@melikemn
|
💔 Ölecektim. Çınar’ın kurşunuyla değil belki ancak stresten ve korkudan kesin bir gün ölüp gidecektim. Arık’ın avucundaki kanı gördüğüm anda olduğum yerde durdum. “Vurulmuşsun!” diye gürledim onu da durmaya zorladığım sırada. Ellerimiz ayrıldığında belindeki silaha atıldı. Kolunu kaldırıp tetiğe bastığında Eren korkuyla bahçe kapısının ardına geri dönmüştü. “Zorla şu illeti kullandırtıyorlar adama!” Bana baktı. “Şoför koltuğuna geç.” Dedi emrederek. Elim ayağım birbirine dolanmıştı ve ne yapacağımı, ne yöne gideceğimi bilemez haldeydim. “İyi de… Benim ehliyetim yok ki!” diye bağırdım telaşla. Arık sakinleşebilmek için ya da belki canının acısını yatıştırmak için derin bir iç çekti. “Kullanmayı biliyor musun?” Gözleri hala bahçe kapısında dolanıyordu. Eren kafasını uzattığı anda Arık bir kez daha ateş etti. O böyle sorunca bilip bilmediği mi bile unutmuştum bu yüzden afalladım. “Biliyorum. Galiba. Halledebilirim.” Dedim sonunda. Arık beni arkasına aldı ve silahını indirmeden geri geri yürümeye başladık. “Şu kanı durdurmayı başarana kadar. Bizi anayola çıkarsan yeter. Sonra alırım ben.” Arabanın önüne gelince önce beni şoför koltuğuna oturttu. Ardından kendisi yanıma yerleşti. Neyse ki sağ salim arabaya binmeyi başarmıştık. Gerisine de bakacaktık artık. Cebindeki anahtarı bana uzattığında alıp kontağı çevirdim. Allah büyüktü. Şükürler olsun ki arabayı sorunsuz çalıştırıp hareket ettirebildim. Hızım otuz falandı ve hala birinci vitesteydim ancak bence gayet iyi idare ediyordum. Arık dikiz aynasından arkaya baktıktan sonra kendi camını açıp bir kez daha ateş etti. Ben korkuyla irkildiğim sırada o da acıyla inlemişti. “Çok mu kötü?” diye sordum, oeliyle yarasının üzerini kapatırken. Benim gibi nefes nefese kalmış, terlemeye başlamıştı. “Değil. Değil. Sıyırmış geçmiş.” İçimden ağlamak geliyordu ama güçsüz görünmek istemediğimden gözyaşlarımı geri gönderdim. “Hangi hastaneye gidelim?” diye sordum azıcık hızlanmayı deneyerek. Anayola yaklaştığımda hızımı elliye çıkarmıştım. Şehir arasında kaçla sürmeliydim ki? Fazla hızlıymışım gibi gelmişti. Araba altımdan kayıp gidecekti sanki. “Eve gidelim.” Diye yanıtladı beni Arık. Telaşlı gözlerimi ona çevirdim. “Saçmalama, yarana dikiş atılması gerekmez mi?” Korna sesini duyduğumda yandaki arabaya sürtmek üzere olduğumu fark ettim. Direksiyonu tersi yöne kırıp telaşla yola baktım. Arabanın sürücüsü camı indirmiş öfkeli bir şekilde bir şeyler söylüyordu. Hiç sırası değildi. Hiç! Ben de camı indirdim. “Derin eve diyorum.” Diyerek uyardı beni Arık. “Önüne baksana!” diye bağıran adama elimi kaldırdım. “Dön önüne vallaha arabanı parça pinçik ederim!” Adam işaret parmağını sallamaya başladı. “Ruh hastası! Şikayet edeceğim seni! Şöylelerine de ehliyet veriyorlar!” Arık camı tekrar örtmek için bana doğru eğildiğinde kafamı iyice dışarı çıkarmıştım. “Kopartırım o parmağını, İt herif! Dön önüne dedim sana!” diye adamı tehdit ettiğim sırada Arık kolumu tutup çekti ve aynı anda cam da sonuna kadar örtüldü. Hiç çirkef biri değildim normalde gerçekten ancak insanlar sabrımı sınıyorlardı. Üstelik bugün sınanacak bir sabrım kalmamıştı ki! “Delirdin mi sen?” diye öfkeyle çıkıştı bana Arık. Vites atıp biraz daha gaza bastım. “Ne? Haklıyım.” Kendimi savunmak istiyordum ancak haklı olmadığım yüz kilometre öteden bile belliydi. Arık hala aynı pozisyonda durduğundan haklılığımı ispat etme girişimim de zaten kısa sürdü. Bakışlarımı ona sabitlemek gibi bir niyetim yoktu ancak dengemi iyice bozmuştu. Yüzünü bu kadar yakınıma getirmek zorunda mıydı? Aklıma kötü kötü şeyler geliyordu. Birden eli, elimin üzerini örttü ve direksiyonu hızla tersi yöne çevirdi. Kirpiklerimi