Yeni Üyelik
3.
Bölüm

2. Bölüm-Bir İhanet Bin İhanet

@melikemn

💔

19 EYLÜL 2024

Bazen saf bir insan olduğumu düşünürdüm. Beni kandırıp bu sarmaşığa hapseden bir adamdan hala medet umabiliyorsam belki saftan da öte gerçek bir aptaldım. Onu sevmiştim. Onu bu dünya üzerinde yaşayan tüm canlılardan daha çok sevmiştim. Hayatımda değer verdiğim her insanın ihanetine uğramak kaderim miydi bilmiyorum ancak bu yaşıma gelene kadar öğrendiğim bir şey varsa o da kimseye güvenemeyeceğimdi. Babama, benden hayatıyla ilgili gerçekleri gizleyen Arzu’ya, Çınar’a… Belkide on altı yaşımda annem öldüğünde bende bu dünyadan çekip gitmeliydim. “Ben ihbar ettim.” Diye itiraf ettim sonunda. Arık’ın şaşırmasını beklemiştim ancak sanki sadece bildiği bir gerçeği dile getirmiştim.

Tabi ya. Rastgele seçip masaya davet etmediğini tahmin etmeliydim. Nereden bildiği ya da öğrendiği hakkında bir fikrim yoktu ancak belli ki sandığım kadar gizli bir iş yapamamıştım.

“Birazdan buraya bir ekip gelecek. Senden tek istediğim ne biliyorsan ifadende hepsini anlatman.” Dedi Arık. Ben söylediklerini radyodan duyuyormuş gibi dinlerken, etrafımdaki görüntüleri televizyonda oynuyormuş gibi izlerken o bana olacakları aktarmaya devam ediyordu. “Bildiklerin onun tutuklu yargılanmasını sağlayabilir. Bu arada eğer Arzu gerçekten öldürüldüyse ya cesedi ya da ceset kadar kayda değer bir kanıt bulacağım.”

Bu yaşadıklarımın bir son olabileceğine inanmakta zorlandığım için yüreğimde bir umut yeşermesini engellemeye çalışıyordum ancak dedim ya. Sanırım saf bir insandım.

“Sonra?” dedim titreyerek. Üşümüyordum ancak gerilebileceğim en fazla şekilde gerilmiştim. Bedenim adeta buz kesmiş, ellerimi oturduğum sandalyenin yanlarına yaslamış şekilde donup kalmıştım.

“Pavyon yasal. Belgeleri tam. Burada çalışan kimse ceza almaz ya da en fazla ufak bir para cezasıyla kurtulur. Bu bir fuhuş operasyonu değil. Cinayetle ilgisi olabilecek kişiler tutuklanacak sadece. Diğer herkes ifadesi alındıktan sonra serbest bırakılacak.”

Aniden gözlerimi onunkilere çevirdim. “İyi de, benim gidecek bir yerim yok ki...” Bir şeylerin farkına yeni varıyor olmanın ağırlığını yaşadım. “Doğru düzgün param yok. Bu şehirde tanıdığım kimse yok. Geri buraya dönmekten başka çarem yok!” Sesimin gereğinden fazla yükseldiğini fark ederek irkildim. Sadece Çınar’dan kurtulmanın beni bu hayattan pat diye çekip alamayacağı kadar berbat durumdaydım. Çaresizliğime söverken, ufacık umutlarımın da başıma yıkılacağı gerçeğiyle yüzleşmiştim. Zaten ömrümü bu yüzden buraya hapsetmemiş miydim? Başka seçeneğim olmadığı için…

“Şöyle yapalım. Sen ne yapmak istediğine karar verene kadar benim evimde kalırsın. Biraz para ve…” kelimeleri beynime bir balyoz gibi indiğinde öfkeyle ayağa fırladım. Arık cümlesini tamamlamamıştı ama benim sinirim her saniye artıyordu. “Siktir!” diye tısladım dişlerimin arasından. “Pavyonda çalışıyorum diye fahişe mi sandın sen beni?” kolumu tutup oturmam için çekiştirdi ancak hızla geri çekildim. “Kapatman mı olacağım?”

Arık belkide kendini sakinleştirmek için derin bir nefes aldı. “Saçmalama, otur şuraya. Dikkat çekiyorsun.”

