Yeni Üyelik
6.
Bölüm

5. Bölüm-Kelebeğin Ömrü

@melikemn

💔

Leyla… Ona pek gerçek ismiyle hitap etmezdim. O da bunu istemezdi zaten. Ben Çınar’ın bana taktığı isimden ne kadar nefret ediyorsam o da ailesinin ona verdiği isimden o kadar nefret ediyordu. Geçmişinde acı sırları vardı Leyla’nın… İstemediği bir adamla evlenmiş, kocası ölünce kocasının ailesi onu sokağa atmıştı. Kendi ailesiyle ilgili pek konuşmazdı. Onları uzun yıllar önce hayatından çıkarmış, maziye gömmüştü. Benim babamı gömdüğüm gibi…

İstanbul’dan Ankara’ya gelince iş ararken karşılaşmıştı Çınar’la… Herkesi bir şekilde kandırıp ağına düşürüyordu Çınar. Şeytan tüyü müydü neydi bilmiyorum ama eninde sonunda çevresindekileri etkilemeyi başarıyordu.

Gözlerimi, şaşkınlıkla Selim Karan’a bakan Çınar’a çevirdim. Arzu’nun ölen kocasını kanlı canlı karşısında görmek en az benim kadar onu da şok etmiş gibiydi. Öte yandan ne yazık ki ölü olan Arzu’ydu ve belli ki geride büyük yalanlar ve bir de belalı bir koca bırakmıştı.

Çınar kaşlarını çattığı sırada göz ucuyla bana baktı. “Kocası mı?” diye sordu teyit etmek ister gibi. Selim Karan silahı Çınar’ın alnının ortasına yasladı. “Evet.” Dedi. “Aylar önce terk edip gittiği kocası…”

Boğazıma bir yumru oturmuş, nefes almamı zorlaştırıyordu. Hem korkuyordum hem de o kadar şaşırmıştım ki bedenim buz gibi olmuştu.

Çınar silahını indirip arkasını döndü. “Leyla hangi cehennemde bilmiyorum!” Selim’in silahı ise hala Çınar’a doğrultulmuş haldeydi. “Lan…” gözlerini bir saniye için kapatıp dişlerini sıktı. “Lan amına koyduğumun çocuğu! Kadını yanında zorla çalıştırmışsın aylarca! Sonra da birden ortadan kaybolmuş. Ha birde onu öldürmekten içeri alınmışsın.” Hızlıca tetiği çekti. “Sen bilmeyeceksin de kim bilecek?” En az Çınar kadar ruh hastası olan bir psikopata hak vereceğimi düşünmezdim ancak söylediklerinde ufacık bile yanlışlık yoktu. Bu yüzden Çınar’ın cevabını ben de en az onun kadar merakla bekliyordum. Çınar aşağıya doğru tuttuğu silahını masanın üzerine bıraktı. Meydan okuması bitmiş miydi yani? Bu kadar kolay teslim mi olacaktı? “Bak, kardeşim…” diye girdi söze dişlerinin arasından. “Karın hangi cehennemde bilmiyorum. Umurumda da değil.”

Ya gerçekten hepimiz toplanmış Çınar’a iftira atıyorduk ya da Çınar dünyanın en iyi oyuncusuydu.

Selim iki saniye süren sessizliğin ardından kafasını aniden bana çevirdi. Göz bebeklerim korkuyla büyüdüğünde onun yüzünde beni görmüş olmasının verdiği memnuniyet vardı. Muhtemelen Çınar’a karşı kullanabileceği bir koz bulmuş olmanın heyecanını yaşıyordu.

“Hay aksi.” Dedi sahte bir gülümsemeyle. “Misafirin olduğunu baştan söyleseydin ya.” Hafifçe eğilip bana elini uzattı. “Sohbete dahil olmak istemez misiniz bayan?” hitap şekline takılabilirdim ancak Çınar’la konuşurken kullanmadığı ama ses tonu alçaldığında ortaya çıkan ve nereye ait olduğunu anlamadığım şivesi dikkatimi dağıtmıştı. Benim konuşmama fırsat kalmadan Çınar yeniden silahına uzandı. “Ona dokunma. Yemin ederim vururum seni.” Selim ise teslim olur gibi silahını yere bırakıp ellerini havaya kaldırdı. “Sakin ol. Hadi iki medeni insan olarak devam edelim sohbetimize.”