kırpıştırıp toparlandım. Belli ki yine şeridimden çıkmıştım. “Sen sürmeyi biliyorum demedin mi?” Bir saniye düşündüm. Biliyordum. Çınar birkaç kez göstermişti ve bir kere Sarmaşık’tan onun evine kadar sürmeme izin bile vermişti. Hem temel bütün kurallara hakimdim. Vitesi üçe bile atmıştım! Sadece direksiyon kontrolünü pek iyi yapamıyor olabilirdim. Onun yüzündendi! Dibime kadar girmiş, dikkatimi dağıtmıştı. Ayrıca vurulmuştu ve kolu kanıyordu. Nasıl tüm odağımı yola verip usta bir şoför gibi araba kullanabilirdim ki? Sakince arabayı önümüze ilk çıkan benziliğe soktum ve durdurdum. Arabadan inip kapıyı sertçe kapattım ve dağınık olan saçlarımı daha da dağıtmaya karar vermiş olan rüzgara karşı gözlerimi yumdum. Çınar’ın evinden epey uzaklaşmıştık. Kimse peşimizden gelmemişti de. Şimdi yaşadığım adrenalini bedenimden kovup olanları hazmetmeye başlayabilirdim. Midemdeki ağrının boyutu her saniye artıyor, artık vücudumun bir parçası olan titremem de geçmek bilmiyordu. Yaşadıklarımın mantıklı bir açıklaması var mıydı? Ne demişti Çınar? Bir anlamı yoktu. Benim ona aşık geçirdiğim onca yılın da bir anlamı olmadığı gibi… Bitmişti. Anlaşma böyleydi. Sonunda Çınar’ın gözbebeği ona kıymıştı… Arabanın kapısının yeniden çarptığını duydum. Ardından adım sesleri yaklaştı ve Arık söze girdi. “Kanamanın durması için bez bağladım. Eve kadar idare eder. Evde de bakarız çaresine.” Bakışlarımı ona çevirdiğimde sonunda tuttuğum gözyaşlarımda dökülmeye başlamıştı. “Özür dilerim…” dedim gerçekten hissederek. “Her şey için çok özür dilerim.” Arık garip bir şekilde beni, her durumda yanımda olacağına inandırmıştı. Muhtemelen bunu bilinçli yapmamıştı ve hatta muhtemelen bu doğru bile değildi çünkü onunla da bir anlaşmamız vardı. Ben kendime yeni bir hayat kurabileceğim ilk fırsatta çekip gidecektim ancak onu geride bırakıp gitmeyi düşünmek canımı sıkmaya başlamıştı. Belki ara sıra ona kahveye gelirdim ya da kendi evimde ona çay demlerdim. Tamamen hayatımdan çıkamazdı. Tümüyle yalnız kalamazdım. Aynı semtte, aynı ilçede hatta aynı şehirde bile olmama ihtimalimiz vardı ancak birkaç gündür paylaştığımız anları düşününce, yokluğu anlamsız bir boşluk bırakacak gibi hissettirmişti. Kollarımı kendime doladım. Göğsümdeki kan lekesi kurumuş, yara da kanamayı bırakmıştı belli ki. Çınar’ın açtığı ilk yara değildi elbette ancak son olacaktı. Arık yaralı olmayan kolunu kaldırıp, elini omzuma koydu. “Hadi.” Dedi hareket etmem için usulca ittirirken. “Evde konuşuruz bunları.” Benim yüzümden başına kim bilir daha neler gelecekti? Adamı canından edecektim neredeyse ve o hala bana küçük bir bebekmişim gibi hassas davranıyor, üzerime titriyordu. Garip biriydi. Ya dünyanın en merhametli ve yardımsever insanı çıkmıştı karşıma. Ya da onda bildiğimden fazlası vardı. Kafamı salladım ve yeniden arabaya ancak bu defa yolcu koltuğuna geçtim. Yol boyu pek konuşmamıştım çünkü Arık’ın zaten yüz ifadesi acı çeker gibiydi ve bir de ben kafasını şişirmek istemiyordum. Bir ağrı kesici içtiğinde ve yarası temizlendiğinde birkaç kez daha özür dileyebilirdim. İşin aslı daha sabah ki söylediklerim için de dilemem gereken bir özrüm olduğunun farkındaydım ancak ona yaşattıklarım için dilediğim herhangi bir özrün zamanı geri alamayacağını da biliyordum. Koca ömrümün ufacık bir anını bile herhangi bir şey için pişman olmadan geçiremeyecek miydim? Yaklaşık yirmi dakika süren yolun sonunda eve ulaştığımızda Arık doğrudan banyoya gitti. Tek başına yarasına pansuman yapabilir miydi ki? Merak ederdim hem. En azından yanında durup, ona yardımcı olmama izin verseydi. Kapıyı çalmakla çalmamak arasında karar vermeye çalışıyordum ki bir dakika sonra elinde