Bütün erkekler mi şerefsizdi yoksa ben paratoner gibi şerefsizleri kendime mi çekiyordum? Bir beladan kurtulup öbürüne gidecek kadar da salak değildim ya.

“Ha, siktir.” Dedim bir kez daha ellerimi saçlarımın arasından geçirirken. “Derin.” Dedi kısık sesle konuşmayı sürdürerek. “Sadece yardımcı olmaya çalışıyorum.”

Kaşlarımı havaya kaldırdım. “Neden yapasın ki? Beni tanımıyorsun. Pavyonda çalışan bir kadına neden karşılıksız yardım edesin?” Bir kez daha kolumu tutup beni oturtmak istediğinde bu defa engel olmadım. Saman alevi gibi öfkem söndüğünde fevri davrandığımı kabullenerek biraz sakin olabilmeyi denedim. “Çünkü, insanlar yardıma ihtiyacı olanlara yardım eder. Kimse karşılıksız bir şey yapmadı mı sana daha önce?” Ben küfürler yağdırırken onun karşımda öfkesini bu kadar başarılı şekilde dizginleyebiliyor oluşunu bir nebze kıskanmıştım.

Kafamı olumsuz anlamda sağa sola salladım. Ardından yabani davranışımdan pişman olduğumu belli ederek bakışlarımı ondan çekip yere indirdim. Bir yandan da zihnimde seçeneklerimi tartmaya çalışıyordum. Çınar’ı ihbar eder, hapse attırıp yoluma bakardım ya da sesimi kesip buradaki boktan hayatıma devam ederdim. Gerçekten bu kadar zor bir karar olmamalıydı ancak Arık’ın tek çıkış yolum olması da canımı sıkmıştı.

“Kendime bir plan yapacağım ve defolup gideceğim. Bir, maksimum iki gece evinde kalırım. Kapımı kilitlerim. Paranı da istemem.” Dedim net bir sesle. Önce şimdiden benden bıkmış gibi ofladı ardından da başını sallayarak beni onayladı. “Tamam. Ne diyorsan o. Anlaştık mı?”

Omuz silktim. “Anlaştık.”

Arık sırtını geriye yasladı. Mevzuyu çözmüş olmamız onu rahatlatmıştı belli ki çünkü masanın üzerindeki sigara paketine uzandı ancak Çınar’ın sesi duyulduğu için elini usulca geri çekti.

“Sıkıntı mı var?” diye sordu Çınar Arık’a ancak göz ucuyla beni süzüyordu. Umursamaz bir tavırla gülümsedi Arık. “Hayır. Her şey yolunda.”

Çınar oldukça kızgın göründüğünden ben de aynı şekilde gülümseyerek ortamı yatıştırmak istedim ama işe yaramadı. “Sen benimle gel.” Dedi bana ve cevap beklemeden hızla uzaklaştı. Nefes alışlarımı düzene sokup, hiçbir bir problem olmadığını ispatlamak istercesine sakin bir tavra büründüm. Ayağa kalktım ve düzgün adımlar atmaya çalışarak peşinden ilerledim. Bana, en azından şu an, bir şey yapamayacağını biliyordum ama yine de gerilmiştim. Bu yüzden omzumun üzerinden Arık’a bakıp, izlediğinden emin olmak istedim. Yeniden önüme dönerken Çınar kolumdan yakalayıp beni çekiştirmeye başladı. Kimsenin olmadığı bir yere gelene kadar da durmadı. Odalardan birinin kapısını sertçe açtı ve biz içeri girdikten sonra da gürültüyle kapattı. Öfkeyle beni savurduğunda sırtım duvara çarpttı.

“Ne yapıyorsun lan sen?” diye sordu üzerime yürürken. Nefesimi tuttum. Ondan korkmadığımı söylemiştim ancak sanırım yanılmıştım.

“Ne?” dedim her şeyden habersizmiş gibi. Yüzünde soğuk bir gülümseme belirdi. “Herifin masasına oturmuşsun, bir cilveler, tripler… Kafayı mı yedin?”

