@melikemn
|
🔥 On sekiz yaşında sıradan bir genç kız olduğumu düşündüğüm zamanlar olmuştu. Herkes gibi gelinlik beğendiğim, düğün pastası hayal ettiğim ya da evleneceğim kişi hakkında fikir yürütmeye çalıştığım bir dönemi elbette yaşamıştım. O zamanlar bu kişinin Arven olmasını dilerdim. Bir gün aramızdaki temas sorununu çözeceğimize, hastalığımdan kurtulacağıma ve tüm normal çiftler gibi mutlu olacağımıza inanırdım. Sonra… Sonrası malum… Ben normal bir insan değildim ve o da normal bir çift olacak kadar sadık değildi ancak zaten ona hissettiklerimin aşk olmadığını Ares’le tanıştığımda anlamıştım. Onunla evlilik hayali kuramazdım elbette ancak sadece evrendeki varlığını hayal ederek de mutlu olabiliyordum. Kevin ise. Kevin denklemin çok dışındaydı. Benimle arkadaş olmayı becerememiş ve ona karşı hissettiğim tüm iyi duygularımın üzerinde günlerce tepinip, paramparça etmişti. Yine de tüm yaptıklarına rağmen yeniden arkadaş olmak isteyebilirdi mesela. Ya da aşkından vazgeçmeyeceğini söyler aramıza bir duvar örerdi. Ama defalarca kez onu istemediğimi yüzüne vurduğum halde onunla evlenmemi bekleyemezdi. Kimse bekleyemezdi. “Öyle bir şey olmayacak.” Dedim birkaç saniyenin ardından babamın sözlerini hazmedebildiğimde. Yüz ifadesi değişmedi. Hatta beni duymamış gibi davranıyordu. “Taç töreninden sonra hazırlıklara başlarız.” Diye devam etti mükemmel olduğunu sandığı fikrini destekleyerek. “Baba…” diye mırıldandım belki de ilk defa gerçekten bir baba olmasını dilediğimde. Yalnızca bir kere babammış gibi davranmasına ihtiyacım vardı. Beni anlamasına, dinlemesine… Bana saygı duymasına ihtiyacım vardı. “Onunla evlenmek istemiyorum.” Bir an ağlayacağımı sandım. Küçük bir kız çocuğu gibi tepinerek ağlarsam belki benim dediğimi yapardı. Onun yanında hiç çocuk olmadığım için mi beni çocuğu olarak göremiyordu? Babam başını olumsuz anlamda sağa sola salladı. Katıydı. Ketumdu. Zorlukla bastırdığım öfkemi tetikliyordu. “Lütfen…” diye fısıldadım son çare. Ona meydan okuyabilir, yine buraları yıkıp dökebilirdim çünkü içimden gelen buydu ama öylesinin de işe yaramayacağını hatta babamın kendini tam olarak buna hazırladığını anlayacak kadar tanımıştım onu. Kararını değiştirecek herhangi bir şey var mıydı bilmiyordum ama benimkiyle aynı olan gözlerine baktığımda konuşmamızın sona erdiğini anladım. En azından şimdilik onun gardını indiremeyecektim. Kirpiklerimi kırpıştırıp dudaklarımın ucuna kadar gelen hıçkırığımı geri gönderdim. “Korkunç bir babasın.” Dedim yine de kendimi tutamayarak. “Sadece benim için de değil üstelik.” Derin bir nefes alıp yaşadığım bin bir türlü duyguyla mücadele etmeye çalıştım. “Tüm çocukların için korkunç bir babasın.” Arkamı döndüm. Kapıya kadar ilerledim ve muhtemelen hiçbir yere zarar vermemiş olmamdan ötürü içimden atamadığım öfkemi kelimelere döktüm. “Ve iyi bir baba olmadan, iyi bir kral da olamazsın.” James’in haklı olduğu bir nokta daha vardı. Babam kara kış olan Rahlia’da çiçekler açtırmamıştı. Babam herhangi bir insanın hayatında çiçekler açtıramayacak kadar karanlıktı çünkü… Ve oldu… Abimin tüm sözleri yeniden zihnimde canlandı ve bu defa usul usul beynimi kemirmeye başladı. Onun ülkeye ne kadar ışık vereceği tartışılırdı ancak belki başkalarının ışığını kesme konusunda babam kadar başarılı olmazdı. Odama çıktım. Aceleyle üzerimi değiştirdim ve burada boğulduğumu düşünerek tekrar odayı terk