tentirdüyot, pamuk ve sargı beziyle geri döndü. “Yardım edebilir misin?” diye sordu salonun kapısında dikilirken. Zaten bunu bekliyor olduğumdan hızlıca başımı sallayıp ona yöneldim. Odasına girdi. Yatağın üzerine oturdu ve tişörtünü çıkardı. Günlerdir burada kalıyordum ancak odasını ilk defa tam anlamıyla görmüştüm. Çift kişilik yatağı, dört kapılı, gri gardrobu ve aynı renk gri bir şifonyeri vardı. Yerde siyah bir yolluk seriliydi ve pencerelerde siyah fon perdeler asılıydı. Israrla giydiği siyah tişört ve pantolonlarını düşündüm. Sanırım en sevdiği renk siyahtı. “Pekala...” diye mırıldandım gözlerimi ondan kaçırmak istemiyormuş ve her şey oldukça sıradanmış gibi. Yutkundum. Stresten ve heyecandan kuruyan dudaklarımı yaladım. Yanına yaklaşırken kalbim yine vücudumda koşuya çıktığından, zangır zangır titriyordum. Bu işi onun yatak odasında ve o yarı çıplakken yapmak zorunda mıydık gerçekten? Adam benim saçma sapan işlerim yüzünden kurşun yemişti ve kafamdan geçenler bunlar mıydı? Allah’ım sen bana akıl fikir ver! “Dikiş atılması gerekmediğine emin misin?” diye sordum elindeki şişeyi bana uzattığı sırada. “Yarayı temizleyip sarman yeterli. Birkaç güne kapanır. Çok kötü değil.” Dedi. Daha önce defalarca kez Çınar’ın yaralarına pansuman yaptığımdan yabancı olduğum bir konu sayılmazdı. Kontrolden çıkmış duygularımı dizginleyebilmek adına güçlü bir nefes doldurdum ciğerlerime. Tentürdiyodu pamuğun üzerine döküp yarasına bastırdığım da inledi Arık. “Ay, acıttım mı?” telaşla elimi geri çektim. “İyiyim.” Diye yanıtladı beni. Biraz soğukkanlı olmam lazımdı ama beynim de kalbim de karman çormandı. Yaşadığım her şey zihnimin içinde çorba olmuştu adeta ve bir türlü aklım yerine gelmiyordu. “Sabah…” diye girdim söze cesaretimi toplayarak. “İleri gittim. Sana çıkışmaya hakkım yoktu.” Arık başını bana çevirdiğinde gözleri gözlerimle buluştu. Gözünün kenarında ufak bir morluk vardı. Dudağının kenarı da çizilmişti. Sıyırıp geçen kurşun dışında, daha büyük bir sorunu olmadığına şükretmem lazımdı ancak yaralarını görmek yüreğimde bir hüznün dolanmaya başlamasına sebep olmuştu. Ya benim yüzümden geri dönüşü olmayan bir durumun içine girseydi. Tentürdiyodu sürme işi bittiğinde, Sargı bezini sarabilmem için kolunu da hafifçe kaldırdı. “Kolay değildi.” Dedi dümdüz bir sesle. “Yaşadığın, öğrendiğin…” Lafını kestim. “Yine de…” bir şeyler yapmalı, onun beni böyle etkilemesine engel olmalıydım. Cümlemi tamamlamaktan vazgeçerek geri çekildim. “Kendime bir yol çizmem lazım.” Dedim toparlanarak. Bakışlarımı onun üzerinden ayırıp, pencereden içeriye vuran güneşe dikmiştim. “Sarmaşıktan gidip eşyalarımı almam, kalacak yer ve iş bulmam lazım.” Ondan tarafa bakmamaya şartlandığım için ayağa kalktığını ve tam olarak dibimde dikildiğini fark edemedim. Bu yüzden omzum çıplak gövdesine çarptığında irkilmiştim. “Kendini sıkışmış hissetme.” Dedi yarım yamalak bir gülümsemeyle. “İstediğin kadar kalabilirsin burada. Hem zaten hala güvende sayılmazsın.” Vücudumu Arık’a çevirdim ve aramıza yeterli düzeyde mesafe koydum. “Her Allah’ın günü başını belaya sokuyorum. Bunun bir sonu olmalı. Hayatının ortasına bomba gibi düştüm zaten.” Sabahki konuşmamızdan beri takındığı gergin yüz ifadesi çözüldü. Gülümsemesi genişledi. “Hayatıma bomba gibi düştüğün doğru.” Hiçbir noktası tenime temas etmiyordu ancak sanki bedeninin sıcaklığını hissedebiliyordum. Kirpiklerimi kırpıştırdığım sırada gülümsemesi yumuşak bir tebessüme dönüştü. “Ama inan bana, daha büyük aksiyonlar yaşadığım olmuştu.” Polisti. Elbette daha büyük sorunlarla uğraşmıştı ama hiçbir çatışmanın ortasında kaldığını ya da her gün birilerini dövdüğünü ve vurulduğunu