Yeni Üyelik
7.
Bölüm

6. Bölüm-Acı Bir Gerçek

@melikemn

💔

İnsanlara güvenmek konusunda sıkıntılarım olduğu açıktı ancak yine de hep güvendiğim yerden vurulsam da, bir şekilde yine inanıveriyordum. Bu yüzden babamdan kaçıp Çınar’a, Çınar’dan kaçıp Arzu’ya ve sonra Arık’a güvenmemiş miydim? Ardından ise her defasında kendimi bir yalan havuzunun ortasında bulmuştum. Yorulmuştum. Hatta yorulmaktan bile yorulmuştum ve bedenimin de ruhumun da artık ayakta duracak gücü kalmadığını hissediyordum. Hayatımın bitmek bilmeyen aksiyonuna bir dur demeyi başarabilirsem, gerçekten yalnızca bir gün de olsa hiçbir şey düşünmeden yaşamak istiyordum.

Yanlış görüp görmediğimi algılayabilmek için defalarca kez gözlerimi kırpıştırdım. Hala yanağımda tuttuğum elimi usulca çekip, çıktığım birkaç basamağı geri indim. Arık’la aramızdaki mesafe iki metreden daha az kaldığında artık o olduğundan emindim. Gözlerini üzerimden bir an olsun ayırmamış, sanki uzun yıllardır görüşmeyen iki yakın insanmışız gibi aramızda anlam veremediğim bir çekim oluşmuştu. Öyle ki az daha boynuna sarılacaktım ancak ne ortam buna uygundu ne de bir günlük samimiyetimiz…

Bir an için bakışları yanağıma kaydı ve yeşil gözleri koyulaştı. Selim’in tokadının acısı geçmişti ama ince ince sızlıyordu.

Beni kurtarmak için buraya gelmiş olmasına içten içe deliler gibi sevinsem de, Selim’i nereden tanıyor olduğunu düşünmekten zihnim bulanmıştı. Üstelik Selim, Arık sırf bir polis olduğu için bu kadar korkuyor olamazdı. Belli ki Arık’ın da gizlediği sırları vardı. Elbette bana anlatması için de bir sebebi yoktu ama sırları bizi aynı noktada birleştirdiğine göre artık merak etmek benim hakkımdı.

Arık bakışlarını üzerimden çekip Selim’e çevirdiğinde, Selim de onun çok yakınına gelmişti. “Kadir, misafirimizi yukarı çıkar.” Dedi beni göz ucuyla süzerken. Kadir tam hareketlenmişti ki Arık şimdiye kadar duyduğum en otoriter sesiyle durdurdu onu. “Kal orda.”

Selim’in az önce bana takındığı üstten tavrın yerle bir olduğunu görmek inanılmaz zevk verdiğinden kendimi toparlayıp duruşumu dikleştirdim. Kollarımı göğsümde birleştirdim ve tek ayağımı yere vurmaya başladım.

“Eğer Leyla için geldiysen, sen hiç bulaşma. Ben hallediyorum mevzuyu.” Diye girdi söze Selim. Yani bu Arık’ın Arzu’yu da önceden tanıdığı anlamına mı gelirdi? Tanıyordu ve bana söylememiş miydi? İçimi kemiren merakı dizginledim. Aralarındaki yakınlık her neyse de şimdi sormanın sırası olmadığı için kelimelerimi geri yuttum ama aklımın bir köşesine yer edinmişti.

“Sen hangi boku halletmişsin de bunu halledeceksin Allah aşkına?” Dedi Arık bıkkın bir tavırla. Ardından derin bir nefes koyuverdi. “O kadar zaman geçti hala aynı leş herifsin…” aniden yeniden bana döndü. “Vurdu mu sana?”

Direkt benimle konuşacağını düşünmediğimden afalladım. Hatta başlangıçta neyden bahsettiğini dahi anlayamamıştım ancak sonra ilk içeri girdiğinde yanağımdaki kızarıklığı fark ettiğini hatırladım. Sesimi çıkarmadan usulca salladım başımı… Arık gergin bir tavırla dudaklarını yaladı. Selim’e doğru bir iki adım attı ve iç çekti. “Bazen seni yeterince dövmediğime o kadar pişman oluyorum ki Selim…”

Selim karşısına çıkan her insanı bir şekilde çıldırtıyordu belli ki. Arık’la aralarında nasıl bir ilişki vardı bilmiyorum ama sağlam bir nefrete dayandığı aşikardı.

“Aşk olsun abi. Sen olayları tamamen yanlış anladın.”

