir surat ifadesiyle karşımda dikilmiyordu. İfade verip hapse girmek bile daha cazip görünmüştü. “Derin hanımın ifadesi alınacak. Bu adamı da alalım buradan. Her nasıl girdiyse artık boş odaya.” Dedi Arık emrivaki bir tonla. Polisler önce birbirlerine baktılar sonra da yeniden Arık’a çevirdiler gözlerini. “Müdürün talimatı. Derin hanımın da Çınar bey’in de burada beklemesini söyledi. İfadeleri kendisi alacakmış.” Dedi az önce konuşan. Polislikle ilgili bildiklerim sınırlıydı ancak bir müdürün kolay kolay ifade almayacağını herhangi bir vatandaş da tahmin edebilirdi. Çınar’ın polislerin arasında da tanıdıkları vardı da, başımı normalden daha fazla belaya mı sokmaya çalışıyordu acaba? Arık stresle iç çektikten sonra elini belime koydu. “İyi. O gelene kadar dışarıda bekleyelim o zaman.” Çınar’ın bakışları Arık’ın eline kilitlenmişti ancak herhangi bir hamle yapmadı. Tek planı beni hapse tıkmak mıydı gerçekten? Gözüme fazla sakin görünmüştü. Ürkütücüydü. Odadan çıktıktan sonra biraz ilerledim ancak düzgün adımlar atamadığımı fark edince, duvar kenarındaki sandalyelerden birine oturuverdim. Biraz daha ayakta durursam şuraya kusacaktım. Soğuk soğuk terliyordum ve görüşüm bulanıklaşmıştı. Sanırım tansiyonum düşmüştü. Başım dönünce refleks olarak elim hemen yanımda dikilen Arık’ın ceketini kavradı. “İyi misin?” diye sordu Arık endişeyle eğilirken. Başımı olumsuz anlamda sağa sola sallamak istedim ancak birisi oturduğum sandalyeyi altımdan çekmiş gibi boşluğa düştüğümde kelimelerimde bir toz bulutu olup havaya karıştı. ** Pek rüya görmezdim. Görsem de çoğunu yarım yamalak hatırlar, bir anlam yükleyemezdim. Bu yüzden Arık’ın evinin salonundayken gözlerimin önünde Arzu’nun silüeti belirince bir rüyanın içinde olduğumu değilde şizofren olduğumu düşünmüştüm. “Beni affettin mi Derin?” diye sordu hatırladığımdan daha ince sesiyle. Kahverengi gözlerindeki ışık sönmüş, bedeni bir ceset gibi morarmıştı. Telaşla silkelenip kendime gelmeye çalıştım ancak öylece, az ilerimde dikilmeye devam ediyordu. “Hangi cehennemdesin sen?” diye sordum ona en sonunda, gitmeyeceğini kabullenerek. Gülümsedi. “Özledim seni.” Sorumun cevabı bu değildi ve gerçek bir cevap alamamak beni sinirlendirdi. “Seni affetmem için karşıma çıkman gerekmez mi önce? İnsan gibi oturup konuşmamız, olanı biteni anlatman gerekmez mi?” dedim. Oysa en başından beri baskın tarafım onun ölmüş olduğunu söylüyordu. Diğer bütün ihtimaller küçük bir yer kaplarken ölümü zihnimdeki en olası seçenekti. Ya da belki Çınar’ın onu öldürdüğüne inanmak her şeyi daha kolay hale getirdiğinden beynim bunu kabullenmişti. “Gelemem ki. Gelmek istiyorum ama. Gelemem.” Diye yanıtladı beni Arzu. “Öldün mü gerçekten?” diye sorduğum anda ortadan kayboldu. Şaşkınlıkla etrafıma bakınırken sesi hemen arkamdan geldi. “Bilmem.” Dedi imalı bir tonlamayla. Omzumun üzerinden dönüp baktığımda aramızdaki mesafe açılmıştı. “Öldüm