sanmıyordum. Sonuçta onun işi çoğunlukla ölülerleydi. Beni yatıştırmak için söylediği sözlere kapılıp gitmek istemiyordum ancak her saniye daha da kontrolden çıkıyordum. Çınar’ı kalbimden söküp atmak için harcadığım onca çaba ve zamandan sonra yeni birini pat diye kalbime sokamazdım. Ondan etkilenmeme sebep olan şey her neyse bundan kurtulmam lazımdı. “Sen hazır mısın peki tek başına bir yola?” diye sordu cümlesini yanıtsız bıraktığımda. Ses tonu alçalmıştı. İç çektim. “Olmak zorundayım.” Arık bir şey söyleyecek gibi dudaklarını araladı ancak son anda vazgeçerek nefesini bırakmakla yetindi. Bakışlarım istem dışı onun yüzünde ve bedeninde dolandığından bir an önce ortamı terk etmeye karar verdim. “Ben ellerimi yıkayayım.” Dedim tentürdiyot değmiş olan parmaklarımı göstererek. Onun odasına bir daha adım atmamam gerektiğini zihnimin baş köşesine not etmiştim. “Sonra bir çorba falan yapayım sana. Dinlen sende.” Diye ekledim. “Teşekkür ederim.” Dedi Arık ben odadan çıkmadan hemen önce. “Yaramı temizlediğin ve sardığın için.” Kapının pervazındayken omzumun üzerinden dönüp baktım ona. “Rica ederim.” Ve neredeyse koşar adımlarla etki alanından sıyrılıp kendimi banyoya kapattım. Yaklaşık bir dakika boyunca ellerimi yıkarken salaklığım hakkında düşünüyordum. Adam bana bir kez bile art niyetle yaklaşmamıştı. Ne diye ben olur olmadık her şeyinden etkileniyordum? Benim yaptığıma düpedüz arsızlık denirdi! Soğuk suyu yüzüme çarpıp, aklımın başıma gelmesini umdum. Ne olmuştu yani beni Çınar’dan ve Selim’den kurtarmışsa ve dünyanın en iyi insanıymışçasına hep yardım etmeye çalışmışsa… Gördüğüm her iyilik karşısında eriyip bitecek miydim? Oflayarak kendimi azarlama işine son verdim. Ardından biraz olsun toparlanarak banyodan çıktığımda Arık’ın salondaki koltuğa uzandığını gördüm. Ona hiçbir şey söylemeden mutfağa girdim ve sınırlı sayıdaki malzemelerle annemin öğrettiği hasta çorbasını yapmaya başladım. Gerçi bu grip olanlar içindi ancak yapmayı bildiğim tek çorba olduğundan ve başka bir yemek tarifine bakacak bir telefonum da olmadığından bununla yetinecektim. Yaklaşık yarım saat sonra sıcak çorbayı kaseye doldurup, yanına iki dilim ekmek ve limon koydum. Tepsiyi salona taşırken olur da Arık tadını beğenmezse diye strese girmiştim. Kendime yoktan yere yeni stresler yaratmaya bayılıyordum! Arık beni görünce doğruldu. Kırlentlerden birini sırtına yerleştirip yaslandı ve ayaklarını toplayarak bana oturabileceğim bir yer açtı. “Eline sağlık.” Dedi sevecen bir yüz ifadesiyle. “Çok güzel kokuyor.” Utangaç bir tavırla başımı yana eğdim. “Tadı da o kadar güzeldir umarım.” Sol kolu yaralı olduğundan, sağ eliyle kaşığa uzandı ve ben tepsiyi tutarken çorbadan bir kaşık aldı. Sonra da yarısını üzerine döktü. “Hay, sıçayım.” Telaşla, tepsiyle birlikte ayaklandım. “İyi misin?” Önü çorba olan tişörtüne baktım. Bir kez daha tişörtünü çıkarırsa yemin ederim bütün tişörtlerini yakacaktım! “Yemek yerken sol elimi kullanıyorum normalde. Tersime geldi.” Dedi ve şükürler olsun ki tişörtü çıkarmak yerine dökülen çorbayı peçeteyle temizlemeyi tercih etti. “Ben… Yedireyim mi?” diye sordum biraz çekinerek. Kirpiklerinin altından bana baktı. “Zahmet olmasın sana?” Yarası daha sarılmadan Eren’e ateş etmiş, yirmi dakika araba kullanmış ve tek başına tişörtünü giyip çıkarabilmişti. Kurşun yarası da kırık gibiydi herhalde. Sıcağıyla acısı belli olmuyor, sonradan çıkıyordu. “Yok, benim yüzümden bu haldesin zaten. Elbette yardım edeceğim.” Dedim ve tepsiyi onun bağdaş kurduğu bacaklarının üzerine bırakıp karşısına yerleştim. Ben de bağdaş kurdum ve kaşığı elime aldım. Sonra da çorbayla doldurduğum kaşığını dudaklarına değdirdim. “Sıcak