Daha fazla masanın altında iki büklüm durmamın anlamsız olduğuna karar vererek doğruldum. “Hakan! Kadir!” diye bağırdı bu sırada Selim. Saniyeler içinde iki adam bahçe kapısından içeri girdi.

Çınar ani bir hamleyle kolumu yakalayıp beni kendine çekti ve arkasına aldı.

“Dışarıda durum ne?” diye sordu Selim. Adamlardan birisi öne doğru bir adım atıp söze girdi. “Abi biri yaralı yatıyor. Diğer ikisini de arabaya aldık. Sen ne dersen ona göre hareket edeceğiz.”

Kemal gerçekten vurulmuştu demek ki. Ondan hiç haz etmesem de içim cız etti. Umarım ölmezdi.

“Güzel.” Dedi Selim başını sallarken. “Çınar beyin silahını da alalım.”

Çınar ateş etmek için hareketlendiğinde adamlardan birisi kolunu yakaladı. Çınar boşta olan eliyle ona yumruk attı ancak silahı da düşmüştü. Selim silaha ayağıyla tekme atıp uzaklaştırdı. “Senin ebeni…” iki adam Çınar’ı tutarken Selim tam karşısına geçip eliyle ağzını kapattı ve küfrünü tamamlamasına izin vermedi. Benim tamamen dışımda gerçekleşen olayları öyle büyük bir şaşkınlıkla izliyordum ki neredeyse çenem düşecekti. Geri geri giderken sırtım duvara çarptı. Korku artık benim bir organım gibi olmuştu ve sanki onunla yaşamaya alışıyordum. Üstelik bu hiç iyi değildi.

“Yeşim sen yukarı çık.” Dedi Çınar Selim ondan bir adım uzaklaştığında. Onu hızlıca onaylayıp neredeyse kaçarak merdivenlere yöneldim ancak Selim’in sesi beni olduğum yere sabitledi. “Daha tanışmadık bile.”

İşin sonunun yine bende biteceğini tahmin etmeliydim. Tüm belaları kendime çekmek konusunda usta olmuştum.

Tuttuğum nefesimi gergince bıraktım. Topuklarımın üzerinde döndüm ve bir nevi kaderime razı olarak beklemeye başladım. Arık’ın beni gelip kurtaracağını umarak geçirdiğim onca saatin sonunda iki manyağın ortasında kalakalmıştım.

“Şöyle yapıyoruz.” Dedi Selim. Kafasında bir şeyleri tartıyor, kendince bir plan yapıyor gibiydi. “Hanımefendiyi…” gözlerini bana çevirdi. “Bu gecelik biz misafir ediyoruz.” Çınar adamların kollarının arasından kurtulmak için debelenip duruyordu. “Geberteceğim seni! Sikeceğim belanı! Şerefsiz, piç kurusu!” diye bağırdı bir yandan da.

Birisi beni öldürüp işkenceme son vermeliydi. Çınar’dan kurtulmak isterken daha berbat bir çukurun içine düşmüştüm ve beni kurtarabilecek tek kişi Çınar’dı. Nasıl korkunç bir hikayeydi bu ve kim bilir nasıl korkunç bir sonu olacaktı? Midemde hissettiğim kasılma ayakta durmamı zorlaştırdığı için elimi hemen yanımdaki merdivenin korkuluğuna koydum.

Selim’in yüzünde soğuk bir gülümseme belirdi. “Ne kadar çirkin kelimeler bunlar?” dedi eve girer girmez Çınar’a küfürler savuran o değilmiş gibi. Silahını yerden alıp Çınar’a doğrulttu tekrar ve bu defa tetiğe bastı.

