@melikemn
|
💔 Kalbimle beynim arasında kaldığım anlar çok olmuştu. Çınar’ın tüm takıntılı tavırlarına göz yumduğum, her şeye rağmen ona yenildiğim, kabullendiğim zamanlarda kalbim devredeydi. Arzu gözümü açana kadar, Sarmaşık’a da Çınar’a da mecbur olduğuma inandırmıştım kendimi. Kaçmayı bir seçenek olarak düşünmemiştim. Oysa Çınar’a da kaçarak gelmemiş miydim? Neden o beni bu denli etkisi altına alabilmiş, ben buna nasıl izin vermiştim? Arzu’yla tanışmamızın üzerinden dokuz ay, hayatımdan çıkışının üzerinden neredeyse bir hafta geçmişti. Çınar’dan vazgeçmemin üzerinden uzun zaman ancak onu geride bırakmaya karar vermemin üzerinden sadece üç gün geçmişti ve ikisinin birlikte beni salak yerine koyup ayakta uyuttuğunu öğrenmemin üzerinden de tam olarak yirmi saat geçmişti. Hemen önümde ağzına kadar doldurduğum bir kül tablası vardı. Dakikalardır bir kül tablasıyla bakışıyordum ve o bile bana benden daha zeki olduğunu haykırıp duruyordu sanki… Sahi, hangi noktada şuurumu bu denli yitirmiş, hiçbir şeyden şüphelenmeyecek kadar aklımı kaybetmiştim? Çınar Arzu’yu odasına çağırdığında, anlam veremediğim konuşmalarına şahit olduğumda ve silah sesini duyduğumda bile neden aralarındaki ilişkinin boyutu hakkında bir an bile düşünmemiştim? Arzu intihar etmişti ya da Çınar onu ölüme sürüklemişti… Başına her ne geldiyse de artık canımı eskisinden daha çok yakıyordu. Arzu’ya güvenirken, onu severken ölümünü kabullenmek daha kolaydı. Şimdi kucağıma bir ihanet bırakıp gitmişti ve benim yapabileceğim tek şey kendimi yiyip bitirmekti. “Allah cezanızı versin…” diye homurdandım başımı balkon demirlerine yaslarken. “Allah bin bir türlü cezanızı versin inşallah.” Kapının kilit sesini duydum ancak ne yerimden kalktım ne de herhangi bir uzvumu hareket ettirdim. Açıkçası kımıldamaya gücüm kaldığını sanmıyordum. “Günaydın…” diyerek balkon kapısından kafasını uzattı Arık. Dün gece işe gitmişti, bu yüzden beni yalnız bırakması gerekmişti. Aslında yalnız kaldığıma ilk defa memnundum ancak hayal ettiğim huzura elbette yine kavuşamamıştım. “Günaydın…” dedim göz ucuyla ona bakarken. Elindeki beyaz poşeti gösterdi bana. “Sıcacık simit aldım. Sever misin? Çayı da koyuyorum ama sen demle.” Onun geçen günkü çay demleme girişiminden sonra kendi içeceğim çayı asla ona demletmezdim zaten ancak bunu sesli dile getirmek yerine başımı salladım. “Severim.” Arık önce muhtemelen kızarmış olan gözlerime, ardından önümdeki izmarit yığınına baktı. “Hiç uyudun mu?” diye sordu yüz hatları gerilirken. Uyumuştum. Bir, belki iki saat. Emin değildim. Gerçeklikle bağımın koptuğu, uzun ve iç yakıcı bir gece geçirmiştim. “Uykum yok.” Oturduğum yerde toparlandım. “Çınar’a gidecek miyiz bugün?” Arık sanırım bunu söyleyip durmamdan yorulduğu için ofladı. Ben de onu peşimden sürüklemek istemiyordum ancak kapıda polis bekliyordu ve tek başıma dışarı çıkmamın güvenli olmadığını söylemişti. Gerçi dışarıdaki tehlike Çınar’dı zaten. Tehlikeye kendi ayaklarımla gidecekken dışarının güvenli olup olmaması kimin umurundaydı? “Biraz kendini toparladığında… Olur.” Dedi en sonunda bıkkın bir tavırla. İstemeyerek de olsa ayaklanıp ona yaklaştım. Hala balkon kapısının pervazında dikildiği için yanından geçerken omzuna değmek zorunda kaldım. Elini usulca koluma koydu. “Derin…” Ona gülümsemek istedim ancak içimden herhangi bir mimik yapmak gelmiyordu. “Canının yandığının farkındayım ama kendini bırakman için