@melikemn
|
🔥 Tüm ömrümü düşüncelerden kaçarak geçirdikten sonra koca bir yirmi dört saati sadece düşünerek geçirmek değişik hissettirmişti. Yine de artık o kadar da umutsuz olmadığım için olsa gerek, beyin fırtınam kafamı duvarlara vurmak istememle sonlanmamıştı. İstediğim saate kadar uyumuştum ve bunun belki de hayatımın geri kalanının son uzun uykusu olduğunu bildiğimden akşamüzerine kadar yatakta pineklemiştim. Bir diğer etken de yatağın aklımın almayacağı şekilde rahat olmasıydı. İçinde ne tüyü vardı bilmiyorum ama bunu dünyada almak için kaç para harcamam gerekeceğini hesaplayamamıştım bile. Kahvaltı için enfes bir tabak gelmişti odama ve o kadar çok yemiştim ki bir sonraki günü göremeden, mide zafiyeti geçirip öleceğimi sanmıştım. Yataktan çıkıp dolabımın karşısına geçmiştim. Her bir kıyafeti tek tek inceleme fırsatı bulmuştum çünkü yapacak daha değerli bir işim yoktu. Rahlia’nın tasarımcıları sandığım kadar zevksiz değillerdi. Hatta o kadar güzel giysiler vardı ki bazılarının işlemelerini dakikalarca incelemiştim. Kahretsin. Ne biçim insandım ben? Lüks hayatıma alışmam bir gün bile sürmemişti ve ertesi sabah, güneş henüz doğmaya başlamışken yatağımdan zorla çıkarıldığımda yaklaşık on saniye geçmişti ki odama deli bir özlemle bakarken yakalandım. “Lisa? İyi misin?” Yatağımda oturmuş, yerdeki kilimin desenini izlerken az daha ağlayacaktım. Beni bu saatte uyandıran düzene sövmekten başka ne yapabilirdim peki? Victoria, tepemde dikilmiş endişeli bir ifadeyle benden bir cevap bekliyordu. Üzerimdeki beyaz, ipek geceliğin eteklerine dokundum. “Erken bir veda olacak biliyorum bebeğim ama merak etme. Akşam geri geleceğim.” Kafamı kaldırıp, buruşuk suratımla kız kardeşime baktım. “Benimle konuştuğunu sanmıyorum.” Dedi gittikçe daha çok telaşlanarak. Derin bir iç çektim. “Geceliğime veda ediyordum sadece. İki günde birbirimize oldukça bağlandık.” Ciddi olup olmadığımı anlamak için birkaç saniye bekledikten sonra yüzünde belli belirsiz bir gülümseme belirdi. Gözyaşlarımı içime akıttığım için olsa gerek, şaka yaptığımı zannetmişti. Bozuntuya vermedim. Deliliğimin boyutunu öğrenmesi için henüz erkendi. Odamın köşesindeki küçük kapının açıldığı lavaboyu kullanabilir, Yüzümü yıkayabilirdim ama uykumun kaçmasını istemiyordum. Açıkçası planım Kevin’a yalvarıp iki saat daha uyumak için izin almaktı. Şu işe bak. Yıllarca uykuya direndiğim onca gece geçirdikten sonra aniden bir uyku bağımlısına dönüşmüştüm. Kalkıp dolabımın karşısına yerleştim ve kombinimi dün geceden hazırlamamışım gibi birkaç dakika boş boş bakıp vakit kazandım. Ardından Victoria’nın sıkılmaya başladığını fark ederek gereksiz bir konu açtım. “Annie’ye benim için hazırlattığın kıyafetlere bayıldım. Çok yetenekli birisi. Tabi sen de çok zevklisin. Teşekkür ederim.” Sessizce yutkunup devam ettim. “Uygun bir zamanda bir kez daha onun dükkanına gidebilir miyiz? Ben de birkaç kumaş seçip, aklımdaki elbiseleri diktirmek istiyorum.” Omzumun üzerinden dönüp ona baktım. “Bu kadarına hakkım vardır herhalde.” Biraz alıngan bir tavır takınmıştım. Kız kardeşime yalan söylemek istemezdim ama bir süre saf rolünü oynamam hepimizin iyiliğineydi. Büyücüyle konuşup kafamdaki birkaç soru işaretini giderdikten sonra ne yapacağımı düşünecektim. Dün odamda sadece lüksün dibine vurmamıştım elbette. Kayda değer bir plan da yapmayı başarmıştım. Eh, görünen o ki Karla’nın söylediği gibi aptal bir sarışından biraz fazlasıydım. Ormana gidip dünyaya açılan geçidi aramak yerine Annie’e sormayı daha mantıklı bulmuştum. Sonuçta Zaman Çukuru’nda olduğu gibi bir kapıya ulaşsam bile onun dünyaya açıldığından nasıl emin olabilirdim ki? Victoria