Şok olarak ellerimle ağzımı kapattım. Gözlerim fal taşı gibi açılmış, kalp atışlarım hiç olmadığı kadar hızlanmıştı. Çınar’ın acı inlemesi kulaklarımı doldurduğunda midem bulandı. “Abartma.” Dedi Selim bıkkın bir tavırla. “Alt üstü topuk. Birkaç güne iyileşir.”

Kaçmam gerekiyordu ancak nereye, nasıl kaçacağım hakkında hiçbir fikrim yoktu. Yine de şansımı denemek için koşmaya başladım. Adrenalin tüm vücudumu sarmıştı ve titrememi kontrol edemiyordum.

Dış kapının önüne ulaştığımda bir kez daha silah sesini duydum. “Ama konuşmam daha bitmedi değil mi?” dedi Selim neredeyse bağırarak. Sesi yeniden öfke dolmuştu. Gözlerime biriken yaşlardan kurtulmak için kirpiklerimi kırpıştırdım.

“Yeşim hanımı Gölbaşındaki eve götürün.” Diye komut verdi adamlarına. Omzumun üzerinden dönüp Çınar’a baktığımda yüzünde acı dolu bir ifade gördüm. Her şeye rağmen onun için üzüldüm. Sırf bu yüzden tüm duygularımın yanına bir de kendime duyduğum nefreti eklemiştim. “Öldüreceğim seni!” dedi Selim’e tükürür gibi. Sesindeki acı yüreğimde garip bir his bıraktı.

“Çok kolay bir anlaşma. Ölü ya da diri Leylayı getir. Yeşim’i al.” Diye karşılık verdi Selim. Eğer tiksinç bir insan olmasaydı bu planını destekleyebilirdim fakat benim de şu an içimden sadece suratına tükürmek gelmişti. Arzu’nun bu heriften neden kaçtığını anlamak zor değildi. Onunla kaderimiz benzerdi. Bir psikopattan kaçıyorduk ve köşe başında bir diğeri bizi yakalamış oluyordu.

“Hakan bayana yolu göster.” Dedi Selim. Sinirlerim o kadar bozulmuştu ki, fırsatım olsa onu bir dakika dahi düşünmeden vururdum. İki adamdan daha esmer olanı, günlerce güneşte kalmış kadar kara bir teni vardı, bana doğru hareketlendi. Demek Hakan oydu.

Son kez Çınar’a baktım. “Korkma!” diye gürledi yine acı dolu bir sesle. Beni Selim’in eline bırakmayacağından adım kadar emindim ancak bu benim için iyi haber değildi ki. İki ucu boklu değnek deyimi tam olarak böyle anlar için söylenmiş olmalıydı.

Hakan dış kapıyı açıp bana yol gösterdi. Sanki ben bu eve misafir gelmişim de o ev sahibiymiş gibi bir de önümden yürüyor, arabaya kadar geçtiğimiz her yolu eliyle işaret ediyordu. Büyük, siyah Volkswagen’in kapısını açıp binmem için beklemeye başladı.

İtiraz edebilir, direnebilir, ona bir ton hakaret edebilirdim ancak bunların hiçbirinin işe yaramayacağını bilecek kadar olayın içindeydim. Bu yüzden çaresizce arabaya binip her ne olacaksa da kabullendim. Arık’ın verdiği telefonu yok ettiğime ve ona Çınar’ın evinde olmadığımı söyleyemeyeceğime göre, ondan da umudu kesmeliydim çünkü arasa da bulamayacağı bir yere gidiyordum. Çınar kendi telefonumu elimden aldığından polisi ya da herhangi bir Allah’ın kulunu da arayamayacaktım. Öylece durup Çınar’ın Arzu’yu getirmesini beklemekten başka seçeneğim kalmamıştı. Bu olayın tek bir iyi yönü vardı. Çınar beni kurtarıp hapse girmek ve benden vazgeçmek arasında bir tercih yapmak zorunda kalacaktı.