yanlış zaman.” Dedi kadifemsi bir sesle. Zorlukla yutkundum. “Niye ki?” diye sordum. “Çınar yok, Arzu yok. Tam da kendimi bırakabileceğim bir nokta işte. Yalnız başıma. İstediğim gibi kendimi en dibe gömebilirim.” Başını olumsuz anlamda sağa sola salladı. “Gömemezsin.” Diyerek itiraz etti sözlerime. Sonunda yüz hatlarım gevşemişti ve yüzümde soğuk bir gülümseme belirdi. “Neden?” Gözleri gözlerime çarptı. Yüreğimde bir kıvılcım yandı. O gözler bana ne yapıyordu anlayamıyordum bir türlü ama içimdeki acıya rağmen, kalp atışlarım hızlanmıştı. “Çünkü izin vermem.” Dedi Arık. Başı biraz daha öne eğilmişti ve dudakları neredeyse anlıma çarpacaktı. Yutkundum. “Neden?” diye tekrar ettim sorumu yine. Belki de ben kurtarılamazdım. Çınar’dan arınamaz, onun izlerini hayatımdan sonsuza kadar silemezdim. “Çünkü en dibi hakketmiyorsun.” Hala kolumda duran elini usulca çekti. Beni omuzlarımdan tutup kendine çevirdi ve yüzümü ellerinin arasına aldı. Bu tanıştığımız günden itibaren ki en yakın olduğumuz andı. Ben ellerinin arasında eriyip gitmeden hemen önce dudağının kenarında ufak bir tebessüm belirdi. “Berbat bir hayat geçirmiş olabilirsin. Umudunu, sevgini, aşkını her şeyini yitirmiş, hatta mutlu olmayı unutmuş olabilirsin ama yirmi üç yaşındasın. Bir sona gelmedin. Yeni bir başlangıç yapman gereken yerdesin.” Haklıydı. Ya da değildi. Sözleri zihnimde bir karşılık bulmuyordu çünkü aslında beynim çalışmayı saatler önce bırakmıştı. Beynimle kalbim arasındaki savaşı bir kez daha kalbim kazanmıştı. “Hazır değilim.” Dedim sonunda omuzlarımı indirirken. Alnıma ve yanağıma düşmüş olan karman çorman saçlarımı elleriyle arkaya itti. “Olacaksın ama.” Gözleri her gözlerime değdiğinde midem karıncalanıyordu. Bu kadar dibime girmeseydi duygularım da aynı acıyla harap olmaya devam edecekti ancak bakışlarım dudaklarına kaydığında başka bir heyecan ruhumu ele geçirdi. Bana bu kadar iyi davranmasının sebebi, küçük kız kardeşine benzetmesiydi belki. Ya da halime acıması ve yardıma muhtaç bir kedi yavrusu gibi evine sığınmış olmamdı. Yine bana ilgi gösteren ilk erkeğe kendimi bırakacak kadar zıvanadan çıkmış, yaşadıklarımdan hiç ders almamış mıydım gerçekten? Bileklerinden tutup kollarını indirdim ve bir adım geri atıp aramızdaki teması kestim. “Çok düşüncelisin.” Dedim kibar olmaya çalışarak. “Ama ben senin kız kardeşin ya da evine aldığın yardıma muhtaç bir kedi yavrusu değilim.” Söylemek istediklerim bunlar mıydı tartışılırdı ancak belki de olması gereken buydu. “Bana acıyıp bebekmişim gibi davranmayı bırak.” Saçmalıyor muydum? Belki. Arık’ı kırmış hatta şok etmiş miydim? Kesinlikle… Canım yanıyordu. Öfkemi ondan çıkarıyor gibi görünmek değildi niyetim ama duygularım durulmuyor, üstüne bir de onun üzerimde bıraktığı etki aklımı kaçıracakmışım gibi hissettiriyordu. “Tamam.” Dedi sadece. Dümdüz bir tamam… İyilik bilmez bir ruh hastasıydım ben. Ayrıca Arık’ın sularına kapılıp kendimi bir kez daha mahvetmeden önce buradan gitmek zorundaydım. Birkaç saniye bakışlarıyla esir aldı beni ve yine olduğum yere sabitlenmeme neden oldu. “Madem bu kadar Çınar’a gitmek istiyorsun.” Diye geveledi ağzında en sonunda. “Hazırlan da çıkalım o zaman.” Gözlerimi ondan kaçırıp salonun içinde gezdirdim. Konsolun üzerindeki gri saplı çakıyı gördüğümde hızlı bir plan yapmıştım. “Tamam.” Dedim Arık’a. Tamamdı. 