Yeni Üyelik
1.
Bölüm

Giriş

@melikemn

2024 mayısı...

Sevdiğin birini kaybetmenin acısını nasıl yaşarsın? Deliler gibi ağlayarak mı? Usul usul gözyaşı dökerek mi? Kendine zarar vermek mi istersin yoksa başkalarına mı? Ben ne hissetmem gerektiğini kestiremediğim bir noktadaydım. Belki hala şoktaydım ya da belki anneannemin hayattayken hep söylediği gibi umursamaz biriydim. Bilmiyordum. Artık bana nasıl birisi olduğumu söyleyecek tek insan da ölüp gittiğine göre hiç bilemeyecektim de...

Siyah hırkamın kapüşonunu kafama geçirip ellerimi de ceplerime yerleştirdim. Bir mezar taşı niyetine toprağa batırılmış olan tahta parçasına son kez baktım. Onunla vedalaşacağım anı daha önce hayal etmediğimden şu an söyleyecek bir kelime dahi bulamıyor, yirmi iki yıllık ömrümün her anında yanımda olan kadınla konuşmayı beceremeyecek kadar yeteneksiz olduğum için de kendime kızıyordum. En sonunda güçlü bir nefes doldurdum ciğerlerime ve bakışlarımı gökyüzüne çevirdim. “Benden kurtulduğun için şanslısın.” dedim omuz silkerek. “Ve ben bir türlü benden kurtulamadığım için yine çok şanssızım.” başımı sağa sola salladım. “Umarım kısa zamanda yanına gelirim anneanne.” ve topuklarımın üzerinde dönüp ilerlemeye başladım. Daha iyisini hakkettiğini biliyordum ama zaten hiçbir zaman onun için daha iyisi olamamıştım. Küçük yaşta kaybettiği kızından kalan bir sorumluluktum. Şimdi o da annem gibi beni terk ettiğine göre, sorumluluk sahibi olması gereken artık bendim ama bu işten pek anladığımı söyleyemezdim.

Mezarlığın taş yolundan geçip caddeye ulaştığımda ne tarafa gitmem gerektiğini düşünüyordum. Hayatımdaki tek akrabamı kaybettiğim için zahmet edip bana izin vermeyen patronuma ağzıma geleni söyleyip istifa ettiğimden gidecek bir işim ve sırf anneannem orada çalıştığı için kalabildiğim eve de artık giremeyeceğimden gidecek bir evim de yoktu. Dünya garipti. Saatler içinde sizin için tepetaklak olurken diğer insanlar için aynı akışında dönebiliyordu.

Gurursuz birisi değildim ancak işyerimde içeride kalan maaşımı alamayacağımı bildiğimden kalan son çaremi değerlendirmek zorundaydım. Bu yüzden gelen ilk otobüse binip, anneannemle müştemilatında kaldığımız yalının yolunu tuttum.

Yaklaşık yirmi beş dakika sonunda yalıya en yakın durakta otobüsten indiğimde, henüz yürümem gereken metrelerce daha yolum olduğundan, otobüsteki kalabalıkta düşüp durduğu için çıkardığım kulaklıklarımı taktım.

Dün sabah ölüm haberini aldığımdan beri ne yapacağımı pek düşünmemiştim. Bunun yerine etrafımdakilere bağırıp çağırmış, arkadaşlarımdan biri beni çalıştığım mağazadan uzaklaştırıp sakinleştirene kadar patronumun yedi ceddine sövmüştüm. Öfkemi başkalarından çıkarmak konusunda uzman sayılırdım ancak o an yaşadığım şokla kendime kurban seçtiğim kişinin patronum olmasının şanssızlığına birkaç dakika üzülmeden edemedim. Üstelik kalacak bir yerim ve para kazanabileceğim bir işim kalmamıştı. Yedi milyar insanın yaşadığı dünyada kan bağım olan tek bir varlığın dahi kalmadığı gibi...

Gözlerimi önce beni içine çekip yutmak istiyormuş gibi duran denize, ardından heybetiyle kendimi hep minik bir sinek gibi hissetmeme neden olan yalıya çevirdim. Güçlü bir nefesi ciğerlerime doldurup yolun karşısına geçmek için hareketlendim. Devasa demir kapının önünde duran görevliye selam vermeden beni içeri alması için beklemeye başladım.

“Başın sağ olsun Lavin.” dedi ondan tarafa bakmadığım halde. Kırklı yaşlarında, iri yarı bir adamdı. O da herkes gibi benimle sohbet etmekten hep kaçınırdı. Şimdi kafamı çevirdiğimde, gözlerinde gördüğüm acıyan ifade canımı sıktı. “Sağ ol, Yavuz abi.” dedim düz bir ses tonu kullanmaya çalışarak. Yüzündeki merhamet dolu gülümsemeden ne denli tiksindiğimi belli etmedim.

Yavuz, demir kapıyı usulca araladı ve geçmem için kenara çekildi. Yanından yürüyüp giderken yeniden ona bakmadım ve şükürler olsun ki o da yeniden konuşmadı.

Yalının beyaz, ahşap kapısının önüne vardığımda kulaklıklarımı çıkarıp cebime sıkıştırdım. Ardından kapüşonumu indirip zile bastım. Kendimi beş saniye sonra karşımda beliren Ayşen ablaya karşı bir tebessüm gösterebilmek için hazırlamış da olsam, boş boş bakmaktan ilerisini yapamadım.

