Yeni Üyelik
4.
Bölüm

3. Bölüm-Ölü Duygular Mezarlığı

@melikemn

💔

Bir balık kaç saniye suyun yüzeyinde durabilirdi? Kaç saniye sonunda nefesi kesilir, ölümle yüzleşirdi? Ben bir balıktım sanki ve içinde yaşadığım su tükenmişti. Bundan sonraki hayatıma devam etmek için yeni bir okyanusa ihtiyacım vardı.

Arık elindeki kahve kupasını bana uzattıktan sonra gelip yanıma çöktü. Evinin küçük balkonunda bağdaş kurmuş oturuyordum ve yeni yeni yüzünü göstermeye başlayan güneş sanki ışık değil de buz saçıyormuşçasına daha çok üşütüyordu beni. Oysa ben sıcağı severdim. Aylardan Ağustosu, Saatlerden öğlen on ikiyi… Soğuk kendimi savunmasız hissetmeme neden oluyordu. Hayatımın geri kalan diğer tüm anları gibi…

“Tişört yakışmış.” Dedi Arık yarım yamalak bir gülümsemeyle. Üzerime iki beden büyük gelen, siyah tişörtüne ve belimden düşmesin diye saç tokamla bağladığım aynı renk eşofman altına baktım yeniden. “Değil mi ama? Farklı bir hava kattı bence bana.”

Başını sallayıp onayladı. Ardından gözlerini caddeden geçen arabalara çevirdi. Evi birinci kattaydı ve yol kenarındaydı. Bu yüzden oldukça gürültülüydü. Onun hayatının merkezindeki gürültüyle benimki ne kadar da farklıydı. Benim için insanların yüksek sesli kahkahaları bir gürültüydü mesela. Kırılan bardaklar, şişeler… Bazen hıçkırıklar… Şimdi sadece geçen arabaların seslerini duymak huzurlu bile sayılabilirdi.

“Aç mısın?” diye sordu birkaç saniyelik sessizliğin ardından. Hayır anlamında salladım kafamı. Sonra da sıcak kahveden bir yudum aldım. Sade Filtre kahve… İçmeyeli yıllar olmuştu. Tadı damağımda anlam veremediğim bir hüzün bıraktı.

“Ne iş yapıyordun orada?”

Sorusu kulağa yargılayıcı geliyordu ancak alınmadım. Bunun yerine dizlerimi göğsüme kadar çekip kollarımı da üzerine koydum ve çenemi de kollarıma yasladım. Ellerimin arasındaki bardakla ısınmaya çalışıyordum. “Sahneye çıkıyorum bazen. Güzel şarkı söylerim ben. Başlarda masalara gidiyordum ama sonra Çınar istemedi. Gerçi başta gitmemi isteyen de oydu. O ne derse o olur Sarmaşık’ta. Benim inadım ve masalardan gelen şikayetler yüzünden bir gün lanet olsun dedi ve vazgeçti.” Tepkisini ölçebilmek adına bir saniye duraksadım. İfadesiz bir şekilde dinlediğini fark edince devam ettim. “Kötü bir şey yapmadım ama. Çınar’ın gözbebeğiydim ya güya ben. Kimseyi yanaştırmazdı yanıma. Kimseyle göndermez, kimseyi dokundurtmazdı.” İç çektim. Bazı yalanlara inanmak insana güzel hissettirirdi. Bu yüzden bazen yalan olduğunu bile bile inanırdı insan.

“Peki o zaman, sence neden en yakın arkadaşını öldürdü?” diye sordu bu defa da Arık. Yüzü gölgelenmişti sanki. Bir cinayet polisini ölüm kelimesi ürpertir miydi?

Çınar’ın Arzu’yla ne derdi vardı bilmiyordum. Günlerdir kafamın içinde dönen tek soruydu ve cevabı henüz bende yoktu. Omuz silktim. “Bilmiyorum.” Sonra da Çınarlı anılara dalmamak için konuyu değiştirmeye çalıştım. “Sen anlat. Bekar mısın mesela?” aklıma ilk gelen soruyu sormuştum ancak en olmayacak olandan başladığımı sonradan fark ettim. Evde bir kadın yaşıyor gibi değildi gerçi ancak kız arkadaşı ya da nişanlısı falan da olabilirdi sonuçta. “Beni ilgilendirmez tabi de.” Diye ekledim daha o cevap vermeden.

Arık hiç aceleci olmayan bir tavırla hatta gereğinden fazla yavaş hareket ederek kahvesinden bir yudum aldı. Merak ettiğimden değildi ancak cevabı geciktirmesi beni sabırsızlandırmıştı. “Evet.” Dedi en sonunda. Aniden gelen bir cesaretle devam ettim. “Kaç yaşındasın?”

Dudağının kenarına kondurduğu ufak gülümsemesi genişledi. “Otuz.” Onu ilk gördüğümde doğru tahmin etmiştim demek ki. “Nerelisin?”