💔💔 Çınar’ın villasının biraz aşağısına arabayı park etmiş, Arık’la arabanın önüne yaslanmıştık. Yan yana duruyorduk, kollarımız bağlıydı ve aramızda gergin bir sessizlik kol geziyordu. Ara sıra göz ucuyla onu süzüyor, evdeki konuşmamızın ardından büründüğü kaskatı tavrının biraz olsun yumuşayıp yumuşamadığını anlamaya çalışıyordum. Yumuşamamıştı. Çınar’la yüzleşecek sonra Sarmaşık’tan eşyalarımı alıp gidecektim buradan ve Çınar da Arzu’da Arık’ta maziye karışacaktı. Derin bir nefes alıp doğruldum. “Konuşup geleceğim.” Dedim Arık’tan tarafa bakmadan. "O eve tek başına girip sonra öylece geri dönebileceksin öyle mi?” diye sordu muhteşem planıma inanamayarak. Çınar yaralıydı, Kemal kim bilir ne haldeydi ve diğer adamlar ortalarda görünmüyorlardı. Bana en fazla ne yapabilirdi ki? Ne var der gibi baktım Arık’a. Belli ki Çınar’dan kaçarken şimdi ayağına gelmiş olmam yeterince büyük salaklık değilmiş gibi bir de tek başıma yanına gideceğimi duymak onu sandığımdan daha çok öfkelendirmişti. Beni Sarmaşık’tan çıkarmak ve sonra Çınar’ın elinden kurtarmak için o kadar uğraştıktan sonra şimdi ben de ona ihanet ediyordum sanki ama bunu yapmazsam yoluma devam edemezdim. Kinimi, sinirimi kusmalı, içimdeki deliliği dışarı vurmalıydım. “Derin çileden çıkmama çok az kaldı.” Dedi dişlerinin arasından. Omuz silktim. “On beş dakikan var. Bahçe kapısının önünde olacağım. On beş dakika içinde dönmezsen içeri girerim.” Ben onun başını belaya sokmamak için uğraştıkça o belaya kendi ayaklarıyla yürüyordu. İtiraz edebilirdim ama daha fazla canını sıkmak istemiyordum çünkü belli ki sınırda geziyordum. Başımı sallayıp arkamı döndüm ve hızlı adımlarla eve doğru ilerledim. Arkama bakmadım. Bakasım vardı ama irademe hakim olmalıydım. Açık olan bahçe kapısından geçip, havuzun kenarından dolandım. Evin tüm kapıları kapalı ve perdeleri çekiliydi bu yüzden kimse olmadığını düşünmüştüm ancak yine de şansımı denemeliydim. Çelik kapıya yaklaştığımda Çınar’ın adamlarından birini gördüm. Adı Eren’di sanırım. Emin olmadığımdan ona ismiyle seslenmeyecektim. “Hoş geldin yenge.” Dedi sanki markete ekmek almaya çıkmışım da oradan dönüyormuşum gibi. “Çınar evde mi?” diye sordum yüzüne bakmadan. “Evde yenge.” Yengene sıçayım demedim. Bunun yerine o kapıyı çalarken öylece durdum. Güler abla karşımda belirince istemeden de olsa gülümsedim. Sanırım Çınar’ın çalışanlarından bir tek onu seviyordum. “Yeşim… Neredesin sen kaç gündür yoksun?” dedi beni görünce. O kadar zor bir soru sormuştu ki söyleyecek mantıklı bir yalan bile bulamadım. “İş, güç.” Dedim sonunda geçiştirebilmeyi umarak. Güler abla anlayışlı bir ifade yerleştirdi yüzüne. “Geç hadi. Yatak odasında Çınar. Uyanık ama. Pek uyumuyor zaten. Ağrısı da var ama ağrı kesici istemiyor. Vurulmuş. Haberin vardır gerçi. Kötü hali… Seni görünce toparlar.” Beni görünce toparlayacağını sanmıyordum ama umurumda değildi. Hiçbir şey söylemeden içeri girip merdivenlere yöneldim. Kimse arkamdan gelmemişti ve buna memnundum. “Ben geldim!” diye bağırdım en yüksek sesimle. Daha cümlem tamamlanmadan açıldı odanın kapısı ve Çınar dehşete düşmüş bir yüz ifadesiyle karşımda belirdi. “Gülüm… İyi misin?” Gülün dikenini ona sokacağımdan henüz haberi yoktu. Kollarını etrafıma dolayıp beni göğsüne bastırdı. Kımıldamadan öylece durdum ve onun aşık adam rolünü bitirmesini bekledim. Birkaç saniye sonra geri çekildi. “Kahraman polisin çıkarmış seni.” Dedi alıngan bir sesle. “Her olayın altında o var maşallah.” Yargılayıcı bakışları