ayağa kalkıp yanıma yaklaştı. “Tabi ki. Aramız iyi o halde değil mi?” dedi. Bana bu kadar iyi davranması kısacık bir an için vicdan azabı çekmeme sebep olsa da üzerine kafa yormadım. Sonuçta nereden bakarsanız bakın, ben haklıydım. “Elbette. Senin bir suçun yok ki. Abimiz sik kafalı diye bizim mi aramız bozulsun?” onun on sekiz yıldır birlikte olduğu kardeşinin ben değil de James olduğunu ancak cümlemi tamamladıktan sonra hatırladım. Hay Aksi çenem! Victoria bir saniyeliğine duraksadıktan sonra kahkaha attı. “Hiç böyle bir tabir duymamıştım!” Başını, inanamayarak sağa sola salladı. “Gerçekten James için daha uygun bir sıfat olamazdı ama!” Birlikte abimizden nefret etmek mi? Victoria gözüme o kadar tatlı görünüyordu ki ekmeğime sürüp yemek istedim. Nasıl tüm şansımı, hayal dahi edemeyeceğim kadar mükemmel bir kız kardeşe sahip olarak harcamıştım böyle? “Annen nasıl biri peki?” diye sordum merak ederek. Bu ailenin her üyesinin Victoria kadar normal olmadığını fark etmiştim ama tek normal Victoria mıydı acaba? Ben, sırf Kevin’la daha fazla dalga geçebilmek için seçtiğim deri taytı üzerime geçirirken Victoria, kendi seçmemiş gibi, dolabımdaki kıyafetlerimi incelemeye başladı. Aramızda garip bir sessizlik oluştu. Sanırım annesi hakkında konuşmak istemiyordu. Of. Şimdi daha çok merak etmiştim. Bu yüzden beni cevapsız bırakmasına saygı falan duymayıp üsteledim. “O da James gibi mi yoksa?” Ne! Anlayışlı olmak zorunda mıydım? Meraktan ölsem herkes daha mı mutlu olacaktı yani? “Onu pek tanıdığım söylenemez.” Dedi en sonunda yarım ağız. Bu da ne demekti? Ah! “Babamın eşi sizin anneniz değil mi?” Babam gerçek bir kart zamparaydı! Victoria hayır anlamında başını sağa sola salladı. “Hayır, James’in annesi değil ama benim öz annem.” Benim annem ise dünyanın en saf kadını olduğundan olsa gerek gidip babam gibi birine âşık olmuştu. Üstelik onca yıl ona olan aşkından vazgeçmemişti bile. Bu sırada babam Rahlia’da harem kurmakla meşguldü! “Ay!” dedim yine boş boğazlık yaparak. “Kim bilir hangi dünyalarda başka kaç kardeşimiz çıkacak?” Victoria esprime gülmedi. Zaten sesli dile getirince o kadar da komik gelmemişti kulağa. Bir an Ares’te benim kardeşim olabilir mi diye geçirdim aklımdan. O da Melez’di sonuçta. Tüm ırkları birbirine katıp kaos çıkaranın babam olması beni hiç şaşırtmazdı. Neden annesiyle arası kötüydü hala öğrenememiştim ama her konuda bülbül gibi şakıyan Victoria bu konuda tam bir ketuma dönüşmüştü. Daha fazla ısrar etmek istesem de pek işe yaramayacağına inanarak susmayı tercih ettim. Kalçamın biraz altında biten, beyaz bir gömlek giymiş, belime siyah bir korse takmıştım. Siyah, dizime kadar yüksek çizmeleri de ayağıma geçirdim ve mükemmel, altın tarağımı ve maskaramı alarak boy aynasının karşısına geçtim. Tekrar uyurum diye yüzümü yıkamamış olmam, sıfır makyajla insan içine çıkacağım anlamına gelmezdi. Dün dünyadan kalan makyajımı, makyaj temizleme suyu olmadan çıkarmak için dakikalarca uğraştıktan sonra gerçek bir zombiye dönüşmüştüm çünkü. Victoria bana yıllar gibi gelen sükunetin ardından odanın köşesine doğru birkaç adım attı. Pencereyi açıp kafasını uzattı. Hafif serin havayı içine çekip, gürültülü bir şekilde nefesini bıraktı. “James’in annesi o beş yaşındayken ölmüş. Babam bunu ona Fenikslerin yaptığını söylüyor ama Rahlia’da yıllardır kimse Feniks görmedi. Hatta belki yüzyıllar olmuştur. Zaten dünyalar arasında izinsiz geçemezler de.” Kafamda yine Ares belirdi. Bunun iki gündür sürekli onunla ilgili bir şeyler düşünmemle hiç alakası yoktu. Melezler kapılardan geçebildiğine göre o da Rahlia’ya gelebilirdi. Bunu daha önce neden akıl edememiştim ki zaten? Başka