Arık bakışlarını bana çevirdi. “Üzgünüm Derin.” Kaşlarımı çattım. “Ne için?”

Önce omuzlarını silkeledi sonra da tuttuğu nefesini bıraktı. “Bunun için.” Dedi dişlerinin arasından. Selim’in elini tutup çevirdi ve acı içinde inlemeye başladığı ana kadar da bırakmadı. Gözlerim fal taşı gibi açılmış, şaşkınlık bedenimi ele geçirmişti. Onun hakkında düşündüğüm bütün olumlu özellikler zihnimde dolanıyor her defasında beni tekrar şoka sokuyordu. “Şimdi ben Derin’i alıp çıkıyorum. Sen de çöplüğüne geri dönüyorsun anlaştık mı?” diye sordu ama daha çok emrivaki bir ses tonu kullanmıştı.

Selim, “Leyla…” diyecek oldu ancak Arık elini biraz daha çevirince acı bir iç çekişle kesildi sesi. “Leyla hayatta olsa dahi… Sence bir daha yanına yaklaşabilir misin?” geri çekilip Selim’in muhtemelen kırılmış olan elini de serbest bıraktı. “Ayıp olmuyor mu?” diye sordu Selim. Arık içeri girdiği andan beri zaten yeterince gergin değilmiş gibi üst düzey bir öfkeyle söze girdi. “Senden mi öğreneceğim lan ayıbı?” diye tısladı adeta. İçinden başka birisi çıkmıştı sanki. Tavırları şaşırtıcı olduğu kadar da ürkütücüydü. Yine de Selim başına gelenleri hatta daha fazlasını sonuna kadar hak ettiğinden yaşananlar bana gram rahatsızlık vermedi. Çünkü suratıma tokat attığı anda benim de canım tam olarak ona bunu yapmak istemişti. Bundan sonra birine, kendinden güçsüz gördüğü için vurmadan önce iki kere düşünürdü.

“Öyle olsun.” Dedi yarım ağız. “Şimdilik.” Üstü kapalı tehdidi pek Arık’ı etkilemiş gibi görünmüyordu.

Arık yeniden bir şey söylemeden, bir dakika önce Selim’in parmaklarını kırdığı elini bana uzattı. “Geliyor musun?”

Bu da soru muydu?

Uzattığı eli tutup, o hareketlendiğinde ben de peşine düştüm. Kimse bizi durdurmaya çalışmadı. Açık olan kapıdan kolayca çıktık ve öylece arabaya kadar yürüdük. Muhtemelen aşiret olan bir mafyanın içinden, elimizi kolumuzu sallayarak ayrılmıştık. Çınar’ı ve Kemal’i vurup beni kaçıran birisinin Arık’a diz çökmüş olmasına şaşırıp duruyordum hala. Yine de her şeye rağmen mantıklı bir cevap alabilmeyi umdum.

Arık’ın hala elimi tuttuğunu fark ettiğimde, utanarak çekildim. “Teşekkür ederim.” Dedim öncelikle çünkü ondan umudu kesmiş, kendimi Çınar ve Selim arasında pinpon topu olmaya hazırlamıştım. Başka çarem olmadığı için ölümü bile düşünmüştüm. Tam o anda gelip umutlarımı canlandırdığı için bir kez daha ona minnettardım.

Arabanın ön koltuğuna oturdum. Arık anahtarı çevirirken, gaza basarken ve vites atarken yeniden konuşmadım. Sonuçta anayola çıkana kadar dayanabilirdim.

“Ne yaşandı tam olarak?” diye sordum meraktan çatlıyor olduğumu çok da belli etmemeye çalışarak.

“Eski bir mesele.” Dedi düz bir sesle. “Eski, kapanmış bir melese.”

Her insan geçmişinden açık yaralar getiriyordu bugününe ve o yaraların ne zaman kanayacağı hiç belli olmuyordu. Bir şeyleri benden sakladığı için ona kızacak kadar önemli biri değildim hayatında. Bu yüzden sakince konuşmayı sürdürdüm. “Arzu’yu tanıyor muydun yani önceden?”

Belli belirsiz salladı başını. Sonra da gözlerini kırpıştırdı. “Gerçekten ben de oturup sana uzun uzun anlatmak istiyorum her şeyi.” Diye mırıldandı zorlukla duyulabilecek kadar kısık bir ses tonu kullanarak. Birkaç saniye ikimizde sessiz kaldığımızda hüznü dağılmışa benziyordu. Bakışlarını üzerime çevirip gülümsedi. “Uykusuzum. Açım ve sanırım artık benim peşimde de bir mafya var.” Nefes aldıktan sonra devam etti. “Selim’i de sayarsak bir buçuk hatta.”