Başını geriye atıp duvara yasladı. “Antep.” Arzu’nun ölümünden bahsederken büründüğü kasvetli tavrı geri döndü. Bir saniye için bekleyip ciğerlerine güçlü bir nefes doldurdu. Sonra da kafasını yavaşça bana çevirdi. “Sen?” Belli ki memleketiyle ilgili güzel anıları yoktu.

Babam Maraşlıydı ancak ben onu da onunla ilgili diğer her şeyi de hayatımdan çıkaralı çok olmuştu. “Giresun.” Dedim. Annemin doğup büyüdüğü şehirdi. Her yaz tatile giderdik ve ömrümün en güzel zamanlarını orada geçirmiştim.

Kaşlarını kaldırdı. “Karadeniz kızı.” Memnun bir ifadeyle büzdü dudağını. “İnatçı, hırçın…”

Hırçın hallerim çoktan geçip gitmişti ya da birileri içimdeki hırçın kadını öldürmüştü.

“Silahı kapıp Çınar’a doğrulttuğunda anlamam gerekirdi.” Diye yorum yaptı Arık. O anı hatırlamak beni utandırdı. “Biraz fazla oldu tabi o.” Açıklamak istedim ancak sonrasında bir polisle aynı odadayken başka birine silah doğrultup onu vurmaya kalkmak pek açıklanabilir gibi gelmedi. Çınar'ı vuramazdım ancak bunu yalnızca ben biliyordun.

“Neyse ki silahım arabadaydı ve ortamda yalnızca bir silah vardı.” dedi yarı alaylı bir tonlamayla. Bu konuyu da hiç konuşasım olmadığından gülümsemekle yetindim sözlerine.

“Neden polis oldun ki?” diye sordum konuyu tekrar benden uzaklaştırmaya çalışarak.

Düşündü. “Etraf piç kurusu doluydu ve sadece izlemekle yetinemedim.” Dedi sonunda düz bir sesle. O da kendiyle ilgili konular konuşulurken en az benim kadar rahatsız oluyor gibiydi. Kimin nereden yaralandığını ve hangi yarasının hala kanıyor olduğunu tahmin etmek zordu. “Gerçi…” diye mırıldandım biraz da ortamı yumuşatmak için. “Polis olmak için doğmuşsun sanki. Tavırların, bakışların, tipin tam yani.”

Sözlerim Arık’ı güldürdü. Ben de bir tebessümle eşlik ettim ona. “Çok polis tanıdın sanırım.” Dedi kaşlarını kaldırıp, alaylı bir tonlama kullanarak. Omuz silktim. “Eh, kayda değer sayıda tanıdım diyelim.” Onun az önce yaptığı gibi ben de başımı duvara yasladım. Tanıdığım hiçbir polis onun kadar yardımsever değildi ancak bunu cümlemin sonuna eklemeyecektim. Gözlerimi doğmakta olan güneşe çevirdim. Ardından esnediğimde Arık derin bir nefes aldı. “Hadi bakalım. Sen biraz uyu.”

İtiraz edesim vardı ancak uyku karabasan gibi çökmüştü üzerime. Bu yüzden onunla aynı anda ayağa kalktım. Arık içeri geçip evin iki odasından birinin kapısını araladı. “Kız kardeşim geldiğinde açılıyor sadece bu oda. Her defasında nevresimleri değiştirip öyle gider. İçin rahat olsun.” Gözlerim küçük ama sevimli odada dolandı. Tek kişilik, mor çiçekli nevresimleri olan yatağa, iki kapılı beyaz dolaba ve camın hemen önündeki yemek masasından bozma çalışma masasına baktım. Üzerinde, içinde Arık’ın da olduğu üç kişilik bir fotoğraf duruyordu. Muhtemelen diğerleri de annesi ve kız kardeşiydi. Buraya gelince ona sormak istediğim daha fazla soru birikmişti zihnime ancak şimdi sırası değildi.

“Teşekkür ederim.” Diye mırıldandım. Bugün ki kaçıncı teşekkürüm olduğunu sayamamıştım bile. Arık elini omzuma koydu. “Teşekkür etme artık.” Bana acıyor muydu? Düştüğüm durum dışardan bakıldığında bana epey acınası görünmüştü. “İyi geceler Derin.”

Yatağın yanına doğru birkaç adım attım. “İyi geceler Arık.” Ona abi dememi ister miydi acaba? Aramızda yedi yaş vardı sonuçta. Ağzım pek abi lafına alışık değildi çünkü büyük küçük herkes bana abla ya da yenge derdi ve ben onlara sadece isimleriyle seslenirdim ama bu ev boyutlar arası yolculuk yapmışım gibi hissettirmişti. Bu yüzden belki burada hitaplar konusunda da değişiklik yapmam gerekebilirdi.

