Yeni Üyelik
2.
Bölüm

1. Bölüm-Düşman Area

@melikemn

“Ancak nadir gerçek aşk olabilir, gerçek dostluğun ötesinde.”

-Francois De La Rochefoucauld

💣

Uzun ince koridorda hızlı adımlarla yürüyordum. Öğle saatiydi ve yemekhanede olmam gerekiyordu ama açıkçası midem bir şeyleri hazmedebilecek durumda değildi. Zihnimde binlerce düşünce dolanıyordu ve benim bunu engellemek için yapabileceğim hiçbir şey yoktu.

Koridorun sonunda ulaştığım büyük spor salonuna neredeyse koşarak girdim. Sağ tarafta birbiriyle kesişen ve boydan boya ayna kaplı olan iki duvarın önünde birkaç kişi ısınma hareketleri yapıyordu. Ayna olmayan, beyaz duvarların önündeki kum torbalarının olduğu kısma ilerledim. O tarafta da dövüş talimi yapan üç kişi vardı ancak onları görmezden geldim.

Derin bir nefes alıp yumruğumu hızlıca savurdum ve önümdeki kum torbasına sert bir şekilde çarpan elimin ağrısıyla çığlık attım. Eldiven olmadan bunu yapmamam gerektiğini bilmeme rağmen içimdeki gerginliği başka türlü atamayacağımın farkındaydım. Kontrolsüz hareketimin sonucunda kızaran elimi, bacağımın arasına sıkıştırarak iki büklüm şekilde tepinmeye başladım. “Kahretsin! Kahretsin!” Salondakilerin bir tanesinin bile umurunda değildim. Burada ölüp kalsam da dönüp bakacaklarını pek sanmıyordum.

Gerçekten canım yanmıştı ama tepkimin asıl sebebinin bu olmadığını da biliyordum.

Yıllardır Area’daydım. Öğrenebileceğim her şeyi öğrendiğimden neredeyse emindim ancak içimdeki korkuyu bir türlü atamıyordum.

Başkent Patara’da bulunan ve devlet yönetiminin merkezi olan Çember, kimsesiz çocukları Area’da eğitime alır ve on beş yıl süren eğitimin ardından aşamalı sınavlara tabi tutardı. Başarılı bulunduğunuz kategoriye göre Kulmen olabilir, Çember’in en üstünde, Başkan’ın yanında olurdunuz. Ayen olabilir ve bir bilim insanı olarak laboratuvarda deneyler yapar, sürekli yeni bir şeyler üretmek için çalışırdınız. Eğer başarısız olursanız bu defa hayatınıza Minus olarak devam ederdiniz. Ama hayatınızın, ondan sonrasının nasıl devam edeceğini bir Minus olmadan öğrenmeniz pek mümkün değildi.

Yirmi yaşındaydım ve bu yaşıma gelene kadar kendi kontrolümde olmayan her şeyden nefret etmiştim. Yarın gireceğim bu sınavın ise asla benim kontrolüme bırakılmayacağından emindim. Asıl beni ürküteninde başarısızlık değil, savunmasızlık olduğunu biliyordum. Ve hayır, bunu yıllardır beni çözmeye çalışan psikoloğumuz dahi fark etmemişti. Ona kalırsa ben umutsuz vakaydım.

“Her gün bir yerlerini sakatlamayı nasıl başarıyorsun Güneş?” gelen sesle doğruldum ve zihnimi düşüncelerimden arındırmaya çalıştım. Area’da benimle arkadaşlık kurmak isteyen tek insan olan Ayaz, endişeli gözlerle yanıma yaklaşıyordu. Bazen bana karşı fazla korumacı olabiliyordu ama onu bu hayattaki her şeyden daha çok seviyordum. Gerçi bu hayatta sevebileceğim başka bir şeyim olduğu da söylenemezdi.

“Çok acıyor.” Dedim suratımı ekşiterek. Derin bir iç çektikten sonra sağlam elimle sıkı sıkı tuttuğum kızarmış elimi narince avcunun içine aldı. “Kötü görünüyor.” Dedi sıkıntıyla. “Seni revire götüreyim.”