mü sence?” Ölmüştü. Çınar’ın odasındayken iki el ateş edilmiş, sonrasında bir daha onu hiç görmemiştim. Ölmüş olması en mantıklı seçenekti. Çınar’la yaşadığı ilişkiyi itiraf ettiği mektubunda da intihar edebileceğini düşündürmüştü bana ve her ikisi de aynı kapıya çıkıyordu. Peki, neden bilinçaltımda üçüncü bir seçenek vardı? “Derin?” Arık’ın sesi kulaklarımı doldurduğunda Arzu bir kez daha ortadan kayboldu. Aceleyle gözlerimi salonda gezdirdim ancak bu defa yeniden belirmedi. Kirpiklerimi kırpıştırıp neler olduğunu anlamaya çalışırken yüzüme vuran güneş ışığıyla dünyaya döndüm. Görüşümü kazandığım da garip bir boşluğa düşmüş, Arzu’nun kelimeleriyle birlikte kendi zihnimin içinde kaybolmuştum. “İyi misin yavrum?” Kıkırdadım. Yavrum kelimesine hazırlıksız yakalanmış, tepkimi ayarlayamamıştım. Sanki emniyetin ortasında bayılmamışım da, yatağımda uyanmışım gibi sıradan bir tavırla baktım endişe dolu bir ifade yerleşmiş suratına. “İyiyim.” Dedim aptal gibi gülmeyi sürdürürken. Arık’ın dudağının kenarı da usulca yukarı kıvrıldığında bakışlarımı nerede olduğumu anlayabilmek için bulunduğumuz yerde gezdirdim. Bir sedyede yatıyordum ancak oda, hastane acili olamayacak kadar küçüktü. Kaşlarımı çattığımda aklımdan geçenleri okumuş gibi açıklamaya koyuldu Arık. “Revirdeyiz. Yarım saat oldu neredeyse.” Sedyenin yanına bir sandalye çekmiş, oturmuştu. Hafifçe doğrulup elini başıma koydu ve saçlarımın arasına bir öpücük bıraktı. “Ödüm koptu.” Diye mırıldandı kalbimi eriten, yumuşacık bir sesle. Beni yeniden bayıltmaya çalışıyordu galiba ancak bu sefer ki öfkeden değil heyecandan olacaktı. “Hala ifade vermem gerekiyor mu?” diye sordum emniyetin revirinde onu öpmenin yersiz olacağına kendimi ikna etmek için uğraşırken. “Didem’i aradım. Birazdan burada olacak.” Dedi beni sakinleştirmeye çalışarak. Oysa bu beni daha da telaşlandırmıştı. Didem’i arayıp fikir sorması başkaydı ancak kalkıp buraya geliyorsa başım cidden belada demekti. Kapı tıklatıldı ve tam bu anı beklemiş gibi içeri girdi Didem. Berbat duygular arasında boğulmuyormuş ve eski sevgilimi boğazlamak için yanıp tutuşmuyormuş gibi sevecen bir ifade yerleştirdim yüzüme. Daha önce hiç bayılmamıştım ancak bayılmayı sevmiştim. İnsanın kafasını resetliyordu sanki. “Derinciğim, geçmiş olsun.” Dedi endişeli bir ifadeyle bakarken bana. Başımı yana eğdim. “Sağ ol. İyiyim şimdi.” Didem başka bir sandalye çekip, Arık’ın yanına oturduğunda ben de sedyede oturur pozisyona geçtim. “Dosyanı talep ettim.” Diye girdi söze hiç vakit kaybetmeden. Sonrada gözlerini Arık’a çevirdi. “Dediğin gibi sadece kasten adam yaralamaysa ve meşru müdafaa varsa hapis cezası alsa dahi para cezasına çevirebiliriz ama tabi karşı tarafın ne durumda olduğuna bağlı. Vücudunda kalıcı bir hasar var mı mesela?” Gözlerimi devirdim. “Domuz gibi maşallah.” Didem sözlerim karşısında yarım yamalak bir gülümseme yerleştirdi suratına ancak