Arık kapıyı kapattı ve arkasından adım sesleri kulaklarıma ulaştı. Diğer oda hemen bu odanın yanındaydı. Demek ki henüz uyumayacaktı. Yıllar sürmüş gibi gelen gece son bulmuş, gün aydınlanmış ve tek başıma kaldığımda yorgunluk tüm bedenimi sarmalamıştı. Önce geri dönüp kapının kilidini çevirdim sonra da yatağa uzanıp ellerimi başımın altına yerleştirdim. Bir an önce kendimi uykunun kollarına teslim etmek istiyordum ancak beynimin içindeki düşünceler susmak bilmiyordu. Çınar hapise girse, ceza alsa ve benim hayatımdan tamamen çıkıp gitse bile Sarmaşık beni bırakır mıydı? Çınar’ın hep bahsettiği ancak benim hiç görmediğim abileri vardı. Herkese rağmen gerçekten tek başıma yeni bir hayat kurmam mümkün müydü?

Birisi boğazımı sıkıyormuş gibi nefesim daraldı. Yatakta sırt üstü dönüp bacaklarımı topladım. Gözlerimi yumdum ve zihnimi en azından şimdilik temizlemeye çalıştım. Aradan kaç dakika geçtiğini bilmiyordum ancak sonunda uyku bedenimi ele geçirdiğinde gerçeklikle rüya birbirine karışmış, beynimin içinde kaybolmuştum.

**

Salonda, kapının hemen üstünde asılı duran saate gözlerim takılmış, saniyelerdir hatta belki dakikalardır yelkovan ve akrebe dalıp gitmiştim. Dört saate yakın uyumuş olmalıydım ancak hiç dinlenmiş hissetmiyordum. Siyah, üçlü koltuğun köşesine sinmiş bir halde otururken bir kez daha film şeridi gibi geçip giden anıların arasına gömülmüştüm.

Arık evde miydi bilmiyordum çünkü uyandığımdan beri onu görmemiştim. Öğlen olmuştu. En son ne zaman yemek yediğim hakkında bir fikrim yoktu. Sanırım açlıktan midem bulanmaya başlamıştı. Yabancı bir evde kafama göre yemek hazırlamaya kalkmak istemiyordum ama en azından atıştırmalık bir şeyler bulsam fena olmazdı. Üzerimdeki ölü toprağını atıp ayaklandım. Beklediğimden küçük olan mutfağa girip şöyle bir etrafa göz gezdirdim. Yuvarlak, ahşap rengi masanın üzerinde tost makinesi duruyordu. Hiç yoktan iyiydi.

Çekinerek de olsa buzdolabını açıp tostun içine koyabileceğim bir şeyler aradım ancak dolap neredeyse boştu. Alt rafta bulduğum beyaz peynir ve domatesten başka seçeneğim yok gibiydi.

Kapının kolunda asılı poşetin içindeki iki ekmekten birini aldım ve ortadan ikiye kestim. Tost makinesini prize taktım. Ekmeği açıp malzemeleri yerleştirirken kendi kendime şarkı mırıldanıyordum.

“Günaydın.”

Tost yapmıyor da, atomu parçalıyormuş gibi odaklandığımdan, Arık’ın sesini duyunca yerimden sıçradım ve az daha elimi kesiyordum. “Günaydın.” Dedim biraz da mahçup olarak. Sora da adamın mutfağını sormadan etmeden ele geçirmemiş gibi yüzsüz yüzsüz domates kesmeye devam ettim. “Özür dilerim.” Diye ekledim aceleyle. “Yani sana soramadım kullanabilir miyim bunları diye çünkü evde olup olmadığını bile bilmiyordum ve en son dün öğlen falan yemek yemiş olmalıyım…”

Gece üzerinde olan her bir zerresi siyah kıyafetlerden kurtulmuştu. Beyaz, geniş bir tişört ve siyah, düşük bel bir eşofman giymişti. Belki de havanın karanlığından dolayı fark etmediğim buğday teni, beyazla oldukça tezat durmuş, garip bir şekilde yeşil gözlerini iyice ortaya çıkarmıştı. “Bir şartla özrünü kabul ederim.” Dedi ben ilk defa görüyormuş gibi onu incelemeyi sürdürürken. Omzunu kapının pervazına yaslamış, kollarını da göğsünde bağlamıştı.

Kaşlarımı çattığımda gülümsedi. “Bir tostta bana yaparsan.”

Rahat bir nefes koyuverdim. “Yaparım tabi.” Dedim aynı şekilde gülümseyerek. Domatesleri de ekmeğin içine koyarken konuşmaya devam ettim. “Dolapta pek bir şey yoktu ama sever misin domatesli ve beyaz peynirli?”

Ondan tarafa bakmadığımdan yanıma kadar geldiğini fark etmedim. Tezgaha yaslanmış pür dikkat beni izliyordu. “Alışveriş yapacak vaktim olmadı.” Derken hemen önündeki dolaptan bir çaydanlık çıkardı. “Hallederim bir ara.”

Omuz silktim. Beni ilgilendirmezdi sonuçta. Ben en kısa zamanda kendime kalacak bir yer bulup gidecektim.

Arık çeşmeden çaydanlığı doldururken ben de yaptığım tostları makineye yerleştirdim.