Cümlesi hızlıca toparlanmama, bir anda acımı unutmama sebep oldu. Yarın, elim sarılı bir şekilde sınava giremezdim. Üstelik zaten başıma açtığım işler yüzünden bütün eğitmenlerin radarında ben vardım. Son gün böyle bir kayıt oluşması beni ancak daha zor bir duruma sokardı.

“Olmaz. Bu hafta iki kez revire gittim. Daha fazla dikkat çekmeye niyetim yok.” Sakar bir insan sayılmazdım ama kesinlikle kendimle ilgili şeylerde fazlasıyla dikkatsizdim. Ekstra dikkatli olmaya çalıştığım anlarda bile üstelik…

“Kırılmış olabilir Güneş, hadi inat etme.”

Ayaz’ın beni ikna etmek için saatlerce uğraşabileceğini biliyordum, çünkü sonunda her zaman ikna olurdum ama maalesef bu defa başaramayacaktı.

Omuz silktim. “Bir şey yok.” Elimi kaldırıp parmaklarımı hareket ettirmeye çalıştım ve bunun verdiği acıyı göz ardı ettim. “Bak kırılmış olsa bu kadar kolay oynatabilir miyim?” Ağlamamak için dişlerimi sıktım. “Bomba gibiyim.” Bileğimi kopardığımda daha da iyi olabileceğimi düşünüyordum ancak bunu sesli dile getirmedim.

“Hala iki kolu ve iki bacağı olduğu için şükretmeli.” Dedi bu sırada birkaç metre ilerimizdeki kumral kız beni kastederek. İsmi Ayda’ydı. Sözleri dudaklarından dökülürken dönüp yüzüme bakmaya dahi tenezzül etmemişti. En yakın arkadaşımla benim dedikodumu yapmak için benim olduğum bir ortamı tercih etmiş olması inanılmazdı.

Üstelik tahammül seviyemin sınırında olduğum bir günde...

Ayaz kaşlarımın çatıldığını fark edince ellerini omuzlarıma koyup beni kendine bakmaya zorladı. “Lütfen bir şey söyleme.”

Olabildiğince sakin kalmaya çalışarak ondan uzaklaştım ve arkamı dönüp gözlerimi Ayda’nın üzerine diktim. Karşısındaki kum torbasını yumruklamaya devam ediyordu ve sırtı bana dönüktü.

“Hayat çok garip.” Dedim gülümseyerek. Ben konuşmaya başlayınca duraksadı ve omzunun üzerinden bana baktı. Kahverengi gözleri nefret saçıyordu. Ona hiçbir şey yapmamıştım. Onunla doğru düzgün konuşmuyordum bile. Bu kadarını hak etmemiştim.

Derin bir nefes aldım. “Mesela birazdan sende iki kolun ve iki bacağın kalması için yalvarmaya başlayacaksın.” Şimdi tüm vücudunu bana çevirmişti ve dövüşmeye hazır olduğunu belli edercesine duruşunu iyice dikleştirdi.

Ayaz yeniden önüme geçti. “Sadece birkaç saat daha dayanman gerekiyor Güneş. Sonra bitecek. Area’dan çıkacağız.”

Dünyanın en mantıklı sözlerini söylüyor olabilirdi.

Umursamadım.

Ayda bana doğru birkaç adım attı. Aramızda bir metrelik bir mesafe kalmıştı. “Hep bu ukalalığın yüzünden Minus olmaktan ilerisine gidemeyeceksin.” Diyerek gülümsedi.

Kaşlarımı kaldırdım. “O halde şanslısın.” Bu defa da ben ona yaklaşmıştım. “Çünkü buradan ikimizden biri Minus olarak çıkmazsa benimle uğraşman gerekecek.”

Gerçekten bunu yapmak istemiyordum. Ortamın asi çocuğu olmayı ben tercih etmemiştim ama bir şekilde olmuştu işte. Yıllardır Area’da değişmeyen belki de tek şey buydu. Etrafımın insanlarla dolu olmasını istediğim falan yoktu ama bazen daha az sorun çıkmasını dilemiyor da değildim.

“Buradaki herkesin en çok neyi merak ettiğini biliyor musun Güneş?” dedi. Ona yumruk atabilecek kadar yakındım ama kımıldamadım. Bence bir takdiri hak ediyordum.