En başından beri benim her tavrımı takip ettiğini biliyordum ancak aptalı oynamaya devam ettim. “Sen demişsin. Gitsin otursun demişsin! Ne yapsaydım? Dövse miydim adamı? Müşteri işte. Ne gerekiyorsa onu yaptım.” Kollarımı göğsümde kavuşturdum ve sırtımı dikleştirdim. Çınar biraz daha bana yaklaştı ve beni duvarla kendi arasına sıkıştırdı. “Sen benimle dalga mı geçiyorsun? Tanımıyor muyum ben seni? Ne bu? Kıskanmamı mı istedin? Beni kudurtmak mı istedin? Meydan mı okuyorsun? Yürek mi yedin Yeşim?” Kemal masadaki adamın beni çağırdığını söylediğinde tam olarak bu yüzden gitmeyi kabul etmiştim ancak bunu elbette itiraf etmeyecektim.

Çınar parmağını kolumdan sürüyerek boynuma kadar çıkardı ve elleri aniden boynumu kavradı. “Başardın ama.” Dedi. “Aferin.”

Nefes almakta zorlanıyordum ama yine de kurtulmak için hamle yapmadım. Sadece bekledim. Şovunun bitmesini, belki de bir daha tekrarlanamayacak olan kavgamızın sona ermesini bekledim. “Delirdim!” diye gürledi yüzünü iyice benimkine yaklaştırırken. Yanağı yanağıma yaslandı ve dudakları kulak mememde gezindi. “Bazen unuttuğun için sana böyle ara ara hatırlatmak gerekiyor belli ki.” Elleri biraz olsun gevşediğinde rahat bir nefes koyuverdim. “Benimsin sen.” Dedi kısık sesle. “Ve bu bedene benden başkası dokunamaz.” Belimden tutup beni iyice kendine yasladı. Yutkundum. Dudaklarını boynuma indirip iç çekti. “Nasıl özledim…”

Yaşaran gözlerimi fark etmemesi için kirpiklerimi kırpıştırıp onu ittirmeye çalıştım. “Bırak lütfen. Hiç sırası değil.” Sesli bir şekilde güldü ancak hala çekilmemişti. “Lütfen mi? Kaç gündür ağzıma sıçıyordun. Hayırdır?”

Kalp atışlarım hızlanmıştı ve sebebi ne heyecan ne de arzuydu. Onunla aramızda uzun zamandır gerçek bir yakınlaşma yaşanmamıştı. Şimdi bu halimiz daha öncekilerin aksine yalnızca midemi bulandırıyordu.

“Sana da yaranılmıyor.” Dedim ellerimi göğsüne yaslayıp onu iterken. Çınar birkaç santim geri çekildi. “Git hadi Yeşim. Adamı postala. Sonra da doğru eve.” Ellerinin bedenimle teması kesilince bir saniye için gözlerimi yumup sakinleşebilmek adına iç çektim. Yemin olsun ki o eve de, yatağına da bir daha girmeyecektim. “Tamam.” Arkamı dönüp beni durdurmamasını umarak hızlıca odayı terk ettim.

Arık’ın evi değilde çöplükte yatmam dahi gerekse Çınar’dan kurtulmak için elimden geleni yapacaktım. Artık ona da, dokunuşlarına da, sözlerine de tahammül edemiyordum.

Neredeyse koşar adımlarla tekrar Arık’ın yanına döndüğümde bir nebze gerginliğim azalmıştı. “Benim burada oyalanmanın bir yolunu bulmam gerekiyor.” Çınar’ın gözünün üzerimde olacağını ve Kemal’in de kapıda beklediğini biliyordum. Birkaç dakika sonra yanına gitmezsem olay çıkacağını da…

“Bir şey mi yaptı?” diye sordu Arık endişeyle. Az önce kalktığım sandalyeye tekrar oturup, sesimi en kısık düzeye indirdim. “Kemal kapıda bekliyor. Çınar seni gönderip onunla gitmemi istedi.” Tüm bu anlattıklarıma Arık’ın ne kadar yabancı olduğunu konuşmam sırasında fark ettiğimden ofladım. “Çınar yani masaya gelen kişi işte. Kemal’de onun sağ kolu gibi bir şey.”

Arık kaşlarını havaya kaldırdı. “Ekipler gelene kadar buradan gidemezsin.”

Onu anlamıştım ama o, Çınar’ın yakamı bırakmayacağını pek anlamamış gibiydi. “Olay çıkartır.” Dedim açıklayıcı olmaya çalışarak. “Bu masada oturmaya devam edersem, ortalığı karıştıracak. Sana da bulaşacak.”