Kaşlarımı çattım. Buçuk Selimse, Bir kimdi? “Selim’den başka kim var? Sen beni burada nasıl buldun ki hem?”

Sıkıntıyla boğazını temizledi. “Önce senin attığın adrese gittim tabi. Orası da epey karışmış.”

Kendimi daha fazla tutamayarak, geceden beri tüm yaşananlar için tek seferde sağlam bir küfür savurdum. “Çınarla da Selimle olduğu gibi medeni bir konuşma gerçekleştirmemişsinizdir inşallah.” Arık’ın yüzünde yarım yamalak bir gülümseme belirdi. “Yok.” Dedi içimi rahatlatarak. “Onunla olan daha medeniydi.”

Rahatlığım üç salise falan sürmüştü.

Başının belaya girmemesini istemiştim ve aniden başı benden bile daha çok belaya girmişti. Aklım almıyordu!

“Of. Sana karışma dediğimde dinleseydin keşke. Selim sana bir bok yapmaz muhtemelen ödü kopuyor ama Çınar’ın arkası sağlamdır. Şimdi bir de senin beni buradan çıkardığını duyunca…” stresle parmaklarımı saçlarımın arasından geçirip, kafamı koltuğa yasladım. Vicdan azabı çekmek istemiyordum çünkü sonuçta ben onu uyarmıştım ve o bir psikopat gibi bir gecede iki mafyanın evine girip ortalığı olduğundan daha fazla karıştırmayı tercih etmişti ancak yine de ufak bir suçluluk hissediyordum. Umarım bu iş onun mesleğine daha da önemlisi kendine bir zarar gelmesine neden olmazdı.

“Sakin ol. Çınar doğru düzgün yürüyemiyor bile. Selim ayda yılda bir işe yaramış. Birkaç güne anca toparlanır. Selim’in seni aldığını söyleyince bastım geldim zaten. Birkaç küfür, tehdit falan duydum. Bu kadar.”

“Bu kadar?” diye tekrarladım sorgulayarak. Yalnızca kafasını sallayarak onayladı beni. Ardından yüz hatları gevşedi. “Derin.” Dedi oldukça yumuşak bir tınıyla. “Sana yeni bir hayat kurmana yardım edeceğim dedim.” Gülümsedi. “ve yapacağım… Anlaştık mı?”

Ben de bir nebze gevşediğimde gülümsemesine karşılık verdim. Sonrasında Arık gözlerini tümüyle yola çevirdi ve aramızda kısa bir sessizlik oluştu. Konuşmak istediğim, sormak istediğim bir ton şey vardı ancak şu an sırası değildi. Yine de yorum yapmadan duramayacağımı fark ederek girdim söze. “Ben de seni ilk gördüğümde dünyanın en kibar insanı olduğunu düşünmüştüm. İçinden psikopat çıktı.” Alaylı ses tonum onu güldürdü. “Öyle deme.” Dedi sahte bir alınganlık ifadesiyle. “Hala gayet kibar bir psikopatım ben.”

Kendimi tutamayarak kahkaha attım. Sohbetimiz o kadar da komik değildi ancak içimde biriken bin bir çeşit duyguyu ağlayarak dışarı yansıtmaktan daha iyi hissettirmişti. Ona kızgın olmam gereken noktalar olduğunu düşünüyordum fakat şu an hiç öfkelenmek içimden gelmiyordu.

“Merak ettiğim bir şey var.” Dedi gülüşlerimiz sona erdiğinde. “Selim sana vurduğunda sen ne yaptın?”

O anı düşününce, biraz da utanarak başımı öne eğdim. “Bileğini ısırdım.” Dedim kısık sesle. Arık’ın daha yeni solmuş olan gülümsemesi yeniden yerleşti yüzüne. “Bir de yüzüne tükürdüm.” Diye de ekledim.

Aldığı cevaptan memnun olduğunu belirten bir ifadeyle salladı kafasını. “Hırçın Karadeniz kızı…” diye mırıldandı ne anlama geldiğini bilmediğim bir iç çekişle.

Yoksa Çınar’ın öldürdüğü hırçın kız yeniden mi canlanıyordu?