Tam yanımda Ayaz’ın varlığını hissettim. Elleri ellerimi buldu ve parmaklarını benimkilere geçirip kulağıma eğildi. “Buradan gidiyoruz.” Tam beni çekiştirmeye başladığında Ayda yeniden konuştu. “Ayaz’ın senin gibi ruh hastası biriyle ne işi olduğunu.”

Sözleri beynimin içinde bir bomba etkisi yarattı. Her hakareti bir şekilde kabullenmeyi öğrenmiştim. Duyduğum hakaretlere, saldırılara cevap vermemeyi, sabretmeyi, ara sırada olsa uslu durmayı başarabilmiştim. Ancak konu Ayaz’a geldiğinde içimde bir şeyler harekete geçiyordu. O benim hassas noktamdı.

Etrafa bakındım. Salondaki herkes bizi izliyordu. Ayaz sakin olmam için gözleriyle bana yalvarıyordu adeta. Onun da deli bir tarafı olduğunu biliyordum ama yine de bir olay çıktığında hep beni dizginlemeye çalışırdı ve ben hep daha fazla olay çıkarırdım.

Elimi Ayaz’ınkinden çekip, Ayda’nın küçük suratına güçlü bir yumruk attım. Sonrasında onun da bana vurmasını bekliyordum ancak daha beklenmedik bir tepkiyle karşılaştım.

Bir anda kelimenin tam anlamıyla ortalık karıştı. Ayda’nın erkek arkadaşı olduğunu bildiğim uzun boylu, sarışın oğlan bana doğru gelirken Ayaz önüme geçip onu durdurdu ve kafa atarak sanırım oğlanın burnunu kırdı. Ben ise yanağıma Ayda’nın yumruğunu yerken, arkamdan da bir tekme yedim.

Anlaşılan bana vurmak için fırsat kolluyorlardı.

Hızlıca aradan sıyrılıp Ayaz’ın yanına gidecektim ki başka biri önüme geçti. Gerçekten olayın bu noktaya geleceğini düşünmemiştim ancak belli ki şu dakikadan itibaren yapılacak pek bir şey yoktu.

Karşımda bana meydan okuyan -ismi Pars’tı- oğlanın bir saniye için gözlerine baktım. Onunla daha önce derste dövüşmüştüm. Sanırım dudağını patlatmıştım. Eh, Area öğrencileri bazen bir tık kindar olabiliyorlardı. Anlaşılan intikam almak için kusursuz bir an olduğunu düşünüyordu. Pars bana doğru hamle yaptığı sırada omuzlarından tutup, dizimi karnına geçirdim. Acıyla inlerken bacağımı havada yakalayıp ittirdi ve sırt üstü düşmeme sebep oldu.

Canım yanmıştı!

“Farkındaysanız uzatmamaya çalışıyorum!” diye bağırdım doğrulurken. Arkamdan bir el saçlarımı kavradı. Olayların büyümesini istiyorlarsa kendileri bilirlerdi.

“Profesyonel olmayacağız yani.” Dedim omzumun üstünden arkama bakarken. Ayda saçımı çekip beni kendine yasladı. “Ne kadar uzun zamandır bunu beklediğimi tahmin edemezsin.”

Ayağımı onun bacağına geçirip dengesinin bozulmasına sebep oldum. Bir an için afalladı ve ellerini gevşetti. Bunu fırsat bilerek geri çekildim. Sonra da ona tekrar yumruk attım. Sendeledi. Toparlanmasına izin vermeden diz kapağına sert bir tekme geçirdim. Yere çökmesinin yarattığı boşluktan yararlanarak bileklerini kavradım ve onu yüzüstü, soğuk zemine yatırdım. “Bir gün. Yalnızca bir gün dayanmam gerekiyordu. Yaptığını beğendin mi? Şimdi Area’daki son gecemizi cezalı geçireceğiz.”

Elimin altında kurtulmak için debeleniyordu ancak ondan daha güçlüydüm ve oda bunu adı gibi biliyordu. Hepsi biliyordu.

Bu defa ben onun saçlarını kavrayıp başını kaldırdım ve sonra da gerçekten sıkkın bir ifadeyle eğilip yüzüne baktım. “Umarım aynı yerde olmayız Ayda.” Dedim. Umarım hiçbiriyle aynı yerde olmazdım…

Çekildim. Daha fazla kimsenin canını yakmak istemiyordum. Sanırım bir an önce buradan çıkmalı, hatta eğitmenlerimizden birisi gelmeden ortalıktan kaybolmalıydım.