“Lavin, gel canım.” diyerek içeri davet etti beni. İyi bir kadındı. Anneannemle birlikte mutfakta çalışıyorlardı. Çocuğu olmamasına rağmen bana hep bir anne edasıyla yaklaşırdı. Muhtemelen bunda sonra hayatımda olmayacaktı çünkü benim bu yalıda bir yerim yoktu ve uzağımda olan insanları minnet duyup aramak huylarım arasında değildi. Yine de onu hep güzel hatırlayacak ve onun için dua edecektim. Bu sanırım beni bir nebze iyi bir insan yapardı.

“Nasılsın? Nerede kaldın dün? Karnın aç mı? Yeni yemek hazırladım.” arka arkaya sıraladığı ahiret sorularından hangisini önce cevaplamam gerektiğine karar vermeye çalışıyordum ki, Ayşen abla bir yenisini gönderdi. “Mezarlıktan mı geliyorsun?”

Başımı sallayıp onu onayladım sonuncuya yanıt olarak. Sonrada merdivenlerin orada yavaşlayarak söze girdim. “Bir arkadaşımda kaldım. Karnım tok ve iyi sayılırım.”

Mutfağa girdiğimiz sırada elini omzuma koydu. “Neye ihtiyacın olursa olsun ilk beni aramanı istiyorum anlaştık mı? Keşke burada kalabilsen ama dün sabah Selma ablanın ölümünden hemen sonra eşyalarını bile alelacele toplattı Arık Bey.”

Yalının sahipleriyle pek muhatap olduğum söylenemezdi. Karşılaştığımız sınırlı anlarda da beni görmezden gelirler ya da belki gerçekten görmezlerdi. Arık evin büyük oğluydu. Hasta olduğu için iki yıl önce bütün işleri üzerine devreden babasının mirasını yok etmeyi kendine misyon edinmiş, ruh emici bir tipti. Keşke bu yalıyla birlikte hepsini yakabilmenin bir yolu olsaydı.

“Sıkıntı yok. Başımın çaresine bakarım. Eşyaları alayım o halde ben.” dedim kafamı kapıya çevirerek. Ayşen abla işaret parmağını kaldırdı. “Bir saniye bekle.” mutfak çekmecelerinden birini açıp içinden ufak bir zarf çıkardı. Bana doğru uzatırken mahcup görünüyordu. “Anneannenin bu ayki maaşı. Çalıştığı gün kadarı tabi. Biraz da ben senin için bir şeyler koydum.”

Ayşen ablanın kısılan kahverengi gözlerine baktım. Ardından zarfı uzanıp aldım ve “Teşekkür ederim.” diye mırıldandım zorlukla. Buraya zaten bunun için geldiğimden, istemiyormuşçasına rol kesmeyecektim.

Odamızın, eski odamızın olduğu koridora yönelip hiç de aceleci olmayan adımlarla ilerdim. Kapının kolunu dünyanın en ağır şeyiymişçesine yavaşça ve tüm gücümle indirdim ve çocukluğumun bir kısmını ve gençliğimi geçirdiğim küçük odaya bakakaldım. Ağlayabilen birisi değildim ama gözlerimin dolmasına da engel olamadım. Pek iyi anlaşabildiğimizi söyleyemezdim ama sanırım anneannemi sandığım daha fazla seviyordum.

Bana biraz özel alan bırakmak için olsa gerek, koridorun ucunda bekleyen Ayşen abladan tarafa bakıp odaya girdim. Karşılıklı duran iki yataktan benim olanın ucuna oturdum. Yıllarımızı burada geçirmemişiz gibi, bir büyük valize ikimizin birden bütün eşyalarını, onlarla birlikte anılarımızı da sığdırmış olmalarına inanamamıştım. Benim zihnime dahi sığmayan hatıralar bir valize sığabiliyordu demek ki. İronikti.

Gözlerimi yumdum. Birkaç kez, ortamdaki havayı içime çekmeye çalıştım ancak burada hava olduğundan dahi emin olamamıştım.

Duyduğum sesle toparlanıp görüşümü yeniden kazandım. “Geliyorum!” diye bağırdım Ayşen ablanın adım seslerini duyduğumu düşünerek ancak cevap alamadığım için kapıya yaklaşıp baktım. Hala aynı yerinde dikiliyordu. Belki de kulaklarım beni yanıltmıştı. Kafamı toparlayıp valizi almak için arkamı döndüm ve tam karşımdaki gri duvara, kırmızıyla yazılmaya başlayan harfleri gördüm.

Duygularını dışarı vurabilen biri sayılmazdım ve bu yüzden yaşadığım şoku yalnızca öylece dikilerek gösterebildim. Büyüyen gözbebeklerimle birlikte kaskatı kesilen bedenime de hükmetmeye çalışıyordum ancak kontrolü yitirmiştim.

K harfinin yanına usulca bir A yerleşti. Ardından gelen harfler ise çok daha hızlı belirmişti. Boğazımdan gitmek bilmeyen yumrudan kurtulmak için defalarca yutkundum ancak ne üzerimdeki şaşkınlık ne de beni terk etti. Yeniden adım sesleri duyuldu ve odanın kapısı gürültüyle kapandı. Aynı anda irkilerek sıçradığımda bakışlarım bulanıklaşmış, gözlerim yalnızca duvardaki yazıya odaklanmıştı.

“KATİLİ BUL.”

Loading...
0%