üzerimde dolanıyor, garip imasıyla beni köşeye sıkıştırmak istiyordu. Topuğundan vurulan birine göre çabuk toparlanmıştı. Topallıyordu ama ben ayakta bile duramadığını ummuştum. Gözlerimi devirdim. “Yırttın yani yine.” “O ne demek?” diye sordu dünyanın en masum insanıymış ve her şey yaşanırken huzurlu evinden hiç çıkmamış gibi. Selim’in bana karşılık Leyla’yı istediği anlaşmanın Arık sayesinde bozulmuş olmasını hesaba katmayacaktı anlaşılan. Kahkahayı patlattım. “Hiç.” Dedim omuz silkerken. “Hiçbir şey.” Kafamla az önce çıktığı kapıyı işaret ettim. “Odaya mı geçsek? Daha rahat konuşuruz.” Onunla geçirdiğim tüm kavgalarımızı, hatta yan yana olduğumuz her anı düşündüm. “Ne zamandır şöyle oturup insan gibi konuşmuyoruz seninle.” Çınar tavırlarımda bir gariplik olduğuna karar vermiş olacaktı ki kaşlarını çattı. “Gel tabi. Ev senin. İstediğini yap.” Ondan önce hareketlenip odaya girdim ve yatağın önüne kadar yürüyüp kollarımı göğsümde birleştirdim. “İtalya işiyle uğraşıyordum ben de. Hallediyorum. Çok sürmeyecek. Çekip gideceğiz buradan. Söz. Uğraşmayacağım da kimseyle. Polisle de, Selim denen o yavşakla da. İkimiz için yeni bir hayat kuracağım. Şu ayağım iyileşsin, Kemal bir iyileşsin. Karnını delmişler çocuğun şerefsizler.” Diye zırvalamaya başladı kendince. En azından Kemal ölmemişti. Öfkemi bastırmak için derin bir nefes aldım. Hafızasını mı kaybetmişti? Nasıl bir oyuncuydu, nasıl bu kadar kolay yalan söyleyebiliyor ve nasıl yıllardır beni bir şekilde buna inandırabiliyordu algılayamıyordum artık. “Lan…” diye girdim söze ancak sakin kalmam gerektiğini kendime hatırlatmak için bir saniye bekledim. Çınar yatakla benim aramda duruyor, bakışları benimkileri kovalıyordu. “Önce Arzu meselesinin çözülmesini mi beklesek? Hani Kocası yaşıyormuş, bize yalan söylemiş falan.” Çınar muhtemelen hala benim ne yapmak istediğimi çözemediği için gözlerini kırpıştırıp, dudaklarını yaladı. Derin bir nefes aldı ve suratındaki sersemlemiş ifadeyi sildi. “Bebeğim… Arzu bizim için bir mesele değil. Yalancı orospunun tekiymiş işte. Unut sen de. Siktir olup gitti.” diyerek bana doğru bir adım attı. Ona sabretmek bu kadar zorken nasıl yıllarca sabretmiştim aklım almıyordu. “Çınar…” diye mırıldandım. Ona doğru ilerledim ve göğsüm, göğsüne çarpana kadar da durmadım. “Arzu gerçekten intihar etmiş de olabilir sanırım.” Dedim sakin olduğumu düşünmesini sağlayarak. Yüzünde muzip bir gülümseme belirdi. “Güzelim söyledim sana. Ben Arzu’yu neden öldüreyim?” Tek elimi göğsüne koyup onu yatağa ittim ve sırt üstü düşmesine neden oldum. Sonra da yavaşça dizlerimi yatağa koyup, karnının üzerine oturdum. “Hakkını yedim değil mi?” diye sordum kirpiklerimi kırpıştırırken. Çınar ellerini belimin iki yanına yerleştirdi. Etrafa şöyle bir göz gezdirdim. Ortalıkta silah ya da kesici, delici herhangi bir alet görünmüyordu. Yani ortamda tehlike arz eden tek şey bendeydi. “Affettim.” Dedi belime doğru kaydırdığı elleriyle beni kendine çekip üzerine yatırdığında. Aynı anda cebimdeki çakıyı çıkarıp boynuna dayadım. “Çınar…” diye fısıldadım kulağına doğru tekrar. Gözleri şaşkınlıkla açılırken parmakları bıçağı tuttuğum elimin bileğini kavradı. “Yeşim sen kafayı mı yedin gerçekten? Nasıl bir oyun peşindesin?” Arık’ın çakısıyla onu öldürecek halim yoktu. Kendimi güvenceye almak, biraz da gerildiğini görmek istemiştim. Söyleyeceklerime karşı sinirlendiğinde, gücün onda olmadığını anlayıp