Yeni Üyelik
16.
Bölüm

15.Bölüm-Geçmişin İzleri

@melikemn

💔

Cam kırıklarıyla dolu bir küvetin içine uzanmış, vücudumun her bir yeri kanarken istemeyerek de olsa nefes almaya çalışıyor gibiydim. Kalbimi söküp atabilmeyi, beynimi paramparça edip, susmak bilmeyen düşüncelerimden kurtulmayı diliyordum. Kendi söylediğim sözlere bile kırgındım. Arık’a sırf benim peşimden gelmesin diye sarf ettiğim her bir cümleden nefret etmiştim. Ona yalanları yüzünden öfkelenip, bağırırken bir anda yalan söyleyen taraf ben olmuş, onu kandırmıştım. Oysa aşkın ilk görüşte olanına da inanırdım ben. İki hafta da olanına da… Ona da inanmıştım. Ona aşık olabileceğime de… Ama şimdi daha yolun başındayken mahvettiğimiz bir aşkın etrafa saçılan küllerinden bir yığın vardı avuçlarımın içinde. Ne yapacaktım? O küllerden kurtulmalı mı, yeniden harlamanın bir yolunu mu bulmalıydım?

Arık’ı anlamak istemiyordum ama berbat bir kalbim vardı belli ki çünkü tüm yalanlarına rağmen garip bir şekilde ondan yeterince nefret edemiyordum sanki. Sebeplerini kabul etmek istemesem de, en azından bahane olmadığını düşünüyor, üstüne bir de gerçekten beni sevdiğine inanıyordum. Birine değer verdiğimde gözüm kör mü oluyordu benim? Çınar, Arzu, Babam… Biri bile beni olması gerektiği gibi sevememişken nasıl ben hep en yüksekten sevebilmiştim onları?

Arık… Hayatımın kocaman bir iki haftasına taht kurmuş, bir ömre bedel duyguyu insanlar yıllara sığdıramazken o günlere sığdırmıştı ama günün sonunda elimde yalnızca yine keşkeler kalmıştı.

Keşke her şeyi en baştan anlatsaydı.

Keşke Arzu’yu Sarmaşık’tan çıkarmak için geldiğinde bizi çekip alabilseydi ve keşke o beni Sarmaşık’ta ilk gördüğünde gözlerim onu fark edebilseydi.

Keşke birilerine güvenmek bu kadar zor olmasaydı…

Ondan vazgeçmek istiyordum ama ondan vazgeçesim de yoktu.

Korkunç bir kasvet ele geçirmişti zihnimi ve saatlerdir oturduğum bank iyiden iyiye rahatsızlık vermeye başladığında, usul usul bedenim de aynı kasvetin esiri oluyordu.

Babam Çınar’ın tutuklanması için bir kanıt gerektiğini söylediğinde hızlıca bir plan yapamamıştım aslında. Tek düşündüğüm eğer hala onun yakınında bir yerinde olsaydım, o kanıtı benim bulabileceğimdi çünkü Çınar benim bu tarz işlere bulaşmayacağımdan o kadar emindi ki, benden asla şüphelenmezdi. Saf olduğumu düşünmesinden nefret etsem de bu, işimi oldukça kolaylaştıracak türden bir detaydı.

Eve girdiğimde Arık’la konuşmayı, aramızdaki bilinmezlikleri çözüp halletmeyi ummuştum. Sonra duyduklarım yüzünden afallamış, onunla o evde en azından şu an kalamayacağımı fark etmiştim. Söylediği yalanları hazmetmeye, bir şeyleri kendi içimde sonuca ulaştırmaya ihtiyacım vardı çünkü.

Hızlı düşünmüş, ani karar vermiştim.

Arık’ın peşimden gelmeyeceğinden emin olacak, Çınar’a dönecek, onu içeri tıkıp tamamen hayatımdan çıkarana kadar pes etmeyecektim. Bir aşkın kalan enkazını kaldırmadan bir diğerinin üzerine yeni bir enkaz bırakmasını istemiyordum. Kalbimdeki enkazların bir kısmından kurtulmalıydım.

Sarmaşık’ın loş koridoruna adım attığımda sonunda gözyaşlarım dinmişti ve duruşumu dikleştirmeyi başarmıştım. Kapının önündeki görevliler bana soru sormadı. Onları tanıyordum ama benim içimden de selam vermek gelmediğinden yanlarından sessizce uzaklaştım.

Çınar’ın zafer kazanmış ifadesiyle yüzleşmeye hazırdım. Ona katlanabilecek kadar, bir süre de olsa ona aşıkmış gibi davranabilecek kadar kendimi toparlamıştım. Eh, gözümü de karartmıştım belli ki çünkü olduğum en korkusuz halimdeydim. Onunla savaşmadan, ona kaybedemeyeceğimin artık farkındaydım.

Odasının önüne geldiğimde güçlü bir nefesi ciğerlerime doldurdum. Kapıyı çalmadım. Öylece içeri giriverdim.