“Çınar’ı mahkemeye çıkaracaklar yarın sabah.” Dedi sıradan bir sohbet havasında. Bir saniye için duraksadım. Elbette ufacık bir an bile aklımdan çıkmıyordu yaşananlar ancak her sesli dile getirildiğinde irkiliyordum.

“Sen… en azından bugünlük burada kal. Çıkma dışarı olur mu? Mahkeme sonuçlanana kadar.” Diye sürdürdü sözlerini. Kalp atışlarım hızlanmıştı. Başımın çaresine bakmam gerekiyordu ancak önümü görebilmem için de önce Çınar’ın hayatımdan çıkması lazımdı. Başımı sallayıp onayladım onu. “Giyecek bir şeyler bulsam iyi olurdu ama. En azından gidip bir iki parça kıyafetimi alsam.” Sarmaşık’ın olduğu semtten bile geçmek istemiyordum ancak Arık’ın üzerime çuval geçirmişim gibi görünen giysileriyle de duramazdım. Aramızda kısa bir sessizlik oldu. “Aşağı caddede bir mağaza var. Gidip bakarız.”

Hızlıca itiraz ettim. “Beş kuruş param yok. Hatta yanımda cüzdanım bile yok. Alamam.”

Çöpümü dahi almadan çıktığım için kendime kızdım. Ben masaya oturduğumda Arık da karşıma geçti. “Ben…” gece söylediklerimi hatırlamış olacak ki sustu. Parasını kabul etmeyeceğimi anlamasına sevinerek odağımı tost makinesine verdim. Küçük işlere büyük dikkatler vermek terapi gibiydi.

“Borç olsun.” Dedi aradan biraz zaman geçtiğinde. Ciddi olup olmadığını anlayabilmek adına yüzünü incelemeye koyuldum. “Paran olduğunda ödersin.”

Sarmaşık’a gitmemin tehlikeli olacağını düşünüyordu belli ki. Haksız sayılmazdı. Benden nefret eden tonla insan vardı orada ve biriyle karşılaştığımda alacağımı tepkiyi kestirmek zordu. Öte yandan benim için daha fazla iyilik yapmasını kabul edemezdim. Bir erkeğin egemenliğinden kurtulup bir başkasına muhtaç olmak istemiyordum. Arık’ın kötü bir niyeti olduğunu düşünmüyordum ancak yine de…

Ofladım. Çaresiz kalmaktan bu kadar nefret ederken nasıl oluyordu da her defasında bütün çarelerim tükenmiş gibi hissedebiliyordum?

“Borç.” Dedim en sonunda pes ederek. “Söz ver. Ödediğimde kabul edeceksin.”

Başını sallayarak onayladı beni. Beklenti dolu bakışları üzerime sabitlendiğinden inadım kırılmıştı. “Peki.”

Çayı demlerken yüzünde memnun bir ifade belirmişti. Tost makinesini kurcalama işine son verip sandalyeye oturdum. Yapacak başka işim kalmadığından onun çaydanlıkla verdiği mücadeleyi izliyordum. Demliğe dördüncü kaşık çayı da atmak üzereyken tekrar ayaklandım. “Yuh yani. On kilo çay koydun.” Diye çıkıştım kendimi tutamayarak. Çay hassas noktamdo.

Arık omzunun üzerinden bana baktı. “Fazla mı oldu?”

Kaşlarımı çattım. “Hiç çay demlemedin mi hayatında?”

Omuz silkti. “Demledim.” Dedi pek de emin değilmiş gibi. “Birkaç kez.” Yanına yaklaşıp elindeki çaydanlığı aldım. “Otuz yaşındasın, tek başına yaşıyorsun ve sadece birkaç kez mi çay demledin? Çay içmiyorsan… Ne yapıyorsun ki bu evde?”

Ben sadece hobi olarak bile durup durup çay içerdim. Hatta bazen yalnızca çayla kahvaltı eder, her yemeğin arkasından da çay içmeden masadan kalkmazdım. Böyle düşününce de normal olan Arık mıydı yoksa ben miydim karar verememiştim.

“Evde pek vakit geçirmiyorum diyelim.” Diye yanıtladı sorumu. Kız arkadaşı yoktu ve vaktinin çoğunu dışarıda geçiriyordu. Onunla ilgili her şeyi bu kadar merak ediyor olmam beni bile rahatsız etmişti ancak yine çenemi tutamadım. “Yoğun bir gece hayatımız var herhalde.” Dedim hafif alaylı bir tonlama kullanarak. Ellerini tam ocağın yanında tezgaha yaslamıştı. Çaydanlığı ocağa koymak için hareketlendim ancak mutfak küçük olduğundan yanından geçecek yer bulamamıştım. Arık hareketlendi. Aynı anda ben de ileri adım attığımda çarpıştık ve az daha bütün sıcak su ikimizi de yakıyordu. “Ay.” Diye bağırdım korkuyla. Elime sıçrayan su yüzünden öne eğilip çaydanlığı fırlatırcasına ocağa bıraktım. Arık’la bu kadar yakın durmayı sorun ettiğimden değildi tabi ancak nefes aldığımda dün akşam ki parfümün kokusu bir kez daha burnuma dolduğunda afalladım.