geri dururdu belki. Bir santim ilerimdeki yüzüne bakarken suratımı ekşittim. “Nasıldı?” diye sordum sakince. Kaşlarını çattı ancak ne demek istediğimi anlamadığından cevap vermedi. “Ya da belki bir kez değildir. Nasıllardı mı demeliyim? Yeterince tatmin olmuş muydun?” Beni üzerinden itmeye çalıştığında bıçağın ucu boynuna çarptı. Orada ufak bir kesik açılmıştı. “Salak salak konuşup tepemi attırmaya mı çalışıyorsun?” diye sordu dakikalar sonunda o da öfkelenerek. Yeniden ayaklandığım da kalkıp karşıma geçti. “Diyorum ki Allah’ın cezası, bok herif…” beynim patlayacak gibiydi. Kuruyan dudaklarımı yaladım. Öfkemi bastırıp onun suyuna gitmek buraya kadardı. Yine de kontrollü davranmam gerekiyordu çünkü boş bir anımı yakalayıp karşı atağa geçmesine izin veremezdim. “Nasıldı? Öpüşü, dokunuşu… Bu yatakta Arzu’yla yeterince iyi se…” Çınar’ın bir eli boğazıma dolandığında sesim kesildi. Beni itip sırtımın duvara çarpmasına neden oldu. Bakışlarındaki alev o kadar yoğundu ki neredeyse gerçekten bedenimi yakacaktı. “Ne diyorsun lan sen?” Boşta olan eliyle onun karnına yaslamaya hazırlandığım bıçağın sapını kavradı. Şimdi ortamızda bir bıçak vardı ve ikimizde onu almak için uğraşıyorduk ama gerçek şuydu ki o benden daha güçlüydü. “Her pisliği yapacağına inanırdım.” Dedim. “Bu hariç.” Bir saniye için gözlerini kapatıp derin bir iç çekti. Bu sırada boynumdaki eli de gevşemişti. “Sandığın gibi bir şey değildi. Anlamı yoktu.” Diye savundu kendini birde. En azından inkar etmemişti. Bakışlarım hala ikimizin aynı anda tuttuğu bıçağa çevrildi. “Hiç daha önce suratına söylememiştim bunu değil mi?” bıçağı biraz daha sıktım. “Nefret ediyorum senden. Tiksiniyorum. Hayatımdan siktir git artık yeter!” Öfkemle, hayal kırıklığımla, bıkmışlığımla, ona karşı hissettiğim tüm kötü duygularımla karşısındaydım ilk defa. Korkmadan, çekinmeden, geri adım atmadan. Her ne olacaksa olsundu. Ona boyun eğmek, sırf bana zarar vermesin diye alttan almak yoktu artık. Delirmiştim! Delirtmişlerdi! “Al sana Hırçın Karadeniz kızı!” diye bağırdım dibime kadar soktuğu yüzüne doğru. Kendi içimde Arık’la konuşuyordum ancak sözlerim Çınar’a hiçbir şey ifade etmemişti elbette. “Hangi it senin kafanı karıştırdı biliyorum ben…” dedi kendinden emin. “Halledeceğim ama. Öyle kolay zafer yok kimseye. Sikeceğim o polisin de belasını.” Gram laftan anlamayan bir varlıktı ve o kadar sabrımı zorlamıştı ki eğer tutuyor olmasa bıçağı çoktan saplamıştım karnına. Beni aldatmış, hayatımın içine sıçmıştı ve hala günah keçisi olarak başka birini suçlayabiliyordu. “Sen aptal mısın? Çınar kendin yaptın! Takıntılarınla, tavırlarınla…Lan şu dünyadaki tek arkadaşımla aldatmışsın! Bizim yatağımızda! Beni bu hale sen getirdin! Kimse değil!” diye bağırmayı sürdürdüm. Sesim ulaşabileceğim en üst noktaya ulaşmıştı ve muhtelemen evi inletiyordum. “Kes sesini!” diye çıkıştı o da bana. Bıçağı tek seferde çekip aldı elimden ve tam kalbimin ortasına çevirdi. “Unuttun galiba. Benim senin hayatından çıkmam için… Birimizin ölmesi gerekiyor Derin.” İki elimle birden tuttum bileklerini ve bıçağı biraz daha kendime yaklaştırdım. “İyi o zaman.” Dedim duruşumu bozmadan. “Öldür hadi. Çünkü ben bir daha asla senin olmayacağım. Gittim ben. Yokum artık.” Aramızda oluşan ölüm sessizliğinin sonuna gerçek bir ölüm yakışırdı. Çınar bıçağın ucunu göğsüme yasladı. Tenime değdiği yerde bir sıcaklık vardı. Sanırım kanıyordu. “Niye sen