Oturduğu sandalyeden hızlıca ayağa fırladı Çınar. Yüzündeki şaşkınlıkla karışık gülümsemesini gördüğümde dünkü sözlerine rağmen onun da geleceğime olan inancının az olduğunu anlamıştım.

“Bebeğim, akşam evde görüşürüz sanıyordum.” dedi yine de bozuntuya vermeyerek.

Boğazıma takılıp kalmış olan ağırlıktan kurtulmak için yutkundum. “Haklıydın.” Dedim sesimi olabildiğince yumuşak tutmaya çalışarak. “Senden başkasıyla yapamam ben.”

Ellerini belime koyup beni kendine çektiğinde zorlukla doladım kollarımı ona. Yeniden ağlamak istiyordum ama belki de akacak gözyaşım kalmadığından, kendimi dizginleyebildim.

“Ah, gülüm. Seni kimsenin benim gibi sevemeyeceğini anladın mı sonunda?” Geri çekilip yanağıma bir öpücük bıraktı. Suratımı buruşturmamak için üstün bir çaba harcamam gerekmişti. “Evet. Anladım.” Diye mırıldandım dünyanın bütün yükünü sırtlamış gibi omuzlarımı düşürürken.

Çınar bir adım benden uzaklaşıp gözlerime baktığında, ifadesi üstünlük taslar bir hal aldı. “Öğrendin değil mi o itin kim olduğunu?”

Dudaklarımı yaladım. “Öğrendim. Her şeyi öğrendim.”

Kaşları havalandı. “Sırf kardeşini bulabilmek için kullandı seni.” Dedi imalı bir sesle. “Nasıl lanetli bir kadınmış sıçıp batırdı hepimizin hayatını. Kocası ayrı abisi ayrı…”

Bir insanın ulaşabileceği en üst yüzsüzlük seviyesi burası olmalıydı. Bütün suçu Arzu’ya atıp kendince işin içinden sıyrılmıştı Çınar. Onun için dünyanın en basit eylemiymişçesine çabuk ve ufacık bir utanç dahi duymadan hem de...

Yüreğime bir ağırlık çöktüğünde geçtiğini sandığım sızı, yeniden baş göstermişti. Arzu… Arık’ın kardeşi… Arık’ın Leylası…

“Çınar… Onlarla ilgili konuşmasak artık olur mu?”

Yüzümü avuçlarının içine aldı. “Sen nasıl istersen güzelim.” Eğilip beni öpmek istediğinde elektrik çarpmış gibi sıçrayarak çekildim geriye. “Beynim karman çorman Çınar. Bir dur. Bana biraz izin ver.” Dedim sıkıntılı bir sesle, abartı tepkimi açıklamaya çalışarak. Anlayışla kafasını salladı Çınar. Anlayışlı olduğu anların süresi üç saniyeyi geçmediğinden bunu kullanmam gerekiyordu.

“Ama bazı şartlarım var çünkü eskiye dönmek istemiyorum yine seninle.” Dedim uyarırcasına. Merakla kaşlarını çattı. “Şart mı? Kabul edelim ki bana şart sunacak konumda sayılmazsın. İki haftadır elin adamının yanında ne bok yedin belli değil. Beni önce ihbar ettin sonra vurmaya kalktın bir de bacağımdan bıçakladın. Şu sakinliğim bile sana bir lütuf.” İnanılmazdı. Tehditkar haline bürünmesi bir dakika bile sürmemişti.

Tüm zırvalıkları karşısında onu yumruklamak istemiş olsam da, yalnızca gözlerimi devirmekle yetindim sözlerine. “Arzu’yla yatmışsın. Arzu ortada yok hala. Ne düşünmeliydim tam olarak? Avrupa tatiline gitmedi herhalde bu kadın.”

Çınar’ın yüz ifadesi gerildi. Onu kışkırtmak gibi bir niyetim yoktu ama kelimelerin dudaklarımdan dökülmesine de engel olamamıştım. Hem tümüyle her şeyi kabul ettiğime o da inanmazdı bence. İşi yokuşa sürmek, hikayemi kuvvetlendirirdi.

Birkaç saniye koyu kahverengi gözlerini benimkilere sabitledi. Ne görmeyi beklediğini bilmiyordum ama duruşumu bozmadım ya da bakışlarımı kaçırmadım. O yeryüzündeki en iyi oyuncu olabilirdi ama ben de bir şeyler öğrenmiştim.

Sonunda pes eder gibi gevşedi vücudu. “Tamam.” Dedi beni kendine çekerken. Ellerimi korumacı bir tavırla göğsüne koyup, aramızdaki mesafenin daha fazla kapanmasını önlemeye çalıştım.

“Öncelikle… Sarmaşık’ta çalışmaya devam etmem. Burayla bir bağım olsun istemiyorum artık.”

Alaylı bir tavır takındı Çınar. “Evimin kadını olacağım mı diyorsun?”

Oflayarak başımı yana eğdim. “Ne dersen artık.” Diye geveledim ağzımda.