“Ben ayak altından çekileyim en iyisi.” Dedi panikleyerek ama hareket etmemişti. Dağınık saçlarım yüzüne çarptığında gergince boğazını temizledi. “Geç sen.” Duruşunu dikleştirip tezgaha yaslandı. Yaşadığımız, muhtemelen anlamsız, andan hızlıca çıkıp tüm dikkatimi ocaktaki çaydanlığa verdim. Hatta o kadar konsantre olmuştum ki az daha çaydanlıkla sohbet etmeye başlayacaktım.

“Gece hayatım yok.” Dedi Arık aradan belki de dakikalar geçtikten sonra. Bir yandan da tost makinesindeki tostları çıkarıp, tabaklara koyuyordu. “Ama dışarıda çok fazla katil var.” Oysa sorumun cevabını hiç alamayacağımı düşünmüştüm. Unutmamış olmasına şaşırdım. “Haklısın.” Dedim düz bir sesle. Belki de onunla bu kadar çabuk kaynaşmamalıydım. Sonuçta onu da geride bırakıp çekip gidecektim. Hayatıma yeni arkadaşlar alacak kadar insanlara güvenmiyordum. Artık bu şehri sevmiyordum bile. Kimseyi tanımadığım, hiçbir yerini bilmediğim başka bir yerde devam edecektim yaşamaya. Tüm anılardan kurtulabileceğim bir yerde…

Dudakları tekrar söze başlamak için aralandığında telefonun sesi aramıza girdi. Cebindeki telefonu kulağına götürdü Arık. “Öyle mi?” dedi birkaç saniye geçtikten sonra. “Anladım. Tamam. Gelip bakacağım.” Bir an için koyulaşan bakışları benimkine çarptı. “Anladım dedim ya lan. Çıkıyorum birazdan.” Daha telefonu kapatmadan hareketlenmişti. İçimden bir ses kiminle, ne konuştuğunu bilmesem dahi beni de ilgilendiren bir konu olduğunu söylüyordu. Ben meraklı gözlerle onu izlerken, birkaç saniye sonra yeniden yanıma geldi. “Otelde, sizin odanızda bir delil bulmuşlar.”

Göğsümün ortasına güçlü bir ağırlık çöktü. Zaten bildiğim bir gerçeği yeni öğreniyormuşum gibi afalladım. Oysa odanın altını üstüne getirdiğimi sanıyordum ancak demek ki gözümden kaçırmış, her ne buldularsa ben onun delil olduğunu anlayacak kadar dikkat etmemiştim. Duyduklarıma sevinmeliydim belki de ancak ne hissetmem gerektiğini kestiremiyordum. Arzu ölmüştü. Onu Çınar öldürmüştü ve ikisi de birkaç gün arayla tamamen hayatımdan çıkmışlardı. Arzu’nun ölümünün benim kaçış biletim olması kendimi bok gibi hissettirdiğinden, ne yazık ki içimde iyi bir şeyler bulmakta zorlanıyordum.

“Ne bulmuşlar?” diye sordum sesimin titrememesine özen göstererek. Arık omuz silkti. “Gidince öğreneceğim.”

Gerginliğim artıyordu ama idare etmeye çalışıyordum. Bir iki saat sonra öğrensem meraktan ya da endişeden ölmezdim. Nefesim daralıyordu ancak duruşumu bozmadım. Yalnızca destek alabilmek adına tek elimi masaya koydum. Arık’ın hazırlanmasını takip ederken ve bana ne yapmam gerektiğiyle ilgili verdiği telkinleri dinlerken kafamı toparlamaya uğraşıyordum.

“Bu gece göreve gitmem gerekiyor. Yarın mahkemeden sonra gelirim. Kanıt sağlamsa muhtemelen tutuklanacak ama ne olur ne olmaz diye tekrar söylüyorum. En azından ben dönene kadar evden çıkma.” Mutfak kapısının önüne geldiğinde altına dar, siyah bir pantolun giymişti. Siyah tişörtü elindeydi ve üstü çıplaktı. Diğer elindeki tuşlu telefonu bana uzattı. Garip görünmemesi için gözlerimi kaçırmamaya çalıştım ancak o karşımda yarı çıplak durduğundan tüm dikkatim dağılmıştı. “Eski hattım. Arayan olursa açma. Telefon numaram içinde kayıtlı. Şarj aleti salonda çekmecede. Şarjını doldur. Ne olursa olsun hemen beni ara. Anlaştık mı?” Normal şartlarda emrivaki sıraladığı cümleleri sinir bozucu bulabilirdim ancak endişeli tavrı ve hala giyinmediği tişörtü yüzünden cevap verememiştim. Delil yüzünden mi böyleydi mahkeme yüzünden mi emin olamadım. Ya da belki bana söylemediği başka bir şeyler vardı. Tişörtü giymediğinin farkında bile değil gibiydi. Yarın döndüğünde, ona soracağım sorular listem uzayıp gidiyordu. Görünen o ki bugün saatler geçmek bilmeyecekti.