**

Gölün kenarında, sakin, salaş bir mekana getirmişti beni Arık. Uzun zaman sonra tıka basa yemiş, hatta neredeyse patlayacak kıvama gelmiştim bu yüzden üzerime bir türlü kurtulamadığım bir ağırlık çökmüştü. Yıllardır yaşadığım tüm anları düşününce burada geçirdiğim bir saatin ne kadar huzurlu hissettirdiğini tarif dahi edemezdim. Dördüncü bardak çayımın son yudumunu kafama diktim ve termosa uzandım.

“Sen çay bağımlısısın farkında mısın?” diye sordu Arık. Bir cevap beklemiyor durum tespiti yapıyordu belli ki. Omuz silktim. “Sen de çay düşmanısın. Daha ikinci bardağını bile bitiremedin.” Diye karşılık verdim. İnce belli bardağın dibinde kalan son çayı da içip bana baktı. “Buradaki çayları sevmiyorum diyelim. Antep'te biz bunları içmezdik.”

Gülümsüyor olsam da yüzüme yargılayıcı bir ifade yerleştirdim. “Polis bey…” diye fısıldadım çok gizli bir bilgi verecekmişim gibi öne eğilerek. “Kaçak çay mı içiyorsunuz yoksa?”

O da benim gibi eğilip ses tonunu alçalttı. Parmağını da dudaklarımın üzerine koydu. “Şişt.” Yeşil gözlerini hiç bu kadar yakından görmediğimi fark ederek afalladım. Aramızda kalan birkaç santimlik mesafe parmak uçlarımdan başlayan bir kıvılcımı harladı.

“Bu bir sır ama. Yeterince suça bulaştım zaten.” Dedi alaylı bir tonlamayla. Kirpiklerimi kırpıştırıp dikkatimi yeniden söylediklerine vermeye çalıştım. Parmağını usulca indirdi ancak yüzünü geri çekmedi. Gözlerime bakıyordu ama sanki gözlerimin ardını görüyordu. Zihnim bulanmış, düşüncelerim kablolu kulaklık gibi birbirine dolanmıştı. Kablolu kulakları açmaktan nefret ederdim bu yüzden hissettiğim bu duygu da canımı sıkmıştı.

Arık boğazını temizlediğinde, en sonunda biraz da utanarak uzaklaşan ben oldum. Dudağının kenarı yukarı kıvrıldı. “Bir gün beraber içeriz belki.” diye mırıldandı bakışlarını göle çevirirken. “O zaman söz kaç bardak dersen içerim seninle.”

Onunla geçireceğimiz kaç günümüz daha vardı bilmiyorum ama benimle ilgili plan yapması anlamsız bir ruh haline bürünmeme neden olmuştu. Kalbimin sesi kulaklarımda çınlıyordu sanki. Öyle ki Arık duyacak diye panik oldum. Bu yüzden bir gariplik olduğunu anlamaması için oyalanacak bir şeyler aradım. Her şey oldukça sıradan ilerliyor havası verebilmeyi umarak daha yeni doldurduğum çay bardağını bir anlık gerginlikle kafama diktiğimde dilimi yaktım ve ağzımdaki çayı püskürttükten sonra çığlık attım. “Hay senin…” Ben gerçek bir geri zekalıydım!

“İyi misin?” diye sordu telaşla. Utançtan yerin dibine girmeden hemen önce ona cevap verdim. “İyiyim.” İçimden defalarca kez kendime lanet okuduktan sonra derin bir nefes aldım. “Sigaran var mı?” kaç saattir sigara içmediğim için sağlıklı düşünemez olmuştum belli ki. Kontrolü tümüyle yitirmeden önce ipleri elime almalıydım. Bir kez daha telefonsuz, cüzdansız ve sigarasız ortada kaldığımdan, her şeyi Arık’tan istemeye devam etmek zorundaydım ama neyse ki kendimi daha utanç verici durumlara sokmayı başardığımdan, otlakçılığım pek göze batmıyordu.

Arık yanındaki sandalyeye astığı ceketinin cebinden bir sigara paketi çıkarıp bana uzattı. İçinden bir dal alıp yakmasına izin verirken, alev alan yanaklarım yavaş yavaş soğumaya başlamıştı.

“Yürüyelim mi biraz gölün kenarında?” diye sordu bana. Çay içme hevesim yanıp kül olduğundan onayladım onu ve o hesabı ödemek için içeri yöneldiğinde ayağa kalkıp kendimi toparladım. Normal davranmam ve ergen bir kız çocuğu gibi abartı hareketler yapmamam gerekiyordu. Bu kadar basitti. Ne diye içimden çığlık atmak geliyordu ki?