Burnunu saçlarımın arasına yaslayıp iç çekti. “Anlaştık.”

Boğazımı temizleyip stresle alt dudağımı ısırdım. “Bir de…” bunu ona nasıl kabul ettireceğimi uzun uzadıya düşünmemiştim ama yapmak zorundaydım. “O evde kalmam.” Dedim biraz alıngan bir ses tonu kullanarak. Duymamış gibi kulak kabarttı bana. “Arzu’yla seviştiğin odaya geri dönecek halim yok ya Çınar. Başka bir yer bul.”

“Diğer yatak odasını hazırlatırım bizim için. Orayı kapatırız. Girmeyiz bir daha.”

İtiraz ettim. “İstemem. Önünden geçerken bile aklıma gelecek şimdi. Düşününce bile tüylerim ürperiyor zaten.” Suratımı buruşturdum. “Ben senin ihanetini kabul edip geldim buraya ama sen de bir zahmet kötü anıları silmek için çabalayıver.”

Birkaç saniye ciddi bir ifadeyle düşündü. Bir karar vermeye çalışıyordu ama zorlandığı belliydi. Sözlerimi kafasında tarttı, evirdi çevirdi. En sonunda stresle derin bir nefes bıraktı dışarı. İtiraz etmeyeceğini anlayınca aniden aklıma bir fikir gelmiş gibi hareketlendim. “Çayyolu'ndaki eve götür. Hem daha güvenli orası. Apartman dairesi. En azından sen yokken Arzu’nun başka bir akrabası çıkıp evi tarayacak mı diye korkmam.” Dedim iğneleyici bir ses tonuyla.

Oraya birkaç kez gitmiştim yalnızca. Çınar’ın gizli sığınağı gibiydi. Yalnız kalmak istediğinde giderdi ya da her ne iş karıştırıyorsa işte. Garip bir korumacılığı vardı o eve karşı. Bu yüzden ne bulacaksam da orada bulacağıma neredeyse emindim.

Çınar bıkkın bir ses tonuyla girdi söze. “Orada iş toplantılarını yapıyoruz. Kapalı bayadır hem. Tadilatta. Ben bile gitmiyorum kaç haftadır.”

İnatçı bir tavırla direttim fikrimi. “Dayalı döşeli ev. Ne tadilatı? Sen bizim için daha güzel bir ev ayarlayana kadar idare ederim orada.” Parmağımı usulca yüzünde gezdirdim. Oradan boynunda, oradan da iki düğmesini açık bıraktığı gömleğinin kenarında… Yarım yamalak bir gülümsemeyle dudaklarını yaladı. Ben ise tiksintiyle suratımı buruşturmak üzereydim.

“Hem… Sevmiştim ben orayı. Hatırlasana. Hani 2022’de… Sevgililer gününde… Götürmüştün ya beni.”

Kafasında bir şeyleri tartıyordu hala. Benim onun karıştırdığı işleri öğreneceğimden şüphelenmediğine emindim. Muhtemelen ben oradayken gelebilecek kişilerden çekiniyordu. “Eğer iş toplantısı yapman gerekirse de odaya kapatırım kendimi. Çıkmam söz.” Diyerek ikna edici olmayı denedim.

Masaya yaslanıp beni üzerine çekerken karmaşıktı ifadesi. “Nereden geldi aklına senin o ev?”

Sıradan bir tavırla dudağımı büzdüm. “Elli tane evin mi var Çınar? Bildiğim iki tane zaten. Villaya gitmek istemiyorum ben. Otele mi yerleşeyim?”

Hızlıca itiraz etti sözlerime. “Bir daha dibimden ayırmam seni.”

Beklenti dolu gözlerle bakmaya başladığımda iç çekti pes edercesine. “İyi. Tamam. Kemal götürsün madem.”

Kendi içimde zaferimi kutlarken yüzümde sıradan bir ifade vardı. “Kemal iyileşti mi ki?” diye sordum ev konusunu onun kafasından uzaklaştırmak için. Tekrar bir iç savaşa girip, kararını sorgulamasını istemiyordum.

Belli belirsiz başını salladı Çınar.

“Giderken eve uğrayıp eşyalarımı alayım. Telefonum ve cüzdanım da oradaydı en son.” Dedim. Cüzdanıma gerek yoktu ama telefonumu verse iyi olurdu.

Beni usulca kendinden uzaklaştırıp masanın arkasına geçti ve üst çekmeceyi açıp içinden telefonu aldı. “Bende.” Diye geveledi ama aniden anlam veremediğim bir gerginliğe bürünmüştü.

“Alabilir miyim?”

Telefonu yeniden çekmeceye koydu. “Sonra.”

Daha geleli on dakika bile olmamıştı ancak şimdiden saçma sapan oyunları ve cezaları başlamıştı. Onunla kaç gün geçirmem gerekecekti bilmiyordum ama Allah yardımcım olsundu. Umarım bu işin sonunda o hapse girerdi. Ben değil…

Normal şartlarda kavga çıkarmam lazımdı ama o an bunu yapmadım. Üstelik suyuna gitmek için değil sadece. Ufak bir kaosu bile kaldıramayacak kadar bitkindim.