Duruşumu dikleştirip etrafıma bakındım. Ayaz, Pars ve Ayda’nın erkek arkadaşı olan, adını bir türlü hatırlayamadığım, oğlanla aynı anda dövüşüyordu ve baya iyi iş çıkardığını söyleyebilirdim ama yine de onu bu işe soktuğum için kendimi berbat hissettim.

Ayda yeniden sorun çıkarmadan önce Ayaz’ın yanına yaklaştım ve sırtımı, sırtına yasladım. “Haklıydın.” Dedim sadece onun duyacağı kadar kısık bir ses tonuyla. Bize doğru hamle yapan Pars’a bir kez daha vurmak zorunda kaldım. “Buradan çıkmamız gerekiyor.” Elini tutup bu defa ben onu çekiştirdim. Koşmaya başladığımız sırada peşimizden geleceklerini düşünmüştüm ancak kimse hareketlenmedi. Neyse ki bu saçmalık daha fazla uzamayacaktı.

Koridorda birbirimize tutunarak, yatakhaneye kadar koştuk. Odamın önüne geldiğimizde duraksayıp derin bir nefes aldım. “Çok özür dilerim.” Dedim. Gerçekten pişmandım. En azından Ayaz oradayken böyle bir işe kalkışmamalı, onun başının da belaya girmesine sebep olmamalıydım. Yine. Duymazlıktan gelmem gerekiyordu ama maalesef her zaman önce hareket eden, sonra düşünen bir insan olmuştum.

“Sınav için herkes stresli. Buna ihtiyacımız vardı.” Diyerek güldü. Rahatlayarak bende gülüşüne karşılık verdim.

Duvardaki cihaza elimi okutarak kapıyı açtım ve içeri girdik. Sol köşedeki tek kişilik yatağımın ucuna oturdum. Ayaz’da gelip yanıma çöktü. Odam ilk defa gözüme sorunsuz gözüktü.

Yatağımın hemen yanında iki çekmeceli bir komidin ve ayak ucunda üç kapılı bir dolap dışında bir şey yoktu. Büyük bir odada sayılmazdı. Çember dışarıyı görmemizi o kadar istemiyordu ki Area’daki odalarda pencere bile olmazdı. Yine de şu an bu boş odada, yanımda Ayaz varken bir nebze mutlu hissettim. Hatta sınav korkumun azaldığını söyleyebilirdim. Nefes alışlarım sonunda normale döndüğünde bileğimi incittiğimi hatırladım ve hala sızlayan elime baktım. “Daha kötü oldu sanırım.”

Ayaz’ın yüz ifadesi bir an için sertleşse de sonrasında hemen yumuşadı. Bana kıyamıyordu ve buna bayılıyordum.

“Revire gitmiyorsak izin ver ben sarayım. En azından yarına kadar oynatma ki daha kötü olmasın.” Dedi ve hareketlendi. “İki dakika bekle, geliyorum.” Birden ayaklanıp hızlıca odadan çıktı. Ben ise suratımda aptal bir gülümsemeyle arkasından bakakaldım. Ona sahip olduğum için çok şanslıydım. O benim ailemdi ve bunu hissetmek bana her zaman huzur verirdi.

Annemin ve babamın kim oldukları hakkında hiçbir fikrim yoktu. Beş yaşıma yani Area’ya geldiğim güne kadar karanlıkta yaşamıştım. Bunu mecazi anlamda söylemiyordum. Gerçekten küçücük, karanlık bir odadan dışarıya hiç çıkmamıştım. Çıktıysam bile bu anlar hatırlayamayacağım kadar azdı. Yanında kaldığım insanların ailem olmadığından emindim ama beni nereden, nasıl buldular, neden bir çocuk değil de bir suçluymuşum gibi hapishane hayatı yaşattılar bilmiyordum. Psikoloğumuz o yaşlara ait anıların bu kadar net hatırlanmasının çok zor olduğunu iddia ediyordu. Hatta anlattıklarımın çoğunu uydurduğumu düşünüyordu. Bunu yüzüme karşı söylememişti elbette ama öyle olduğunu ben anlıyordum. Kim bilir, belki de o haklıydı. Tüm olanlar benim hayal ürünümdü ve ben gerçekle hayali ayırt edemiyordum. Öyle olmasını ne kadar istediğimi bir bilseydi.