ettim. Saray’ın büyük kapısına varıp kendimi devasa taş duvarlardan dışarı atana kadar tek düşündüğüm bu işten nasıl sıyrılacağımdı. Kaçabilirdim ama nereye? Rahlia’da veya dünyada babamdan kaçabilmem mümkün değildi ve Zaman Çukuru’nda yaşayabilmem imkansızdı. En azından şimdilik… Laneti çözdüğümüzde ve Ares’le güven içinde birlikte olabildiğimizde belki oraya giderdim. Aslında bu tek hayalimdi ancak bazı ihtimaller gerçeğe dönüştüğünde, hayalinizdeki kadar toz pembe kalmıyordu. Yüzlerce, binlerce Feniks’in arasında bir melez ne kadar hayatta kalabilirdi ki? Ya da Ares ne kadar süre bana aşık kalacaktı? Onun hissettiği şey de benimki kadar güçlü müydü? Hem onun ölümsüz ömrünün ortasında benim sonu belirsiz ömrümün bir değeri olur muydu? At arabalarının olduğu yöne gidip hareket etmek üzere olanı son anda yakalayarak içine atladım. O kadar dalgındım ki ancak koltuğa oturduğumda içeride Kate’in de olduğunu fark edebilmiştim. “Ah…” diye mırıldandım onu gördüğüme hiç sevinmediğimi gizlemeye çalışarak. “Sen de buradasın?” Bana şok olmuş bir ifadeyle bakmayı sürdürdüğünden bir süre konuşmadı. Aniden karşısına çıkmam onu da pek mutlu etmemişti belli ki. Duygularımızın karşılıklı olduğunu bilmek beni mutlu ediyordu ama. “Aklını mı kaçırdın?” diye sordu hiç de kibar olmayarak. Ona laf anlatacak enerjiyi içimde bulamıyordum. Hatta bir süre konuşmak dahi istemiyordum. Alın size yüz yılda bir gerçekleşecek akıl almaz bir doğa olayı… “Benden ne kadar tiksindiğinle ilgili sözlerini dinlemek çok isterdim ama zaten korkunç bir gün geçiriyorum. Saray’dan uzaklaşmam gerekiyor ki kimseyi öldürmeyeyim ya da o lanet olası duvarları yıkmayayım.” Anlaşılan konuşmak istemediğim anlarda bile bir şekilde konuşabiliyordum. Eh, benim de zaafım buydu işte. Kısa cümle kurmayı bir türlü beceremez, gereksiz detaylar vermeye bayılırdım. Kate’in beni terslemesini ya da öylece yanıtsız bırakmasını bekledim ancak olmadı. Bunun yerine kaşlarını çattı. Elini omzuma koydu ve öne doğru eğilip yüzüme baktı. “İyi görünmüyorsun.” Dedi. “Ne oldu?” Neydi bu şimdi? Herkes bir olmuş hıçkırıklara boğulayım diye mi uğraşıyordu? Keşke Victoria’nın yanına gidebilseydim. Onunla konuşmak iyi gelirdi. Ya da Ares gelip beni bulsaydı. Gerçi ona babamın beni Kevin’la evlendireceğini söylesem ortalık daha fazla karışırdı ve muhtemelen bir iki kişi de kül olurdu. Dertleşmek için doğru kişinin o olmadığı kesindi. “Sana söylemedi mi?” diye sordum Kate’e. “Düğünümüz var ya! Kevin’la evleniyormuşum.” At arabası uçurumdan yuvarlansaydı ve ölüp gitseydim keşke. Kate gergin bir iç çekti. “Gördün mü?” dedi bana bir şeyleri ispatlamak isteyerek. “Rahlia onların gibi davranmıyoruz.” Gözlerini dışarı çevirip fısıltıyla ekledi. “Rahlia onların.” Onunla daha önceki konuşmamızda söylediklerim aklıma geldi. Buradaki adaletsizliğin herkes farkındaydı ancak kimse bunu durdurmaya çalışmamış, kaderine razı olmuştu. Halk arasında ya da muhafızlar arasında böyle bir ayrım yokken neden soylu erkekler kadınları bu denli küçümsüyordu anlayamıyordum. Oysa Bekçi yetenekleri erkekler için de kadınlar için de aynıydı. O halde bu üstünlük nereden geliyordu? “İstemiyorum.” Dedim. Tek kelime. Net. Kate’le birbirimizden hazzetmediğimiz gün gibi ortadaydı ancak şu an bir ateşkes ilan etmiş gibiydik. Bakışları yeniden beni buldu. “Victoria’ya yardım ettiğini sanıyorsun.” Diye girdi söze biraz