“Peki…” diye mırıldandım çaresizce.

Çınar’ın memnun ifadesi sinirlerimi bozmuştu ama yine de gülümsemesine karşılık verebildiğimi umdum.

Kendi telefonunu çıkardı cebinden. Ardından kulağına götürdü ve daha üç saniye geçmemişti ki konuşmaya başladı. “Kemal, yengeni eve bırakacaksın.” Bana eliyle odadan çıkmamı işaret ettiğinde arkamı döndüm.

“Hayır, Çayyolu'ndakine.”

“Sana ne lan?”

“Hadi çıkıyor şimdi getir arabayı.”

Ben kapı kolunu kavradığımda, “Derin.” Dedi. Telefonu kapatmıştı demek ki.

Omzumun üzerinden baktım ona. “Yeşil bir elbisen var ya senin.” Dudağının kenarı sinsi bir tebessüm için kıvrıldı. “Onu giy akşam.”

Stresten midem düğümlendiğinde kusmuğum neredeyse ağzıma kadar gelmişti. Konuşacak gücü bulamadığımda kafamı sallamakla yetindim ve aceleyle dışarı çıktım. Planımın sonunu getiremezsem nasıl korkunç bir hayatın içine düşeceğimi düşündüm.

Çınar’dan en kısa zamanda kurtulmak zorundaydım.

Koridorda öylece durup başıma gelenleri bir kez daha hazmetmek için çabalayabilirdim ama yapmadım. Kendime bir görev yüklemiş, bir amaç belirlemiştim. Şimdiye kadar belki çok güçlü olamamıştım ama artık Yeşim değildim. Derin’dim. Şebnem’e baş kaldıran, babasına meydan okuyan Derin… Hırçın Karadeniz kızı. Buruk bir gülümseme belirdi dudaklarımın ucunda. Halledecektim.

Duruşumu dikleştirip hareketlendim. Caddeye ulaştığımda Kemal çoktan arabayı Sarmaşık’ın önüne getirmişti. Beni fark ettiğinde gelip arka kapıyı açtı ve binmem için beklemeye başladı. Her zamanki mesafeli tavrıyla dikiliyordu önümde. “Geçmiş olsun.” Dedim yanından geçerken. Başını sallamakla yetindi ve ben koltuğa oturduğumda kapımı kapatıp şoför koltuğuna yerleşti.

“Önce diğer eve gidelim. Eşyalarımı alacağım.” Dedim düz bir sesle. Dikiz aynasından bana baktı. “Tamam yenge.”

Onunla günlük güneşlik sohbetler etmeyeceğimizi bildiğimden yola çevirdim gözlerimi. Camı hafifçe aralayıp ekim rüzgarının yüzüme vurmasını ve beni bir nebze kendime getirmesini diledim.

Yüreğim düğüm düğümdü. Arık’la ilgili düşüncelerim susmak bilmiyor, beni yiyip bitiriyordu. Neyin acısını çektiğimin bile tam anlamıyla farkında değilken, bu acıyla ölüp gideceğimi hissediyordum. Aklımın almadığı bir hayal kırıklığı yaşamıştım ve ona aklının alamayacağı bir hayal kırıklığı bırakmıştım evden çıkarken. Gözlerindeki hüznü, sesindeki çaresizliği beynimin içinde dönüp duruyordu. Çınar’a geldim diye nasıl bir kadın olduğumu düşünüyordu kim bilir. Salak mı? Saf mı? Ya da… Bir fahişe mi… Bundan sonra onunla bir geleceğim var mıydı kestiremiyordum ama beni kötü hatırlayacak olması bile tek başına beni mahvedecek kadar yakıyordu canımı. Söylediği tüm yalanlara rağmen ben onu kötü hatırlayamazdım ama. Öfkeliydim. Kırgındım. Yine de benim için yaptıklarını unutamazdım. Minnet duygumu kaybedemezdim.

Yaşaran gözlerimi kuruladım. “İyi misin yenge?” diye sordu Kemal dikiz aynasından bakarken. Derin bir iç çektim. “İyiyim. Rüzgardan oldu.”

Yutkundum.

Kırmızı ışıkta durduğumuzda omzunun üzerinden baktı Kemal. “Ben… Tekrar gelmezsin sanıyordum.” Dedi muhtemelen daha fazla içinde tutamayarak. O kadar haklıydı ki, histerik bir kahkaha döküldü dudaklarımdan. “Ben de…” diye mırıldandım kısık sesle. “Hayat işte. Dönüp dolaşıp kürkçü dükkanına dönüyor insan demek ki.”

