Yeni Üyelik
5.
Bölüm

4. Bölüm-Yıkılan Hayallerin Altında

@melikemn

💔

Kalbimde bir hançerle yaşıyordum. Uzun zamandır hem de… Önce babamın, sonra Çınar’ın ara sıra çevirip çevirip ruhumu kanattığı bir hançer… Bazen geçiyor gibi oluyordu. Acısını da varlığını da unutuyordum ancak oradaydı işte. Bir şekilde kendini hatırlatmanın yolunu buluyordu.

“Yenge, aç hadi kapıyı. Sıkıntı çıkmasın. Polis adamın kapısını kırmayayım şimdi.” Dedi Kemal ben onu cevapsız bırakınca. Midemin bulantısı yüzünden suratımı ekşittim. “Allah kahretsin.” Diye gürledim dişlerimin arasından. “Allah kahretsin Kemal!” Kapıyı kıracağından o kadar emindim ki, kırdığında kafasına geçirmenin planlarını yapıyordum.

Arık’a haber vermeliydim ancak Kemal kapının önünde beklerken bunu nasıl yapacağımı kestiremiyordum. Hızlıca tekrar salona dönüp telefonu aldım. Arık’ı aradım ancak Kemal arka arkaya elli kez kapıyı yumrukladığından ikinci çalıştan sonra kapattım. Titreyen parmaklarıma rağmen aceleyle bir mesaj yazdım.

Kemal kapıda.

Saat on ikiye geliyordu. Bu kadar saat uyumuş muydum gerçekten? Belki daha erken uyansam, Arık’la daha önce konuşabilsem… Evden çıkacak kadar bari vaktim olsaydı.

Telefonu önce sessize aldım ardından da eşofmanın cebine koyup fermuarını çektim.

“Yenge. Abim çıktı. Yarım saate evde olur. Dedi ki, Yeşim bana yetişsin.”

Başımı ellerimin arasına alıp salonda volta atmaya başladım. “Düşün Derin. Düşün kızım.” Koşarak balkona çıktım. Önce aşağıyı ardından demirleri kontrol ettim. Üç belki dört metre yüksekteydim. Atlasam ölmeyeceğim kesindi ancak ayağımı ya da bacağımı incitirsem başıma daha büyük bir iş açmış olurdum. Riskliydi. Denemeli miydim? Belki. Topuklu ayakkabılarımı giyemeyeceğime göre her nereye gideceksem de yalın ayak gidecektim.

Derin bir nefes alıp tek ayağımı kaldırdım. Kemal’in arabası hemen binanın girişinde duruyordu. Belli ki tek başına gelmişti. O aşağıya inene kadar saklanacak bir yer bulabilirdim.

Diğer ayağımı da atıp bir kez daha aşağıyı kontrol ettim. Yapacaktım. Yapmak zorundaydım. Sarmaşık’a da Çınar’a da dönemezdim.

Kemal sanırım kapıya tekme attı çünkü ses önceki vuruşlarından kat kat daha yüksekti.

Güçlü bir nefesi dışarı verip kendimi bıraktım. Çimlerin ortasına, iki elim ve dizlerimin üzerine düştüm. Sol ayağım ve sağ kol bileğim aynı anda yanmaya başlayınca acımı bastırabilmek için inledim. “Allah kahretsin.” Ayağa kalkmaya çalıştım ancak sol ayağımın üzerine basamıyordum. Sinirden ve çaresizlikten delirmeme ramak kalmıştı! Acımı unutmaya çalışarak, zorlukla doğruldum. Bahçe kapısına kadar topallayarak yürüdüm. Kırmamış, sadece incitmiştim. Birazdan var gücümle koşmaya başlayabilirdim.

Kaldırımda ilerlerken hızlanmaya uğraşıyordum ancak ayağımın ağrısı git gide arttığından bir türlü binanın yakınından uzaklaşamamıştım. Sonunda acıdan gözlerim yaşardığında durdum. “En kısa zamanda kesip atacağım seni işe yaramaz!” diye çıkıştım sızlayan ayağıma. Canımın yanmasından nefret ediyordum. Yine de gözyaşlarına boğulmaktan iyidir diye geçirdim aklımdan ancak hemen ardından yaşaran gözlerime de söylenmeye başladım. “Yemin ederim yakacağım bu bedeni! Herkes kurtulsun!”

“Yenge.” Dedi Kemal binadan çıkarken. “Abim başına bir şey gelirse çok kızar biliyorsun değil mi?”

Öfke dolu, yaşlı gözlerimi ona çevirdim. “Geber.” Dedim dişlerimin arasından. Ardından yumruklarımı sıkıp bağırdım. “Abin de sen de geberin inşallah!”