melezler de var mıydı acaba? Feniksler ölümsüzdü sonuçta. Acaba Feniks ve bekçi karışımı birisi de ölümsüz mü oluyordu? Eğer öyleyse doğan tüm melezler şu an hayatta olabilirdi. Değilse de James’in annesini Ares mi öldürmüştü? Zihnim o kadar dağıldı ki maskaramı kirpiğimin altına bulaştırdım. “Hay aksi!” Victoria bir hışımla bana döndü. “İyi misin?” Ofladım. “Önemli değil. Maskaram…” maskara diye bir şeyden haberi olup olmadığını bilmediğimden sustum. Gülümsedi. “Kevin onlardan bana da getirmiş. Dünyada bunu sürmeden kapıya bile çıkmadığın için önemli olabileceğini düşündüğünü söyledi.” Kevin Victoria ile dedikodumu yapmıştı. Ne güzel. “Pudramı ve rujumu da getirse fena olmazdı ama neyse.” Dedim yalandan gözlerimi devirerek. Kıkırdadı. “Ruj konusunda yardımcı olabilirim belki.” Kaşlarımı heyecanla kaldırdım. “Gerçekten mi?” Başını salladı. “Eğitimden sonra hazırlan da çarşıya inelim birlikte. Annie’ye de uğrarız hem. Geçen gün pek dolaşamamıştık. Seni birkaç dükkâna daha götürürüm. Birlikte tatlı yeriz.” Vay canına. Bu ilkelliğin arasında oturup tatlı yiyebileceğim bir kafe olacağını hiç düşünmemiştim. Beklentimi yüksek tutmamam gerektiğini biliyordum ama yine de heyecanlandım. “Tamam.” Bir anda uykum açılmıştı. Diğer ciddi konular da şimdilik rafa kalkmış oldu. Son kez aynadaki yansımama baktım. Sade görüntümden memnun bir ifadeyle gülümsedim. “Bir ayna selfiesini hak ediyor bu halim ama… neyse.” Dedim omuz silkerek. Victoria hiçbir şey anlamadığını belli ederek kaşlarını çattı. Ona boş ver der gibi baktıktan sonra hareketlendim. “Kevin sinirlenmeden gideyim. Sonra çekilmez oluyor.” Ben kapıya yöneldiğimde o da gelip koluma girdi. “Annem biraz soğuk biridir. Onunla uğraşmak istemezsin. Bu kadarını bilmen yeterli.” Dedi umursamazca. Al işte. Böyle söyleyince de daha çok merak etmiştim. Neden Rahlia’da kimse doğru düzgün dedikodu yapmıyordu? Amma da sıkıcılardı! Bir şey söylemedim. Sadece gülümsedim ve kraliçe hakkında başka kime soru sorabileceğimi düşünmeye başladım. Burada tanıdığım kişi sayısı bir elin parmaklarını geçmezdi. Anlaşabildiğim kişi sayısına hiç girmiyorum bile. Kütüphanede onunla ilgili de bilgi bulup bulamayacağıma baksa mıydım? Victoria yine Saray düzeniyle ilgili konuşmayı sürdürürken ben tümüyle dış dünyadan kopmuştum. Kraliçeye olan merakımın arkasından babam ve James geldi. Hemen sonrasında Annie. Onun bir büyücü olduğunu ben bu kadar kolay anlamışken, herkesin ondan bihaber olması garipti. Acaba ben melez olduğum için miydi yoksa o kendini bana göstermek mi istemişti? Bugün Annie ile yalnız kalmanın bir yolunu bulmam gerekiyordu ama Victoria’yı nasıl atlatacağımı hiç bilmiyordum. Rahlia’ya o kadar yabancıydım ki, onu nasıl oyalayacağım hakkında fikir yürütemiyordum. Keşke aklımdan geçen her şeyi kolayca anlatıp güvenebileceğim ve bana yardımcı olabilecek birisi olsaydı. Keşke Paralel evrende Arven burada, benimle ve hala bana sadık olsaydı. Keşke… “Benim kahvaltıya yetişmem gerekiyor. Dediğim gibi sarayda dakik olmak zorundasın. Umarım yakın zamanda sen de yemeklerde bizimle olabilirsin.” Dedi bir nefeste. Ardından gülümsedi. “İlk dersinde bol şans.” Hiç o kasıntı aileyle oturup yemek yiyesim yoktu ama daha fazla patavatsızlık yapmak istemediğim için omuz silktim. “Umarım. Görüşürüz.” Victoria’nın tarif ettiği yolu giderken kafamda aynı düşünceler dönmeye devam ediyordu. Kevin beni alması için muhafız göndereceğini söylemişti ama Victoria bu iş için gönüllü olmuştu. Tanışalı çok kısa bir süre olsa da sanırım Rahlia’da kendime en yakın hissettiğim insan kız kardeşimdi. Bu yüzden en çok onun arkasından iş çeviriyor gibi görünmek canımı