**

Hakan beni iki katlı bir villanın üst katında, yatak odalarından birine kilitlemiş ardından saatlerce ne kimse gelmiş ne de bir ses duyulmuştu. Bir ara sıkıntıdan uyuyakalmıştım ve uyandığımda gün yeni yeni aydınlanıyordu. Yatakta doğrulup uyumadan önce yaptığım işi yapmaya geri döndüm. Küçük odanın içindeki iki metrelik boşlukta bir ileri bir geri yürüyüp, açılmayan pencereden kaçabilmenin yollarını arıyordum.

Odada çift kişilik bir yatak dışında başka hiçbir eşya olmadığından camı kıramazdım ve ne kadar zorlarsam zorlayım açmayı da başaramamıştım. Bir süre kapıyı yumruklamış, evde birilerinin olup olmadığını bilmesem de kendimce tehditler ve küfürler savurmuş beni buradan çıkarmalarını söylemiştim ancak elbette işe yaramamıştı. Zaten yarayacağını düşünmemiştim fakat en azından içimde biriken öfkeyi dışarı vurmamı sağlamıştı.

Adım sesleri kulaklarıma ulaşınca olduğum yerde durdum. Birkaç saniye sonra kilit açıldı ve Hakan elinde bir tabakla içeri girdi. Ufak tefek kahvaltılıkların olduğu tabağı yatağın üzerine koyup hiçbir şey söylemeden yeniden arkasını dönüp yürümeye başladı. “Hey!” diye bağırdım o çıkarken. “Kaç saat daha burada kalacağım ben? Ayrıca saat kaç ki?” aralık olan kapıyı açarken yarım ağız konuştu. “Altıya geliyor. Ne zaman çıkacağına Selim abi karar verecek.” Ve yeniden bir şey söylememe izin vermeden çekip gitti. Çaresizce omuzlarımı düşürdüm. O kadar fazla şeyi aynı anda düşünmem gerekmişti ki bir noktada beynim durmuş, fikir üretmeyi de bırakmıştı.

Çınar’ı ve Kemal’i merak ediyordum. Çınar elbette topuğundan vurulduğu için ölmezdi ancak Kemal’in başına kim bilir ne gelmişti? Üstelik Çınar çoktan ortalığı birbirine katmış olmalıydı. Umarım öfkesi yine birilerine zarar vermesine neden olmazdı. Gelip beni Selim’den kurtarmasını istediğimden emin olmadığımdan yaşanabilecek ihtimaller yüzünden geriliyordum. Ona geri dönmek mi daha kötüydü Selim’in beni burada esir tutması mı karar veremiyordum. Üçüncü bir seçeneğim olması lazımdı ancak aklıma hiçbir çözüm yolu gelmiyordu.

Arık beni aramayı bırakmış mıydı acaba? Ona adresi attıktan saatler sonra bile gelen giden olmamıştı ve silah seslerine rağmen ortalarda polis falan da yoktu. Belki de söylediklerime hak vermiş, bu işe bulaşmaktan vazgeçmişti. Kendi dünyasında güçlü bir cinayet polisiydi ama benim dünyam için fazla temizdi. Kirlenmek istemiyor olmasına kızacak değildim. Ben kimdim ki? Ölümünü araştırdığı kızın arkadaşı… Pavyonda şarkı söyleyen birisi… Çoğu insana göre bir fahişeydim hatta… Kimsenin çabasına değmezdim. Yine de bir gün de olsa beni gerçekten yaşattığı için ona ne kadar teşekkür etsem azdı. Demek ki benim ömrüm de bir kelebeğin ki kadardı. Belki Arık’ın yüzüne söyleme şansım olmayacaktı ancak umarım içinde bir yerlerde elinden geleni yaptığını hissederdi ve ona duyduğum minneti bilirdi.