da sitemli. “Oysa ikinizin hayatını da mahvetmiş oldun.” Neden birilerine boyun eğmediğimizde hayatımız mahvoluyordu? “Cyrus’a aşık. Mutlu olmasını istedim.” Diyerek açıklamaya çalıştım kendimi. O benimle öfkeli konuşmadığında benim de kötü davranasım gelmemişti. Hem… Burada bana kötü davranmak için gerekçesi olan tek kişi olabilirdi. Babamın onu aldatmasının sorumlusu olmasam da gözünün önündeyken bunu ona sürekli hatırlatıyor olmalıydım. “Biliyorum.” Dedi gerçekten samimi bir gülümsemeyle. “Ama Rahlia’da çoğu şeyin istediğin gibi olamadığını bir gün anlarsın umarım Lisa. Daha gençsin çünkü ve bir bekçi olarak buradan başka gidebileceğin bir dünya yok.” Rahlia’yla ilgili öğrendiğim yeni bir bilgim vardı. Olağanüstü bir dünyada, insanüstü canlıların varlığını bilerek yaşıyor olmalarına rağmen herkes çok gerçekçiydi. Hayal kurmak öte dursun, bulunduğu durum dışında başka bir ihtimal üzerine konuşmaya dahi tenezzül etmiyorlardı. Bir zamanlar Feniskler’le mücadele etmek için geliştirilmiş ve büyük oranda bunu başarmış olan bir ırkın böyle körelmesi üzücüydü. Üç dünya birbirinden ayrıldıktan ve Abasis tüm ırkları lanetledikten sonra belli ki hepsi normal düzene ayak uydurmuş hem yeteneklerini hem de diğer ırkların varlığını unutmuşlardı. Yüzyıllar olmuştu. Şu an hayatta olan hiçbir bekçi bir Feniks’le karşılaşmamıştı. Muhtemelen büyücülerle ilgili çok az bilgi sahibilerdi ya da belki hiç değillerdi. İnsanlar ise bu dünyanın konusu dahi olmazdı. Rahlia dışındaki evrenden habersiz yaşarken nasıl yeni düşüncelere ayak uyduracaklardı ki? Ben dışarıdan gelen biri olarak her şeyi fark edebilirdim ancak onlar bunun içindelerdi. Onların hayatı buydu. Yaşadığım aydınlanma tüm bekçilere farklı bir gözle bakmamı sağlamıştı. Asıl moral bozucu olan ise bu düzeni değiştiremeyecek olmamdı. Herkes inatla buraya ayak uydurmak zorunda olmamla ilgili nidalar atarken, bırakın bu düzeni kendi geleceğimi bile değiştiremezdim. Ofladım. At arabası durdu. Kate inmeden önce omzunun üzerinden bana döndü. “Hiç bekçiler gerçekten nasıl yaşıyor düşündün mü? Kitaplarda okuduğun fantastik dünyadan bahsetmiyorum. Binlerce bekçinin yaşadığı Rahlia’dan bahsediyorum. Saray’dan çıkıp, onlara yakından baktın mı?” Bakmamıştım. Geldiğim andan itibaren sorunların arasına düştüğümden olsa gerekti ya da bu sadece benim bahanemdi bilmiyorum ama aklımın ucundan dahi geçirmemiştim. Rahlia Saray’dan ibaretmiş gibi geliyordu hep. Oysa Kate haklıydı. Onlara yakından bakmalıydım. Buraya ait olduğumu iddia edebilmem için önce burayı tanımam lazımdı. Başımı olumsuz anlamda sağa sola salladım. Gülümsedi. “Seni bir yere götüreceğim. Belki gerçek yaşanmışlıklarla yüzleşmek iyi gelir.” Bana neden bu kadar iyi davrandığını anlamıyordum ancak pek üzerine düşünmek istememiştim. Her konuştuğum insandan şüphelenmek çok yorucuydu. Kate at arabasından indikten sonra ben de peşine düştüm ve kendimi oldukça büyük bir meydanda buldum. Etrafı iki katlı taş evlerle çevriliydi ve evlerin alt katları dükkanlardan oluşuyordu. Yoğun bir kalabalık vardı. Kimi sohbet ediyor, kimi aceleyle koşuşturuyordu. Hemen ileride kafeye benzeyen bir dükkân gördüm. Önünde birkaç tabure ve masa duruyordu. Onun yanında bir çantacı vardı. Diğer yanında bir ayakkabıcı… Kadınların birçoğu benim gibi giyinmişti. Deri tayt veya uzun, düz elbise. Üste bol bir gömlek. Yanımda dikilen Kate’e baktım. Üzerindeki