sıkıyordu. Sarayın müştemilat tarafında, kenarları açık ancak üstü bir çadır gibi örtülü, çim alana geldiğimde Kevin’ı kendi kendine ısınma hareketleri yaparken buldum. Duruşumu dikleştirdim ve bitmek bilmeyen zihin karmaşamı bir kenara bıraktım. Neyse ki bir şeylerin üstünü örtmeye ve içim kan ağlarken gülümsemeye alışıktım. Kevin arkasını döndüğü sırada göz göze geldik. Ben ona selam vermeye hazırlanırken eliyle gelmemi söyleyen bir işaret yaptı ciddi bir ifadeyle. “Sen de ısınmaya başla hemen.” Dedi otoriter bir sesle. Bipolar mıydı neydi bu herif? Ya da belki gerçekten de ikizler burcuydu. Bir ara onun burç haritasına bakmayı aklımın bir köşesine kazıyıp, sessizce yanına ilerledim. “Bu mu yani? Beden eğitimi dersinde de yapıyorduk biz bunu. Eğitimi tamamladım sayabilirsin. Hadi gidip kahvaltı falan yapalım. Açım ben.” Dedim umursamazca. Kaşları çatıldı. “Birincisi bu işi ciddiye alsan iyi olur. Yoksa başına yeni bir bela daha açılabilir. İkincisi burada senin arkadaşın değil eğitmeninim. Üçüncüsü de kolunu, bacağını kırmaman için biraz açılmanı istiyorum sadece. Elbette öğreneceklerin bunlar değil.” Hah. Ona gözlerimi devirdim ve bunu yaparken fazlasıyla belirgin olmasına özen gösterdim. “Burcun ne senin?” “Ne?” Orta çağda burçlarda mı henüz bulunmamıştı? Rahlia’da zaman dünyanın en sıkıcı olduğu günde mi durmuştu? Keşke taş devrinde kalsalardı. En azından taşı taşa sürterek ateş yakmayı öğrenirdim. Eminim bugün yapacağım şeyden daha eğlenceli olurdu. Üstün tarih bilgim için kendime sessiz bir aferin gönderdikten sonra Kevin’a baktım. “Doğum günün ne zaman?” Bana yabancı bir dil konuşuyormuşum gibi bakmayı sürdürdü. Ofladım. “Neyse.” Dedim bıkkın bir tavırla. “Boş ver.” Kendi doğum günüme on gün kaldığını da o an hatırladım. Bu sene evimde arkadaşlarımla bir kutlama yapamayacaktım hatta muhtemelen kimseyle bir kutlama yapmayacaktım ve hediye falan da alamayacaktım ama önemli değildi. Odama çekilip kaybolan gençliğime ağlardım ve geçip giderdi. Derin bir nefes alıp kaçamadığım kaderime teslim oldum. Kevin’ın yaptığı hareketlerin aynısını yapmaya başladım. Eh, en azından benzerlerini… Pek atik bir insan sayılmazdım. Aradan kaç dakika geçmişti bilmiyorum. Sonunda durduğumuzda yorgunluktan bayılmak üzereydim. “Ah, çok şükür. Sonsuza kadar sürecek sandım bir an. Gidebilir miyim? Bitti mi ders?” Kevin gülümsedi ancak bu pek sıcak bir gülümseme değildi. “Daha dersimiz başlamadı Lisa.” Şaka mı bu? Kendimi çıkıp şu Sarayın tepesinden atacaktım şimdi! Hem zaten uykum vardı benim! “Niye elli saattir oyalanıyoruz o halde?” diye çıkıştım neredeyse onu dövecekmiş gibi. Sanki yapabilirdim de. “Dedim ya, herhangi bir uzvunun zarar görmemesi için.” Bu iş iyiden iyiye canımı sıkmaya başlamıştı. Bilmem kaçıncı kez oflayarak yere oturup bağdaş kurdum. Acaba Rahlia’da da böcek diye bir hayvan var mıydı? Üzerime çıkarlarsa, şuracıkta çığlığı patlatırdım. Kevin’a sinirli olduğum için soramamıştım ama temkinle etrafa bakınıyordum. “Ne işime yarayacak ki öğrettiklerin?” diye sordum bilmiş bilmiş. O da benim gibi oturup, bağdaş kurdu. “Öncelikle insanlara dokunduğunda onları öldürmeyeceksin. Çünkü baskın gücünü kontrol edebileceksin.” Dedi imalı bir sesle. Arven’i az kalsın boğuyor olmama gönderme yapıyordu. Anlamazlıktan gelecektim. “Başka.” Sonuçta bir daha dünyaya dönemeyeceğimi düşünüyorlardı. Neden böyle bir şeyi öğrenmem gereksindi ki? “Ayrıca bir Kan Hırsızı ile karşılaştığında kendini savunmayı ve eğer varsa İgnis ile onu etkisiz hale getirmeyi bilmen gerekiyor. Kütüphanede beş saat geçirdiğine göre söylediklerime hâkim olduğunu varsayıyorum.” Diye yanıtladı. Nasıl sıfır teknolojiye