Kemal’in telefonu çalmaya başladığında bir an bakışlarını üzerimden çekti. Bunu fırsat bilip hareketlenmiştim ki, “Abim arıyor.” Diye geveledi ağzında. O kadar sinirliydim ki tüm organlarım patlayacak gibi hissediyordum. Ellerimi belime yaslayıp, sağlam olan ayağımı yere vurmaya başladım ancak böyle yapınca da güç diğer ayağıma biriktiğinden yine canımın yanmasına sebep olmuştum.

“Aldım yengemi, çıkıyoruz yola.” Dedi Kemal kirpiklerinin altından beni göz hapsine aldığı sırada. Sonra da telefonu kulağından çekip yanıma yaklaştı. “Güzelim…” diye söze girdi Çınar hattın öbür ucundan. Sesi tüylerimi ürpertmişti. “Özledin mi beni?”

Güldüm ama sinirden. “Şanslı pezevenk.” Diye mırıldandım kendi kendime ancak sanırım duymuştu çünkü onun da kahkahası ulaştı kulaklarıma. “Ben de seni özledim. Akşama çok güzel bir sürprizim var sana. Evde görüşürüz Yeşim.”

Kapattı.

“Gidelim mi?” diye sordu Kemal yana çekilip bana yol verirken. Sanki fikrimin bir önemi vardı ve sanki hayır desem burada duracaktık. Aptal gibi ayağımı incittiğimle kalmış, çaresizce yine Çınar’a dönüyordum. Keşke balkondan atlamak yerine elime bir bıçak alıp Kemal’i tehdit etseydim. Gerçi o bok Çınar’ın korkusundan ölmeyi de göze alırdı ya neyse…

“Giderken uğramak istediğin bir yer var mı? Belki üstünü falan değiştirmek istersin.” Dedi Kemal arabanın kapısını açmış girmem için beklerken. Arka koltuğa geçip yerleştim. “Cehennemin dibine.” Diye yanıtladım onu. “Gelecek misin?”

Kemal konuşmadı. Zaten onunla sohbet atmaya can atmıyordum ben de. O arabayı çalıştırıp dikkatini yola verdiğinde çaktırmadan cebimdeki telefonu çıkardım. Arık iki kere aramış, bir de mesaj atmıştı.

Sakın kapıyı açma.

Birden fazla mesaj atmıştı.

Gelmek üzereyim.

Derin?

Ağlamamak için gözlerimi kırpıştırdım. Kafamı usulca kaldırıp Kemal’i kontrol ettim ve Arık’a cevap yazdım.

Çınar’ın evine gidiyoruz. Özür dilerim. Her şey bok oldu.

Bir Kemal’e bir telefona bakıyor Arık’ın mesajını heyecanla bekliyordum. Gerçi o daha fazla ne yapabilirdi ki? Zaten yeterince tehlikeye girmişti. Çınar’ı başına bela etmesine gerek yoktu. Ona veda edip, telefondan da kurtulmam gerekirdi. Arık’a aitti sonuçta. Çınar bulursa bir de bunun için hayatı bana da ona da zindan ederdi.

Telefonun ekranı yandığında kalbim yerinden çıkacaktı. Niye duygularım anormalleşmişti böyle?

Adresi at.

Kuruyan dudaklarımı yaladım.

Her şey için teşekkür ederim. En azından denedin.

Mesajımı tekrar tekrar okuyup düşünmeye çalıştım. Ne diyeceğini? Ne demesini beklediğimi? Neyse ki diğer mesaj çok daha çabuk geldi.

Adresi at Derin.

İnatçıydı. Dün gece anlamıştım bunu gerçi ancak şimdi yeniden buna şahit olmak daha farklı hissettirdi.

Başına bela olmasını istemiyorum. Bu benim mücadelem. Senin değil.

Gerçekten böyle düşünüyordum. Belki istediğim bu değildi ancak mantıklı tarafım olaya el atmıştı. Arık’ın benden de Çınar’dan da uzak durması en hayırlısıydı. Benim ondan uzak durasım yoktu sanki ancak anlık heyecanlara kapılamayacak kadar berbat bir hayatım vardı.

Şu siktiğimin adresini at Derin!

Mesajı birkaç kez okudum. Gülmek için dünyanın en olmayacak yeri ve zamanıydı ancak dudaklarımın hareketlerinin kontrolü ellerimden kayıp gitmişti. Dakikalar önce öfkeden ağlamak üzereyken ve şu an bu arabada Çınar’ın evine giderken neden gülmek istiyordum ki? Aklımı mı yitiriyordum?

“Komik bir şey mi var yenge?” diye sordu Kemal. Hızlıca telefonu cebime sokuşturdum. Yüzüme ciddi bir ifade yerleştirdim ve başımı sağa sola salladım. “Yoo. Ne giyeceğimi düşünüyordum.” Diye yalan söyledim. Zaten Kemal’in benim tavırlarımı pek umursamadığının farkındaydım. Düşündüğüm gibi de oldu. Kemal yeniden bakışlarını yola çevirdi ve bana olan ilgisi tamamen kesildi. Yeniden telefonu çıkarıp Arık’a Çınar’ın adresini yazdım. Aynı anda ondan da mesaj geldi.