Gözleri önce benim hemen arkamdaki bir noktaya ardından da bana döndü. Sonra da dudağının kenarı usulca kıvrıldı. “Ortalığı karıştıracak.” Diye tekrar etti benimle aynı tonlamayı kullanarak. Kafasını öne arkaya salladı ve aniden ayaklandı. “Ondan önce biz karıştıralım o zaman.” Dedikten sonra da elini uzattı. Sözleri bana hiçbir anlam ifade etmediğinden öylece bakmayı sürdürdüm. “Hadi.” Dedi Arık öylece ona güvenip elini tutarak peşinden gitmemden daha normal bir şey yokmuş gibi sıradan bir tavırla.

“Ne yapıyorsun?”

Başını yana eğdi. “Ekipler gelene kadar bize zaman kazandırıyorum.” Kafasından ne geçtiği hakkında ufacık bir fikrim yoktu ancak Kemal’le gitmekten daha iyi bir seçenek olduğu kesindi. Bu yüzden uzattığı eli tutarak ayaklandım. “E, nereye?” İfadesi sinsi bir hal aldı. “Çınar Bey’in odasına.”

Aklını yitirdiğini düşünsem de ona itiraz etmedim. Polisti. İşini bildiğini farz etmem gerekiyordu. Bu yüzden birlikte dar koridoru geçerken endişem gittikçe artıyor da olsa adımlarım yavaşlamadı. Biraz önce bıraktığım elini bir kez daha tutmam için uzattı. Çınar’ın odasının kapısında dikilirken son kez yutkundum ve Arık’ın elimi kavramasına izin verdim.

Kapıyı çalmadan içeri giriverdik. Çınar oturduğu sandalyeden hızla fırladı. Bakışları yüzümle, Arık’la birbirine yapışmış ellerimiz arasında gidip gelirken kalp atışlarım hızlanmıştı. Gerginlik tekrar iyiden iyiye bedenimi ele geçirirken Çınar’ın kahverengi gözleri koyulaştı. Soğuk bir kıkırtı döküldü dudaklarından ve parmaklarını saçlarının arasından geçirdi. “Bu kadın beni katil edecek.” Diye geveledi ağzının içinde. Dişleri birbirine kenetlenmişti.

“Ne vardı?” diye sordu doğrudan Arık’a bakıp.

“Sanırım bu güzellikten ayrı kalamayacağım ben.” Dedi Arık beni kastaderek. “Alıyorum bu gece onu.” Şaşkınlıkla ona döndüm. Kesin kendini vurdurtacaktı.

Çınar bir kez daha, bu defa çok daha yüksek sesli bir kahkaha attı. “Şu yerde bir gün huzur yok bana.” Masanın arkasından çıktı. Yanımıza doğru birkaç adımda ulaşıp Arık’ın tam karşısına dikildi. Bir saniyeliğine bana dönüp öfkeli gözleriyle aklından geçenleri anlamamı sağladı.

“O buradan çıkamaz.”

Aralarındaki bakışma devam ederken kısa süreli bir ölüm sessizliği ortamı ele geçirdi. Arık inatla elimi bırakmıyor, Çınar’a meydan okumayı sürdürüyordu. Ona burada oyalanmam gerektiğini söylerken ikimizi birden öldürterek bunu yapacağı hiç aklıma gelmemişti. “Öyle mi?” diyerek başını yana eğdi. “Burada bir oda tutayım o halde.”

Yemin ediyorum her kelimesiyle daha fazla tansiyonum düşüyordu.

Çınar çevik bir hamleyle beni kolumdan yakalayıp savurdu ve Arık’ın yakasına yapıştı. “Ne diyorsun lan sen?” İttirerek sırtı duvara yaslanana kadar ilerledi. Ben şok içinde olduğum yerde kalakalmışken Arık sırıtıyordu. “Diyorum ki… Yeşim bu gece benimle gelecek.” Kolları iki yana sarkmış halde öylece dururken ve Çınar onun tişörtüne yapışmışken hala bu oyunu sürdürmesi akıl almazdı. Gözleri benim gözlerime çarptığında yapma diye fısıldadım ona. Değmezdi. Benim için değil, operasyon için yapıyordu bunu belki ancak yine de başka bir ton yolu varken değmezdi işte.

Çınar elini beline atıp silahını kavradı ve Arık’ın şakağına yasladı. “Götün yiyorsa söylesene bir daha o dediğini.”