Yeniden hareket etmek için yola çevirdi gözlerini Kemal. Ellerimi göğsümün ortasına koyup ciğerime bir bıçak gibi saplanmış nefesimi zorlukla attım dışarı. Bir rüyanın içinde olmayı diledim. Gözlerimi araladığımda İpek’in yatağında uyanıp, Arık’a kahvaltı hazırladığım ana dönmeyi… Onun beni öptüğü güne gidip orada asılı kalmayı diledim. Ona daha yeni alışmıştım. Kokusuna, dokunuşuna… Olayların bu noktaya gelmesine neden engel olamamıştık aklım almıyordu ve bu, canımı yakan sorulardan yalnızca bir tanesiydi.

💔💔

Kemal anahtarı kilide sokup çevirdiğinde usulca aralandı evin çelik kapısı. İçeri adım atarken kalbimde gerginlikle karışmış bir heyecan dolanıyordu.

“Abim bir iki saate gelir.” Dedi Kemal yüzüme bakmadan. “Ben kapının önündeyim o gelene kadar. Bir şey lazım olursa söylersin.”

Diğer evden çok fazla eşyamı almamıştım. Temelli yerleşmeyeceğimi umarak birkaç günlük kıyafet ve iç çamaşırı koymuştum yalnızca ve bir de Çınar’ın bahsettiği yeşil elbiseyi eklemiştim. Tam çıkarken aklıma başka bir şey gelmişti ve dönüp kırmızı elbisemi de sokuşturuvermiştim çantanın içine. Onu yeniden giyebileceğim bir gün olur muydu bilmiyordum ama gözümün önünde durmasını istemiştim. Bana Arık'ı hatırlatacak bir detaya ihtiyacım vardı. Gerçi bir saniye bile aklımdan çıkmamıştı şu ana kadar ama, yine de görmekle hayal etmek aynı şey değildi.

Başımı sallamakla yetindim Kemal’e ve içeri adım atıp kapıyı örttüm. Sırtımı yaslayıp iç çekerken stresimden kurtulmayı denedim. Çınar için hazırlanmalıydım. Olabildiğince normal davranmalı, benim hala aynı, her şeyden habersiz Derin olduğuma inanmasını sağlamalıydım.

Uzun ve geniş koridoru geçip odaya ilerlerken eve bir göz gezdirdim. Çınar tadilat var demişti ama ne bir değişiklik ne de kırık dökük bir yer görmüştüm. Beni vazgeçirmek için bir bahaneydi belli ki. Demek ki gerçekten bu ev sandığımdan daha önemliydi.

Çantamı yatak odasına taşıyıp, fermuarını açtım. Önce maşamı çıkarıp dresuarın üzerindeki prize taktım. Sonra da makyaj malzemelerimi aynanın önüne dizdim. Küçük pufa oturup aynadaki solmuş yüzüme baktım. Ela gözlerimin etrafı kızarmış, ufak tefek sivilcelerim sinirlerimi bozacak kadar belirginleşmişti. Ellerimle, kabaran saçlarımı omuzlarımdan arkaya attım.

Dalgalı saçların beline kadar iniyordu…

Çok güzeldin…

Kirpiklerimi kırpıştırıp Arık’ın beynimin içinde yankılanan cümlelerini uzaklaştırdım. Dikkatimin ona kayıp durmasına engel olmalıydım ama bu o kadar zordu ki, bir türlü başaramıyordum. Duruşumu dikleştirip aynaya yansıyan görüntüme odaklandım tekrar. Sahte bir gülümseme için kıvırdım dudaklarımı. Kendimi buna alıştırmalıydım.

Çok ağır sayılmayacak bir makyaj yapmıştım. Maşayla şekil verdiğim saçlarım, çıplak olan kollarımı ve omzumu sarıyordu. Çınar’ın bahsettiği yeşil elbiseyi geçirdim üzerime ve siyah, kısa topuklu ayakkabılarımı giydim. Neredeyse bir saat olmuştu eve geleli ve hazırdım.

Kapı çaldığında Çınar’ın sipariş verdiği yemekleri masaya diziyordum. Dakikalardır provasını yaptığım tebessümü yerleştirdim yüzüme ve gidip sakince kapıyı araladım.

“Gülüm… Çok güzelsin yine.” Dedi Çınar içeri geçerken. Eğilip yanağıma bir öpücük kondurdu. “Sana bir hediye aldım.” Elindeki küçük paketi uzattı. Bana çok sık hediye alırdı aslında ama henüz benim neyi beğeneceğimi çözememişti. Bu yüzden beklentimi de yüksek tutmadım.

Belli ki o da benim beğenmemi pek umursamıyordu.

“Ne ki bu?” diye sordum merakla. Belimden tutup ilerlemem için ittirirken ukala bir ifade takındı. “Yemeğimizi yiyelim. Açarız birlikte.”

Onu tek bir kafa hareketiyle onaylayıp, paketi masanın ucuna bıraktım. Çınar daha ben oturmadan gelip sandalyemi çekti. “Buyurun prenses.”

Bana beklediğimden iyi davranıyor olmasına şaşırmıştım. Oysa kızacağına inandığım çok fazla şey yaşanmıştı şu iki haftada. Bu kadar çabuk eskiye dönmesi hatta anlam veremediğim bir şekilde eskisinden daha kibar olması beni ürkütüyordu.