Güçlü nefesler alıp vererek sakinleşmeye çalıştım. İki gün içinde beni bir kez Çınar’ın, bir kez de Selim’in elinden kurtarmıştı. Etkilenmiş olmamda hiçbir gariplik yoktu. Kim olsa etkilenirdi. Muhtemelen birkaç saate duygularım da davranışlarım da durulacak, olağan akışına dönecekti. Ona karşı hissettiğim minneti, başka anlamsız hislerle karıştırmamam gerekiyordu. Çünkü hayatımın bu noktasında ihtiyacım olan son şey kafa karışıklığıydı.

İki dakika sonra Arık yeniden yanıma döndüğünde dünyanın en sıradan gülümsemesini yerleştirdim suratıma. Bitmiş sigaramı masadaki kül tablasında söndürüp peşine düştüm ve yanına kadar hızlı adımlarla ilerledim. Aynı hizaya geldiğimizde ise yavaşlamış, ona ayak uydurmuştum.

“Seviyorum buranın havasını.” Dedi. Ceketini koluna asmış, ellerini de cebine koymuştu. Onunla ilgili sürekli yeni bir şeyler öğrenmeye gereksiz bir hevesim vardı. “Kaç yıldır buradasın?” diye sordum düz bir sesle.

“On yıldan fazla oldu.”

Ben de ellerimi kumaş pantolonumun cebine soktum. “Ailen Antep’te mi?”

Ne zaman ona ailesiyle ya da geçmişiyle ilgili bir şey sorsam durgunlaşıyor, gözlerinde bariz bir hüzün dolanıyordu. Onun canını acıtmak istediğim falan yoktu ama tavrı benim daha da meraklanmama neden oluyordu.

“Evet. Annem ve kız kardeşim orda. Babam geçen sene vefat etti.”

Konu ölüme gelince söyleyecek hiçbir kelime bulamadığımdan birkaç saniye sessiz kaldım. Arık afalladığımı fark etmiş olacak ki söze girdi. “Senin ailen nerede?”

Az önce onun üzerine çöken hüzün el değiştirmiş, gelip kalbimin ortasına yerleşmişti. “Annem yedi yıl önce öldü. Babam da…” durdum. Cümleyi tamamlayacak kadar bile onun hakkında bilgi sahibi değildim. “Bilmem.” Dedim en sonunda omuz silkerek. “Türkiye’nin herhangi bir yerindedir herhalde.”

Aile sohbetimiz ikimizi de oradan oraya savurduğundan, anlaşmış gibi aynı anda durduk. Arık dirseklerini gölün korkuluklarına yasladığında ben de hemen yanına geçip onu taklit ettim. “Başın sağ olsun.” Dedi en sonunda muhtemelen bir şey söylemesi gerektiğini hissettiğinden. İç çektim. “Senin de.”

İnsanın annesi ölünce başı sağ olmuyordu gerçi ancak bunu dile getirmedim. O da aynı şeyi babası için düşünüyor olmalıydı. Bir ebeveyn kaybetmek zordu ama ne yazık ki kalanla geçinmek daha da zordu.

Telefon çalmaya başlayınca aramızdaki sessiz taziye de sona erdi. Arık cebindeki telefonu çıkarıp kulağına götürdü. “Prensesim.”

Yüreğimden mideme ılık ılık bir şeyler aktı.

Hattın öbür ucunda bir kız sesi duyuluyordu ancak kelimelerini anlayamıyordum. Arık’ın yüzünde şimdiye kadar gördüğüm en aydınlık tebessüm belirdi. “Hiçbir şey olmaz korkma. Gelmek istiyorsan gel. Dinleme sen ordakileri.”

Bekardı. Bekarım demişti. Dünden bugüne hayatına biri girmiş olamazdı herhalde. Kahvaltıdan kalktığımızda öldürdüğümü sandığım ergen yeniden gün yüzüne çıktı. Çok da meraklı görünmemeye çalışarak ona bakmayı sürdürdüm.

“Başlatmasın amcama da. Ararım ben tamam.” Kafasını pat diye bana çevirdiğinde pür dikkat üzerine diktiğim gözlerime değdi gözleri. Kaşları usulca havalandı. “Abisinin gülü. Söyledim sana. Bundan sonra sen ne dersen o olacak.” Dedi. Cümlesinin altında bir ima mı vardı yoksa benim iyiden iyiye psikolojim mi bozulmuştu?