Telefondan kurtul.

Kaşlarımı çattım. Dünyanın en mantıklı cümlesiydi aslında çünkü Çınar gördüğü anda çıkacak rezilliği hayal dahi edemiyordum ancak Arık’tan tümüyle habersiz kalmak ve belki de bir daha onunla asla konuşamayacak ya da karşılaşamayacak olmak garip bir şekilde hüzünlenmeme sebep oldu. Onunla tanışmamızın üzerinden kırk sekiz saat bile geçmemişti ama sanki aynı zamanda yıllar olmuştu.

“Salaksın çünkü.” Diye geveledim ağzımda kendi kendime. “Hiçbir yaşadığından sakın ders alma. Salak.” Camı açıp, gözlerimi yumdum.

“Bana mı diyorsun?” diye sordu Kemal. Varlığını unutmama izin vermiyordu. Bunca yıldır ona bayıldığım yoktu zaten ancak şu an en nefret ettiğim insanlar sıralamasında zirveyi zorluyordu. “Sana diyorum.” Dedim yine aynı öfkeyle. “Sarmaşık’a götür beni önce. Üzerimi değiştireyim. Ayağıma bir ayakkabı giyeyim bir zahmet. Birde bir paket sigara al bana.”

Kemal yalnızca kafasını sallayarak onayladı beni. Derin bir nefes alıp telefona uzandım tekrar ve Kemal’in görmediğinden emin olduğum bir anda kolumu camdan çıkarıp, telefonu attım. Belli ki bundan sonrasını kadere bırakacaktım.

**

Şükürler olsun ki kimseyi görmeden Sarmaşık’tan çıkabilmiştim. Pavyonun kapısına mühür vurulduğundan olsa gerek etraf beklediğimden boştu.

Geniş, lacivert, yüksek bel, kumaş pantolon ve üzerime düz, beyaz bir tişört giymiştim. Olur da bir yolunu bulup kaçarsam ya da Arık gelip de beni çıkarmayı başarırsa diye ayağıma spor ayakkabılarımı geçirmiştim. Saçlarımı, tepeden sıkı bir at kuyruğu yapmış, bel çantama cüzdanımı ve telefonumu koymuştum. Elimden geldiğince odada oyalanmış, polisler aradığı için biraz karışmış olan dolapları düzenlemeye çalışmıştım. Arzu’nun eşyaları hala yerli yerindeydi. Günler olmuştu ve kimse onun varlığıyla ya da yokluğuyla ilgilenmiyordu. Bunun hüznünü atabilmem uzun sürdü. Bu yüzden arabaya binerken dalgındım.

“Sigaran.” Dedi Kemal ben arka kapıyı açarken. Hiçbir şey söylemeden aldım. Sonra da Çınar’ın evine ulaşana kadar yeniden konuşmadım. Düşüncelere boğulmak, geleceğimi hayal etmek ve yeniden çaresiz olmadığıma inanmak için kendimi zorlamak daha iyi bir seçenekti çünkü. Aslında her şey Kemal’le sohbet etmekten daha iyi bir seçenekti ancak konumuz bu değildi.

Kemal arabayı Çınar’ın evinin önüne park ederken, Arık’ın evinden çıkmamızın üzerinden iki saatten fazla geçtiğini fark ettim. Öğlen güneşi gözlerimi alıyordu.

Buraya gelmeyeli günler olmuştu. Etrafa bakındım. Hala hatırladığım kadar ürkütücüydü. En yakın yerleşim yerinin yüz elli metre uzaklıkta olduğu ıssız, yalnız bir evdi burası. Büyüktü. Lükstü de aynı zamanda. Bahçesinde devasa bir havuzu ve üst katında beni her defasında kendine hayran bırakan göz alıcı bir terası vardı. Çınar beni buraya ilk getirdiğinde şaşkınlıktan küçük dilimi yutacaktım az daha. Hayatımda gördüğüm en gösterişli evdi. Bana hayatı zehir edeceğini kim bilebilirdi?

Merdivenleri çıkarken güçlü durmaya çalıştım. Ben kapıya varmak üzereydim ki Kemal ani bir hamleyle önüme geçti. “Açayım ben.” Dedi anahtarı cebinden çıkarırken. “Güler abla nerde ki?” diye sordum merakla. Çınar’ın evinin her işini Güler abla yapardı. Kapıyı da her zaman o açardı.

“Çınar abi herkese izin verdi bugün.” Diyerek anahtarı çevirdi Kemal. Göğsümün ortasına bir ağırlık çöktü. Şimdiye kadar Çınar’ın bana gerçekten, bile isteye zarar vereceğini düşünmemiştim ancak artık bir şeyler değişmişti. Onun Yeşim’i değildim ve o da benim Çınar’ım değildi zaten. O bir katildi. Ben ise sadece Derin’dim.