mı?” diye sordum ağzını yakmamak için. Başını olumsuz anlamda sağa sola salladı. “Ortamda sıcak olmayan tek şey bu çorba.” Dedi kısık sesle mırıldanarak. Acaba alev almak üzere olan yanaklarımdan mı bahsediyordu yoksa terleyen avuç içlerimi mi görmüştü? Gerçi dışarısı da evin içi de epey sıcaktı bugün. Eylülün sonuna yaklaşmamışız da Ağustos’a yeni girmişiz gibi yakıp kavuruyordu. Arık da bundan bahsediyor olmalıydı. Boğazımı temizledim ve kelimelerini duymazlıktan geldim. Birkaç kaşık çorbayı içtikten sonra memnun bir ifadeyle baktı yüzüme. “Çok lezzetli olmuş.” Gülümsedim. “Afiyet olsun.” Göz göze geldiğimizde, Arık bir iki santim öne eğilip yaralı olan kolunu kaldırdı ve omzumdan düşüp çorbaya girmek üzere olan saçlarımı geriye attı. “Ah, toplamıştım aslında ama lastiğim koptu.” Dedim özür diler gibi bir sesle. Sonra kolunu hareket ettirebildiğini fark ettim. “Kolun…” usulca elini indirdi ve dünyanın en şaşırtıcı olayı yaşanmışçasına dehşete düşmüş bir ifadeyle baktı bana. “Ağrı kesici daha yeni etki ediyor herhalde.” Dedi en sonunda. Ben kontrol edemeden dudağımın kenarı kıvrılmış, orada ufak bir tebessüm belirmişti. “Herhalde.” Sırf çorbasını ben içireyim diye sakat numarası yapacak hali yoktu değil mi? “Teşekkür ederim.” Dedi boğazını temizleyip, elimdeki kaşığa uzanırken. “Ben halledeyim.” Kaşığı ona uzattım ve o elimden kaşığı alıp çorbasını tek başına bir güzel yemeye devam ettiğinde bir türlü yüzümden silmeyi başaramadığım tebessümü görmesin diye kafamı başka yöne çevirdim. Belli ki ben gerçekten akıllanmıyordum. 💔💔 Şimdiye kadar çok fazla insana veda etmem gerekmişti ancak yine de buna alışabildiğimi söyleyemezdim. Belki de bu yüzden yıllardır hayatımın merkezine yerleşmiş olan Sarmaşık’ın kapısından umuyorum ki son kez girerken garip bir hüzün kaplamıştı yüreğimi. Burayı sevdiğimden değildi elbette ancak, bir şekilde evim bildiğim tek yeri kaybettiğimde aynı yıllar önce babamın evini terk ettiğimde olduğu gibi boşluğa düşeceğimdendi. Yirmi üç yaşındaydım ve ömrüm sürekli en dibi görmekle, dipten çıkabilmek için çabalamakla ve sonrasında yeniden dibe gömülmekle geçiyordu. Sonsuz bir döngüye hapsolmuş gibiydim. Arık’ın sorusunu düşündüm. Tek başıma kalmaya hazır mıydım gerçekten? Arık dün yaralanmamış gibi bugün sabah kalkıp işe gitmişti ve evin önünde bekleyen iki polis beni Sarmaşık’a kadar getirmişti. Çınar’ın buraya gelecek kadar mecali kalmadığını düşündüğümden bugünün eşyalarımı almak için en uygun gün olduğuna karar vermiştim. Kapısındaki mührü açılmış ancak içi boş olan pavyon girişinin önünden geçip, otelin koridorlarında yürürken gözümün önünde anılarım dolanıyordu. Ruhum yolun ortasına fırlatılmış plastik bir pet şişe gibi buruşmuş, yoldaki bütün arabalar üzerime basıp geçiyormuş gibi ezilmişti. Yüzüme vuran güneş bana ışık veriyor olabilirdi ancak pet şişeye vuran güneş, yangın çıkarırdı. Üstelik benim ruhumda çıkan yangınlar orman yangını gibiydi. Söndürmeye çalıştıkça her yere sıçrıyor, yakıp kül ediyordu. Resepsiyonda arkası dönük duran Kerim’e yaklaştığımda yüzüme sıradan bir tebessüm yerleştirdim. “Bizim odanın anahtarını versene Kerim.” Dedim kibar olmaya çalışarak. Sorunsuzca pılımı pırtımı toplayıp, çekip gitmek istiyordum. Kerim beni fark ettiğinde suratında bariz bir nefret ifadesi belirdi. Hemen yanında duran anahtar yığının içinden çıkardığı anahtarı bana uzattı. “Sağ ol.” Dediysem de dinlemeden yeniden arkasını dönmüştü. Ben onlara bayılıyordum sanki! Birisi bile Arzu’ya ne olduğunu düşünmüyor, bütün suçu benim üzerime atıyorlardı. Çınar’ın şeytan tüyü canımı eskisinden daha çok sıkmaya başlamıştı. Merdivenleri sakin adımlarla çıkıp, odanın önüne