tekrar Arık’a baktığında gerilmişti. “İşin içinde senin olman çok büyük sorun biliyorsun değil mi? Eğer adam senden de şikayetçi olursa ya da olayı detaylarıyla anlatırsa açığa alınırsın ve soruşturma açılır.” Bedenimde bir endişe tohumu filizlenmişti ve Didem konuştukça devasa bir ağaca dönüşüyordu. “Hayır, hayır.” Diye itiraz ettim aceleyle. “Ona bir şey olmayacak. Bütün suçu üstlenirim ben. Hem Çınar anlatsa bile ispatlayamaz ki. Yapabilir mi?” Arık’ın benim yüzümden başına açtığı tüm belalar, onun hayatını da mahvedecekti. Böyle bir şey olursa vicdan azabından kahrolurdum. Arık ayağa kalkıp elini yüzüme koydu. “Hiçbir şey olmayacak.” Dedi yine dünyanın en rahatlatıcı ses tonunu kullanarak ama korkum bedenime çoktan yayılmıştı. Yutkundum. “Özür dilerim…” Yaşaran gözlerimi kırpıştırarak, güçlü durmaya çalıştım. Bu sırada Didem elini elimin üzerine koydu. “Seninle yalnız konuşabilir miyiz?” Bakışlarımı Arık’a çevirdiğimde geri çekilip temasımızı sonlandırdı. “Gidip gizemli müdür gelmiş mi bakayım.” Onu yalnızca başımı sallayarak onayladım. Geçerken sessiz bir teşekkür etmek için olsa gerek elini Didem’in omzuna koydu. Didem de ona anlayışlı bir şekilde gülümsedi. Sonra da yeniden bana baktı. Arık çıkıp da kapıyı kapattığında ise beklenti dolu bir ifade belirdi yüzünde. Derin bir nefes aldım. “Ne kadarını anlatmam gerekiyor ki?” aniden başka bir telaş kapladı beynimi. Tüm detayları ona nasıl anlatabilirdim ki? Beni yargılamayacağını ya da küçük görmeyeceğini hatta bana acımayacağını nereden bilecektim? Ben bile Allah’ın her günü yaşadıklarımı düşünüp kendimi yargılıyordum. “Arık biraz çıtlattı aslında ama yeterli değil tabi ki. Bana güvenebilirsin Derin. Haklarını korumak için buradayım. Seni o adamı bıçaklamaya iten şey her neyse, sana yaşattığı ne kadar şiddet varsa hepsini bilmem lazım ki nasıl bir rota izleyeceğimize karar verebilelim.” Tereddütle onu incelerken boğazımı acıtan yumrudan kurtuldum. Çınar Arık’ın başını belaya sokmaktan çekinmezdi. Muhtemelen yaşananları abartarak anlatıp, bizim için en kötü senaryoyu çizecekti. Az önce yaşarmış olan gözlerimden bir damla süzüldü yanaklarıma. Üzerimde taşıayamayacağım bir yük varmış ve beni ezip yok edecekmiş gibiydi. “Ben…” Arık’ın arkadaşıydı ancak daha da önemlisi bir avukattı. Beni içinde bulunduğum durumdan kurtarabilecek belki de tek kişiydi. Üstelik Çınar’dan kurtulmamı sağlayabilir hatta onu hapse bile attırabilirdi. Yanaklarımı kurulamak için uğraşırken söze girdim. “On sekiz yaşındayken evden ayrıldım…” Çınar’la yaşadığımız anları hatırlayınca daha çok ağlamış ancak sesli dile getirdikten sonra da garip bir şekilde rahatlamıştım. Didem ara sıra söylediklerimi not almıştı. Bir ara gözleri dolmuş, sandalyeden kalkıp sedyede yanıma oturmuştu. Arık’ın olduğu kısma gelene kadar kaskatı olan suratım onunla Sarmaşık’ta tanıştığımız geceyi anlatırken gevşedi. Didem bana imalı bir