beni öldürmüyorsun? Tetiğe basamadın. Şu çakıyı da saplayamıyorsun tereddüt etmeden. Niye sen benim canımı almıyorsun Derin? Anlaşma böyle değil miydi?” diye sordu yarım yamalak bir gülümsemeyle. Onun bıçağı tutan eli gevşedi ve benim bıçakla temasım da kesildi. “Hala bana kıyamıyor musun yoksa?” Kapı sert bir hamleyle açıldı ancak ne Çınar gözlerini kaçırdı benden ne de ben ondan ayırdım gözlerimi… Ölüm olsa da olmasa da bu bir vedaydı ve bunu anlamasını istiyordum. Çaresizce onun bir şeyleri anlayabileceğine inanıyordum hala… Arık Çınar’ı ittirip geriye sendelemesine sebep olduğunda beyaz tişörtümdeki kırmızılık çarptı gözüme. Oysa canım acımamıştı. Fiziki hamleler artık canımı acıtamıyordu. “Benim o kalp.” Dedi Çınar. “Gerekirse söküp alacağım ama başkasına vermeyeceğim.” Arık beni tutup arkasına geçirdi ve sonra Çınar’ın üzerine eğilip vurmaya başladı. Yakasından tuttu. Ardından hızlıca bırakıp kafasını yere çarpmasına neden oldu. “Seni sağ bırakıp siktir olup gitmişim bu evden! Niye zorluyorsun lan şansını!” diye bağırdı öfkeyle. Selim’e olan sinirini düşündüm. Çınar’a karşı takındığı tavrı görünce Selim’e kibar davrandığına karar verdim. Çınar’da Arık’ın yakasına yapışmıştı ve ikisi yerde birbirlerine öldüresiye yumruklar atıyorlardı. “Ona dokunmayacaksın!” diye tısladı Arık. Gözü dönmüş gibiydi. “Sen kimsin lan?” diye cevap verdi Çınar aynı öfkeyle. “Kimsin onun hayatında?” hırsını yeterince alamamış olacak ki bıçağı bırakıp iki eliyle sarıldı Arık’ın boynuna. “Sana ne?” diye bağırdı Arık cevap olarak ve Çınar’a kafa atıp aralarındaki mesafeyi açtı. Bir de sanırım burnunu kırmıştı. Sürekli birilerini uzuvlarını kırıyordu. Gerçekten ürkütücü olmaya başlamıştı. Arık ayağa kalktığında Çınar onun bacağına yapıştı ve yeniden yere düşmesine neden oldu. Bir şeyler yapmazsam hem Arık’ın başı belaya girecek, hem de zarar görecekti. Onu bu hengameden çıkarmam gerekiyordu. Bakışlarımı ikisinden ayırıp az uzağımdaki bıçağa çevirdim. Bu anı daha önce yaşadığımdan emindim. Üstelik üzerinden bir hafta bile geçmemişti. Tek fark bu defa işimi şansa bırakmayacak olmamdı. Bıçağı aldım ve nefesimi tutup Çınar’ın bacağına batırdım. Soluğum adeta kesilmişti ancak kendimi tutamayarak söze girdim. “Yanıldın.” Başımı olumsuz anlamda sağa sola salladım. “Artık sana kıyabiliyorum Çınar.” Önce acı çığlıkları ulaştı kulağıma. Sonra da küfürleri. Belli ki hala bana ve aramızdaki ilişkiye olan inancını yitirmemişti çünkü gözlerinde dolu dolu hayal kırıklığı vardı. Arık şaşkın bakışlarını üzerime çevirdiğinde tam olarak neler yaşandığını henüz hazmedemediğimden, tepki de verememiştim. Bilemiyorum, bedenim artık kaos karşısında tepki vermeyi bırakmış da olabilirdi. Hızlıca ellerimi bıçaktan çektim. “Gidiyoruz.” Dedi Arık doğrulurken. Bu acı Çınar’ı öldürür müydü? Geçen gece topuğuna kurşun yemiş, şimdi de bacağına bıçak saplanmıştı. Bir de burnunun kırılmış olma ihtimali vardı ve Arık’tan sağlam bir dayak yemişti. Belki de sakat kalırdı. O benim kalbimi söküp alamamıştı ancak benim ondan bir şeyler aldığım kesindi. “Lan!” diye tısladı biz kapıdan çıkmadan önce Çınar. “Belanızı sikeceğim lan!” tam merdivenlere yöneldiğimizde alt kattan Eren göründü. Bize doğru koşuyordu. Kendi ayaklarımla gelip Arık’ı da kendimi de böyle bir duruma soktuğuma inanamıyordum. Aklım neredeydi? Arık’la aynı anda durup birbirimize baktık. “Polisim lan ben!” diye çıkıştı dişlerinin