“Derin?” dedi uyarırcasına. Gözlerimin belli bir noktaya dalıp gittiğini ve onu gerçekten de saniyeler boyunca cevapsız bıraktığımı o an fark edebildim. Uzanıp elindeki telefonu aldım. “Şey… Tamam. Tamam evde dönmeni beklerim.” Dedim yarım ağız. Yine ona güvenmekten başka seçeneğim yoktu. Arık bir kez daha içeri döndü. Mutfak kapısının önünden geçip dış kapıya yöneldiğinde tamamen giyinmiş, silahını kemerine geçiriyordu. Peşine düştüm. “Dikkatli ol. Kendi evin gibi davran. İstediğin her şeyi yapabilirsin.” Dedi botlarını giyerken. Kendimi bir robot gibi hissetmiştim. Tüm komutlarını sadece onaylıyordum.

Kapıyı açmadan önce son kez yeşil gözlerini gözlerime dikti. “Görüşürüz.”

Berbat ruh halime rağmen güven verici olmaya çalışarak gülümsedim. “Görüşürüz.” Çıkıp gittiğinde ve kapı arkasından hızla kapandığında derin bir nefes aldım. Şimdi saniyeleri saymaya başlayabilirdim.

**

Arık’ın verdiği telefonu kurcalarken beynimin içinde de onu duyuyordum sanki. Anlam veremediğim otoriter sesiyle bir şekilde her şeye beni ikna edebiliyor oluşu akıl almazdı. Asi biri miydim? Belki. Yıllar önce babama karşı öyleydim mesela. Bu yüzden evden kaçmamış mıydım zaten? Çınar’a karşı hiç asi olamamıştım ama. Onunla tanıştığımda, ona aşık olduğumu fark ettiğimde ve o beni çalışmam için pavyona götürüp, sonrasında oraya hapsettiğinde bile… Garip bir hikayemiz vardı. On sekiz yaşımdayken karşıma çıkmış, her şeyiyle benim ilkim olmuştu. Dünya üzerinde sorgusuz sualsiz güvendiğim tek insandı. Bu yüzden bir pavyon işlettiğini öğrendiğimde hatta orada şarkı söylemem için beni ikna ettiğinde dahi hiç güvenim sarsılmamıştı. On dokuz yaşımda benden birinin masasına oturmamı istediği ana kadar onun bana olan sevgisinden şüphe etmemiştim de ayrıca. Sonra bir şeyler değişmişti. Ya benim aklım başıma gelmişti ya onun sevgisi azalmıştı emin değildim. Aramızda ucu bucağı olmayan kavgalar başlamış, ben kızlarla birlikte otelde yaşamaya karar vermiş, kendimce onu terk etmiştim. Oysa belki o zaman kaçıp gidebilseydim, hiç bu noktalara gelmezdim. Olmamıştı. Evden kaçtıktan sonra sığındığım limandı Çınar. Babamın bile beni sevmediği bu dünyada bana mutlu olmayı öğretmişti. Sonrasında en büyük mutsuzlukları ve hayal kırıklıklarını da yaşatmıştı ancak her şey için çok geçti. Çünkü Çınar’ın bir özelliği vardı. Değer verdiği şey her ne olursa olsun dozu hiç ayarlayamazdı. Bana karşı hissettiği aşk ya da takıntı her neyse onunda dozunu kaçırmış, ondan vazgeçebileceğimi anladığı anda beni bir fanusun içine kapatmıştı adeta. Sarmaşık’ta kızlar işten çıkar, kendi hayatlarını yaşamaya devam ederlerdi mesela ancak benim Çınar’dan başka gidecek yerim hiç olmamıştı. İzin vermemişti. Bu yüzden benimle alışverişe gelir, benimle yemek yer, benimle iş toplantılarına katılırdı. Kemal’le birlikte arabada beklerdim çoğunlukla ancak bir şekilde hep gözünün önünde, yakınında dururdum.

Arzu hayatımıza girdiğinde biraz olsun gevşemişti ancak yine de Çınar’dı işte. Arzu’yla aynı odayı paylaşmama ses çıkarmamıştı en azından. Daha az evine götürüyor, bana kendince özel alan ayırıyordu. Bu bir karakter gelişimi sayılmazdı ancak eh, Çınar için Nirvana'ydı.