Yeniden kilidi çevirdi birisi ve kapı aralandı. “Selim abi seni bekliyor.” Dedi Hakan aynı suratsız ifadeyle. Kemal’den bile daha nefret edilesi olmayı başarması inanılmazdı. Hiçbir şey söylemeden yanından geçtim ve merdivenleri inip Selim’i görene kadar yürüdüm. Alt kattaki geniş salonda, krem rengi berjerlerden birine oturmuştu. Kapının pervazında durduğumda eliyle gelmemi işaret etti. Dediğini yaptım ancak gözlerimi devirmeden de edememiştim.

“Buyurun Yeşim Hanım oturun.” Karşısında duran ve onun oturduğunun aynısı olan berjeri gösterdi. Yine sesimi çıkarmadan koltuğa yerleştim.

“Leyla’yı tanıyor muydunuz?” diye sordu bakışlarını benim hemen arkamda bir noktaya sabitleyip. Sakinleştiğinde ortaya çıkan şivesi onu ciddiye almamı zorlaştırıyordu.

“Evet.” Dedim kısaca. Konunun nereye geleceğini merak ettiğimden lafı uzatmak istemiyordum.

“Size benden bahsetti mi hiç?”

Başımı sallayıp onayladım. Çok değildi ve pek hoş şeyler de söylememişti ancak bunları dile dökmekten çekinmeyecektim. Selim derin bir iç çekti. “Evlendiğimizde yirmi yaşındaydı. Babası onu aşiret için kan davalılarına verecekti. Ben de ona körkütük aşıktım. O da bana tabi." Dedi. Arzu’nun hiç kocasından aşkla bahsettiğine şahit olmadığımdan kendimi tutamadım ve kıkırdadım. Selim kaşlarını çattı. “Komik bir şey mi söyledim?”

Onu sinirlendirip anlatmaktan vazgeçirmemek için hızlıca toparlandım. “Hayır. Kan davası falan deyince. Hala var mı öyle şeyler?” diyerek geçiştirmeye çalıştım konuyu.

“Siz bizim oralara gelseniz bir. Daha neler var?” diye yanıtladı beni.

Kaşlarını çatma sırası bendeydi. “Nereler sizin oralar?”

Yüzünde hayran bir ifade belirdi. “Güneydoğu. Diyarbakır, Urfa. Antep. Her yer bizim. Söylemesi ayıp zenginiz baya. Her yerde toprağımız var şükürler olsun.”

Hayatımda hiç böyle biriyle karşılaşmamıştım. Yaşının genç olduğu belliydi ancak konuşması ve üslubu o kadar yaşlıydı ki beni afallatmıştı. Dinlerken hipnoz oluyordum adeta. Kelimelerin üzerine vuruşu, cümle sonlarında harfleri uzatışı… Dikkatim tümüyle konuşmasına kaymış, sohbetin içeriği önemini yitirmişti. “Allah daha çok versin.” Dedim bir an düşünmeden. Gerçekten beni hipnoz etmişti sanırım.

“Amin.” Diye yanıtladı Selim. İki gündür hayatımın gidişatı aksiyon filmlerini aratmıyordu. Sahi neyin içine düşmüştüm ben böyle? Mafyadan kurtulup, aşiretin içine girmiştim. Nasıl bu kadar şanssız olabiliyordum?

“Ama Allah var. Leyla’nın ailesi daha zengindi. Parasında gözüm olduğundan değil tabi. Zaten bana kaçınca ailesi sildi onu. O da ailesini sildi.” Neden sabahın bu saatinde oturmuş bana hayat hikayesini anlatıyordu bilmiyordum ancak sohbet garip bir şekilde, ilerledikçe beni daha çok içine çekiyordu. Arzu’yu daha önce başkasından dinleme şansım olmamıştı ve onun kocasıyla kaçarak evlendiğinden de haberim yoktu. Selim tümüyle doğruları anlatmıyordu belki ancak arkadaşımla bir zamanlar paylaştığımız acıların alt yapısını anlayabileceğime sevinmiştim. Böylece gerçekten intihar ettiyse de sebebini tahmin edebilirdim.