arasından. “Durup durup adam dövemem!” Haklı olması moral bozucuydu ama aklıma onun Eren’i dövmediği bir kaçış planı da gelmiyordu. “Ben mi dövsem?” diye önerdim. “Yengesiyim ya. Karşılık vermez belki.” Panikten saçmalamaya başlamıştım. “Yengesi falan değilsin.” Dedi Arık. Gerçekten konumuz bu muydu? Eren elinde silahla birkaç merdiven aşağıda duraksadı. “Bırak kızı , defol git.” Dedi Arık’a. Arık’ın yüz hatları iyiden iyiye gerilmiş, gözleri koyulaşmıştı. Hızlı bir çözüm yolu bulmam gerekiyordu. “Balkon var. Seninkinden daha alçak. Oradan atlarken bacağımı kırmadıysam yine kırmam herhalde.” Diye öneride bulundum. Arık’ın bakışları ışık hızında bana döndü. “Balkondan mı atladın?” Omuz silktim. Gerçekten ama gerçekten konumuz bu muydu? “Eren, abini bıçakladım. Kan kaybından ölmeden ona mı yetişsen?” dedim. Eren şok içinde kalmış bir ifadeyle bana bakarken Arık öne atılıp elindeki silahın aşağı fırlamasına neden oldu. Eren’in sırtı duvara çarptı ve Arık aynı anda elini yeniden bana uzattı. Parmakları parmaklarıma dolanır dolanmaz ikişer ikişer indik merdivenleri ve açık olan çıkış kapısından dışarı attık kendimizi. Güler abla ortalıkta görünmüyordu. Korkudan bir yere sinmiş olma ihtimali yüksekti. Bu dozda bir adrenalini kaldırmak için fazla masumdu. Gülmek, aynı anda ağlamak istiyordum. Kalbim o kadar hızlı atıyordu ki sanki yerinden çıkacaktı. “Öleceğim şimdi kalp krizi geçirip.” Diye söylendim hala koşarken. Arık örtülü olan bahçe kapısını araladı. O sırada başka adım sesleri de kulaklarıma ulaşmıştı. Çınar’ı bıçakladığımı söylemiştim ve bu salak inatla bizi kovalamaya devam ediyordu. Oysa Kemal olsa çoktan abisini kucağında hastaneye taşımıştı. “Hay, senin ben…” Arık’ın yarım yamalak küfrünün hemen ardından silah ateşlendi. Korkuyla sarsılan bedenime baktım. Canım yanmamış olmasına rağmen bir an vurulduğumu sanmıştım. Ellerimiz gevşediğinde ben de yavaşlayan adımlarımı tekrar hızlandırmadan önce gözlerimi Arık’a çevirdim ve tam o anda onun avucundaki kanı fark ettim. Vurulan ben değildim. Ne yazık ki… 12 MAYIS 2024 Odanın ortasında volta atıyor, kafamda söyleyeceklerimi tekrarlayıp bir yanlışlık yapmamı engellemeye çalışıyordum. Hayatımın en zor konuşmasını gerçekleştirecektim ve bu yüzden kalbim yerinden çıkacak gibi atıyordu. Arzu’nun sesi kulaklarımda yankılandı. “Daha iyisini hakkediyorsun.” Demişti. “Çınar’la heba edilemeyecek kadar güzel bir geleceğin var.” Yutkundum. Artık Çınar’ı sevdiğimi hissedemiyordum. Tüm hakaretlerine, takıntılı hareketlerine ve baskıcı tavırlarına rağmen bunca zaman ona yeterince tepki göstermediğimi yeni fark ediyor, kendime kızıyordum. Kapı usulca açıldı ve Çınar temkinli adımlarla girdi içeri. Önce belindeki silahı çıkarıp Dresuarın üzerine koydu. Ardından siyah ceketinden kurtuldu. Benim odada olduğumu fark etmemiş miydi? “Çınar?” dedim meraklı bakışlarımı üzerine dikip. “Gülüm?” diye yanıtladı beni ancak gözlerini başka yöne çevirmişti. “Aramız iyi mi?” Gömleğinin kollarını kıvırıp bana doğru bir adım atarken gülümsedi. “Neden iyi olmasın?” Benimle dalga geçiyordu sanırım. Öğlen Sarmaşık’ta deli gibi kavga etmiştik ve o beni eve göndermiş, saatlerdir odaya kapattırmıştı. Şimdi gelip dünyanın en sıradan ilişkisinin ortasındaymışız gibi mi davranacaktı? “Arzu’yla kahvaltıya gittik diye yapmadığını bırakmadın ya hani!” diye çıkıştım sesimi yükselterek. Geldiği andan beri ilk defa bakışlarını