yeşil, saten ve altın işlemeli elbiseyle adeta ben buradayım diye bağırıyordu. Eh, Kraliçenin bir ağırlığı olmak zorundaydı değil mi? Onu fark eden birkaç kişi yanından geçerken selam verdi. O da nazikçe her birine gülümsemeyi ihmal etmedi. Tavrı, ona bakış açımı değiştirmişti. Belki de sandığım kadar ketum veya çekilmez birisi değildi. Sadece aşılması zor, yüksek duvarları vardı. O duvarları ören o muydu yoksa babam ya da saray mı bilmiyordum. Victoria’ya karşı baskıcı tutumunu hep çok yanlış bulmuştum ama nedenini hiç sorgulamamıştım. Onu korumaya çalışıyordu. Ben bu dünyaya yabancıydım ama Kate, neyin nasıl olacağını ya da nasıl sonuçlanacağını çok rahat tahmin edebilirdi. İçimi anlam veremediğim bir korku kapladı. Victoria’nın mutlu olması için Saray’dan kaçmasına yardım etmiştim ama ya yaptığım daha kötü bir sonuç doğurursa diye düşünmeden edemedim. O zaman ne yapacaktım? “Kraliçem.” Dedi bir adam tam önümüzde durduğunda. Kısa boylu ancak iri yapılıydı. Kırklı yaşlarında gibiydi ama söylemiştim ya. Bekçilerin yaşını tahmin edebilmek oldukça zordu. “Geleceğinizi bilmediğimden, elbisenizi Saray’a göndermiştim.” Özür diler gibi bir ses tonu vardı adamın ancak Kate oldukça sakin bir sesle yanıtladı onu. “Önemli değil. O yüzden gelmedim zaten.” Gözleriyle çarşıya hızlıca taradı. Ardından bulmayı beklediği şeyi bulamadığını anlayarak iç çekti. “Arthur’un dükkânını arıyorum. Burada diye anımsamıştım ancak yanılmış olmalıyım.” Adamın yüzü gölgelendi. “Bilginiz dahilinde olduğunu düşünmüştüm. İki gün önce muhafızlar gelip dükkânı dağıttı. Bir süre kapalı kalacak.” Bir an için durup Kate’i inceledi. “Neler olduğunu anlayamadık.” Dedi ipucu alabilmeyi umarak. Ardından arkasını dönüp camları kırık, boş ve karanlık dükkânı işaret etti. Kate göz ucuyla bana baktı. Bir şeyleri ispat etmeye çalışıyor gibiydi ancak bakışlarının zihnimde bir karşılığı yoktu. “Pekâlâ,” dedi sonunda. “Arthur’u nasıl bulabilirim?” Arthur kimdi bilmiyordum ancak onun adına üzülmüştüm. Muhafızların dükkânı bu hale getirmiş olması çok acımasızcaydı ve emri verenin muhtemelen babam olması çok can sıkıcı… Sebebini merak ettim. Nasıl bir suç işlemişti de onu işinden etmişlerdi? “Dağ evindedir.” Diye yanıtladı adam Kate’i. “Neden dükkânı bu hale getirdiler ki?” diye sordum kendimi tutamayarak. Kate’in sözünü kesmişim gibi olmuştu ama ne yapayım yani? Daha fazla soru sormadan duramayacaktım. Kate beni yanıtlamadı. Bunun yerine adama gülümsedi. “Bizi oraya götürebilir misin?” Harika. Anlaşılan bugün üvey annemle uzun bir randevum vardı. Bana bir şeyleri ispatlamaya çalışıyordu ancak bağlantıyı kurmayı bir türlü başaramamıştım. Sorularıma cevap vermemesi de işimi kolaylaştırmıyordu. “Tabi.” Dedi adam. Sonrasında o at arabasının önüne, muhafızın yanına otururken biz Kate’le tekrar arkaya geçtik. Yol boyunca sorduğum diğer soruların hepsi de yanıtsız kaldı ve inatla gidince öğrenebileceğimi söyleyip durdu. Ofladım ancak merakım ağır bastığından ona itiraz etmedim. Sonuçta bugün bana kibar davranıyor olması geçmişimizi silmezdi. Hala beni at arabasından fırlatma ihtimali vardı. Yaklaşık yarım saat geçtiğini tahmin ediyordum ki durduk. Herkesten önce indim. “Vay canına.” Dedim ahşap, tek katlı ve geniş verandalı eve bakarken. Bahçesinde birkaç tavuk koşturuyordu. Etrafta başka ev, hatta yaşam alanı yoktu. Evin engebeli, patika yoluna at