ifadeyle bakmaya başladı. “Bir de Sarmaşık diye bir pavyon bilmiyorum deyip bizi Furkanla birbirimize soktu. Hain.” Az önce kurumuş olan yaşların yerine bu defa yenisi eklenmedi. Aksine dudağımın kenarında istemsizce, ufak bir tebessüm oluştu. “Psikopat bir tarafı var.” Dedim Arık’la ilgili bazı detayları öğrenebileceğimi umarak. Didem sözlerime şaşırmadı. “Evet. İçinde bir deli yatıyor. Sağlam heriftir ama. Yarı yolda bırakmaz seni. Mutlu eder.” Bir suç işlerken yakalanmış gibi utanarak başka yöne çevirdim bakışlarımı. “Yok zaten aramızda bi şey olduğundan değil de…” Didem omzuyla beni dürtünce cümleme devam etmedim. “Ya, bırak. Sezen bile fark etmiş dün. Bu adam, yanındaki kıza körkütük aşık, ne diye aramızı yapmaya çalışıyorsunuz? diye azar işittim bi ton. Hayvan gibi içip sarhoş oldu bir de aptal herif. Madem bu kadar tutuldun açıl kurtul değil mi? Ama yok. Bizimki burnundan kıl aldırmaz ya normalde. Kolay kolay beğenmez kimseyi. Gurur yaptı herhalde.” Dedi Didem yarı alaylı yarı sitemkar bir sesle. Sözleri Çınar’dan bahsederken büründüğüm kasvetten beni çıkarmıştı. Kolay kolay kimseyi beğenmezdi demek. Dudağımı ısırdım. Körkütük aşık mıydı? “On bir gündür tanışıyoruz. Aşık değildir de…” diye itiraz edip saf gibi Arık’ı savunmaya geçmiştim ancak Didem yüzünü buruşturdu. “Aşık olmayan haline katlanıyoruz yıllardır. İnan bana aşık.” Kalbim usul usul hareketlerini hızlandırdı. Şu an bir sigara ve çay eşliğinde Didem’e yüz binlerce soru sorup, Arık hakkında öğrenebileceğim her şeyi öğrenmeye ihtiyacım vardı ancak bulunduğumuz ortam buna o kadar uygun değildi ki… Elimden gelen tek şey iç çekmek oldu. Çınar her an bizi mahvetmek için tetikte beklerken, yersiz heyecanlara kapılmam bile saçmaydı zaten. Önceliğim onu tümüyle hayatımdan çıkarabilmek olmalıydı. O nasıl olacaksa artık… Didem mesaj gelen telefonuna bakıp ayaklandı. “Müdür bekliyormuş hadi.” Oturup burada tırnaklarımı kemirmek istiyor olsam da zorlukla kalktım. Yeniden Çınar’la yüz yüze geleceğim için gerilmiştim ancak bu defa yanımda Didem’de olacaktı. En azından üzerine atlamadan ve onu pataklayıp, küfürler savurmadan bu işi halledebileceğimizi umuyordum. Merdivenleri çıkarken Didem bana telkinler vermeyi sürdürdü. “Seni manipüle etmesine, sinirlendirmesine izin verme. Muhtemelen müdürü tanıyor. Yoksa basit bir bıçaklı yaralama için ifadeyi bir müdür almaz elbette. Oklar ondan yana gibi görünüyor o yüzden ama birkaç gün süre kazanırsak toplayabileceğimiz kadar kanıt ve şahit toplayıp saldırıya geçebiliriz.” Bunu bir savaş olarak düşünmemiştim hiç ancak haklıydı Didem. Çınarla aramda bir savaş vardı. Uzun zamandır hem de. Bitmek tükenmek bilmeyen, sürekli benim kaybettiğim bir savaş… Bu defa ateşkes teklifini kabul etmeyecektim ama. Onun boyunduruğu altında yaşamak bitmişti. En son bayıldığım için nasıl ayrıldığımı bilmediğim koridora döndüğümüzde Arık sondaki beyaz kapının