Ayaklarım geri geri gidiyor olsa da duruşumu dikleştirdim. Öleceksem de ona boyun eğmeden yapacaktım.

Geniş koridoru geçip salona girdim. Ortadaki büyük yemek masasının üzerinde iki kadeh ve bir şişe şarap vardı. Bahçe kapısı açıktı ve havuzun ışıkları yanıyordu. Çınar ise havuzun hemen başında, sırtı bana dönük bir haldeydi. Benden önce gelmiş olmasına sevinsem mi üzülsem mi bilememiştim.

Bir saniye için durdum. Omzumun üzerinden Kemal’i kontrol etmek için döndüm ancak peşimden gelmemişti. Bu tümüyle yalnız olduğumuz anlamına mı geliyordu?

Yutkundum. Sonra da sesli bir şekilde öksürdüm.

“Bebeğim…” dedi Çınar vücudunu bana çevirirken. Kollarını iki yana açıp sarılmam için beklemeye başladı. Hep bu kadar dengesiz ve hastalıklı mıydı tavırları yoksa sonradan mı böyle olmuştu? Aşk gerçekten gözümü bu denli kör mü etmişti de fark etmemiştim onca zaman?

Ben olduğum yerde durmayı sürdürünce Çınar’da kollarını indirip yanıma yaklaştı. “Yukarı çık. Hazırlan. Senin için bir şeyler getirttim.”

Kaşlarımı çattım. “Ne için hazırlanayım?”

Başını hafifçe yana eğdi. “Unutulmaz bir akşam yaşatacağım sana. Onun için.”

Bir el boğazımı sıkıyormuşçasına nefesim daraldı. Hiçbir şey söylemeden merdivenlere yönelip üst kata doğru ilerledim. Arkamdan gelmiyor oluşu bir nebze rahatlamamı sağlamıştı. Yine de odaya girene kadar titremem geçmedi.

Kapıyı aceleyle kapatıp kilidi çevirdim. Sonra da sırtımı kapının arkasına yaslayıp yere çömeldim. Hala ufak ufak sızlayan bileğimin acısını bahane edip hıçkırıklara boğulmak istiyordum ancak sesimin çıkması demek, Çınar’ın buraya gelmesi demekti ki bu şu an en son isteyeceğim şeydi. Bu yüzden yaşları içime akıttım.

Gözlerimi önce dev yatağın üzerindeki kıyafet yığınına ardından makyaj masasının üzerindeki takı kutularına çevirdim. Çınar’ın nasıl manyakça bir oyun oynadığını anlayamıyordum ancak onunla bu evde bir gece dahi geçiremezdim.

Çantamdaki telefonu çıkarıp arayabileceğim insanları düşündüm. Gerçi pavyon dışından kimsenin numarası kayıtlı olmadığından pek seçeneğim yoktu. Bu yüzden yine polisi aradım. Telefon çalmak üzereyken kapım tıklatıldı.

“Bebeğim.” Dedi Çınar dünyanın en kibar insanıymış gibi yumuşak bir sesle. “Telefonunu alabilir miyim?” Hay şansıma…

Çaresizce telefonu kapatıp ayaklandım. Kapının kilidini açıp elimdeki telefonu, gereğinden fazla duran bir gülümsemeyle beni bekleyen Çınar’a uzattım. Tam yeniden kapıyı kapatacaktım ki ayağını araya koyup beni durdurdu. “Anahtarı da alayım.” Dedi gülümsemesini soldurmadan. Stresle dudaklarımı yaladıktan sonra kilidin üzerindeki anahtarı da çıkarıp ona verdim. “Al. Allah’ın cezası.” Sözlerim üzerine eğilip yanağıma bir öpücük kondurdu. Sakin hali sinirli halinden daha ürkütücüydü.

Çınar ayağını çeker çekmez kapıyı örttüm ve yeniden sırtımı yasladım. Tüm seçeneklerim bir bir tükendiğinden ölmekten başka kurtuluş yolum olmadığına gerçekten inanmaya başlıyordum.

**

Odada geçirdiğim saatler boyunca kafamın içinde ihtimallerle boğuşup durdum. Ölmekten başka seçeneğim olmadığını düşünmüştüm ancak sonrasında ikinci bir seçeneğim daha olabileceğine karar vermiştim.

Ya ben ölecektim, ya da Çınar…

Üzerimi değiştirmemiş, Çınar’ın değerli taşlarla süslü takılarının hiçbirini takmamıştım. Bu yüzden merdivenleri inerken onun takım elbiseli halinin yanında oldukça tezat görünüyordum. “Neyse ki her halinle çok güzelsin.” Dedi beni gördüğünde. Masanın üzerinde sayamadığım kadar çeşit yemek vardı. Acıkmıştım ancak midem bulandığı için canım hiçbir şey istemiyordu.