Ama hayır.

Hepsini yaşamıştım. Üstelik her gece ışıklar kapandığında da tekrar tekrar yaşıyordum. Kabuslarımda bile sadece koca bir karanlık vardı ve dünya üzerinde beni daha fazla korkutabilecek başka hiçbir şey yoktu.

Sırf ışıklar kapanmadan uykuya dalmak için herkesten önce yatardım. Kaç kez odamın 24 saat aydınlık kalmasını istediğimi görevlilere söylemiştim ama yönetim tarafından bu isteğim reddedilmişti. Tüm Area’yla birlikte tam gece yarısında benim de ışıklarım sönüyordu. Eğer hala uykuya dalmamış oluyorsam da sonrası tam bir işkenceye dönüşüyordu. Bazen ağlayarak uyuyakalıyordum. Bazen ise Ayaz beni sakinleştirmek için yanıma geliyordu. Odası benimkine yakındı ve yardıma ihtiyacım olduğunu hissediyordu. Nasıl yaptığını bilmiyordum ama sanki duygularımı görebiliyordu. Çocukken, kendimi sihirli güçleri olduğuna ciddi anlamda inandırmıştım. Bunu söylediğimde hemen havalara girerdi. Bu yüzden bir süredir ona iltifat etmeyi bırakmıştım. Ama gerçek şuydu; o benim kahramanımdı.

“Gel bakalım.”

Tekrar yanıma oturan Ayaz beni düşüncelerimin arasından çıkardı. Önünde duran ilkyardım çantasını karıştırıyordu. Elimi ona uzattım. Önce parmaklarımı, elimi ve bileğimi dikkatlice inceledi. Kızarmış olan yerlere dokundu. “Acıyor mu?”

Başımı iki yana salladım. “Çok değil.” En azından acısına alışmıştım. Sargı beziyle, elimi; bileğimin üzerinden parmaklarıma kadar dikkatlice sardı. Dokunuşunun acı verdiği oluyordu ama sesimi çıkarmadım. Onun yerine ne kadar özenli davrandığına baktım, dünyayı kurtarıyormuş gibi bir edayla yaptığı işi, canımın yanmasına rağmen mutlulukla izledim.

Area benim ikinci hapishanem sayılabilirdi. Bir karanlıktan çıkmış, bir diğerine düşmüştüm. Bu yüzden burayı herkes gibi bir yuva olarak görmeyi bir türlü başaramamış, hep görünmez olmaya çalışarak yaşamıştım.

Buraya gelişimizin ikinci yılıydı. Ayaz yemekhanede sürekli yanıma oturur benimle sohbet etmeye çalışırdı. Bense onu terslemekten başka hiçbir şey yapmazdım. Üstelik yedi yaşında olmama rağmen konuşmayı yeni söktüğüm bile söylenebilirdi ama bu başkalarına aksi davranmama hiç engel olmamıştı.

Bir gün görevlileri Area’nın çıkışına kadar takip etmiştim. Bütün kapılar şifreliydi. Onların parmak hareketlerini dikkatlice izlemiş, bastıkları numaraları göremesem bile yerlerini ezberlemiştim. Buradan kaçmak tek isteğimdi. Gözümü karartmıştım. Gece herkes odasına çekildiğinde, ışıklar sönmeden hemen önce kendimi odadan dışarı attım. Çıkışa doğru var gücümle koştum. Kapıya kadarda kimseyle karşılaşmadım. Tam şifreyi giriyordum ki Ayaz’ın bana doğru geldiğini gördüm. Onca zaman onu sürekli terslemiştim. Şimdi eline bana ceza aldıracak bir fırsat geçmişti ve beni şikâyet etmemesi için hiçbir sebep yoktu.

Yapmadı.

Ne beni birilerine ispiyonladı ne de kaçma girişimime engel oldu. Hatta bana yardım etmeyi bile teklif etti ama her zamanki sinir bozucu tavrımla onu reddettim. Sonrasında ise şifrenin her gün değiştirildiği gerçeğiyle yüzleştim ve koca bir hayal kırıklığı yaşayarak odama döndüm.