“Peki, niye bitti bu büyük aşk?” diye sordum abartı bir tını kullanarak. Selim bir kez daha derin bir iç çekti. “Çocuk istiyordu ama olmuyordu çocuğu. Tabi benim ailem için bu ciddi bir sorundu. Annem başka bir kız almamı isteyince… Kavgalar dövüşler… Leyla evden kaçtı sonra.”

İmalı bir tavırla, “Hıh.” Dediğimde dakikalardır boş duvara diktiği kahverengi gözleri üzerime döndü. “Bir şey mi dediniz?”

Boğazımı temizledim. “Başka bir kız aldınız mı yani?” dedim sohbete ayak uydurmaya çalışarak.

Başını sallayıp onayladı beni. Kimseye duymadığım kadar büyük bir nefreti kazanmak üzereydi. “Oldu mu peki çocuğunuz?”

Bu defa da hayır anlamında salladı başını. Kendimi tutamayıp bir kez daha kıkırdadığımda öfkelenmişti. “Hayırdır?” diye sordu ayağa kalkarken. Duruşumu bozmadım. Bana ne yapacağı umurumda değildi. “Acaba Leyla’nın değil de sizin çocuğunuz olmuyor, olabilir mi?”

İfadesi, ona sövmüşüm gibi dehşet dolu bir hale büründü. “Tövbe tövbe.” Diye söylendi kendi kendine.

Selim korkunç biriydi ve aynı zamanda tavırları, kelimeleri kısacası her şeyiyle içimdeki şiddet yanlısı Derin’i uyandırmak üzereydi. Hırçın Karadeniz kızı belki de gerçekten ölmemişti ve birazdan bir bomba gibi patlayacaktı.

Muhtemelen Arzu’nun hayatını mahvetmiş, kızı canından bezdirmişti. Eğer söylediği gibi büyük bir aşkla evlendilerse, bir erkeğin büyük bir aşkı nasıl öldürebildiğini benden iyi kimse bilemezdi. Bu yüzden Arzu gerçekten intihar etmiş olabilir mi diye geçirdim aklımdan bir saniyeliğine de olsa. Çınar’ın odasından gelen silah sesinin bir açıklaması yoktu. Arzu’nun o odadan hiç çıkmamış olmasının da… Hala Çınar’ı masum görebilecek kadar saf mıyım diye düşündüm ama öyle değildi. Arzu’yla ilgili öğrendiğim her yeni bilgi, olayı daha esrarengiz bir noktaya sürüklüyordu sadece ve kafam allak bullak olmuştu.

“Her neyse.” Dedi ben hiçbir şey söylemediğimde. “Gönderdim zaten o kadını da. Leylam'ın yerini tutmuyor kimse.”

Sayamadığım kadar çok kez gözlerimi devirmiştim ona ancak yine de yetersiz bularak bir kez daha gözlerimi devirdim. “Bana neden anlatıyorsunuz ki bunları?” diye sordum ağzındaki baklayı çıkarması için. Ellerini, kumaş pantolonunun cebine koyup bana sırtını döndü ve salonun boydan boya cam olan tarafına yürüdü. Bahçeyi izleyip, uzaklara dalarken hüzünlenmiş gibiydi. Her hareketi sinirlerimi hoplattığından içimden ona acımak elbette gelmedi.

“Eğer nerede olabileceğiyle ilgili fikriniz varsa…”

“Yok.” Dedim o cümlesini tamamlamadan. Çınar’ı savunacak değildim ama Selim’e herhangi bir bilgi vermekten vazgeçmiştim. “Olsa da sana söylemezdim zaten.” Diye de ekledim kendimi tutamayarak. Kollarımı göğsümde bağlayıp, sırtımı geriye yasladım.

“Sebep?”

Hala sebebini sorabiliyor olmasına şaşırarak kaşlarımı kaldırdım. “Bok gibi bir herifsin çünkü.” Aniden siz diye hitap etmeyi bırakmıştım çünkü ona saygı falan da duymuyordum. Beni kaçırmış olmasını dahi göz ardı edebilmiş, hatta bu olayda iyi bir şeyler çıkarabilmiştim ancak Arzu’ya yaşattıklarını duymak beynime kan sıçratmıştı adeta. Bu kadar sakin kalabiliyor olmam ve ona saldırmamam bir mucize sayılırdı.