kadar temkinli ilerledim. Kapının kilidini çevirip içeri girdim ve yeniden kapıyı örtüp birkaç saniye öylece durdum. Ağlamaya gücüm kalmamıştı bu yüzden sadece kesilen nefesimi düzene sokmaya çalıştım ve yatağa yaklaştım. Polisler aradığı için oldukça dağınık görünen odanın içinde hızlıca gezdirdim gözlerimi. En son geldiğimde toparlamaya çalışmıştım ancak şimdi baktığımda bir arpa boyu dahi yol kat edemediğimi fark ettim. Arzu’nun karman çorman olmuş kıyafetlerine, takılarına, makyaj malzemelerine baktım. Her birine ait anılarım vardı ve ve hepsi ayrı ayrı canımı yakıyordu. Nasıl ihanet, bir insanın ölümünden bile daha acı verici olabilirdi? Keşke zamanı geri alabilseydim. Ya da onunla tanıştığım, aynı odayı paylaştığım, ona güvendiğim tüm anlarımı silip atabilseydim. Dolabın üzerindeki küçük valizi indirip yatağın üstüne koydum. Babamın evinden kaçarken de bu valizle çıkmıştım. Sarmaşık’tan da aynı valizle kaçıyordum. Arık’ın evinden ayrılırken de muhtemelen bunu kullanacaktım ancak sonrasında yakıp atmanın zamanı gelmişti sanırım. Kendime birkaç tişört ve pantolon, derli toplu iki elbise ve iç çamaşırı koydum. Kişisel eşyalarımı makyaj çantama doldurup kenara sıkıştırdım. Çınar’ın aldığı mücevherleri almayacaktım ancak o mücevherlerin arasına sakladığım bir miktar parayı da valizin üst gözüne yerleştirdim. Hiçbir zaman buradaki diğer kızlar gibi düzenli maaş almadığımdan, para biriktirebilmeyi başaramamıştım ancak en azından beni birkaç gün idare edecek kadar köşeye atabilmiştim. Çınar her ne istersem anında yapacağını ve benim parayla uğraşmama gerek olmadığını söyleyip dururdu. Galiba elime para geçtiği anda gideceğimden korkuyordu. Sanki beni bir an bile yalnız bırakıyordu da… Odadaki işimi bitirdiğimde derin bir iç çektim. Kaygılarımdan kurtulup, yolumu çizmek için daha iyi bir zaman olamazdı. Arık bir kez daha haklıydı. Kendimi bırakmam gereken değil toparlamam gereken noktadaydım. Arzu’ya her ne olduysa da polis çözerdi. Artık ne Çınar ne de o benim hayatımda bir yere sahipti. Kapı kolunu kavradığım sırada son kez arkamı döndüm. Bir daha hiçbir yeri, hiç kimseyi terk etmeye gücüm kalmamıştı. Bu son olsundu. Dışarı adım attığımda sorunsuzca çekip gideceğim için sevinmiştim ancak kızlardan biriyle karşılaştığımda ve delici bakışları üzerime sabitlendiğinde, erken sevindiğimi anladım. “Yeşim… Hangi yüzle geldin sen?” diye sordu bana Ayça. Kollarını göğsünde bağlayıp tek ayağını öne attı. Parmak uçlarıyla yere vuruyor, sanki nefes alışlarına ritim tutuyordu. “Eşyalarımı aldım. Gidiyorum.” Beni normal şartlarda da pek sevmezdi. Aramızda hep bir soğuk savaş var gibiydi. “Bizi ekmeğimizden etmeye çalıştın ama başaramadın bak. Defolup giden sen oluyorsun. O iğrenç arkadaşında gitti. Sarmaşık’a uzun zaman sonra huzur gelecek.” Diyerek kustu kinini sonunda Ayça. Belli ki yıllardır içinde korkunç bir nefret biriktirmişti bana karşı. Oysa ona hiçbir şey yapmamıştım ama zaten Arzu'nun mektubunda dediği gibi, buradaki her kızın asıl yarası da ben değildim. Çınar’dı. “Aynen.” Dedim başımı sallayarak. “Kına yakarsınız.” Suratına yerleştirdiği soğuk ifade ortamda da buz etkisi yaratmıştı. “Nankör.” Diye geveledi ağzında harfleri. “Çınar ne halde kim bilir? Kaç gündür yok ortalarda. Mahvettin adamı…” Gerçekten dışarıdan nasıl o bu kadar masum ve ben bu kadar suçlu görünebiliyordum anlamak çok zordu. Gerçi Arzu bile Çınar’a inanıp, onunla olduysa, Ayça’nın tavrına şaşırmamam gerekirdi. “İyi ya.” Yanından geçmek için hamle yaptım. “Sen ona yara bandı olursun.” Ayça kolumdan yakalayıp beni durdurdu. “Onun yara bandı Arzu’ydu…” kalbim sanki olabilirmiş gibi daha fazla kırıldı. Bilmediğim bir şey