“Öpüyorum seni.” Dedi ve telefonu kapattı Arık. Kız kardeşiydi. Bundan bana neydi tabi ama sonuçta kız kardeşiydi işte.

Gizli bir iş yaparken yakalanmış gibi kaçırdım bakışlarımı ondan. Yüzüne bakmadığımdan görmüyordum ama gülüyor gibiydi. Anlamış mıydı acaba? Belli etmemiştim bence ama ya anladıysa? Kız kardeşiyle yaşıttım belki de. Hatta daha küçük bile olabilirdim. Biraz daha aklımı başıma toplamazsam kendimi korkunç bir duruma düşürecektim.

“İpek. Kardeşim.” Diyerek açıklamaya koyuldu birkaç saniye sonra. Umursamaz bir tavırla yeniden ona döndüm. “Öyle mi?”

Başını salladı. “On sekiz yaşında. Üniversite sınavına hazırlanıyor. Babam öldüğünden beri pek duramıyor Antep'te. Sık sık geliyor buraya. Bir kaç ay önce evde oda yaptım işte ona sırf rahat etsin diye. Toparlanması zaman alacak."

Arık bir şey daha söyleyecek gibi cümlesinin sonu havada asılı kalmıştı ancak konuşmak yerine nefesini dışarı bırakmakla yetindi. Her ne söyleyecekse de, vazgeçmiş olmalıydı. Ailesiyle ilgili sormak istediğim tonla sorum daha vardı ancak onu germemek için şimdilik sormayacaktım.

Yüzüme ufak bir tebessüm kondurdum. “Zor tabi… Halleder ama. Atlatır.” diye geveledim ağzımda. Ardından Arık’ın suratına yayılan imalı gülümsemeyi fark ederek hızlıca önüme döndüm.

Göle atlamak istiyordum!

**

Evdeki yelkovan ve akreple kanlı bıçaklı olmamıza çok az kalmıştı.

Dün sabah ki gibi Arık’ın salonunun ortasındaki koltuğun köşesine sinmiş, duvardaki saati takip ederken aynı anda zihnimdeki düşüncelerin akışına da şahitlik ediyordum. Üstelik düşünceler o kadar yoğunlardı ki neredeyse gözümle görebilecektim.

Eve gelmemizin üzerinden yaklaşık olarak üç saat geçmişti. Arık tüm gece ve diğer günün her saati boyunca hiç uyumadığından odasına çekilmişti ve ben de bir bardak kahve içtikten sonra kendime çay demleyeme karar vermiş, tek başıma kalmayı fırsat bilerek kafamı dinleyebileceğimi ummuştum.

Olmamıştı. Yalnızlık insana huzur veren bir şey değildi. Gömdüğüm bütün kötülükler su yüzüne çıkmış, içimi kemirip duruyordu.

Binanın önünde bir polis arabası vardı ve Arık uzaklaştırma kararının çıkmak üzere olduğunu söylemişti ancak bunlar Çınar’ı engeller miydi emin olamıyordum. Gerçi şu an istese de bir yere kımıldayacak durumu yoktu ama elbet iyileşecek ve gelip beni götürmeye çalışacaktı.

Selim, bana karşılık Leyla’yı istemişti ancak Arık beni kurtardığına göre anlaşma bozulmuştu. Yani sır perdesi ufacık bile aralanamamıştı. Arzu’nun başına her ne geldiyse de henüz ortaya çıkmasının zamanı değildi belli ki. Onun hayatına dair öğrendiklerim ona karşı hissettiğim özlem duygusunu arttırıyordu. Çınar’dan ayrılıyor, bunu başarabiliyor olmanın eşiğindeyken arkadaşımın da benimle bunu yaşaması lazımdı. Birlikte kurduğumuz planı, tek başına gerçekleştirmek yarım hissettiriyordu.

Yaşaran gözlerimi kırpıştırdım.

Mektubu ise tam o anda hatırlamıştım.

Kemal gelmeden önce Arık’ın telefonda bahsettiği mektubu okuyamamıştım. Arzu’nun bana belki de son sözlerini öğrenememiştim. Beynim o kadar doluydu ki Selim’in yanından ayrılır ayrılmaz mektuba koşmam gerekirken ben onu hafızamdan silip atmıştım resmen. Ayağa kalkıp salonda dolanmaya başladım. Arık kaç saat uyurdu acaba? Uyandırsa mıydım?

İpucu… Orada bir ipucu vardı. Onu tanımayanların okuduğunda intihar diye yorumladığı şeyin altından başka bir anlam çıkabilirdi.