Çınar sandalyelerden birini oturmam için çekti fakat ayakta durmayı tercih ettiğimden onunla aramdaki mesafe hala iki metreden fazlayken olduğum yere sabitlendim.

“Arzu’ya ne yaptığını anlat Çınar. Nasılsa polisten de kurtulmuşsun. İtiraf et. Kurtulalım ikimizde bu işkenceden.” Diyerek kollarımı göğsümde bağladım. Çınar’ın yüzünde soğuk bir gülümseme belirdi. “İntihar etmiş. Duymadın mı? Yanında kaldığın polis söylemedi mi sana?” gülümsemesi sinir bozucu bir sırıtışa dönüştü. “Kim bilir başka neleri daha söylemedi sana?”

Beni kışkırtmaya çalışıyordu. Arık’la gitmiş olmamın, onu ihbar etmiş olmamın intikamını alacaktı ve zemini şimdiden hazırlıyordu.

“Söyledi.” Dedim meydan okuyarak. “Ama öyle bir şey yapmayacağını ikimiz de biliyoruz bence. Öylece çekip gitmeyeceğini bildiğimiz gibi.”

Çınar hızlı adımlarla aramızdaki mesafeyi kapattı. Bir eliyle bileğimi tuttu. “Ne duymak istiyorsun? Evet. Öldürdüm. Canımı sıktı. İki el ateş ettim. Tam kalbine. Cesedi de…” sesini alçalttı. “Yaktım.”

Tüylerimi ürperten sözleri yüzünden afallamıştım ancak belli etmemeye çalıştım. Benimle alay mı ediyordu yoksa ciddi miydi ayırt edemiyordum. Oysa onu iyi tanıdığımı sanırdım. Nasıl karşımda bir yabancı varmış gibi hissedebiliyordum?

“Aklını kaçırmışsın sen.” Dedim bir adım geri çekilirken. Eli hala bileğimde olsa da aramızdaki yakınlık azalmıştı. “Sen aklını kaçırmışsın!” diye gürledi beni kendine çekerken. Şimdi diğer eli de belimdeydi ve göğsüm karnına çarpmıştı. “Arzu’dan bana ne! Ne bok yediyse yemiş, ölmüş, intihar etmiş, kaçmış! Bana ne!” sesi yalnızca kulaklarımda değil bedenimin her bir noktasında yankılanıyordu sanki. “Ne zaman senden başkasını umursadım ki ben?”

Bir şey vardı. Belki kaçırdığım bir nokta, atladığım bir detay… Bu cinayet bu kadar kusursuz olamazdı. Öte yandan eğer Arzu ölmediyse neredeydi?

Kafamı kaldırıp gözlerine baktım. “Çınar… Sen hastasın. Biliyorsun değil mi?” Başını sağa sola salladığı sırada devam ettim. “Sen söyledin. Öylece çekip gidemezsiniz ben bıraksam bile Sarmaşık sizin peşinizi bırakmaz dedin! Niye Arzu öylece çekip gidebildi o zaman?” Geri çekilmek istediğimde engel olmadı.

“Yeşim.” Dedi net bir sesle. “Sen benden vazgeçmeye bahane arıyorsun farkında mısın?”

İnanılmazdı. Bu olayı böyle bir noktaya getirmiş olması akılalmazdı. “Şaka mı yapıyorsun lan? Sence ben senden şu an mı vazgeçiyorum? Yıllardır beni bir fanusun içine kapatmadın mı sırf senden vazgeçtiğim için! Azıcık bıraktığın anda kaçacağımı bilmiyordun sanki! Ben, sen beni bir adamın masasına meze yaptığında vazgeçtim senden. Sarmaşık’ta hayallerimi gerçekleştireceğime inandırıp bir orospu muamelesi görmeme sebep olduğunda vazgeçtim! Bana ilk vurduğun zamanı hatırlıyor musun mesela? Odaya kapattığın, küçük bir çocukmuşum gibi cezalandırdığın zamanları? Ben tüm bu yaşananların hepsinde tekrar tekrar vazgeçtim senden Çınar!” Hararetle sarf ettiğim sözler onu bile afallatmış, hatta belki şok etmişti. Bu yüzden birkaç saniye öylece yüzüme bakmaktan fazlasını yapmadı. Arkasını döndü. Elini saçlarının arasından geçirdi. Beline yasladı. İki adım ilerleyip yeniden bana yöneldi. “O polisle aldattın mı lan beni?” diye sordu dişlerinin arasından en sonunda. Bu kadar katlanılmaz bir adamdı da nasıl yıllarca ona katlanmıştım aklım almıyordu!