söylememişti ama yalnızca benim bilmediğimi çat diye yüzüme vurmuştu. Yutkundum. “Çekil git Ayça. Uğraşma benimle.” Öfke dolu gözlerle koluma sardığı parmaklarına baktığımda elini geri çekti. “Gördüm onları.” Dedi sanki bu bana üstünlük taslayabileceği bir bilgiymiş gibi duruşunu dikleştirirken. “Sizin deli gibi kavga ettiğiniz, hani senin bardakları fırlattığın günün gecesi… Arabada…” Kafamı sağa sola salladım hızlıca. “Öğrenmek istemiyorum. Ne bok yedikleri umurumda değil.” Tam yeniden ilerlemek için adım atacaktım ki böyle gidersem içimin içimi yiyeceğini fark ettim. Bu yüzden valizin sapını bırakıp ben de Ayça gibi kollarımı göğsümde birleştirdim. “Öğrendin ve gelip bana söylemek yerine bu bilgiyi zamanı gelince beni alt edebilmek için mi sakladın? Kandırıldığımı görmek zevk mi verdi sana? Ne biçim insansın sen? Ne biçim bir kadınsın hatta da hala Çınar’ın mağdur olduğunu düşünebiliyorsun?” Muhtemelen yıllardır ona karşı kurduğum en uzun cümle olduğundan afalladı. Birkaç kez kirpiklerini kırpıştırdı ve en sonunda omuz silkmekle yetindi. “Burası Sarmaşık.” Dedi. “Burada birinin arkasını kollarsan, olan sana olur. Arzu’nun yaptığı gibi. Ya da senin. Bak ikinizde yok oldunuz.” Ona verecek tonla cevabım vardı hala ama anlamayacağı o kadar belliydi ki uğraşmaktan vazgeçtim. “Var mı Arzu ya da Çınar’la ilgili başka can alıcı bilgin? Yoksa defolup gideceğim artık.” Ayça konuşmadı. Sarmaşık’ın yükünü atarken, onun üzerime bırakmak istediği yükleri de silkeledim. Bundan sonra hepsini sadece siktir edecektim. Yeniden valizimi tutup yola koyuldum. Bitmişti. Başarıyordum. En azından öyle olmasını umacaktım. “Yeşim?” Neredeyse merdivenlere ulaşmıştım ki Ayça adımı seslendi. Bıkkın bir tavırla durup omzumun üzerinden baktım ona. “Ne var yine? Soğumadı mı daha için?” Başını yana eğdi. “Bir kadın aradı Arzu’yu dün sabah.” Onları hayatımdan çıkarmak istediğim her an nasıl bir şekilde geri zihnime sızmanın yolunu bulabiliyorlardı? “Kim? Ne istiyormuş? Sen ne dedin?” ardı ardına sıraladığım sorularım karşısında panikledi. “Burada olmadığını ve nerede olduğunu da bilmediğimi söyledim. Kayıp olduğuyla ilgili bir şeyler duymuş herhalde. Endişeliydi. Bir şey öğrenirsem söylemem için telefonunu verdi. Bekle.” Ayça koşar adımlarla bizim odanın iki yanındaki odasına girdi ve birkaç saniye sonra aynı hızla yanıma yaklaştı. Elindeki küçük kağıdı uzattı bana. “Adını da yazmıştım. Arzu’da sen de umurumda değilsin. Ona ulaşmak isteyen de seni arasın bana ne? Sen uğraş.” Sakinleştiğine inandığım anda yine tavrı katılaşmıştı. Hışımla döndü arkasını ve uzaklaştı. İç çektim ve gözlerimi kağıda çevirdim. Bir cep telefonu numarasıydı ve üzerinde ismi yazıyordu ama hiç tanıdık gelmemişti. Arzu’nun soyadıyla da uymuyordu. Kızlık soyadını bilmiyordum gerçi ancak bana bu isimde birinden bahsettiğini de hatırlamıyordum. Gönül Eroğlu… Kimdi? Şu olana bak. Bu işten uzak durmaya karar vermiştim ve kararımdan daha ilk saniyede vazgeçiyordum. Kimse kimdi? Artık Ayça gibi bende Arzu’nun hiçbir şeyiyle ilgilenmeyecektim. Benim için kötü bir mazi olarak kalacaklardı. Sarmaşık’la birlikte içindeki herkesi de, acılarımı da, aşkımı da, hayal kırıklıklarımı da kuyunun en dibine gömecektim ve bu defa o kuyuya ben inmeyecektim. Kağıdı buruşturup, merdivenin köşesindeki çöpe attım ve son beş yılımla da vedalaşarak Sarmaşık’ı terk ettim. 