Onu sevmeyi bırakıp bırakmadığımı düşünmeye fırsatım olmamıştı hiç. Her yerdeydi, her anımdaydı. O kadar ben gibiydi ki onsuz bir hayatı hayal etmeye çalışmam yıllarımı aldı. Onu istemediğimi defalarca kez söylememe rağmen gerçekten bırakabileceğimi fark etmemi sağlayan Arzu olmuştu. Çınar takıntılıydı ve kolay kolay peşimi bırakmazdı da ancak imkansız değildi. Bir yolu bulunur demişti Arzu. Seni yiyip bitirmesine izin verme…

Ah be arkadaşım… Ne yaşadın, neden bu noktaya geldin hiç bilmiyordum ama keşke birlikte veda edebilseydik o bok çukuruna. Yeni hayatımızı, yeni işimizi belki yaşayacağımız şehri birlikte seçebilseydik…

Yaşaran gözlerimi kurulamak için iyice ovuşturdum. Kendime bir plan yapacak, bundan sonra Arzu için de daha güçlü devam edecektim hayatıma…

Saat sabahın dördüydü ve benim zihnimde hala aynı konular dolanıp duruyordu. Arık birkaç kez mesaj atmış, iyi olup olmadığımı öğrenmek istemişti. Bana bu kadar güzel davranması da canımı sıkmaya başlamıştı. Kötü bir şey değildi elbette ancak sanırım bünyem kaldırmıyordu. Yüreğimde anlamsız bir şüphenin dolanmasına neden oluyordu. Sanki bu kadar mükemmel olması imkansızdı. Ayrıca parfümünün kokusu evin her yerini sarmış gibiydi. Zihnimi bulandırıyordu.

Saçma sapan düşünceleri kafamdan uzaklaştırıp biraz olsun uyuyabilmek için gözlerimi kapattım. Belli ki huzurlu bir uykuya dalamayacaktım ancak en azından gerçeklikten biraz uzaklaşabilmiştim.

Telefon çalmaya başlayınca neredeyse sıçrayarak kalktım yataktan. Bir saniye için durup dünyaya dönmeye çalıştım. Algılarımın açıldığından emin olunca yastığın yanına koyduğum telefonu elime aldım. Ekranda Arık’ın ismini görünce ise boğazımı temizleyip telefonu açtım.

“Efendim?”

Arık’ın gergin sesini duyduğumda sanki görüyormuş gibi oturduğum yerde toparlandım. “Tutuksuz yargılanacak.” Dedi. İki kelime başıma birer kaya parçası gibi çarptı. Uykum aniden tümüyle açılmıştı.

Nefesimi tuttum.

“Arzu eşyalarının arasında bir mektup bırakmış. Senin için. İntihar etmiş olabileceğinden şüpheleniyorlar.”

Sözlerini anlamlandırmaya çalışıyordum ancak beynim bulanmıştı. Kaskatı kesilmiş bedenimi hareket ettirmeyi, telaşımı yatıştırmak adına kalkıp yürümeyi denedim. “Siktirsinler! Arzu yapmaz.” Dedim. Değer verdiğim tek insanın dünyasının dışına itilmiştim. Neler yaşadığını, nelerle boğuştuğunu ben mi görememiştim o bilerek mi gizlemişti? İntihar etse Çınar söylemez miydi? Neden çekip gittiği yalanını uydurmuştu?

“Kahrolası ceset yok! Bu kız öldü mü kaçırıldı mı kendi mi kaçtı belli değil!” diye bağırdı o da benim bağırmama karşılık. Kaçmamıştı. Kaçmazdı ama tek başıma gördüğüm, duyduğum, anlattığım hiçbir şeyin değeri yoktu belli ki.

“Yarım saate oradayım. Gelince konuşuruz olur mu? Mektubu da getireceğim. Belki sen bir ipucu bulursun.” Dedi Arık biraz daha sakinleştiğinde.

Verecek bir cevabım olmadığından sessiz kaldım. Birkaç saniye sonra telefon kapandı. Yeniden koltuğa çöküp bilmem kaçıncı kez kafamı toparlamaya çalıştım.

Çınar Sarmaşık’a döner dönmez ilk ne yapardı?

Beni arardı. Bulduktan sonra da onu ihbar ettiğim için canıma okurdu.

Kapı iki kez tıklatıldı.

Arık yarım saate geleceğini söylemişti. O halde kapıdaki başka biriydi. Çok ses çıkarmayarak ilerledim. Delikten bakarken kalbimin göğüs kafesinden fırlayacakmış gibi atıyor oluşunu göz ardı ettim. Kimseyi göremeyince kuruyan dudaklarımı yaladım. “Kim o?” dedim cılız bir sesle.

“Benim yenge. Kemal.”

Yolun sonunu görmüştüm ama bu kadar çabuk ulaşacağımı tahmin etmemiştim.

17 KASIM 2020

Usulca selam verip sahneden indiğimde duyduğum alkışlar kulaklarımı sağır edecek düzeydeydi. Burada sahneye çıkmaya başlayalı bir ay olmuştu ancak şimdiden hayranlarım bile vardı. Salonun en köşesinde, elindeki içki bardağını bana doğru kaldıran Çınar’ı görünce gülümsedim. Hayran bakışları içimi ısıtıyordu.