Korku tüm bedenimi ele geçirmiş, beni yiyip bitiriyordu. Bir cinayeti bilmek berbattı ancak ona şahit olmak bambaşka bir boyuttaydı. “Tabi.” Dedi Arık hala kendinden emin duruşunu da ses tonunu da koruyarak. “Yeşim…” dudaklarını yaladı. “Pardon Derin… benimle gelecek.” Allah’ım sen sabır ver! Nasıl çevremde olan her insan delilik boyutunda bir psikopatlığa sahip olabiliyordu? Çınar önce onu sonra da beni vuracak, bu gece tüm umutlarımı da, yirmiüç yıllık hayatımı da toprağın altına gömecekti. Bir şeyler yapmam gerekiyordu ancak aralarına nasıl gireceğim ya da ne diyeceğim konusunda hiçbir fikrim yoktu. Zihnimin içinde sadece Çınar’ın Arzu’yu bu odada nasıl vurduğuyla ilgili hayali görüntüler dolanıyor, midemi ağrıtıyordu.

“Birincisi ona Derin deme! Adı Yeşim.” Çınar silahın ucuyla Arık’ın kafasına vurdu. “İkincisi de ona dokunacak adamın alnını…” Silah sesini duyduğum anda ellerimle kulaklarımı kapattım. İstemsizce dudaklarımdan bir çığlık dökülmüştü ve neler olduğunu anlamam saniyeler sürdü. Görüntüler bulanıktı ve her şey o kadar hızlı gerçekleşiyordu ki beynim karman çorman oldu.

Silah hala Çınar’ın elinde havaya doğrultulmuş şekilde duruyor, Arık onun bileğini tutuyordu. Artık sırtı duvarda değildi hatta o Çınar’ı ittirmeye başlamıştı. “Senin malın mı lan bu kadın?” diye gürledi ilk defa öfkeyle. Ukala gülüşü solmuş yerini ürkütücü bir ifadeye bırakmıştı.

“Malım lan. Sana ne?” diye karşılık verdi Çınar ve aynı anda Arık Çınar’a kafa atıp yere düşmesine neden oldu. Çınar silahı bir kez daha Arık’a çevirmeye kalktı ancak Arık ondan hızlı davranarak ayağıyla bileğine basıp, silahı Çınar’ın elinden düşürdü. Bana gönderdiği kısa süreli bakıştan ne demek istediğini anlayarak hızlıca uzanıp silahı yerden aldım. Soğuk gövdesinden tutarkan ellerim karıncalanmıştı. Defalarca kez silah görmüştüm. Çocukluğumdan beri hem de ancak yalnızca ikinci kez elime alıyordum. İlkinde saniyeler içersinde geri bırakmıştım ancak şimdi bırakmayacaktım.

Çınar’ın silahı… Muhtemelen Arzu’nun canını aldığı silah… Arık’a yardım etmeli, silahı Çınar’ın ulaşamayacağı bir noktaya fırlatmalı hatta belki odadan çıkarmalıydım ama zihnimde öyle bir öfke dolanıyordu ki olması gerekenin aksine gövdesini bırakıp sapını tuttum. Çabucak toparlandım ve Arık’ın ortadan kaldırmam için almamı söylediği silahı yerde yatan Çınar’a doğrulttum. Şimdi ikisi birden kavgayı bırakmış bana bakıyorlardı.

“Derin silahı da alıp çıkar mısın buradan?” dedi Arık bulunduğumuz ortama göre gereğinden fazla kibar bir sesle. Yapmam gereken buydu. Önümde uzun bir hayat olabilirdi. Uzun, Çınar’sız bir hayat ancak ya hiçbir şey düşündüğüm gibi gitmezse ve Çınar ömrünün geri kalanını hapiste geçirmezse? Kanıt bulamadıklarını söylemişti Arık. Arzu’nun cansız bedeni ortalarda yoktu. Benim ifadem yeterli miydi ki? Başka gören ya da duyan olsa bile Çınar’ı satar mıydı? Hem Çınar hapse girse dahi diğer herkes öylece çekip gitmeme izin verir miydi?

Derin bir nefes alıp silahı sıkıca kavradım. “Arzu’yu öldürdün mü Çınar?”