arabasıyla giremediğimizden biraz yürümemiz gerecekti. Moralim bozulmuştu. Birden gözüme çok uzak göründü. Hem… Ürkütücüydü. Geceleri burada uyuyabilmem imkansızdı. Acaba Arthur yalnız mı yaşıyordu? Buraya kurt iner miydi ki? Yaşadığımız evrende kurt endişe edeceğim son tehlikeydi gerçi ancak yine de tüylerimi diken diken etmişti. İlerlemeye başlamadan önce Kate bizi buraya getiren muhafıza döndü. “Sen Dimitri’yi çarşıya geri bırak.” Bana baktı. “Sonra gelip Lisa ve beni alırsın.” Muhafız bizi burada yalnız bırakmaya pek gönüllü gibi durmuyordu ancak Kate’in otoriter bakışları üstün geldi. Başıyla onaylayıp at arabasını tekrar hareket ettirdi. Gözden kayboldukları ana kadar kımıldamamıştık. Merakım o kadar artmıştı ki orta yerimden çatlayacaktım. Gizli bir iş çevirdiğimizden artık emindim. Görüyorsunuz ya. Ben istemesem dahi kuralları çiğneyecek her türlü olayın içine çekiliveriyordum. Kate benden önce patika yola girdiğinde aceleyle peşine düştüm. “Artık nerede olduğumuzu söyleyecek misin?” diye sordum ısrarcı bir tavırla. “Lisa…” dedi sonunda bıkkın bir tavırla. “Gerçekten çok fazla soru soruyorsun.” Aman be! Victoria’da çok soru soruyordu. Ne var yani? Cevap verse ölürdü sanki. Genlerimiz böyleydi demek ki. Hoş. Babam genelde soru sormuyor emir veriyordu ama onu da şartlar bu hale getirmişti. “Merak ediyorum. Peşinden bir yerlere sürükleniyorum. Ne işler karıştırdığımızı öğrenmek hakkım değil mi?” diye sordum ve hemen ardından sevimli bir sesle ekledim. “Arthur bize yemek ikram eder mi sence?” karnımın gurultusu gittikçe artıyordu ve sanırım biraz da tansiyonum düşmüştü. Yürürken başımın döndüğünü hissettim. Dün akşamüzerinden beri hiçbir şey yememiştim. Su bile içmemiştim! Ölmeme sebep olacak bir ton şey varken açlık ve susuzluk çok acınası bir son olurdu benim için. “Umarım yiyecek bir şeyleri vardır.” Dedi düz bir sesle. Eh, en azından herhangi bir soruma cevap vermişti. Homurdandım. Duymazlıktan geldi. Evin önüne varana kadar da yeniden konuşmaya cesaretim hiç olmadı. Kate kapıyı tıklattı ve sonsuz gibi sürecek birkaç saniyelik bekleyiş başladı. İçeriden adım sesleri duyuldu ancak kapı açılmadı. “İçeride olduğunu duyabiliyorum Arthur.” Dedi uyarırcasına. Arthur pek kimseyle görüşmek istemiyordu sanırım. Haklı sayılırdı. Depresyonda falan olmalıydı. Dükkanını harap etmişlerdi ve korkunç bir dağ evinde yaşaması gerekiyordu. Birkaç saniye daha geçti ve en sonunda kapı usulca aralandı. Orta yaşlı bir adam, asık bir suratla karşımızda belirdi. Omzuna kadar uzanan sarı saçları ve yeşil gözleri vardı. Yeşil bende bir travma yaratmış olmalıydı çünkü bir an zihnim bulandı ancak hayır. Bunlar bir büyücüye ait olamayacak kadar sıradan yeşillerdi. Rahat bir nefes koyuverdim. Kate beni bir büyücünün evine falan getirecek değildi herhalde. Etrafım kaç farklı hainle dolu olacaktı ki sonuçta? “Kraliçem…” diye girdi söze ancak Kate’in imalı bakışlarından sonra düzeltti. “Kate.” Ah, demek ki arkadaşlardı. Ya da belki akraba… Sormaya yeltendiysem de cevap alamayacağımı düşünerek kelimelerimi tekrar içime akıttım. Biraz daha sabırlı olmalıydım. “Ve?” dedi Arthur gözlerini bana çevirip. “Lisa.” Diye yanıtladım onu. Kate beni tamamladı. “Saray çalışanlarından biri.” Son zamanlarda epey dilediğim bir görevdi bu. Sadece bir Saray çalışanı olmak çoğu şeyi daha çekilir kılardı. Kibarca gülümsedim ve Arthur kapıyı açıp içeri