Bedenimi yüksek doz gerginlik sarmalamıştı. Eve gelir gelmez hatırlayıp Arık’tan bana vermesini istemediğim için kendime kızıp duruyordum. Bu kadar önemli bir şeyi nasıl göz ardı edebilmiştim?

Aradan birkaç dakika geçti. Yelkovan sanki yavaşlamıştı. Zaman ilerlemiyor, Arık uyanmıyordu. Daha fazla dayanamayacağıma karar vererek temkinli adımlarla odasının önüne kadar yürüdüm. Kızacak değildi ya. Mektubu verip sonra gidip tekrar uyuyabilirdi. Yaptığım çok ayıp hatta hadsizlikti ama etik kuralları düşünemeyecek kadar stresliydim. Bu yüzden vazgeçmeden hemen önce kapısını iki kez tıklattım.

“Derin?” dedi Arık uykulu olmasına rağmen endişeli bir sesle. Boğazımı temizleyip dudaklarımı yaladım. “Özür dilerim. Mektup. Mektubu vermeyi unuttun ve ben de söylemeyi tabi. Hatırlayınca da sabredemedim.”

Sessizlik.

Geri mi uyumuştu?

Oflayarak arkamı dönüp yeniden salona doğru yöneldim. Meraktan ölecek değildim ya. İdare edebilirdim. Aniden Arık’ı uyandırdığıma da pişman olmuştum zaten. Adamın kendi evinde adama huzur vermiyordum.

Kapının açılış sesini duyunca duraksadım. Arık yarım yamalak giydiği lacivert tişörtü ve kısa şortuyla bekliyordu odanın önünde. Üstsüz mü uyuyordu acaba? Yoksa üzerinde başka bir şey vardı da onunla görünmek mi istememişti?

Aklımdan geçenlere inanamayarak kendi kendime sövdüm. Konunun tamamen dışında olan aptal düşüncelerim yüzünden beynimi sökmek istiyordum artık.

Arık elindeki zarfı bana uzattı. “Bir yüzümü yıkayım geliyorum.” Dedi ve banyoya girdi. Elimdeki beyaz zarfa bakarken ellerim titriyordu.

Midem kasıldı. Başım döndü. İçinde ne yazıyor tahmin edemiyordum ama kaldıramayacağım şeyler öğrenmekten deli gibi korkuyordum. Sakin adımlarla salona gidip tekrar koltuğa çöktüm. Bir dakika sonra Arık da sessizce gelip oturdu yanıma.

“Sen okudun mu?” diye sordum ona bakmadan.

“Okumadım.” Dedi.

Şaşırmıştım. Bu mektup bir delildi ve o bir cinayet polisiydi. Eline geçer geçmez bakması gerekmez miydi? Neden okumadığını merak etmiştim ancak o an sorup süreci yavaşlatmak istemedim. Zarfı açtım ve içindeki a4 kağıdını çıkardım.

Canım Yeşim,

Diye başlamıştı sözlerine. Canım Arzu…

Belki de Derin demeliyim sana. Gerçekleri açıklayacağım bir mektupta, sana gerçek olmayan bir isimle hitap etmem saçma olur.

Zorlukla yutkundum. Canlı kanlı karşımdaymış gibi, ona ait sözcükleri gördüğüme sevindim önceleri ama sonra aniden battı güneş. Dünya karanlığa gömüldü. Sonsuz gökyüzü beni içine çekip yuttu.

Kelimeleri okurken, cümleleri zihnimin içinde tekrar ederken kalbimin yerinden çıkacağını zannettim. Görünmez bir el ruhumun bir parçasını söküp almıştı sanki. Yaşlar yanaklarımdan kontrolüm dışında süzülmüştü ve ağladığımı fark edememiştim bile. Bir an için sulu gözlerimle Arık’a baktım. Yüzündeki endişe daha çok ağlamama neden oldu.

İnsanlara çok çabuk güvendiğimi söylemiştim değil mi? Arzu da zaten hep çok masum ve saf olduğumu söylerdi.

Hiç ne kadar salak olduğumdan bahsetmemişti.

Kafamı daha fazla tutamayacağıma karar vererek bıraktım kendimi. Arık’ın eli omzuma değince ben de bunu bekliyormuş gibi başımı omzuna yasladım. Birçok şey gibi mektup da bitti. Kağıt elimden düştü ve hıçkırıklarım soluğumu kesti.