“Sen masasına gönderene kadar adamı tanımıyordum bile!” diye gürledim çıkabilecek en yüksek sesimle. Yumruğunu bir anda yukarı kaldırınca korkuyla geriye doğru adım attım. Gözlerini yumdu. Güçlü bir nefes koyuverdi dışarıya ve yumruğunu duvara geçirdi. “Allah belamı versin benim! Kafama sıçayım ben!” başını da duvara yaslayıp yumruğunu vurmaya devam etti. Yeniden bir şey söylemedi. Daha doğrusu ağzında kelimeleri geveliyordu ve ben hiçbirini anlamıyordum. Aradan geçen saniyeler onu sakinleştirmedi. Kendini kaybetmiş gibi vurmayı sürdürüyordu. Git gide ürkütücü olmaya başlamıştı. Muhtemelen elini kıracaktı ya da çoktan kırmıştı.

“Çınar?” dedim en sonunda endişelenerek. Sesim beklediğimden cılız çıkmıştı. “Çınar?” diye tekrar ettim ona doğru bir adım atarak. Kahverengi gözleri üzerime döndüğünde yüzü kıpkırmızıydı. “Sakince konuşalım olur mu?” diye önerdim korkuyla. Elimi usulca omzuna koyup onu kendime çevirdim. “Oturalım mı?” Gözüm belinde duran silahına döndü. Gerçekten benim ondan vazgeçtiğimi kabullendiğinde, o silahı bana doğrultmasına ne engel olacaktı? Peki, hangi noktada ben onu vurabilecek kadar cesaretli olabilirdim ki? Dün gece Arık’ın yanında ona silahı doğrultmak kolaydı ancak tetiğe basabilecek noktaya gelmeme ne sebep olurdu? Ben, birini öldürebilecek kadar gözü kara mıydım ki? Hele ki Çınar’ı…

Karadeniz kızı… İnatçı… Hırçın…

Arık’ın sözleri dolandı zihnimde… Sahi, neredeydi hırçın Karadeniz kızı? Çınar ona ne yapmıştı?

Çınar başını sallayıp onayladı beni. Hareketlendim. Gidip masanın en ucundaki sandalyeye oturacaktım ki söze girdi. “Birer kadeh içelim o halde.” Dedi buz gibi bir sesle. Kalbim yerinden çıkacak gibiydi. İtiraz etmedim ve geri dönüp kapağı açık olan şişeye uzandım. Kadehleri ortasına kadar doldurup o sandalyeye yerleştiği sırada önüne bıraktım. Az önce oturduğum sandalyeye dönecekken elimi yakaladı. “Gel.” Diye mırıldandı. “Yanıma otur.” Saç diplerime kadar gerildiğim için uzuvlarım bir robottan farksızdı. Dediğini yapıp oturdum. Bir süre öylece beni izlemeyi sürdürdü. O böyle bakarken elimi kolumu nereye koyacağımı şaşırmış, paniklemiştim.

“Benden korkuyor musun?”

Sorusu karşısında temkinli davranmaya çalıştım. Onu yeniden öfkelendirmek istemiyordum. İlk defa bu deli tavırlarına şahit olmasam da ilk defa her şeyin bu kadar farkındaydım. “Hayır.”

Gülümsedi. “Ben sana zarar vermem çünkü. Bu hayatta bir tek sana zarar vermem hatta.” Başımı sallayıp onayladım onu. Herhangi bir sözüne zıt gitmek için doğru zaman olmadığını anlamıştım.

“Neden böyle yaptığını biliyorum senin.” Dedi düşünceli bir şekilde gözlerini bahçeye diktiğinde. “Sarmaşık bunalttı seni. Haklısın. Beni de o kadar daraltıyor ki…” bana doğru eğilip masanın üzerine koyduğum elimi avuçlarının içine aldı. “Tatile gidelim beraber. Sen hep Roma’ya gitmek isterdin. Söz vermiştim bir gün götüreceğime. Hemen yapabiliriz. Yarın.” Ciddi olup olmadığını anlamak için yüzünü dikkatlice inceledim. Çınar izne bile çıkmazdı. Hatta bazen eve bile gitmez, Sarmaşık’ta uyurdu. Bırakın ülkeden çıkmayı, bu şehrin, Sarmaşık’ın olduğu semtin dışına bile kırk kez düşünerek giderdi.

Ha, siktir…

Kaçıyordu…

“Ama… Vize.. Pasaport… Hem mahkeme devam ediyor. Yurtdışına çıkamazsın ki.” Diye sıraladım bahanelerimi arka arkaya. Çınar bir eli hala elimin üzerindeyken, diğeriyle yanağımı okşadı. “Sen hiç dert etme bunları. Hepsini ben hallederim.”