rağmen her adımımdan herkesin haberi olabiliyordu? Acaba birisi beni takip mi ediyordu? Şaşırmazdım. Kevin bunu daha önce aylarca yapmıştı sonuçta. Yüz ifademin soru işaretleriyle dolu olduğunu fark etmiş olacak ki açıklamaya koyuldu. “Victoria’dan öğrendim.” Kız kardeşimle tek ortak konuları ben miydim de sürekli hakkımda konuşuyorlardı? Hem aralarında nasıl bir yakınlık vardı da zırt pırt sohbet ediyorlardı? “Ne ayaksınız siz ikiniz?” kaba tavrım karşısında afallayarak, hızlıca savunmaya geçti. “Sarayda birlikte büyüdük. Hep çok yakındık.” Kaçamak bir cevaptı. Bu yüzden daha net sormaya karar verdim. “Ona aşık mısın? Değil misin?” Gözleri şaşkınlıkla kocaman oldu. “Değilim.” Aniden ayağa fırlayıp tepeme dikildi. “Dersi kaynatıyorsun. Hadi.” Ne var? Bence yakışırlardı. Hem huysuz Kevin, Victoria’dan iyisini mi bulacaktı? Acaba Victoria prenses olduğu için bir prensle mi evlenmesi gerekirdi? Ay! O zaman benim de mi bir prensle evlenmem gerekirdi? Gerçi, Rahlia’nın tek bir kralı olduğuna göre sanırım bizim için eş olabilecek bir prens yakınlarda yoktu. Kafamda uydurduğum ihtimale karşı bulduğum savunmam içimi rahatlattı. Çaresizce ayağa dikildim. Kevin arkasından bir bıçak çıkardı. Sapı gümüş, işlemeliydi. Keskin tarafı da sapıyla aynı renk ancak daha parlaktı. Uca doğru eğiliyordu. Sanırım bir hançerdi. Ah, tanrım… Kim bilir onunla ne yapacaktı? Hançeri bana uzattı. Almadım. Gözleriyle tutmamı işaret etti. Kımıldamadım. “Alır mısın şunu?” diye uyardı. Omuz silktim. “Domates bile doğrayamam ben.” Dedim mızmızca. İçimden bir ses onu sebze doğramak için kullanmayacağımı söylüyordu ama ben salağa yatmayı tercih edip zaman kazanacaktım. “İgnis hançerinin bir kopyası. Nasıl tutman gerektiğini öğrenmen lazım.” Kaşlarımı kaldırdım. “Gerçeği nerede ki?” kütüphanedeki yüz farklı kitapta bulamadığım bilgiyi Kevin’dan alabileceğimi düşünmem aptallık mıydı bilmiyorum ama denemekten zarar gelmezdi. “Büyücüler sınırlı sayıda İgnis yapabildiler. Birçoğu yüzyıllar önce yok oldu. Bekçilerin öldürdüğü Fenikslerle birlikte yandılar yani. Kalanlarda zamanla büyüsünü yitirip,” elindeki hançeri işaret etti. “Bunun gibi sıradan bir hançere dönüştü. Başka varsa da yerini bilmiyorum.” Dedi Kevin. Uzanıp hançeri kavradım. Soğuk sapı içimi ürpertmişti. “İgnis yoksa kullanmayı neden öğreniyorum?” Kevin baygınlık geçirecek gibi görünüyordu. “Sürekli soru mu soracaksın? İşleyiş böyle. Yüzyıllar önce bekçiler ne biliyorsa, şimdi biz de onları bilmek zorundayız. Evrenin düzeninin aniden tepetaklak olup olmayacağının garantisi yok. Abasis’in yeniden ortaya çıkıp Kâinat bekçilerini başka bir mücadeleye atma ihtimalini göz ardı edemeyiz.” Abasis bana biraz sinir bozucu biriymiş gibi gelmişti ama bu düşüncemi sesli dile getirmedim çünkü bekçilerin ortaya çıkmasını sağlamıştı ve bekçiler ona inanılmaz saygı duyuyorlardı. Daha fazla direnemeyeceğimi fark ederek Kevin’ı dinlemeye karar verdim. Ne kadar zor olabilirdi ki? Herkes yapabiliyorken, ben mi yapamayacaktım? Hem ne kadar uyum sağlarsam, gizli planlarımı uygularken o kadar az dikkat çekerdim. Fikrimi oldukça mantıklı bularak çenemi kapatıp dersin geri kalanını Kevin’ı dinleyerek geçirdim. Güneş tepeye doğru çıkmaya başlayana kadar hançeri nasıl kavrayacağımı ve kolumu nasıl hareket ettireceğimi göstermekten başka bir şey yapmamıştı. Olsundu. Zaten ben de ondan öğreneceğim bilgiler için yanıp tutuşmuyordum. Öğleden sonra, Kevin sonunda beni serbest bırakmıştı. Kaç saat geçmişti bilmiyorum ama Victoria bir süredir çimlere oturmuş, eğitimin bitmesini bekliyordu. Hançer tutmak için bunca saat harcayacağımı söyleseler asla inanmazdım ancak Kevin’ın