“Ama saygı kaçtı. Saygısız ortamları hiç sevmem.” Dedi öfkeyle. Umursamaz bir tavırla omuz silktim. Bana yaklaşıp kolumdan tuttu ve zorla ayağa kaldırdı. “Çek elini yoksa…”

Dün akşam Çınar’a takındığı ukala ve üstünlük taslayan tavrı geri gelmişti. “Yoksa…” diye tekrar etti soğuk bir gülümsemeyle.

Elimde onu tehdit edecek bir şeyim olmadığından ani bir karar vermem gerekti. Hala kolumda olan parmaklarına baktım ve ani bir hamleyle eğilip bileğini ısırdım. Çığlık atıp geri çekilirken göz bebeklerinin büyüdüğüne ve orada yanan ateşe şahit olmuştum. Isırdığım elini kaldırıp yanağıma sert bir tokat geçirdi. “Orospu!” diye bağırdı hiddetle. Acıdan gözlerim yaşarmıştı ancak duruşumu bozmadım. Sadece o üzerimde otorite kurduğu düşüncesiyle gerinirken parmak uçlarımda yükselip suratına tükürdüm. Bir kez daha yumruğunu kaldırdığında elimi muhtemelen kızarmış olan yanağıma koydum.

“Lan!” diye bağırdı yumruğunu indirip. Öfkesini kontrol etmeye karar vermiş olmalıydı. “Kadir!”

Kadir saniyeler içinde salonun kapısında belirdi.

Selim parmağıyla merdivenleri işaret etti. “Yeşim hanımı odaya götürün. Çınar denen it iki güne Leyla’mı getirmezse icabına bakılacak.” Dakikalardır içimde biriktirdiğim öfkemin yanına usulca bir korku ilişti tekrar. Oysa cesur halim bana güç veriyordu. Ne diye yine midem kasılmaya başlamıştı?

“Abi götüreyim de…”

Ayağa kalkıp merdivenlere yöneldim. Birinin daha kolumu tutup beni bir yerlerde sürüklemesine tahammülüm kalmamıştı. Gerekirse kendi kendimi odaya kilitlerdim.

Kadir yanımdan geçip Selim’in yanına ulaştı. Bir an için omzumun üzerinden dönüp baktığımda kulağına bir şeyler fısıldadığını gördüm.

“Ha siktir. Ne alaka lan?” diye çıkıştı Selim. Basamakların başına ulaştığımda, “Ne yapalım?” diye sordu Kadir. Selim anında yanıtladı onu. “Oğlum geri zekalı mısın sen? İçeri al tabi.” Ses tonu yumuşamış hatta garip bir şekilde kibarlaşmıştı.

Demek ki Selim’in de korktuğu birileri vardı. Açıkçası kim olduğunu merak etmiştim bu yüzden adımlarımı olabildiğince yavaş tutup, sakin sakin tırmandım merdivenleri. Önce ayak sesleri ulaştı kulaklarıma. Sonra da yeniden Selim konuştu. “Abi, hangi rüzgar attı seni buraya?”

Bakmak için hareketlendiğimde merakımı gideren sesi oldu. “Uzun zaman oldu değil mi?” Arkamı döndüğümde gözlerimiz çakıştı. Selim’le konuşuyor ancak bana bakıyordu. “Özlemişsindir beni.”

Gülmekle ağlamak arasında gidip gelen mimiklerim dengemi bozmuştu. Bunun iyi bir şey mi kötü bir şey mi olduğunu anlamakta zorlanıyordum çünkü eğer henüz delirmediysem ve şu an gördüğüm Arıksa, bu ne anlama gelirdi?

10 Şubat 2024

“Çınar sana aşık falan değil. Biliyorsun değil mi?” diye sordu Arzu. İkimiz de yataklarımıza uzanmış, ışığı kapatmıştık ve birazdan güneş doğacak olmasına rağmen uyumuyor sohbet ediyorduk.