Titreyen vücudumu dizginlemek istiyordum ancak çabaladıkça daha fazla titriyordum sanki. “Çınar tek sorun o değil…” aniden ayağa kalktığında sustum. Bir süre daha düşünmeyi sürdürdü. “Ben bir salağım.” Dedi bir gerçeği yeni fark etmiş gibi aydınlanarak. Tam tepemde durmuş, ellerini omzuma koymuştu. “Biliyorum güzelim. Tatil falan değil senin istediğin. Bıktın buradaki her şeyden. Ben de ihmal ettim seni.” Omzumu sıkmaya başladığında huzursuzca kıpırdandım. Tek hamleyle yanıma geçip eğildi. Dizlerinin üzerine çökmüştü. “Bak ne diyeceğim? Tartıştığımız için bugün iptal etmeye karar vermiştim ancak madem buzlar eridi söyleyebilirim.” İçimde hissettiğim gerginlik yüzünden bayılacağım diye korkuyor, korktukça daha çok geriliyordum. Çınar’ın kendini kaybetmiş halleri iyiden iyide ödümü koparmaya başlamıştı çünkü. “Ne diyeceksin?” dedim benden bir cevap beklediğini fark ederek.

“Gidiyoruz. Temelli.”

Kaşlarım şaşkınlıkla havalandığında devam etti. “İtalya'ya taşınıyoruz.” Bir saniye için düşündü. “Orayı sevmezsen sonra başka bir yere de geçebiliriz.” Zorlukla yutkundum. Arzu’yu öldürmüştü. Aleyhine bir delil bulunmadan hemen önce ülkeyi terk edecekti. Ben Arzu’nun mektubunu okuyamadan…

“Çınar…” parmağını dudaklarımın üzerine koyup beni susturdu. “Tek bir soruya cevap vermeni istiyorum sadece.” Ağlamaktan korktuğum için defalarca kirpiklerimi kırpıştırdım. “Yeşim…” Boğazını temizledi. “Üzgünüm. Derin Ece Tekin.” Elimi göğsümün ortasına koydum.

“Benimle evlenir misin?”

Nasıl bir kuyuya düşmüştüm ben? Çırpındıkça daha dibe iniyordum sanki ve artık gökyüzünü göremeyecek kadar karanlığa gömülmüş hissediyordum. Çınar’ın takıntılı bir insan olduğunu hep biliyordum ancak bu kadar psikopatlık derecesine ne ara ulaşmıştı hiçbir fikrim yoktu. Dünya üzerinde herhangi bir şey beni ondan kurtaramaz gibiydi.

Ölüm dışındı herhangi bir şey.

Korkuyordum. Daha önce onun yanında hiç korkmadığım kadar çok hem de. Beklenti dolu gözlerine baktım. Hayır dersem vazgeçecekmiş gibi sorduğu sorusuna bir de cevap bekliyordu.

Çıldıracaktım!

Stresimden bir nebze kurtulabilmek adına ofladım. Yeniden bahanelere sığınarak itiraz etmeye hazırlanmıştım ki kulağıma dolan silah sesleriyle donup kaldım.

Çınar ani bir hamleyle elini enseme koyup beni masanın altına eğdi. Birkaç atıştan sonra susacağını düşünmüştüm çünkü daha önce hep öyle olmuştu ancak silah seslerinin sonu gelmedi. “Ne oluyor?” diye sordum titreyen sesimle. “Korkma.” Dedi Çınar sanki korkmamın tek sebebi silahlarmış gibi. “Kim bilir hangi canına susamış it dadandı kapıma yine? Çocuklar hallederler şimdi.”

Kemal’in çığlığını duyunca göz bebeklerim büyüdü. “Vuruldu mu?” diye sordum bu defa da. Çınar yeniden öfkeleniyordu ancak benden gizlemeye çalıştı. “Burada dur.” Dedi ve elini belindeki silaha götürürken masanın altından çıkıverdi. Bünyem bu kadarını kaldıramayacaktı. Ölmeyi dilemek için yanlış bir zaman mıydı bilmiyorum ancak sabahtan beri kafamdan başka hiçbir şey geçmiyordu.

“Çınar Paşalı! Nerede lan Leyla?” diye bağırdı tanımadığım bir adam. Çınar’da aynı yüksek ses tonuyla karşılık verdi. “Sikeyim ya. Ben nereden bileyim? Bekçisi miyim?” silah sesleri tam susmuştu ki bir tanesi hemen yanımda ateşlendi. Örtünün altından Leyla’yı soran adamın yalnızca bacaklarını görebiliyordum ancak silahı ateşleyenin o olduğunu anlamıştım. Sessizce biraz ilerleyip örtüyü araladım. Çınar’la aralarında iki metre ya vardı ya yoktu ancak adam sinirle onun üzerine yürüdüğünden o mesafede kısa sürede kapanacak gibiydi. “Öldürürüm lan seni! Nerede Leyla? Söyle! Bilmiyorsan da bulacaksın!” Silahı Çınar’a doğrulttu. Çınar’da kendi silahını adama çevirmişti. Nefesimi tutmuş olanları izlerken beynimin içinde anılar dönüp duruyordu.