söylediğine göre beceremiyordum. Hah. Çok lazımdı. Sonunda yapabildiğime kanaat getirmiş olacak ki beni azat etti ve ben de soluğu kız kardeşimin yanında aldım. Kevin da ağır adımlarla peşimden geliyordu. “Amma gıcık herif ya bu.” Diye hayıflandım yüzünde tatlı bir tebessümle bana el sallayan Victoria’ya. “Hançer tutma işini hızlı çözmüşsün ama. Benimki üç gün sürmüştü.” Dedi umursamazca. Hani üstün yeteneklerim, olağanüstü güçlerim falan vardı. Bir hançeri tutmak için bile bu kadar uğraşmam gerekiyorsa, o güçler yerin dibine batabilirdi. “Sürekli soru sorup durmasan ve sessizce yapmak için çabalasan daha çabuk olabilirdik.” Diyerek üste çıktı Kevin. Canımız sıkılmasın diye onunla sohbet etmeye çalışan da suçtu. Ketum, kasıntı, Rahlia’lı Kevin. “Biraz dolaşacağız. Bize katılmak ister misin?” dedi Victoria aniden konuyu değiştirerek. Ona bu da nereden çıktı şimdi? der gibi bakmak istedim ama sanırım anlamadı. Ah! Daha Victoria’yı bile nasıl atlatacağımı bulamamışken bir de başıma Kevin çıkmıştı. Hay lanet şansım! “Birkaç işim var bugün.” Kevin kibarca bizi reddetti. Victoria’nın yüzü belirgin bir şekilde asılmıştı ancak bir şey söylemedim. Yalnız kaldığımızda onu tabi ki sorguya çekecektim. “Biz seni tutmayalım o halde. Hayırlı işler!” son cümlemi şen şakrak söylemeye çalışmıştım ama daha çok çığlık atıyormuşum gibi çıkmıştı sesim. Kevin kaşlarını çattı. “Sağ ol Lis.” Neyse ki ikinci denememde daha başarılı olarak, ona sevimli bir gülümseme gönderebildim. Şükürler olsun ki kimse tek kelime etmedi ve Kevin sessizliği fırsat bilerek hareketlenip, ilerlemeye başladı. Dönüp arkasından bakarken, yeterince uzaklaştığından emin olduktan sonra gözlerimi Victoria’ya çevirdim. “Aranızda ne var hiç anlamıyorum.” Dedim bir an suçlar gibi. Kafamın allak bullak olması, kontrolü kaybetmeme sebep olmuştu anlaşılan. Mantıklı cümle kurma yetimi yitirmiştim. “Bir şey yok.” Diyerek savunmaya geçti. İnanmadığımı belli eden bir bakış attıktan sonra derin bir nefes aldım. “Neyse ki konuşacak önümüzde uzun bir gün var. Hadi gidelim.” Bir adım attığım sırada birisi Victoria’ya seslendi. Arkamı döndüğümde annesini gördüm. Yemekteki gibi dik ve asil duruşuyla birkaç metre ötemizde dikiliyordu. Suratı buz kesmişti ve kaşları olabilecek en çatık halindeydi. Bir an için göz göze geldiğimizde, mavileri içimi titretti. İstemsizce yutkundum. Bu ailenin en ürkütücü bireyi kesinlikle bu kadındı. Bakışları bile olduğum yere sinmeme sebep olmuştu. Aklıma annem geldi. Belli ki babam biraz ketum seviyordu. Hayatına giren kadınların özellikle suratsız olmasını mı tercih ediyordu acaba? Bak böyle söyleyince de annemi ne kadar özlediğimi hatırlamıştım. Ah, evlat olmak ne zordu! “Ben bir anneme bakayım.” Diyerek neredeyse koşarak uzaklaştı Victoria. Ben de daha yavaş adımlarla peşine düştüm. Her ne konuşacaklarsa öğrenemezsem meraktan çatlardım. “At arabasını hazırlatmışsın.” Dedi annesi dövecekmiş gibi bir tınıyla. Henüz yanlarına varamamıştım ama yine de olduğum yere çakıldım adeta. “Lisa’yla biraz dolaşmak istemiştik.” Diye açıklayan Victoria, sanki on sekiz yaşında değil de beş yaşında bir kız çocuğu gibi titriyordu. Annesinden neden bahsetmek istemediğine dair aklımda birkaç fikir oluşmuştu. “Sana o kızla fazla vakit geçirmemen gerektiğini söylemedin mi?” Kaşlarım refleks olarak havalandı. Benden mi bahsediyordu? Burada değilmişim gibi hem de? Aşağılarcasına! Victoria göz ucuyla bana bakıp yeniden annesine döndü. “Kardeşim o benim.” Dediyse de sesi daha çok özür diler gibi çıkmıştı. Yıllarca annemin fazla otoriter ve huysuz olduğunu düşündüğüm için kendime kızdım. Canım annem. Melek gibiydi! “Burada