girmemize izin verene kadar da gülümsememi yüzümden çekmedim. Gerçi sonlara doğru kusuyor gibi bir hal almış olabilirdi mimiklerim emin değildim. Oldukça küçük, az eşyalı ahşap eve adım attığımda bir gıcırtı duyuldu ve her adımım da gıcırtı sesi de beni takip etti. Korkunçtu! Eski püskü görünen siyah koltuğu işaret ettim. “Oturmam da bir sakınca var mı?” Arthur konuşmak yerine başını hayır anlamında sallamakla yetindi. Kendimi aniden koltuğa bırakıverdim ve koltuğun süngeri içine çöktü. Zindanın soğuk zemininden iyi sayılırdı. Ancak burada yanımda Ares olmadığından bu evin alabileceği bütün puanlar en başından çöpe gitmişti. “Buraya neden geldin Kate?” diye sordu Arthur buz gibi bir sesle. İkisi karşılıklı dikiliyorlardı ve aralarında gözle görülür bir duvar vardı. “Nedenini biliyorsun bence?” Hayır. Bu konuşma böyle ilerleyemezdi. Ben bilmiyordum! Bir şeyleri açık açık birinin dile getirmesi lazımdı! Bir elimin tırnaklarını yemeye başladığımda sonsuz gibi süren bir sessizlik evi ele geçirdi. “Açık konuş Kate.” Dedi Arthur. Adamım! “Dükkanını dağıtmışlar.” Diyerek konuyu başka bir yere çekti Kate. Arthur’un yüzü sanki olabilirmiş gibi daha çok gerildi. “Haberin olduğunu düşünmüştüm. Senin ya da kocanın vermediği bir emri uygulayamazlar sonuçta.” Kate’in de böyle bir yetkisi var mıydı? “Benim ondan habersiz emir veremiyor olmam, onun da veremeyeceği anlamına gelmez. Bunu gayet iyi biliyorsun. Benim böyle bir emri vermeyeceğimi ya da onaylamayacağımı da öyle...” Aralarındaki anlam veremediğim elektrik gittikçe artıyordu ancak buna rağmen tavırları da kelimeleri de buz gibiydi. Garip bir öfke saçıyorlardı hem birbirlerine hem de etrafa. Tanışıklıkları düşündüğümden çok daha eskiye dayanıyor olmalıydı. “Ne istiyorsun benden Kate?” Kate Arthur’a sırtını döndü. Evin ahşap duvarlarında ellerini gezdirirken kendi kendine gülümsedi. Ayağının bastığı her yer gıcırdıyordu ancak o pek bu sesten rahatsız olmamıştı belli ki. Benim aksime… Ben her adımında kulağımı kesmek istiyordum. Duvar kenarlarında yürüyerek evin içinde bir tur attı. Ardından hemen yanımda durup usulca gülümsedi. “Dükkandaki değerli taşları alabildin mi?” Bir gerçek yüzüme tokat gibi çarptı. Arthur çok büyük ihtimalle mücevherat dükkânının sahibiydi. Kate’in beni neden peşinde sürüklediği şimdi bir anlam ifade etmeye başlamıştı. “Her şeye el koydular.” Dedi Arthur biraz buruk bir tınıyla. Kate topuğunu birkaç kez bulunduğu yere vurdu. Ardından yeniden konuyu değiştirdi. “Merkezdeki ahşap evinize çok benziyor burası.” Arthur’un paniği gözle görülür bir hal aldı. “Alakası yok.” Derken hızlı adımlarla Kate’in yanına geldi. Kate’in yüzünde zafer kazanmış bir gülümseme belirdi. Arthur’a doğru eğildi ve daha kısık bir sesle sordu. “Kızım nerede Arthur?” Ah! Karma mıydı bu kaderin bir oyunu bilmiyordum ancak belli ki geçmişte Arthur ve Kate arasındaki ilişki bir ahbaplıktan öteydi. Onları ayıran ve geçen onca yıla rağmen hala bu ayrılığın yükünü atamamış olmalarına sebep olan şey her neyse… Muhtemelen Victoria’yı da yakacak olandı. Üzerime bir ağırlık çöktü. Bir anda görünmez olduğum bu ortamdan kaçıp gitmek istedim çünkü zihnimde yüzleştiğim tüm sebep sonuç ilişkileri acı veriyordu. “Ne diyorsun?” diye anlamazlıktan geldi Arthur ancak hiç yalan söyleyemiyordu. Öyle ki onu hiç tanımayan beni bile kandırmayı başaramamıştı. “Victoria!” diye gürledi Kate