önündeydi yine. Gözlerimiz çakıştığında hızlı adımlarla yanıma ulaşıp aramızdaki mesafeyi kapattı ve kollarını doladı bana. Nefes aldığımda baharat aromalı parfümü burnuma dolmuş, beni başka diyarlara götürmüştü. Bir saniyeliğine bile şuradan çıkmak, buradan çıkmamı sağlayacak birinin olması güzeldi. “Ne diyorsun Didem? İfadeden sonra çıkar mı?” Diye sordu geri çekilirken. Didem tereddütlüydü. “İşin içine müdür girdiği için bilmiyorum açıkçası. Garip bir durum. Adamın arkası sağlam belli ki. Şu an için burada tutmak isteyebilirler.” Beynim durmuş olmalıydı çünkü duyduğum hiçbir bilgi artık bana bir anlam ifade etmiyordu. Arık stres dolu bir nefesi dışarı bıraktıktan sonra sanki vedalaşıyormuşuz gibi sarıldı bana. Körkütük aşık diyen Didem’in ses kulaklarımda yankılanıyordu. İçinde bulunduğumuz berbat ötesi duruma rağmen bende gülme isteği uyandırmıştı. “Ölüm yok ya ucunda.” Dedim Arık’ı teselli etmek isteyerek. Parmak uçlarımda yükselip kulağına fısıldadım. “Hem yarım kalan bir işimiz var daha.” Ben geri çekilirken yüzünde belli belirsiz bir gülümseme baş göstermişti. O da hafifçe eğilip neredeyse fısıldayarak konuştu. “Yaktırma şimdi bana koca emniyeti.” Bakışlarımız çakıştığında yüreğim sıcacık ve zihnim umut doluydu. Ona da bana da bir şey olmayacaktı. Ciğerlerime baskı yapan nefesimi serbest bırakırken kendi kendime salladım başımı. “Bir şey olmayacak…” Didem uyarıcı bir tonla boğazını temizlediğinde omzumun üzerinden baktım. “Haklısın. Gidelim hadi.” Kapının önüne ulaşıp, birkaç kez tıklattım ve kapı kolunu usulca kavrayıp, ağır çekimdeymiş gibi yavaş hareketlerle araladım. Gözlerim masanın hemen önündeki bordo, deri koltuğa yerleşmiş Çınar’ı buldu önce ve sanki bir şey masanın diğer ucuna bakmama engel oldu. Belki de bir his… Hislerim pek kuvvetli sayılmazdı oysa ancak bu defa yanılmamışlardı. Olduğum yerde donup kaldığımda Didem elini belime koyup hafifçe ittirdi beni. “Geçelim mi Derin?” Kımıldamadım. Bakışlarım onun açık kahve gözleriyle çakışana ve hatırladığımdan daha soğuk ifadesiyle yüzleşene kadar nefes dahi almadım. Oysa suratını, mimiklerini ve aşağılayan gözlerini unuttuğumu sanmıştım. Şimdi nasıl da daha dün görmüşüm gibi net olabilirdi zihnimde her şey? Sanki zaman ilerlememiş, aradan beş yıl geçmemişti. “Gülüm.” Dedi Çınar aramızda olan bir sırrı ortaya döker gibi sinsi bir sesle. “Babana merhaba demeyecek misin?” 14 Ağustos 2019 “Derin Ece aç şu kapıyı! Kıracağım yoksa!” Babamın öfkeli sesi neredeyse kapıyı titretecek kadar yüksekti ancak inadımı kırıp kapıyı açmamı sağlayamamıştı elbette. Onun baskılarından bunaldığımı, üvey annem olacak o kadının sapkın davranışlarını ona ispatlamak için günlerce burada kapalı kalmam gerekse bile pes etmeyecektim çünkü. Bu defa olmazdı. “O kadın annemin fotoğraflarını çöpe attı baba!” diye gürledim yaşadığım acının boyutunu anlayabilmesini umarak. Kapıya bir yumruk daha geçirdi. “İlaçlarını