“Sen kimsin lan? Hayırdır! Ev basmalar falan!” diye bağırdı Çınar. Adam bir kez daha havaya ateş ettiğinde kulaklarımı kapattım. “Selim Karan ben!” dedi. “İstanbul’da kime sorsan gösterir.” Silahı Çınar’ın alnına dayadı. “Leyla’nın kocasıyım.”

10 ARALIK 2023

Boş pavyonda masalardan birinde oturmuş Çınar’ın gelmesini bekliyordum. Gelseydi de beni şu lanet yerden çıkarıp, biraz nefes alabileceğim bir yere götürseydi. Yoksa buradaki herhangi birini öldürmem oldukça olasıydı.

Birkaç dakika sonra Çınar yanında bir kızla içeri girince hızlıca toparlandım. Onu kıskanacak kadar umursamadığımı zannetsem de midemin kasıldığını hissettim. Çınar’ın gözleri ortamı hızlıca taradıktan sonra benim gözlerimde durdu. Bakışlarımı kıza çevirdim. Koyu kahverengi saçları, kahvenin en koyu tonunda büyük gözleri vardı. Zayıf ve en fazla bir yetmiş boylarındaydı. Duruşu dik, tavrı üsttendi. Burada ne işi vardı anlayamamıştım çünkü sanki başka bir evrene aitti.

“Kemal sana bir oda ayarlar.” Dedi Çınar kıza. İlgilenmiyormuş gibi görünmek için gözlerimi kaçırdım ancak adım seslerinden anladığım kadarıyla yanıma yaklaşıyorlardı. Oturduğum sandalyede bir kez daha toparlanıp, gerindim.

“Yeşim?” diyerek kaşlarını çattı Çınar. “Niye buradasın bu saatte? Ben odandan çıkma bugün akşama kadar demedim mi?”

Demişti ancak tek başıma sıkıntıdan patlamıştım. “Buraya inmem sorun olmaz diye düşündüm. Ne yapayım? Sensiz bir yere gidemiyorum ve sen olmadığında da hep tek başımayım. Bunaldım Çınar.” Tanımadığım birinin önünde onunla tartışmak istememiştim ancak kendimi tutamadım. Çınar öfkeli gözlerini üzerime sabitledi. “Sonra konuşuruz bunu olur mu?” kelimelerin her birinin altındaki ima açıktı. Yine beni akılalmaz bir kaos bekliyordu. Hiçbir şey söylemedim.

“Ben de tek başıma kalamam biliyor musun? Gece uyuyamam bile hatta.” Dedi kız birden belki de ortamdaki soğuk havayı dağıtmak isteyerek. Belli ki Çınar’ı pek tanımıyordu. Eh, buraya geldiğine göre yakında tanıyacaktı.

“Şöyle yapalım…” diyerek bakışlarını ikimizin arasında gezdirdi Çınar. “Sen Yeşim’in odasına yerleş.” imalı bir ses tonuyla ekledi. “Böylece Yeşim’de her gün şikayet edip durmaz.”

Bana çocuk gibi davrandığı zamanlarda onu öldürmek istiyordum.

Kız umursamaz bir tavırla omuz silkti. Benim zaten itiraz etme hakkım olmadığından sesimi çıkarmadım. Çınar bana yaklaşıp elini omzuma koydu. “Odaya sen çıkarırsın o halde Arzu’yu.” Ondan tarafa bakmadan başımı sallayıp onayladım. Sinirle ofladıktan sonra yanımızdan uzaklaştı. Her şeyi yapıp bir de bıkmış gibi davranan nasıl o olabilirdi?

“Pek iyi anlaşıyorsunuz.” Dedi Arzu alaylı bir tonla. Güldüm. “Ya, sorma.” Ayağa kalktım. “Arzu demek. Soy ismin ne?” diye sordum tanışmaya bir yerden başlamak amacıyla. Madem oda arkadaşım olacaktı önyargılarımı kırıp onunla iyi anlaşmalıydım. Çınar dışında herhangi bir insanla iletişim kurma şansımı geri tepemezdim.

“Arzu değil aslında. Çınar gerçek ismimi burada kullanmamamı söyledi.” Ona isim takacak kadar samimiydi demek ki. Nerede, ne zaman tanışmışlardı merak etmiştim ancak Çınar’ın egosunu kabartmamak için asla sormayacaktım. Belki daha sonra Arzu’dan öğrenirdim.

“Benim adımda Yeşim değil zaten. Derin. Derin Ece Tekin.” Tokalaşmak için elimi uzattığımda gülümsedi. “Leyla.” Dedi gülümsemesi genişlerken. “Leyla Karan.”

💔

Bahis açıyorum. Sizce Arzu'ya ne oldu? :)

Lütfen beğenmeyi unutmayın. Beğeniler benim için çok önemli çünkü kendimi iyi hissetmemi sağlıyor. :) Bölümle ilgili yorumlarınızı da bekliyorum elbette. Haftaya beşinci bölümde görüşmek üzere. :)

Loading...
0%