aniden hareketlenip. Arthur onun koluna yapışıp durdurdu. “Onları rahat bırak Kate. Bırak kızın senden daha cesur olsun.” Bingo… Tüm korkularıma rağmen bu aşk hikayesi epey ilgimi çekmişti. “Bütün Rahlia’da onları arıyorlar. Bulamazlar mı sanıyorsun? Ben bu kadar kolay geldiysem onlar gelemez mi sanıyorsun? Size ne yapacaklar sanıyorsun Arthur?” Kate’in sona doğru yükselen sesi bir anda kesildi. Omuzları düştü ve çaresizliği ilk defa gün yüzüne çıktı. “Yaşamanıza izin verirler mi sence?” Gözlerim doluyordu. Romantik bir film izliyormuş edasıyla oturup, kendimi olayın akışına kaptırdığım koltuğumdan kalktım. Kate’in bir bildiği olduğundan artık emindim bu yüzden bir kez de ben seslendim. “Victoria!” Arthur dişlerini birbirine kenetlenmiş, öfkeyle burnundan soluyordu. “Muhafızlar burayı gece gelip aradılar. Hiç kimseyi bulamadılar.” Kate başını olumsuz anlamda salladı. “İyi. Onları kandırmayı başarmışsın. Beni kandıramayacağının farkındayız ama değil mi?” Kalbim ağzımda atıyor, yaşadıklarım zihnimde yeni yeni anlamlar kazanıp duruyordu. Kate’in geçmişine dair bulduğum ipuçları tüm tabularımı yerle bir etmişti ve belki de ilk defa onu gözümde aklım almayacağı kadar yükseltmişti. Rahlia’nın acı gerçeklerini öğrenmek yaptıklarımı sorgulamama sebep oluyor, geleceğe dair umutlarımı tüketiyordu. “Lisa?” Victoria’nın sesini duyduğumda gözlerim aydınlandı. Hemen ilerimdeki aralık kapıdan kafasını uzatmış bana bakıyordu. “Buradasın!” diye gürledim heyecanla ona koşarken. Kollarımı ona doladığımda ve sımsıkı sarıldığımızda, Kate’in onu eliyle koymuş gibi bulmuş olmasına akıl sır erdiremiyordum. Arthur’la yollarının bu şekilde kesişmiş olmasına da… Aşk gerçekten garipti. Her şeye rağmen hep o önde geliyordu ve bir şekilde sizi alaşağı ediyordu. Geri çekildiğimizde ve Victoria yanımdan geçip Kate’e yöneldiğinde, ifadesi mahcup bir hal almıştı. Kate gözlerini yumdu ve belki de günlerdir içinde biriktirdiği tüm endişesini bir nefesle dışarı bıraktı. Ağlayacak gibi olduysa da her zamanki dik duruşunu bozmamak için boğazını temizleyip toparlandı. “Nasıl bir belaya bulaştığını biliyor musun sen?” diye sordu alışık olduğum otoriter sesiyle. Victoria başını yana eğdi. O yanağından dökülen yaşlara engel olmayı düşünmüyordu. “Başka çarem yoktu. Babamın onu öldürmesine göz mü yumsaydım? Ya da bizi ayırmasına… Onu sevdiğimi daha kaç kere söylemeliyim? Onsuz yaşamak istemediğimi kaç kere söylemeliyim anne?” çatallaşan sesi bir hıçkırığın arasında kayboldu. Benim de kirpiklerim ıslandığında Victoria Kate’in suskunluğunu fırsat bilip, bir adımda yanına ulaştı ve ona sarıldı. Kate ise kaskatı bir şekilde dikilmeyi sürdürmüştü. Nasıl bu kadar sert olabilirdi? Duygusuz olduğunu düşünürdüm ama bugün böyle olmadığını bana ispatlamıştı. Peki nasıl duygularını bu kadar iyi gizleyebiliyordu? “Saray’a dön. Cyrus’a dokunmamaları için elimden geleni yapacağım.” Dedi Kate Victoria’yı iterken. Victoria anında reddetti bu teklifi. “Hayır. Onunla evleneceğim ve buna engel olamayacaksınız.” Bana döndü. “Ares’le geleceğini düşünmüştüm Lisa. Annemi neden getirdin ki?” Kendimi savunmak ister gibi ellerimi havaya kaldırdım. “O beni getirdi aslında. Burada olduğunuzu bilmiyordum bile.” Victoria yanağındaki yaşları elinin tersiyle sildi. Kaşları çatılmıştı. Kate göz ucuyla Arthur’a baktı. “Arthur eski bir arkadaşım. Sizi korumak isteyeceğini tahmin