6 Temmuz 2024 Öfkemi bastırmak için çok uğraşmıştım. Onun yaptıklarını görmezden gelmek, sabretmek, bir gün kurtulacağıma inanarak alttan almak için gerçekten çok ama çok uğraşmıştım ama bir yere kadar yapabiliyordum. Bir şekilde damarıma basıyor, beni insanların önünde kavga etmeye mecbur bırakıyordu. Bıkmıştım! “Beni. Bir daha. Odaya. Kilitlersen…” Üstüne basa basa söylediğim kelimelerin ardından ses tellerimin patlayacakmış gibi ağrımaya başladığını fark ederek sesimi alçaltmayı denedim. “Bir daha çocuk gibi telefonumu alırsan elimden… Camdan atlarım Çınar! Yemin ederim atlarım!” Birkaç metre ötemde dikilen Çınar’ın yüzü gergindi ancak onu gerenin benim öfkem olmadığını biliyordum. Etrafta bizi izleyen kızları ve çalışanları düşünüyor, onu mahçup ettiğime inanıyordu. Ona göre ben herkesin içindeyken ona padişahım gibi davranmalıydım çünkü! Bundan sonra rüyasında görürdü! “Yeşim siktir git odaya. Delirtme daha fazla beni!” diye karşılık verdi sözlerime. Hemen yanımda kolumdan çekiştirip duran Arzu’ya döndüm. “Bıraksana beni. Konuşmam bitmedi daha!” Arzu kolumu cimciklerken bir yandan da kulağıma bir şeyler fısıldıyordu. “Müşteriler gelecek birazdan. Hadi Yeşim. Rezillik çıkmasın daha fazla.” Kaşlarımı kaldırdım. “Rezillik mi? Sen değil miydin yaptığının koca bir saçmalık olduğunu söyleyen? Odaya kilitledi! Üstelik dün geceden beri! Sen bile giremedin, başka odada yatmak zorunda kaldın!” Arzu göz ucuyla Çınar’a baktıktan sonra yeniden bana yöneldi. “Haklısın ama bu şekilde olmaz.” Kafamı olumsuz anlamda sağa sola salladım. İçimde öyle bir öfke kol geziyordu ki ne yaparsam yapayım dizginleyemiyordum. Hemen arkamdaki barın üzerine dizilmiş olan içki dolu bardaklardan birini aldım elime. “Sen siktir git! Ruh hastası!” diye gürledim ve bardağı ona fırlattım. Herkes şok içinde nidalar atarken Arzu bir adım geriye çekildi. Bu sırada Çınar’da yanıma yaklaşmıştı. Parmakları bileklerime dolandı ve beni adeta olduğum yere yapıştırdı. Usulca kulağıma eğildi. “Bu yaptığının bir bedeli olacak. Biliyorsun değil mi gülüm?” Sözleri hiçbir anlam ifade etmiyordu ve tehdidine de kulak asamayacak kadar sinirliydim. “Bırak beni!” Kemal gelip beni odadan çıkardığı andan beri ateş saçıyordum etrafa ve durulacak gibi de hissetmiyordum. Saatlerce beni tek başıma bir yere kilitlediğinde, orada kendi kendime ne kadar kurulabileceğimi de hesaba katmasını beklerdim. “Yeşim…” diye fısıldadı. “Kes sesini, elimden bir kaza çıkacak.” Ellerini üzerimden çekmesi için debelenmeye başladım ama o kadar güçlü tutuyordu ki gevşemesini bile sağlayamadım. Sonunda derin nefesler alarak durulabilmeyi umdum. “Çıkmayacağım sahneye!” dedim yüzüne karşı tıslar gibi. “Şimdi de ben odaya kapatıyorum kendimi!” Çınar beni ittirince sırtım bara çarptı. Hırsımı alamadığıma kanaat getirerek iki bardağı daha yere atıp kırdım. “Kemal yengene odaya kadar eşlik et. Sabahta eve getir.” Diyerek arkasını döndü Çınar. Arzu bana acıyan bir ifadeyle bakarken diğerleri yine nefret kusuyordu. Hepsinin canı cehennemeydi. Kemal kolumu tutmak istedi ancak geri çekildim. “Kendim yürürüm.” Dedim dişlerimin arasından ve hızlı adımlarla odanın yolunu tuttum. Dayanamıyordum. Ne Çınar’a ne de buradaki insanların bakışlarına katlanamıyordum ancak onun beni bırakması için ne yapacağımı da bilmiyordum çünkü ne kadar taşkınlık yapsam da, asi davransam da onu rezil edip utandırsam hatta canından bezdirsem de bir türlü vazgeçmiyordu. Bir de bana inatçı derdi! Sahi, ben bu adamın inadını nasıl kıracaktım? 💔 Arkadaşlarrrrr aşklandık mı? Azıcık aşklandık sanki. 😂 Kitabı okuyorsunuz biliyorum. Bunu gizli yapıyorsunuz ama olsun hissediyorum ben varlığınızı. 😅 Geçen bölümü beğenen 3 kişiye teşekkür ederim. Bir saniye bile sürmüyor değil mi kalbe tıklamak? Lütfen siz söyleyin bari. 😂😂 Önümüzdeki bölüm biraz daha düşelim mi aşka? Düşelim bence çünkü aksiyona az ara vermeye ihtiyacımız var sanki. 😅 Haftaya cumartesi görüşmek üzere. Kendimize dikkat edin. xoxo. |
0% |