O gün Area’dan kaçamadım ama orada kalmak için kendime bir sebep buldum. Ertesi gün yemekhanede bu defa ben gidip Ayaz’ın yanına oturdum ve o zamandan beri onsuz bir kez bile yemek yemedim.

Dakikalar geçmişti. En sonunda sıkıldığımı belli etmek için iç çekerek gözlerimi Ayaz’a çevirdim. “Bitti mi?” Beni başıyla onayladı. “Dikkatli ol. Sana bunu binlerce kez söyledim biliyorum ama bu defa farklı.”

Bu defa bu son olabilir.

Bir daha söyleyecek fırsatı bulamayabilirim.

Bu belki de son görüşmemiz…

Cümlesinin bunun gibi birçok anlama geldiğini biliyordum ancak kelimelerinin altındaki gizli manayı çözmeye çalışmayı bırakıp gülümsedim. “Yarın ayrılabiliriz. Sen muhtemelen Kulmen olacaksın.” Dedim ve omuz silktim. “Ben ne olurum bilmiyorum.”

Ayaz yatağın üzerinde bağdaş kurup bana döndü. “Ne kadar yetenekli olduğunun farkında değilsin Güneş.” Bende onun yaptığını yapıp vücudumu ona çevirdim. Konuşmayı sürdürdü. “Sen ne istiyorsan o olacaksın.”

Bana benden daha fazla güveniyor olması inanılmazdı. Onu hayal kırıklığına uğratmaktan çok korkuyordum ama ortada bariz olan bir gerçek vardı. “Buradaki herkes, eğitmenler ve yöneticiler dahil, benden nefret ediyor Ayaz. Farkındasın değil mi? Beni etrafta görmek için can atmıyorlar.” Bu pek övünülecek bir şey değildi elbette ama ne yapabilirdim? Bazen kurallara uymakta zorlanıyor ve başımı belaya sokuyordum.

“Senden nefret etmiyorlar. Seni tanımıyorlar. İnsanlara seni tanımaları için hiç şans vermedin.”

Haklıydı. Her zaman haklı oluyordu.

“Bunun için biraz geç kaldım sanırım.” On beş yıl kadar…

“Kalmadın. Yarın onlara ne kadar başarılı olduğunu göstereceksin.” Bu kadar olumlu olması beni çıldırtıyordu. Nasıl benimle ilgili tek bir olumsuz düşüncesi dahi olmazdı? Benim bile kafamda kendimle ilgili bir ton kötü şey vardı.

Konuyu değiştirdim. “Eğer aynı ekipte olmazsak, beni unutmanı istemiyorum. Aranya’nın kuruluş yıldönümünde veya Başkan’ın kongrelerinde görüşebiliriz. Birbirimizi bulalım tamam mı? Her defasında ama.”

Güldü. Sonra da uzanıp ellerimi avuçlarının içine aldı. “Seni unutmam imkânsız Güneş. Bir gün adımı bile unutabilirim. Seni asla.”

Yanaklarımın alev almak üzere olduğunu fark edince bocaladım. Kelimelerle arasının bu kadar iyi olması bazen bana çıplakmışım gibi hissettiriyordu. Dudaklarımın yersiz bir tebessüm için yaptığı baskıyı göz ardı ederek ciddi bir surat ifadesi takınmaya çalıştım. “Beni bugün fazla şımartmadın mı? Biliyorsun şımarınca çekilmez bir insan oluyorum.”

Omzuma vurdu. “Doğru söylüyorsun. Bu kadar övgü sana fazla bile mızmız.”

Ayağa kalkıp saçlarımı karıştırmak için bana doğru uzandığını fark edince, hızlı bir hamleyle onu engelledim ve bileklerinden yakalayıp arkasına geçtim. Tuttuğum kollarını hareket ettiremediğini görünce de keyiflendim. “Bir elim sakatken sana yaptığıma bak Ayaz. Hep bana yeniliyorsun.” Sözlerim üzerine ani bir hareketle sıyrıldı ve arkama geçip bu defa o beni koluyla sardı. Şimdide ben kımıldayamıyordum. Ofladım.

Başını eğip, çenesini omzuma yasladıktan sonra kıkırdadı ve kulağıma doğru kısık bir sesle konuştu. “Hayır baş belası.” Dedi nefesi boynuma çarparken. “Sadece hep sana yenilmeyi kabul ediyorum.”

💣

Loading...
0%