“Bak, burayı yeni keşfettim. Umarım seversin yemeklerini.” Dedi karşımdaki sandalyeye otururken. Gülümsedim. “Severim eminim. Zevklisindir sen.”

Usulca başını salladı. “Biliyorum. Hayatımdaki kadın sensin. Dünyanın en zevkli erkeğiyim ben.”

Beklenmedik iltifatları yüzünden gerildiğim için gözlerimi onun üzerinden çektim. Ortadaki tabaklardaki birkaç çeşit yemeği, önüme doldurdum ve sırf Çınar’la gereksiz bir sohbet etmek zorunda kalmayayım diye, hızlıca yemeye başladım.

Bu geceyi atlatırsam, yarın bütün gün evde tek başıma olacaktım. Buranın gerekirse altını üstüne getirir işime yarayacak bir şeyler bulurdum. Birkaç gün süre vermiştim kendime ancak şimdi anlıyordum ki Çınar’a o kadar uzun zaman katlanamayacaktım.

Kirpiklerimin altından kaldırdım gözlerimi. Tümüyle yemeğine odaklanmış Çınar’ı izledim birkaç saniye. Kasılan yüz hatlarının, önündeki yemekleri yerken ki ciddiyetinin ve anlam veremediğim sakinliğinin sebebini düşündüm. Sonunda sabredemediğimden boğazımı temizleyerek söze girdim. “Şikayetini geri almışsın ama yine de mahkeme bana para cezası verirmiş.” Dedim boşalan tabağımın üzerine çatalımı ve kaşığımı bıraktıktan sonra, sırtımı geriye yaslarken.

Soğuk bir kıkırtı döküldü dudaklarından. “Hallederiz gülüm, merak etme.”

Aniden başını kaldırdığında alev saçan gözleri gözlerimi buldu. Sinirli miydi yoksa gerçekten mutlu muydu anlayamıyordum. Hep duygularını çok iyi gizleyebilen bir insan olmuştu zaten. Bu yüzden sürekli kafamı karıştırıyordu.

“İyileşti mi bacağın?” diye sordum tepkisini ölçebilmek için.

“İyiyim.”

“Çakı nerede?”

Bir an için durup dikkatle inceledi yüzümü. “Saklıyorum. Anı sonuçta.” Dedi imalı bir sesle. Midem kasıldığında çok yanlış bir konuya giriş yaptığımı fark ettim ama çok geçti. Tedirgin olarak boğazımı temizledim. “Tadilat var dedin ama geldiğimde kimse yoktu.”

Kaşları çatıldı. “Gönderdim herkesi.”

Bacağımı sallamaya başladığımı fark edince tek elimi dizimin üzerine koydum. “Yemekler güzelmiş gerçekten.”

Çınar dirseklerini masaya yaslayıp ellerini önünde birleştirdi. Sırtını dikleştirdi ve gözleriyle, masanın kenarına bıraktığım paketi işaret etti. “Hediyeni aç artık.”

Yüzüme yine bir gülümseme yerleştirdiğimde, hiç de aceleci olmayan bir tavırla uzandım pakete. Merak ediyordum ama telaşlı görünmek istemedim. Kırmızı, parlak hediye paketinin bantlarını çözdüm. Bir yandan da elimle dokunarak ne olduğunu anlamaya çalışıyordum. Sonunda içinden bir makas çıktığında ise afalladım.

“Makas?” diye mırıldandım anlam veremeyerek. Çınar sandalyesini geriye itip ayaklandı. Temkinli adımlarla yanıma yaklaştı ve ani bir hamleyle arkama geçip ellerini omuzlarıma koydu.

“Derin…” diye girdi söze otoriter bir sesle. “O adam… Sana dokundu mu?”

Mideme korkunç bir ağrı girdi. Hızlıca sağa sola salladım kafamı. “Hayır. Elbette dokunmadı.”

Ellerini biraz bastırdığında omzum acımıştı ama sesimi çıkarmadım. “Yalan söyleme.” Dedi öfkeyle. Değişen ruh hali ve itaatkar dokunuşu yüzünden kaskatı kesilmiş olan bedenimi gevşetmek istedim ama beni sandalyeye yapıştırmıştı sanki. Bir santim dahi kımıldamama izin vermedi.

“Çınar… Yemin ede…” sıçramama sebep olacak kadar yüksek bir sesle bağırdığında sustum. “Yalan söyleme bana!”

Bıraktığımdan daha farklı bir Çınar görmeyi beklememiştim zaten ancak içimde bir korkunun kök salmasına engel olamadım. Onun alışık olduğum yüzü buydu ama günlerdir ondan uzaktayken takındığım meydan okuyan tavrımı şu an takınamıyor olmak canımı sıkmıştı.

“Söylemiyorum. Yemin ederim.”

Çınar yavaşça eğildi ve omzumun üzerinden uzattı başını. Tüm o sakin, ilgili erkek numaralarının altından bir şey çıkacağını tahmin etmiştim.