Yatakta yan dönüp ellerimi başımın altına koydum. “Bilmiyorum.” Dedim dürüstçe. Aşık olmadığını düşündüğüm anlar vardı ancak yaşadıklarımız aklıma gelince kafam karışıyor, yüreğim ona karşı garip bir şekilde yumuşuyordu.

“Seni değil, seni kontrol etmeyi seviyor.”

Kabullenmesi zor bir gerçekti bu ancak gerçekti işte. Ben onun kuklasıydım ve o da bundan haz duyuyordu. Aramızdaki ilişki nasıl bu hale evrilmişti bir fikrim yoktu ama durum buydu. “Kocan da böyle miydi?” diyerek konuyu kendimden uzaklaştırmaya çalıştım. Benden büyüktü. Daha da önemlisi hayat konusunda benden tecrübeliydi. O yüzden onun sözleri bana güven veriyordu.

“Kocam bok gibi bir herifti. Siktir et.” Dedi. Onu hatırlamak bile içindeki öfkenin sesine yansımasına neden olmuştu. “Hangisi değil ki?” diye yorum yaptım biraz da onu sakinleştirmek için. Kıkırdadı. “Doğru söylüyorsun.” Bir saniye sonra ise ciddileşerek sürdürdü konuşmasını. “Benimki geberip gitti. Darısı başına artık.”

Çınar’ın öleceğini düşünmek beni rahatlatmıyordu. Hayatımın son zamanları çoğunlukla ondan nefret ederek geçiyordu ancak ölmesi beni mutlu etmezdi. “Öyle de deme.”

Arzu bıkkın bir tavırla homurdandı. “Salak mısın kızım sen? Adam ağzına sıçıyor. Hala ölmesin diyorsun.”

Derin bir nefes aldım. Uykum geliyordu. “Beni bıraksın yeter. Niye canından olsun?” Gerçekten salak mıydım ki?

“Ya sabır.” Diye hayıflandı Arzu. “O seni ölmeden bırakmaz. Hem sen onu bir bırakacaksın önce.”

Esnediğim sırada konuştum. “Nasıl?”

Bir iki saniye düşündü. “Bir buçuk aydır buradayım ve ben bile kendimi kapana kısılmış gibi hissediyorum. Oysa esaretimin bittiğini sanarak gelmiştim buraya. Sonra bu aptal pavyona tıkıldım kaldım. Belki yeterince param olursa ben çekip gidebilirim yine ama sen.” İç çekti. “Bir şekilde kaçmaktan başka çaren yok.”

Çınar’dan kaçmak… Mümkün olabileceğini hiç düşünmediğim bir ihtimaldi. Bazı şeyleri ne kadar kolay kabullendiğime kendim bile şaşırdım o an. Hem umut kabullenişin bittiği yerde başlamaz mıydı?

“Ondan kaçabilir miyim ki?”

Arzu da uykusu geldiğini belli ederek gerindi. “Ah be Yeşim… Bir bebek kadar masumsun nerdeyse.”

İyi bir şey mi söylemeye çalışıyordu yoksa kötü bir şey mi emin olamadığımdan kaşlarımı çattım. “Yani?”

Uykulu bir sesle son kez konuştu. “Sen merak etme.” Dedi bir abla edasıyla. “Kaçıracağım ben seni buradan.”

💔

Ay ay ay... Keşke 5. bölümü atlayıp 6. bölümü paylaşabilseydim direk çünkü 6 benim favori bölümüm falan oldu. Bir hafta hemen geçebilir mi lütfen? Okumanız ve yorum yapmanız için sabırsızlanıyorum da. :) Bölümü okuduysanız ve beğendiyseniz lütfen sağ üstteki kalbe tıklayabilir misiniz? :) Valla çok kolay bir saniyenizi bile almaz. :) Kendinize dikkat edin. Haftaya yeni bölümde görüşmek üzere. :)

Loading...
0%