Arık ne olduğunu sormadı. Cevap vermeye de gücüm yoktu zaten. Ben kolunu bana dolamasına izin verdim o da dizlerine yatıp ağlamama. Dakikalar geçti. Bilmiyorum belki de saatler… Önce sesim kesildi. Sonra gözyaşlarım.

Bir cenaze kalktı yüreğimden.

Benim cenazem…

“Arık?” dedim zorlukla. “Senden çok saçma bir şey isteyeceğim ve muhtemelen deli olduğumu düşüneceksin ama yine de… Yapar mısın?”

Elini saçlarımda gezdiriyor, beni ne için teselli ettiğini dahi bilmeden, sakinleştirmeyi deniyordu. Bir nebze başarıyordu da aslında ancak ihtiyacım olan şey sakinleşmek değildi.

Delirmekti.

“Yaparım. Söyle.”

Doğruldum. Yerdeki mektubu alıp ona uzattım ve yanaklarımdaki ıslaklıkları kuruladım. “Beni…” dedim tekrar ağlamaktan korktuğum için kısık bir ses tonu kullanarak. “Beni Çınar’a götürür müsün?”

 

Canım Yeşim,

Belki de Derin demeliyim sana. Gerçekleri açıklayacağım bir mektupta, sana gerçek olmayan bir isimle hitap etmem saçma olur.

Seni hep küçük kız kardeşime benzetiyorum. Öyle masum, öyle saf bakıyor ki gözlerin… Çınar’a rağmen daha hiç kötülükle tanışmamış, benim aksime daha içindeki mutlu çocuğu öldürmemiş gibisin. Neşen yalnızca bir uykuya dalmış ama bir gün uyandırılmayı bekliyor sanki... Bu yüzden seni Sarmaşık’tan kurtarıp, neşeni geri veremeden bırakacağım için üzgünüm aslında ama bu sona kendim geldim. Bile isteye hem de…

Sarmaşık’ın zehrini yuttum ben de… Oradaki her kız gibi…

Hata mı, takıntı mı, kıskançlık mı adını sen koy…

Seni kıskanmadığımı söylersem yalan olur gerçi. Çınar’a karşı dimdik durabildiğin zamanları kıskandım mesela. Ona direnebilmeni kıskandım. Ondan vazgeçebilmeni kıskandım. Üstelik bunları sana ben söylemiştim değil mi?

Ama öyle bir insanım ki… Bazen onun sana olan ilgisini de kıskandım…

Benim kötü bir huyum var böyle işte. İnsanları hayal kırıklığına uğratırım genelde. Senin için bir hayal kırıklığı olmayı istemezdim ama yaşananları yok sayıp seni kandırmaya da devam etmek istemiyorum. Belki bu sayede kurtulursun esaretinden belli mi olur?

Sarmaşık’taki her kız Çınar’ın göz bebeği olmak istiyor biliyor musun? Hepsi yatağına girmek için fırsat kolluyor. Çünkü dışarından o kadar güzel seviyor ki seni, her detayını bilmeme rağmen beni bile dünyanın en aşık insanı olduğuna ikna edecek kadar güzel…

Özür dilerim Derin…

Ben yaptım.

Herkes fırsat kolluyordu… Ben Çınar’ın yatağına girdim.

Daha kötüsü bir an için o duyguyu sevdim bile.

Yine de her şeye rağmen seninle temiz bir sayfa açabileceğimize son ana kadar inandım. Çabaladım ama olmadı Derin. Keşke sana karşı daha açık olabilsem ama yapamam ne yazık ki.

Sana ihanet eden insan olmak istemezdim.

Çınar’ın sana ihanet ettiğini benden öğrenmeni de istemezdim. Çünkü biliyorum ki sen de ondan en çok bunu beklemezdin.

Bundan sonraki hayatımda nerede olacağımı bilmiyorum ama gittiğim yerde seni çok özleyeceğimi bil…

Ve bir gün eğer yapabilirsen… Affet beni.

💔

Şimdi bir kez daha sormak istiyorum. Sizce Arzu'ya ne oldu? 😅 Tabi bir de Arık'ın gizemini çözebildiniz mi?

Kitap kurgusu kafamın içinde final bölümüne kadar hazır sayılır o yüzden çok heyecanlıyım bir an önce yazıp bitirmek istiyorum. İnanılmaz olaylar ve kaoslar bekliyor bizi. 😅

Lütfen yorum yapmadan geçmeyin ve beğenmeyi unutmayın. Haftaya yine aksiyon dolu bir bölümle görüşmek üzere.

 

 

Loading...
0%