Buğulu gözlerimi ona çevirdim.

“Gördüm ama.” Dedi dişlerinin arasından. “Emniyette. Koridorda.” Diğer omzumdaki elini çekip saçlarımın arasında gezdirdi. “Böyle okşamıyor muydu saçlarını?” dudakları kulak mememde gezindi birkaç saniye. Midem bulanıyordu ve yediğim bütün yemeği kusacaktım muhtemelen. Çınar bir kez daha, bu defa kulağımın içine doğru bağırdı. “Böyle hissetmedin mi nefesini teninde söyle!” Parmakları saçlarıma dolandığında canımı yakmıştı. Gözlerimi kapattım. Akmak için fırsat kollayan yaşları geri gönderdim ve sakin kalmaya çalıştım.

Beni öldürmezdi.

Öldürmeyeceğini biliyordum.

En azından bugün…

Sabırlı olmalıydım. Ondan sonsuza kadar kurtulmak istiyorsam, alttan almak zorundaydım.

“Olmadı bir şey!” diye gürledim o saçlarımdan çekiştirip beni ayağa kaldırdığında. Saç diplerim yanmaya başladığı için suratımı buruşturdum.

Çınar bir eli hala saçlarımdayken diğeriyle masanın üzerindeki makasa uzandı. Beni kendine çevirdi ve makasın ucunu yanağıma sürttü. “Al.” Dedi emredici bir tonla. Bir makasla bana yapabileceklerini düşünmek istemediğimden sadece aldım ve ciğerimi patlatmak için uğraşan nefesimi zorlukla bıraktım dışarı.

“Banyoya.” Diye emretti saçlarımdaki ellerini çekerken. Sessizce dediğini yapıp ilerlemeye başladım ve banyoya girip lavabonun önünde durdum. En sonunda bir damla yaş yanaklarımdan süzüldüğünde “Kes.” Dedi Çınar. Neyden bahsettiğini anlamadığım için suratımı buruşturdum. Sırtını duvara yaslayıp kollarını göğsünde birleştirdi. Bakışlarımı aynaya çevirdiğimde tekrar etti. “Kes.” Gözleriyle saçlarımı işaret ettiğinde bir damla daha düştü.

Dalgalı saçların beline kadar iniyordu…

Çok güzeldin…

Nefes dahi almak istemediğim için mıh gibi kapattığım dudaklarımı araladım usulca. “Çınar… Lütfen…” şimdi bu makası ona çevirip karnına sokabilir, esaretimden kurtulabilirdim. Beni o kadar küçük görüyordu ki, burada baş başayken makası ona doğrultabileceğim aklının ucundan geçmezdi. Önce titreyen parmaklarımın arasındaki makasa, ardından Çınar’ın aynadaki yansımasına baktım. Tek hamle. Tam kalbine saplardım.

Hapse girmek, ona katlanmaktan çok daha kolay olmaz mıydı?

Stresle kirpiklerimi kırpıştırdım.

Kardeşimle daha yeni tanışmıştım.

Arık’ın yeşil gözlerini şimdiden özlemiştim.

Allah’ım… Ben bu adamdan nasıl kurtulacaktım? Bir yol bulmak zorundaydım. Bir an önce bu evden çekip gitmemi sağlayacak bir kanıta ihtiyacım vardı.

Kolumu kaldırıp omzumun üzerinden göğsüme topladığım saçlarıma geçirdim makası. “Biraz daha.” Diye uyardı Çınar. Dişlerim birbirine bastırmaktan kırılacaktı sanki. Gözümden akan yaşlar hızlanmış, titremem artmıştı.

Yeniden nefes almak istedim ama bu defa da organlarım buna izin vermiyordu. Boğulacak gibiydim. Belki de çözümü buydu. Ölecek, bu işkenceden kurtulacaktım.

Gözlerimi kapattım ve tek seferde kapattım makasın ağzını. Ayaklarımın ucuna düşen saçlarıma bakmadım. Sadece hıçkırığa dönüşen ağlamamın bitmesini umdum.

“Güzel.” Dedi memnun bir ses tonuyla Çınar. “Sen bana geçmişi unutmak için şartlar sunabiliyorsan, ben de geçmişi unutmak için bir şeyler yapmalıydım değil mi? Yoksa gidip o adamı öldürmemi mi tercih ederdin?”

Aceleyle iki yana salladım başımı. Yeniden yüzüne baktığımda hiç olmadığı kadar rahatlamış görünüyordu. Bana doğru eğilip omzuma bir öpücük kondurdu. “Kısa saç da yakıştı.” Diye mırıldandı. “Güzele ne yakışmaz zaten.”

Göğüs kafesim şiddetle inip kalkarken, hala elimde sımsıkı tuttuğum makası fırlatırcasına bıraktım önümdeki lavabonun yanına. Ellerimi yaslayıp kafamı öne eğdim ve bana yaşattığı bu berbat duygular için ondan bir kez daha nefret ettim. “Özür dilerim anne.” Diye fısıldadım onun duyamayacağı bir sesle.