ettim.” Dedi. Bir cümle nasıl bu kadar çok anlam ifade edebilirdi inanması güçtü. Belki Victoria için sıradandı ancak beni duygudan duyguya sürükledi. Babam sadece annemin aşkını heba etmemişti. Kate’in hatta Arthur’un aşkını da yerle bir etmişti ve şimdi Victoria ve Cyrus’a da aynısını yapıyordu. Bana da yapacağı gibi… Hangimiz için bir umut vardı bilmiyordum ama o umuda tutunmalı mıydık karar verememiştim. Victoria’yı desteklemekten başka çarem yoktu. Kate kendince haklı dahi olsa Victoria’nın doğru ya da yanlış, kendi geleceğini seçebileceğini anlaması gerekiyordu. “Belki zamanında senin yaptığın değil de Victoria’nın şu an yaptığı doğrudur. Belki aşkına sahip çıkması gerekiyordur. Sonucu her ne olursa olsun bu riske değecektir belki.” Dedim pat diye. Tüm gözler aynı anda bana döndüğünde kollarımı göğsümde birleştirmiştim. “Onlar için her şey çok kötü bitebilir kabul ediyorum.” Victoria’ya baktım. “Ama belki onlar mutlu bir son değil de… Sadece birlikte bir son istiyorlardır Kate.” Beklemediğim bir şey oldu. Kate’in gözünden bir damla yaş süzüldü ve ağır çekimdeymişçesine yere düşmesi saniyeler sürdü. Dudaklarını yaladı. Derin bir nefes alıp az önce kaybettiği duvarlarını yeniden örmeye çalıştı. “Lisa Rahlia’yı tanımıyor. Victoria ise çok genç daha. Belli ki aşk mantıklı düşünmesine engel oluyor.” Dedi. Bakışları Arthur’a döndü. “Sen nasıl bu suça ortak oluyorsun?” Bana verecek bir cevabı olmadığından mı sözlerimi es geçmişti yoksa cevap vermeye değer bulmadığından mı bilmiyorum ama onun yüreğinde bir yara açtığımı hissettim. Biraz pişman olmuştum açıkçası ama yine de geri adım atmayacaktım. Kız kardeşimi sonuna kadar destekleyecektim. Şimdi bizimle gelse de gelmese de olması gerekenin bu olduğunu düşünüyordum. “Hiç anlamayacaksın değil mi?” diye sordu Arthur biraz da şaşırarak. “Ortada bir suç yok. Hiçbir zaman ortada bir suç yoktu. Sadece birileri daha korkaktı ve birileri daha cesur.” Kapıya doğru ilerlerdi. Kolu indirdi ve kenara çekildi. “Şimdi… Evimi terk ederseniz sevinirim.” İşte buna hazırlıksız yakalanmıştım. Bizi kovuyor muydu? “Victoria kendi istediği sürece burada kalacak.” Kate öfkeyle evden attı kendini. Lafların altında kalmayacağını düşünmüştüm ama bırakın cevap vermeyi, sanırım hazmedememişti bile. İç çektim. “Kendine dikkat et kurabiyem.” Dedim Victoria’ya. Bana buruk bir gülümseme gönderdi. “Seni seviyorum kurabiyem.” Dedi el sallarken. Çaresizce hareketlenip ben de dışarı çıkmadan önce son kez dönüp kız kardeşime öpücük attım. Kapı arkamdan sertçe kapandığında olduğum yerde sıçramıştım. Kate çoktan yolu yarılamıştı. Ben de ondan daha yavaş adımlarla peşine düştüm. Arthur’un zehir zemberek sözleri, Kate’te ise ilk kez gördüğüm duygu kırıntıları bugün beni epey afallatmıştı. Victoria’yla kendi sorunlarımı konuşacak fırsatı bulamamıştım ama şu an benim düğünümden daha önemli bir durumun içinde oldukları aşikardı. Kendimi yorgun ve bitkin hissediyordum. Hastaymış gibi… Belki de bu hayat temposu bağışıklığıma iyi gelmemişti. Yarın sabah Ares’le buluşacağım ana kadar tek istediğim uyumaktı. Hayır. Önce karnımı doyurmam gerekiyordu! 🔥 Öyle bir eşiği geçtik ki şu bölümle anlatamam. Bundan sonra patır patır dökeceğiz gerçekleri ortaya. 😂 Siz okudukça ben de heyecanlanıyorum ve daha ileriyi okumanız için sabırsızlanıyorum. Lütfen yorum ve beğenilerinizi eksik etmeyin. Görüşmek üzere. |
0% |