bana döndürdü. Bıkkın bir tavırla derin bir iç çekti. “Yeşim, hiç tribinle uğraşamayacağım bu saatte. Yatalım hadi.” Durulduğunu sandığım öfkem yeniden bedenimi sardı. “Trip mi? Alt üstü kız kıza kahvaltı yapmaya gittik! Önce beni tüm çalışanların içinde rezil ettin sonra da şu saate kadar odaya kapattın. Şimdi de gelmiş her şey normal gibi mi davranacaksın?” Bana doğru birkaç adım attı. Aramızdaki mesafe azaldığı için gerilmiştim. Yanından geçip sırtımı dresuara yasladım. Çınar elbisemin göbek kısmını tutup beni kendine çekti. “Sana elli kere, bensiz dışarı çıkmayacaksın demedim mi? Dedim. Laf anlamazsan sonuçlarına da katlanırsın.” Kısık sesinin aksine yüz ifadesi gerilmiş belli ki öfkelenmişti. Yine de artık ona boyun eğmeye niyetim yoktu. “Ben. Senin. Oyuncağın. Değilim.” Kelimelerin üzerine özellikle basarak konuşmuştum. Böylece beni daha net anlayacağını umuyordum. “Kızım hayırdır ya? Arzu sürtüğü mü soktu yine aklına bunları?” Bileğini tutup, elbisemdeki elini indirdim. “Yapamıyorum ben.” Dedim. “Olmuyor. Yeterince sevmiyorum belli ki artık çünkü katlanamıyorum bu takıntılı tavırlarına.” Çınar’ın kahverengi gözleri daha da koyulaştı. Soğuk tebessümü tüm yüzünü kaplamıştı ve duruşuyla dahi beni tehdit ediyordu. “Ne diyorsun yani?” Kuruyan dudaklarımı yaladım. “Bırak beni. Ayrılalım.” Daha önce ondan elli kere ayrılmıştım ancak hepsinde şiddetli bir kavganın ortasındaydık ve sonunda beni bir şekilde ikna etmeyi başarıyordu. Şimdi ise sakindim. Düşünmüştüm. Karar vermiştim. Cesaretimi toplamıştım. Çınar parmaklarını koluma doladı. “Delirdin mi lan sen?” diye sordu ama hareketlerine bakılınca o delirmiş gibi görünüyordu. Başımı hayır anlamında salladığımda elini iyice sıktı. Canımı yakıyor ve umursamıyordu. “Şu saatte işten gelmişim bir de senin saçmalıklarını çekiyorum.” Dedi dişlerinin arasından. “Git yat hadi attırma tepemi.” Kendime bir söz vermiştim. Geri adım atmak yoktu. “Çınar, ciddiyim. Zorlamanın anlamı yok. Bu ilişki… Yürümüyor.” Çınar öne doğru eğildiğinde yanağı saçlarıma sürtündü. Bir şey söyleyeceğini ya da beni öpeceğini falan sandım ancak o az önce bıraktığı silahı alıp doğruldu. “Bak.” Dedi silahı işaret edip ve namlunun ucunu kalbinin ortasına yasladı. “Öldür beni. O zaman bırakırım seni ancak.” Gayri ihtiyarı tuttuğum silahın soğuk sapı yüzünden tüylerim ürpermişti. Keşke her şeyi bu kadar zorlaştırmasaydı. “Yapamayacağımı biliyorsun.” Dedim. “Neden?” diye sordu imalı bir sesle. “Sevmiyorsun madem artık beni. Öldür gitsin. Yaşamamın anlamı yok zaten.” Aceleyle silahı indirip yeniden dresuara bıraktım. “Sana asla zarar vermem Çınar. Canını yakacak bir şey yapmam. Niyetim de canını yakmak değil zaten.” Bileklerimden tutup beni sarstığında gözlerim yaşarmıştı. “Ne o zaman?” diye gürledi. Yutkundum. Beni köşeye sıkıştırıp durmasından, her şeyi bu kadar çıkmaza sokmasından çok yorulmuştum. “Ben…” diye girdim söze ancak devamını getiremedim. “Gel anlaşalım.” Dedi sakinleşerek. Ellerini üzerimden çekmiş, saçlarımı okşamaya başlamıştı. “Bir gün gerçekten bana zarar verecek, beni öldürecek kadar nefret edersen benden… Bitsin bu ilişki.” Oflayarak uzaklaştım ondan. “Korkunç bir anlaşma bu!” Kendini sırt üstü yatağa bıraktı. “Güzelim…” diye mırıldandı gözlerini yumarken. “Sen bana kıyamıyorsun bile… Nasıl seni bırakmamı istersin?” 💔 Haftaya yine heyecan dolu bir bölümle görüşmek üzere. Kendinize dikkat edin. 💕 |
0% |