Sanki bir cümle kurmamış, odanın ortasına bir el bombası fırlatmıştım. Çınar’ın şaşkın bakışları altında ezilirken aynı anda Arık’ın onaylamayan gözlerle beni izlediğini de görebiliyordum. “Beni gerçekten vuracak mısın?” diye sordu Çınar biraz da alaylı bir tonlamayla. Arık bir adım geri çekildiğinde toparlanmış, yerden doğrulmuştu. Şimdi sakince ayağa kalkmış, iki metre ötemde dimdik duruyordu. “Arzu’yu öldürdün mü?” diye sordum yüksek sesle yeniden. Önce titreyen ellerime ardından gözlerime baktı. “Hadi güzelim ver şu silahı kapatalım konuyu. Bana kıyamazsın sen unuttun mu? Hem Arzu her şeyi bırakıp çekip gitti dedim ya sana.” Bana doğru uzanınca silahı daha sıkı kavradım. “Yaklaşma Allah’ın cezası! Adam gibi cevap ver bana!” Kalbim yerinden çıkacakmış gibi çarpıyor, tüm bedenim zangır zangır titriyordu ancak her şeyi ağzından duyana kadar buradan gitmeyecektim.

“Derin… Bırak bu işi ben halledeyim.” Dedi Arık. Başımı olumsuz anlamda sağa sola salladım. “Söyle Çınar!” diye bağırdım içimdeki tüm öfkeyi iki kelimeye sığdırarak. Boğazıma yerleşmiş olan hıçkırıkları geri göndererek güçlü durmaya çalıştım.

“Yeşim! Şu silahı indir. İkimizde tetiğe basamayacağını biliyoruz. Daha önce buna şahit olduk. Bırak benim sabrım taşmasın daha fazla.” Diye geveledi Çınar, gözümde beni ikna edebilecek kadar değeri kalmış gibi. Parmağımı tetiğe yasladım. “Bana Yeşim deme artık. Bitti! Yeşim değilim ben!” Ona bir şey yapamayacağımı düşünüyordu çünkü ona bunu defalarca söyleyen bendim aslında ancak şimdi bir şeyler değişmiş gibi hissediyordum.

Yeniden silah sesi kulakları doldurduğunda ateş edenin kendim olduğunu düşünerek korkuyla gözlerimi yumdum. Bir el bileklerimden tutarak kolumu indirdi ve aynı anda kapı gürültüyle açıldı. Görüşümü kazandığımda Arık beklediğimden çok daha yakınımdaydı. Hemen arkamda kollarını omzuma sarmış, sanırım yanlış bir şey yapmama engel olmaya çalışıyordu. Demek ki hala yanlış bir şey yapmamıştım. Bu kime göre, neye göre yanlışsa işte.

Zaten düşmek üzere olan silahı yere attım. Yılların bütün yorgunluğu aniden üzerime çökmüş gibi kendimi bıraktım ve devrilmeme izin vermeyeceğini umarak Arık’a yaslandım. İçeri giren iki polisin Çınar’ı tutuşunu ve o hayal kırıklığı dolu gözlerini bir an olsun üzerimden ayırmazken odadan çıkışlarını izledim. Bir devrin kapandığına inanmak istiyordum ama içime yerleşen kaygılarımla baş edemeyecek kadar halsizdim.

“Korkma.” Dedi Arık gerçekten kendimi iyi hissettiren bir sesle. “Bitti artık.”

Korku duygularımın arasında görünmeyecek kadar küçüktü ancak bunu açıklayacak kadar da gücüm kalmamıştı. “Bitti.” Diye mırıldandım ben de onun gibi…

Bitmişti.

**

Polisleri sevmezdim aslında ancak bunun siyasi hiçbir yanı yoktu. Sadece geçmişim önyargılarıma bir bahaneydi. Çınar’la tanışmamın sebebi bir polisken, onu hayatımdan çıkaran da bir polis olmuştu. Meslekler değildi insanın değerini belirleyen. Kendi tavırlarıydı. Bunu fark etmem uzun zaman almıştı ancak artık biliyordum. Kimi neye göre yargılamam gerektiğini öğrenmiştim.

“Sesin odadan geldiğinden ve maktulün odada olduğundan emin misiniz?” diye sordu bilgisayar başında söylediklerimi kaydeden polis. Hızlıca başımı salladım.

“Sizden başka kimse var mıydı?”

Cevap vermeden önce birkaç saniye bekledim. “Görmedim ama Kemal Çınar’ın yakınından hiç ayrılmaz. Geceleri bile evinin önünde bekler. Eminim o duymuştur ya da belki o da odadaydı bilmiyorum.”