içmiyormuşsun. Söyledi Şebnem. Kadının üzerine yürümüşsün. Çöplerin arasına karışmış, çıkarmış geri bak burada fotoğraflar!” Her defasında beni yalancı çıkaran bir iblisti Şebnem ama bunu babama kabul ettirmem imkansızdı. “İlaç falan istemiyorum çünkü! İyiyim ben!” Babamın az öncekine göre sakinleşmiş olan sesi beni nasıl olduysa daha da çileden çıkardı. “Kızım, terapilere de gitmiyorsun artık. Belli ki iyileşmedin daha. Ne bu inat annen gibi…” “Annem hakkında konuşma!” İçimi yiyip bitiren öfke yüzünden başım dönüyordu. Bacaklarım beni daha fazla taşıyamayacağının sinyalini vererek titrediğinde yere çöktüm. Kafamı kapıya yaslayıp gözlerimi kapattım ve bu evden olabildiğince uzaklaştığımı hayal ettim. “Bırak, Yavuz. Kalsın orada. Ergen işte. Canı ne zaman isterse o zaman çıkar.” Diye homurdandığını duydum Şebnem’in. Dişlerimi birbirine kenetleyerek, dudaklarımdan bir küfür kaçmasına engel olmaya çalıştım. “Bütün gün it köpekle uğraştığım yetmiyor gibi bir de eve gelip ruh hastası kızımla uğraşıyorum. Yemin ederim bezdim artık.” Diye yanıtladı karısını babam. Yumruklarımı sıktım. “Ne var bıraksaydın girseydi konservatuar sınavına. Kazanır giderdi belki, biz de kafa dinlerdik.” Şebnem’in haklı olduğu tek nokta burasıydı sanırım. Çünkü babam beni engellemeseydi zaten amacım çekip gitmekti. “Şarkıcı olup milleti mi eğlendirecek? Girer seneye adam akıllı bir yere. O zaman gönderirim.” Derken sesi uzaktan gelmeye başlamıştı. Kapının önünden çekilmiş olmalılardı. En azından kavganın sona ermiş olmasının rahatlığıyla, kendimi sıktığım için kaskatı kesilmiş bedenimi rahat bıraktım. Kollarımı iki yana düşürdüm ve bacaklarımı uzattım. Annem ölene kadar onsuz bir hayatı hiç düşünmemiştim. Kendi ölümümü hayal ettiğimde bile annemi baş ucumda dururken görüyordum. Belki de bu yüzden iki yıldır bir bilinmezliğin ortasında debelenip duruyordum. Bu bir hayatta kalma mücadelesiydi ancak ben bu dünya üzerinde beni sevdiğini düşündüğüm tek insanı yitirince, mücadele edebilme gücümü de kaybetmiştim. İçimde babama karşı, annemin ölümünden bir sene sonra evimize getirdiği üvey anneme karşı ve aslında çevremdeki tüm insanlara karşı da baş edemediğim bir öfke vardı. Yapamıyordum. Ölmeyi dilemediğim bir gün bile geçiremiyorken, nefes almaya devam edemiyordum. Bu ev, bu insanlar, bu mahalle, okulum… Hepsi annem varken anlamlıydı ancak şimdi hiçbirini görmeye tahammülüm yoktu. Kafa dinlerdik demişti Şebnem. Haklıydı. On sekiz yaşımı bitirmek üzereydim. Herkesin kafasını rahat ettirmek için doğru zamandı. Kimsenin bana, benim de kimseye ihtiyacım yoktu. 💔 Derin'in babasının da polis olduğunu düşünmüş müydünüz önceki bölümlerdeki ipuçlarından yola çıkarak? Arık'la Derin çiftini sevdiniz mi peki? Lütfen yorum yapmayı ihmal etmeyin. Fikirlerinizi merak ediyor ve önemsiyorum çünkü. Haftaya heyecanlı bir bölümle görüşmek üzere. Kendinize dikkat edin. 😇 |
0% |