“Şimdi odaya geç sen.” Dedi Çınar yine midemi bulandıran bir otoriteyle. “Yarın ben gelene kadar biraz oturup kafa dinlersin. Belli ki hapiste pek vaktin olmamış kafa dinlemeye.”

O kadar şaşırmamıştım ki sözlerine, ona tepkisiz gözlerle bakmaktan ötesini yapmadım. “Peki…”

Hayatının mahvolduğuna şahit olacaktım. Çınar Paşalı’nın ömrünün sonuna kadar gün yüzü göremeyeceğinden emin olana kadar peşini bırakmayacaktım. Bana yaşattığı tüm berbat duyguların karşılığını alana kadar onunla savaşacaktım.

"Yemin olsun ki..." diye mırıldandım kendi kendime.

Yemin olsun ki...

 

19 Ağustos 2024

Bar taburesinde otururken, üzerimdeki kırmızı elbisenin eteğini düzeltmeye uğraşıyordum. Birazdan sahneye çıkacaktım ancak üzerimde öyle bir kasvet vardı ki, kolumu dahi kaldırmak istememiştim. Dirseklerimi yasladığım barın üzerine eğilip fısıltıyla seslendim Uras’a. “Pişt.”

Şaşkınlıkla yüzünü bana çevirdi Uras. “Efendim abla.”

Suratıma sevimli bir ifade yerleştirmeye çalıştım. “Bir iki kadeh bir şey ver be. Hiç enerjim yok bugün.”

Uras tereddütle yaklaştı yanıma ve alçalttı sesini o da. “Abla, sahneye çıkmadan içmezsin ki sen. Çınar abi sorun çıkarmasın sonra.”

Çınar’ın sorun çıkarmadığı herhangi bir şey yoktu ki zaten bu hayatta. Çaresizce oflayarak yeniden önüme döndüm.

“Kızım, alkolik olacaksın böyle giderse.” Dedi Arzu hemen yanımda belirdiğinde. Gözlerimi devirdim. “İçmiyorum ki! Düzenli olarak içki istiyorum anca, o kadar. Elli kere istiyorsam, birinde veriyor zaten sadece.”

İmalı bir gülümseme belirdi yüzünde. “Toparla kendini. Sahnene az kaldı.”

Küçük bir çocuk gibi omuz silktim. “Hiç tadım yok.”

İşaret parmağıyla omzumu dürterken bakışları gölgelenmişti. Kocaman, kahverengi gözlerini bir noktaya sabitlediğinde, gülümsemesi de soldu. “Kalk hadi, oturma burada. Geliyorum birazdan ben de.”

Hareketlendiğinde uzanıp yakaladım kolunu. “Nereye be?”

Tereddütlü bir sesle girdi söze. “Tanıdık birini gördüm sanki. Gidip bakacağım.”

Bazen çok esrarengiz birine dönüşüyordu ama bu hallerine de alışmıştım artık. O yüzden sorgulamadım. “Tamam. Sahneye çıkmadan gel ama. Saçımı bir toparlayalım. Uğraşamadım ben.”

Arzu kapının önündeki kalabalığa dikkatle bakmayı sürdürürken kafasını sağa soa salladı. “Azıcık kes kızım şu saçları. Saçak saçak geziyorsun.”

Avucumun içinde toplayıp, omzumun üzerinden neredeyse karnıma kadar inen saçlarımda gezdirdim ellerimi. “En son annem kesmişti. Dokunmam bir daha. Kırıklarını alırım arada o kadar. Hem o, bir kadını gösteren saçıdır derdi hep. Tarardı böyle saatlerce.” İç çektim. “Seviyorum saçlarımı.”

Annemi hatırladığım için buruk bir gülümseme belirdi suratımda. Arzu ise sözlerimin sonuna doğru çoktan ilerlemeye başlamıştı bile. “Kaçtım ben hadi.” Dedi ağzımdan çıkanların hiçbirini duymamış gibi. Peşinden bakarken omuzlarımı düşürdüm. Parmaklarımı saçlarımın arasından geçirirken tek başıma kalmış olmama rağmen gülümsememi soldurmamıştım.

💔

Benim için yazması zor bir bölümdü. Çınar'ın en baştan beri böyle birisi olduğunun farkındayız elbette ama bu kadar net görmemiştik hiçbir zaman. Belki başta yarattığım veya anlattığım karakter daha acımasız ve psikopattı ancak bunun daha üstünde bir şiddet sahnesi yazmaya elim gitmedi. :) Gerekli mesajı ulaştırdığımı düşünüyorum. :) Derin gözünü kararttı. Çınar'dan kurtulmayı da kafasına koydu. Bakalım neler olacak? Bence güzel olacak ama. 🫢

Geçmiş sahnesinin tarihine dikkat etmeyenler için 19 Ağustos. Arık'ın Derin'i ilk gördüğü gün. Gözyaşım pıt. 🥲

Yorumlarınızı bekliyorum. Haftaya görüşmek üzere.

Loading...
0%