Bar taburelerinden birini çekip yerleştim. “Çınar’ın içtiğinden verir misin bana da Uraz?” dedim kendi kendime gülümsemeyi sürdürürken. Arkama bakıp onu görmeye çalıştım ancak gitmişti. Hayal kırıklığına uğramış şekilde yeniden önüme döndüm. “Yeşim abla. Sen bugün içkini…” bize en uzak masalardan birini işaret etti. “Orada içecekmişsin.” Kaşlarımı çatarak bahsettiği masaya baktım. Ellili yaşlarında bir adam bana gülümsüyordu. “Niye?” diye sordum gözlerimi masadan ayırmadan. “Tanıdık falan mı?” Omuz silkmekle yetindi Uraz ve benimle olan iletişimini kestiğini göstermek için olsa gerek bana sırtını döndü. Sakince ayaklanıp masaların arasından geçtim ve hala bana gülümseyip duran adama başımla selam verip yanından uzaklaştım. Çınar’ın odasına ilerlerken neler olduğunu tahmin etmeye çalışıyordum.

Kapıyı çalmadım. Bu yüzden içeride yalnız olmadığını fark ettiğimde oldukça utanmıştım. Kırklı yaşlarında bir adam oturuyordu hemen karşısında. Yeni kırlaşmaya başlamış siyah saçları ve gereğinden beyaz bir teni vardı. Gözleri üzerime döndüğünde gözlerimi kaçırdım. "Üzgünüm. Ben kimse yok diye düşünmüştüm.”

Çınar öfkeli bakışlarını üzerime sabitledi. “Dışarıda bekle beni Yeşim.” Dedi. Yüreğimi anlamsız bir korku kapladı. Daha önce bana kızdığı anlar olmuştu ancak bu defa ses tonu her zamankinden çok daha fazla ürkütücüydü.

Hiçbir şey söylemeden kapıyı çekip koridorda birkaç adım ilerledim. Ardından sırtımı duvara yaslayıp, tek ayağımı yere vurmaya başladım. Saniyeler birbiri ardını kovalarken merakım artıyor, sabırsızlanıyordum. Hiç Çınar’la kavga etmek istemiyordum ancak içimde bir gerginlik kol geziyordu.

Odasının kapısı açıldı. Çınar temkinli adımlarla yanıma yaklaşıp hiddetle kolumu sıktı. “Sana dan diye girme şu odaya demedim mi ben?” Muhtemelen farkında değildi ancak canımı acıtıyordu. “Uraz bir adamın masasına gitmemi söyledi. Kim ki o adam? Ne yapacağım ben orada?”

Çınar yüzünü yüzüme yaklaştırdı. “Herkes ne yapıyorsa onu yap işte Yeşim.” Gözleri önce kolumdaki eline ardından benim gözlerime döndü. Nihayet ellerini gevşetmek aklına gelmişti. Kirpiklerini kırpıştırıp bir iki adım geri çekildi. “Bir ton saçma sapan işle uğraşıyorum. Evde konuşuruz olur mu? Git adamın masasına. Sikik herif sağlam para vermiş yapacak bir şey yok.”

Kelimelerini algılayıp, fevri bir tepki vermemek için birkaç kez zihnimin içinde tekrar ettim. “Ha, öyle…” diye mırıldandım. Omuzlarıma bıraktığı kalp kırıklığının altında ezilmeden önce ondan uzaklaşmaya karar verdim. Topuklarımın üzerinde döndüm ve tersi yönde ilerlemeye başladım. Daha önce hiç beni kandıracağını, beni üzecek herhangi bir şey yapacağını düşünmemiştim. Aylardır ufak ufak işlediği güven tohumlarını toprağın altında çekip çıkaracağını, yakıp kül edeceğine ihtimal vermemiştim. Bana deliler gibi aşık olduğundan emindim çünkü. En az benim ona olan aşkım kadar hem de… Durdum. Omzumun üzerinden baktım ve boğazıma oturmuş yumrudan kurtulmak için yutkundum. “Allah belanı versin Çınar.” Dedim öylece gidersem içimin içimi yiyeceğini bildiğimden. “Şimdi gideceğim ve o masaya oturup durumu idare etmeye çalışacağım. Çünkü olay çıksın istemiyorum. Sonra Kemal’e söyle. Yukarıda bir oda ayarlasın bana. Sen evine gidip istediğin boku yiyebilirsin. Ben yokum.”

Konuşmasına fırsat vermeden yürümeye başladım tekrar ve yüreğimin sancısını dizginleyip, hala beni bekleyen adama gülümsedim. “İyi akşamlar.” Dedim gözyaşlarımı içime akıtırken. “İyi akşamlar…”

💔

Arkadaşlar sağ üst köşede bir kalp var ona tıklayabilir misiniz acaba? :) Ay bu sitede niye kimse bölüm beğenmiyor çok moralim bozuk. :) Ne olur okuduğunuza dair bir işaret bırakın. Nasıl bir kitap yazıyorum ben de hiç anlamadım beynim kaos ve aksiyondan allak bullak oldu. :) Bir kurgu yapmışım ileri ki bölümler için ama inanamazsınız. :) 2. bölümde de bir iki ufak düzenleme yaptım. Kitabın gidişatını etkileyecek bir şey değil ama isterseniz dönüp bakabilirsiniz.

Haftaya bomba ötesi bir bölümle görüşmek üzere.

Loading...
0%