olduğumun farkındasınız değil mi? Duyuyorum sizi.” Diyerek yanlarına biraz daha yaklaştım. Üvey annem bırakın bana bakmayı, kımıldamadı bile. Onu yumruklamak istemem normal miydi? “Seninle muhatap olmuyorum küçük insan.” Pardon? Sanırım içimi ürperten tavrı artık sinirlerime dokunuyordu. Geçmiş olsun. Bana değil. Ona… “Niye üvey anneciğim?” kollarımı göğsümde kovuşturup duruşumu dikleştirdim. Daha ben cümlemi tamamlayamadan dehşete düşmüş bakışlarını üzerime çevirdi. “Ah! İğrenç! Adım Kate ufaklık. Sakın bir daha bana adım dışında bir sıfatla seslenme.” Gülümsedim. “Şaka mı bu? Sana benden bu kadar nefret edecek ne yapmış olabilirim ki?” onunla kibar konuşmak gibi bir niyetim yoktu elbette ancak yine de çemkirmeden önce ondan daha medeni olduğumu ispatlamak istemiştim. “Kocamın beni annenle aldatmış olması yeterli gelmiyor mu sana?” Şey. Böyle söyleyince de ikna olmuştum sanki. Salak mısın Lisa? Ne demek ikna oldum? “Babam şerefsiz bir zampara diye niye ben suçlu olacakmışım?” Az önce Kate’in yüzünde beliren dehşet ifadesi artık Victoria’nın da yüzünde vardı. Hayatlarında ilk defa birisi bunu sesli dile getiriyordu herhalde. Teşekküre gerek yoktu. “Kral hakkında böyle konuşma cüretini nereden buluyorsun sen?” diye çıkıştı Kate. Deli mi ne bu kadın? Aman bunlara da iyilik yaramıyordu gerçekten. “Napayım? Seni aldattı, annemi de karnında bebekle ortada bıraktı diye plaket mi takayım?” Şu an hayatımda kendimi en haklı hissettiğim an falandı. Zihnimde kendime kocaman öpücükler gönderip tebrik ettikten sonra konuşmamı sürdürdüm. “Bir bekçi olarak erkeklerle aynı seviyede güçlüyken ne diye Rahlia onlarınmış gibi davranmasına izin veriyorsun ki? Hakkını savun biraz.” Ay yanlışlıkla kendimi feminist bir hareketin öncüsü falan yapmazdım umarım. Yeterince sorunum yokmuş gibi bir de bununla vakit kaybedemezdim. Birden çok fazla burnumu soktuğuma pişman oldum. Herkese cevap vermeyip azıcık çenemi kapatsam ve hazır annesi izin vermemişken, Victoria’sız çarşıya iniversem ne olurdu sanki? Kate söylediklerime inanamıyormuş gibi her saniye daha da şaşkın bir ifadeye bürünürken Victoria kıkırdamaya başlamıştı. Aptal. Onu seviyordum. “Hemen odana çık Victoria. Lisa istediği yere tek başına gidebilir. Sen yemeğe kadar dışarıda dolanmayacaksın.” Dedi sonunda Kate ve kimseye itiraz şansı tanımadan arkasını dönüp, hızla uzaklaştı. Victoria yüzünde hayal kırıklığıyla, bana af diler gibi bakınca yüreğim parçalandı. Uzanıp elini tuttum. “Kaçabiliriz.” Dedim çok sıradan bir olaymış gibi. Vicdanımı söküp atabilseydim keşke. Eminim çok daha mutlu olurdum. “Mümkün değil. Benim yüzümden sen de buraya tıkılma. İstediğin yere muhafızlarla gidebilirsin.” Bir yanım onu kolundan tutup bu saraydan çıkarmak için yanıp tutuşsa da doğru olan seçeneğin de benim işime yarayacak seçeneğin de bu olmadığının farkındaydım. Oflayarak kafamı yana eğdim. “Akşam yanıma gelirsin belki.” Victoria usulca başını salladı. Sonra da hiçbir şey söylemeden ilerlemeye başladı. Onu takip ederken garip bir buruklukla birlikte kendimi öldürmeme sebep olabilecek bir heyecan bedenimi ele geçirmişti. Buna sevinmem beni berbat bir kız kardeş yapabilirdi ama anneme kavuşmak için yaptığımdan iyi bir evlat sayılırdım. Eh, her şey dengeli ilerliyordu o halde. Victoria beni at arabasına bindirip, muhafızlara birkaç direktif verdi. Ardından usulca bana el sallayıp gözden kayboldu. Kalbim yerinden çıkacak gibi oluyordu. Kafamın içinde söylemeyi planladığım cümlelerimi birkaç kez daha tekrar ettim. Yol, geçen seferkinden çok ama çok daha fazla uzun sürmüştü sanki ama şükürler olsun ki bitti. Pekâlâ. Tereyağından kıl çeker gibi halledecektim