Tuş sesleri beynime balyoz indiriyorlarmış gibi başımı ağrıtıyordu ancak umursamamaya çalıştım. Uykusuzdum. Yorgundum. Eminim bir ağrı kesici aldığımda her şey çok daha berrak olacaktı.

“Anladım.” Dedi polis memuru. Ardından birkaç saniyelik yıllar süren sessizlik odayı ele geçirdi. Yazıcının kağıdı çekişini sonrada yeniden çıkarışının her anını zihnim kaydetti. “İfadenizi imzaladıktan sonra çıkabilirsiniz.” Diyerek iki tane kağıdı uzattı. Ellerimin titremesi geçmemişti ancak yarım yamalak imzamı atabilecek kadar azalmıştı. Geçmemiş olmasında Eylül ayında Ankara gecelerine hakim olan ayazın da etkisi vardı. Gözlerim duvardaki saate takıldı. Beşe geliyordu. Yelkovanın sesi zihnimde bir davul gibiydi ve sanki tokmak kafatasıma vuruyordu.

Polis memuru kağıdın birini aldı diğerini de bana uzattı. “İyi günler.” Dedi ve önündeki bilgisayarına döndü.

Odadan çıktığımda ilk karşılaştığım göz Kemal’inkiydi. Bana onaylamayan bir ifadeyle bakıyor, ne kadar öfkeli olduğunu metrelerce ötemde olmasına rağmen sadece mimikleriyle çok net bir şekilde anlatabiliyordu. Kızlardan bir kaçı bana gözlerini devirdi. Uraz çaresizce omuz silkti. Hepsinin gözünde bir haindim ve şimdi benden öncekinden bile daha çok nefret ediyorlardı. Kimse Arzu’nun ölüp ölmemesiyle ilgilenmiyordu. Çünkü ben Çınar’a ihanet etmiş, onu elevermiştim. Önemli olan tek nokta burasıydı.

Çınar’ı pavyondan çıktıktan sonra hiç görmemiştim. Umuyorum ki yeniden görmem gerekmeyecekti.

Bir sigaraya ihtiyacım vardı.

Derin bir nefes alarak herkesi es geçtim ve kendimi dışarı attım. Hızlıca etrafıma bakındıktan sonra biraz ilerimdeki bankta oturan Arık’ı gördüm. Yanına ilerlerken üşüyor oluşumu yok saymayı deniyordum.

“Sigara?” dedim bankın diğer köşesine otururken. Elimdeki kağıdı da ona uzattım. Önce kağıdı alıp katladı ve pantolonunun cebine koydu. Ardından deri ceketinin cebinden sigara paketini çıkarıp bana uzattı. İçinde beş dal ve bir de çakmak vardı. “Burada olduğuma inanmak zor.” Dedim sigaranın birini dudaklarımın arasına yerleştirirken. Yaktıktan sonra paketini ona geri uzattığımda bir tane de o çıkardı. “Sence senin dışında Çınar aleyhine ifade verecek olan çıkar mı?”

Omuz silktim. “Sanmam.” Kızlar Çınar’a tapıyorlardı. Kemal ona deliler gibi sadıktı. Uraz olayların içinde olmaktan korkuyordu. Adını dahi hatırlamadığım diğer adamları ise tutan şey paraydı ve o da Çınar’da epey mevcuttu.

“Seni eve götüreyim ister misin?”

Konuyla ilgili konuşulacak tonla şey varken şimdilik burada kapanmış olmasına sevinmiştim çünkü beynim patlayacak gibiydi. Öte yandan bir yabancının evinde kalacak olmanın verdiği gerginliği atabilmiş sayılmazdım ancak başka çarem yoktu. Usulca başımı salladım. “Yanımda hiçbir eşyam yok ama…” Sarmaşık’ın olduğu sokaktan bile geçmek istemediğimden gidip eşyalarımı almam da mümkün değildi. Arık ayağa kalkarken ceketini çıkarıp bana uzattı. “Bir şeyler ayarlarız.”

Cekete boş boş bakıyor olduğumu fark ederek gülümsedi. “Donuyor gibi bir halin var. Al hadi.”

