@melikemn
|
💔 31 Ağustos 2019 Üzerime giydiğim yeşil, ince ve belimi açıkta bırakan tişörtüm, yüksek bel siyah pantolonum ve siyah spor ayakkabılarımla, kavurucu öğlen güneşinin altında, elimde ufak valizimle yürüyordum. Tepeden at kuyruğu yaptığım saçlarıma rağmen, boynum dahi ter içinde kalmış, az daha eriyip gidecektim. İyi olurdu gerçi. Zaten şu an daha iyi bir seçeneğim de yoktu. Kendime sağlam bir plan yaptığımı sanıyordum ancak dünya sandığım kadar kolay bir yer değildi ve ben daha önce hiç bu dünyayla mücadele etmek zorunda kalmamıştım. Havanın sıcağına rağmen kara bulutlar tepemde dolanmaya başladığında öfkeyle bir küfür savurdum. Şansın benden yana olacağını mı ummuştum zaten? Hiçbir zaman benden yana olmazdı. Ankara’nın kasvetli havalarından birinde, dar ve yokuşlu sokaklarında yürürken gerisin geri babamın evine dönmek zorunda kalacağım diye telaşlanmaya başlamıştım. Onun beni eve kabul edip etmeyeceği tabi ki bir muammaydı ancak benim gururumu ayaklarım altına alıp o kapıya gitmem acınası olurdu. Ona meydan okumuştum. Ona da, deccal karısına da… Pes etmemenin bir yolunu bulmam gerekiyordu. Burnumun tam üstüne bir yağmur damlası düştüğünde, hemen sokağın köşesindeki parkın içine girdim. Hem yorulmuştum hem de yağmurda yürüyemeyecek kadar enerjisiz ve açtım. Köşedeki banklardan birine oturup, valizimi de bankın altına koydum. Her türlü ıslanacaktı ancak bu şekilde bir nebze koruyabileceğimi düşünmüştüm. Birkaç damla daha düştü yüzüme. Saniyeler geçtikçe damlalar arttı ve gök gürültüsüyle birlikte bir sağanağa dönüştü. Az önce beni ter içinde bırakan güneş, bulutların arkasına gizlenmişti ve şimdi yağmur üşümeme neden olmuştu. Ankara havaları böyleydi. Güven vermezdi ve hep tetikte olmanızı gerektirirdi. Titremeye başladığım için kollarımı kendime dolayıp, sudan çıkmış balığa döneceğim gerçeğini kabullendim. Sorun yoktu. Annem öldüğünde, bu yağmurların kat kat fazlası gözlerimden akmıştı. Alışıktım. “Hanımefendi!” duyduğum sesle birlikte kafamı çevirdiğimde, hemen parkın girişinde duran bir polis arabası gördüm. Yolcu koltuğundaki, polis memuru usulca kafasını dışarı çıkardı. “İyi misiniz?” diye sordu nazikçe. “Yardıma ihtiyacınız var mı?” Gözlerimi kısıp birkaç metre ilerimdeki aracın içindeki polisleri daha net seçmeye çalıştım. Üniformalılardı. Şoför koltuğunda olanın yüzü bana dönük değildi. Konuşan ise büyük bir dikkatle bakıyordu. Yardıma ihtiyacım olduğu su götürmez bir gerçekti ancak herhangi bir polisten yardım alıp da babamın radarına girmeye de niyetim yoktu. Bir şekilde denk gelme riskini göze alamazdım. “Hayır!” dedim neredeyse bağırarak. Aramızda birkaç metre mesafe vardı yalnızca ancak yağmurun şiddeti yüzünden sesim duyulmayacak gibi hissetmiştim. “Teşekkür ederim!” Kafasını sallayıp beni onayladığında, şoför koltuğunda oturan polis de bana çevirdi bakışlarını. Tıraşlı yüzü ifadesizdi. Bu mesafeden bile kolaylıkla seçilebilen, parlak, yeşil gözleri kısıldı ve neredeyse bir saniye bile olmayan süre boyunca beni inceledi. Ardından yanındaki arkadaşına bir şeyler söyleyip arabayı hareket ettirdi. Muhtemelen son çarem olan polisleri de gönderdiğime göre, korkunç kaderim için üzülmenin vakti gelmişti. Gözlerimi kapatıp, yağmurun bir an önce dinmesi için dua etmeye başladım çünkü elimdeki en iyi seçenek buydu. Omuzlarımda bir ağırlık hissettiğimde, kapattığım gözlerimi ışık hızında açarak, kafamı havaya çevirdim. Tepemde yarı alaylı bir gülümsemeyle dikilen oğlana kaşlarımı çatarken, bir yandan da üzerime bıraktığı ceketine sarılıyordum. Ne yapayım? Donmuştum. “Ne bu?” diye sordu bankta yanıma otururken. “Bir çeşit yağmur fantezisi mi?” Kısa, siyah saçlarına tezat beyaz bir teni vardı. Yirmili yaşlarının başındaydı muhtemelen. Lisedeki ülkücü grupların reisleri gibi giyinmişti ve pantolonun cebinden bir tespih sarkıyordu. Temiz görünümlü yüzüne o kadar zıttı ki tavrı ve giyimi, ben de gülme isteği uyandırmıştı. “Yağmurda ıslanan her insan yağmurda ıslanmayı sevdiği için mi yapıyordur bunu sence?” Dirseklerini dizlerine yaslayıp öne eğildi ve bana alttan bakmaya başladı. “Evet?” dedi tereddütle de olsa. Gözlerimi devirdim. “Gidecek yerim yok.” Suratında abartı bir şaşkınlık ifadesi belirdiğinde benimle dalga geçtiğini anlamıştım. “Ha, valiz falan o yüzden…” Bir kez daha gözlerimi devirdim. “Senin de mi gidecek yerin yok?” diye sordum yanıma iyice yerleştiğinde. Umursamaz bir tavırla omuz silkti. “Yok, benim ki yağmur fantezisi.” Bir yabancıya gülümsemek istememiştim ancak dudaklarım kontrolüm dışında kıvrıldı. “Manyaksın yani?” dedim gözlerimi nihayet bir nebze yavaşlamış olan yağmura çevirirken. “Öyle derler.” Diye yanıtladı beni. “Adın ne?” Pek, arkadaş edinme günümde sayılmazdım ama bana ceketini vermişti. Kibar biriydi belli ki. Adımı öğrendi diye beni nüfusuna alacak hali yoktu. “Derin.” Memnun bir ifadeyle salladı başını. “Çınar ben de. Tanıştığıma sevindim Derin.” İsmimi o kadar melodik bir tınıyla söyledi ki, farklı bir kelime gibi geldi kulaklarıma. Ben de düşünceli bir tavırla salladım başımı. “Ben de sevindim Çınar.” 💔 Merhaba, kitaplarımı burada ve aynı zamanda inkspiredde yayımlıyor olacağım. Hangisinde daha rahat okuyorsanız ordan takip edebilirsiniz. Yorum yapmayı ve beğenmeyi ihmal etmeyin lütfen. Görüşmek üzere. 😇
|
0% |