bu işi ve dünyaya nasıl gideceğimi de öğrenip büyücüyle münasebetime hızlı bir son verecektim. Kafamı yoracak ekstra bir dert istemiyordum. Bekçiler yeterince enerjimi harcıyorlardı. Farklı farklı ırklarla uğraşamazdım. Dükkanın hemen girişinde arabadan indim. Benimle birlikte iki muhafızda inip peşime düştü. Durdum. Durdular. Bir attım attım. Peşimden onlarda bir adım attı. Dönüp arkama baktığımda heykel gibi dikiliyorlardı. Öfkeyle iç çekip önüme döndüm. Ardından yeniden hareketlendiğimde, aynı anda onlarda ileri atıldı. Aniden olduğum yere sabitlendiğimde ise ikisi birden sırtıma çarptı. “Hah.” Dedim soğuk bir gülümsemeyle. “Kapıda kalmanız sizin için daha hayırlı olacak sanki.” Aptal gibi birbirlerine bakıp onay istediler. Kollarımı göğsümde birleştirdim. “Kim olduğumu biliyor musunuz benim?” diye sordum imalı bir sesle. İçlerinden daha uzun boylu olanı başını salladı. “Prensesin sağ kolusunuz ve sizi bize emanet etti.” Hay aksi. Anlaşılan prenseslik kartım yine işe yaramayacaktı. İçimden babama ve hazır yeri gelmişken boş geçmemek için James’e üç beş küfür savurdum. “Tamam ama kıyafet falan deneyeceğim yani. Şurada bekleyiverin işte. Kaçacak halim yok ya.” İkinci kez göz göze geldiler. Beyinleri çalışmıyor muydu bunların? İkisinin saçlarından tutup kafalarını birbirine vurma arzumu güç bela bastırdıktan sonra bir umut yeniden dükkâna yöneldim ve şükürler olsun ki bu defa oldukları yerde kalmayı başardılar. Dükkânın penceresinden içerisi görünüyordu ancak ses tonumu yeterince ayarlarsam konuşmalarımızı duyamazlardı. Bu yüzden içim rahattı. “Merhaba?” dedim içeride kimsenin olmadığını fark edince. “Annie?” Cevap alamayınca etrafa bakınmaya başladım. Minicik yerdi gerçi. Eminim burada olsa onu görebilirdim. Sonuçta bir büyücüydü. Görünmez falan olmuştu belki de. Bilemiyorum. Ne yapacağını kestirmek zordu. Biraz da ürkütücü… “Lisa ben.” Diye açıkladım kendimi. “Geçen gün prensesle birlikte gelmiştim hani.” Aradan birkaç saniye geçmişti ki, dükkânın arka tarafındaki ahşap kapı aralandı ve Annie hatırladığımdan daha ışıltılı gözleriyle karşımda belirdi. İstemsizce derin bir nefes alıp, vücudumu gevşetmeye çalıştım. Oysa ne ara bu kadar gerildiğimi bilmiyordum bile. “Kaçamadın. Değil mi? Geçidi buldun.” Dedi zaten bunu bekliyormuş gibi. Zihnimi mi okuyordu? Başımı sallayıp onu onayladım. Bunu itiraf edeceğim ilk kişinin hayatım da en az tanıdığım kişi olması garipti. “Zaman Çukuru’na gittim.” Bilge bir tavırla yanıma yaklaşıp elimi tuttu. Şefkat dolu elini sarı saçlarımda gezdirdi ve hafifçe yanağıma dokundu. “Prensle tanıştın mı?” Neyden bahsettiği hakkında ufacık bir fikrim dahi olmadığı için başımı sağa sola salladım. O da benim yaptığımı yapıp verdiğim cevaba olumsuz bir cevap verdi. “Tanışmışsın.” Tüm tüylerim diken diken oldu. Bu zihnimi okumak değildi. Daha çok yaşadıklarımı görüyor gibiydi ve bu hayatımda şahit olduğum en esrarengiz ve korkutucu olaydı. Yutkundum. “Bilmiyorum.” Orada birçok Feniks’le karşılaşmıştım ama eğer bir prens arıyorsak bu diğer hepsinden farklı biri olmalıydı. “Ares.” Dedim. Tek kelime. Birçok yoğun duygu… “Bir daha sakın oraya yaklaşma!” Derken geri çekildi Annie. Öfkesine anlam veremediğim için umursamadım da. Bunun yerine kendi cevaplarımın peşine düştüm. “Dünyaya gitmek için geçidi nereden bulabilirim?” Arkasını dönüp az önce çıktığı kapıya yöneldi. “Lanet çoktan bedeninizi ele geçirmiştir.” Diye bir şey geveledi ağzında. “Abasis çok sinirlenecek.” Artık benimle değil de daha çok kendi kendine konuşuyordu. Kapıyı açıp öylece çekip gidince geride şaşkınlık içinde kalakaldım. Sanırım bilmediğim tonla sorunum daha olmuştu. |
0% |