Algılarımın kapandığı bir noktaya ulaşmış olduğumu es geçerek gülümsemesine karşılık verdim. “Teşekkür ederim.” İç çekerek ekledim. “Ceket ve diğer her şey için de işte.” Bana göz kırpmakla yetindi. Hareketlendiğinde ben de peşine düştüm. Arabanın olduğu yere gelene kadar iki adım önümden yürüdü ve benimle tekrar iletişim kurmadı. Kilidi açtı. Kapıyı araladı ve oturmam için beklemeye başladı. “Yeni hayatına hazır mısın Derin Ece Tekin?”

Uzun zamandır kimsenin bana tam ismimle seslenmediğini fark ederek iç çektim. “Hazırım.” Dedim.

Ne kadar hazır olduğumu zaman gösterecekti.

12 EKİM 2020

Şaşkın gözlerim ortamı hızlıca tararken, daha sıkı tuttum Çınar’ın elini. “Demek burası senin.” Dedim hala tam anlamıyla emin olamayarak. Ne iş yaptığını umursadığımdan değildi ancak bulunduğumuz mekanın pek masum görünmediğini de kabul etmek lazımdı.

“Sayılır. Ben işletiyorum diyelim.” Diye yanıtladı beni. Derin bir nefes aldım. “Değişik. Daha önce hiç, bir pavyon görmemiştim.”

Çınar beni kendine çekip, başımı omzuna yasladı. “Sandığın gibi değil. Aile gibidir burada herkes. Sende onların prensesi olacaksın çünkü Prensin göz bebeğisin.” Saçlarımın arasına ıslak bir öpücük kondurdu. Kelimeleri gevşememi sağlamış hatta yüzümde belli belirsiz bir gülümseme belirmesine neden olmuştu.

“Şimdi sana bir sahne ismi bulalım.” Dedi hareketlendiğinde. Parmaklarımın arasına geçirdiği parmaklarını sıkarak beni de peşinden sürüklüyordu. Masaları, bar kısmını ve sahneyi geçip sahnenin hemen arkasında ki mikrofonun önüne kadar da durmadı. “Sahne ismi mi? Neden?”

Bakışlarım onunla mikrofon arasında gidip gelirken heyecanlanmıştım. Çınar boşta olan eliyle saçlarımı düzeltti. “Sen en büyük hayalim şarkı söylemek dememiş miydin?”

Şok olmuş bir şekilde onu izlerken gülümsedi. “Bir yerden başlayalım değil mi Derin Ece Tekin?”

Konservatuara gidememiştim ancak Çınar her şeye rağmen bana bir şeyleri başarabileceğimi düşündürtüyordu. Beni kendi etrafımda döndürüp, baştan ayağa süzerken düşünceli bir tavır takındı. “Yeşim…” diye mırıldandı. “Yeşim diyelim sana. İsmini her söylediğimde gözlerin gelsin aklıma.”

Durdum. “Yeşim taşı yeşil olur. Benim gözlerim yeşil değil ki ela.” Dedim birazda alıngan bir sesle. Çınar ani bir hamleyle omuzlarımdan tutup beni mikrofonun hemen arkasındaki aynaya çevirdi. “Herkesin gördüğü o.” Elini yanağımda ve gözümün çevresinde gezdirdi. “İrislerini çevreleyen yeşilleri ben görüyorum yalnızca.” Yanağıma bir öpücük bıraktıktan sonra aynadaki yansımamıza baktı. “Hem, ben yanında değilken bile o gözlerin sadece bana ait olduğunu hissettirir sana.”

Gönlümü alması birkaç saniye sürmüştü yalnızca ve şimdi yüzümde yine bir gülümseme vardı. “Yeşim…” diye geveledim ağzımda. “Sevdim.”

“Yeşim…” diye tekrar etti ardımdan. “Benim Yeşim’im.”

💔

2. bölümden bu kadar olay olur mu diyorsanız henüz benim hiçbir kitabımı okumadınız demektir. :) Yıllar önce wattpad ve facebookta (ne kadar yaşlıyım siz düşünün.) kaoslarımla meşhurdum. Aradan geçen on yıl benden bir şey alıp götürmedi hatta üzerine ekledi bile diyebiliriz. Siz de yorumlarınız ve tabi ki beğenilerinizle beni desteklerseniz mutlu olurum ve daha büyük bir şevkle yazarım. :)

Arık Ulusoy bitti dedi ancak elbette bitmedi. Daha yeni başlıyoruz.

Haftaya 3. bölümde görüşmek üzere.

Loading...
0%