Yeni Üyelik
33.
Bölüm

-32-Kıyamet

@melikesayin

"Başın ağrıyor mu?" Boyunun uzunluğundan faydalanıp eğilerek yarayı görmeye çalıştığında hafifçe gülerek göğsünden ittim.

"Merak etme, ağrımıyor artık."

"Dershaneye gidemezsin bu halde, evde kal dinlen. Çınar sana notları getirecek." Devran'a göz devirdim.

"Şimdi de ev hapsi mi?" Elini kaldırıp işaret parmağıyla evi işaret etti.

"Bir kere de ikiletme Eflal, bir kere sadece." Yanıma yaklaşıp dudaklarını saçlarıma bastırdıktan sonra hiç beklemeden arabasına binip uzaklaştı. Öylece arkasına bakmak dışında hiçbir şey yapamamıştım.

Çınar ve Miray ısrarla Devran'ın haklı olduğunu savununca da mecburen evde kalıp yatmak zorunda kalmıştım. Bu süreci değerlendirme kararı aldığım için bir süre dershaneye gitmek için ısrar etsem de sonradan kabullendim.

"Bir şey olursa hemen arıyorsun beni, tamam mı?" Beş milyon kez tekrar ettiği cümleye başımı salladıktan sonra Çınar'ı zorla kapıdan dışarı itip Miray'a öpücük attım.

"Gidin artık." Miray gülerek Çınar'ı çekiştirdiğinde fırsat bulup kapıyı kapattım.

Derin bir nefes alıp bir süre salonu inceledim. Bakışlarım merdiveni bulduğunda yukarı çıkıp mavi renkli kapının önünde durdum. İç sesim halen bunu yapmak ve yapmamak arasında kararsızlıkla tartışma yaratmaya çalışsa da onu dinlemeye niyetim yoktu.

Kapının kulpunu kavrayıp yavaşça aşağı doğru indirdim. İlk olarak cam ile arasında yalnızca bir komedin olan yatak dikkatimi çekti. Ardından hemen karşısında duran makyaj masası, onun yanındaki kıyafet dolabı ve duvarda üçümüzün bir sürü fotoğrafının asılı olduğu pano. Bu odada banyo yoktu, bu yüzden kendimi şanslı hissetmiştim. Benimki kadar geniş bir oda da değildi. Miray'ın çok büyük bir oda istemediğini daha önce duymuştum. Kendini büyük bir odada daha yalnız hissettiği için özellikle burayı seçmişti.

Tavandan yere kadar olan pencereye kısa bir bakış attıktan sonra yatağın göremediğim tarafına doğru ilerledim. Bu sırada bakışlarımla odayı tararken yatağın altına doğru itilmiş poşeti görmemle dudaklarım yukarı doğru kıvrıldı. Sandığımdan çok daha kolay olmuştu.

Bir süre poşetin duruşunu izledim. Bulduğum şekilde bırakmalıydım çünkü bu yaptığım şey fark edilirse oldukça utanç verici olurdu.

"Bakalım içinde ne vardı bana göstermek istemeyeceğin kadar." Poşeti elime alıp içini beklemeden açtım. İçerisine alelade atıldığı belli olan kağıt yığınını elime alıp bir bir tüm sayfalara baktım lakin söylediği gibi saçma sınav notlarından başka bir şey yoktu. Kağıtları tekrar poşete koyup aynı şekilde yerine bıraktıktan sonra doğru söylediğini görmek içimde suçluluk hissi doğurmuştu. Kelimenin tam anlamıyla son zamanlarda herkesten şüphe eden bir insan haline gelmiştim ki bunda Hayal'in payı büyüktü. Sürekli kimseye güvenmemem gerektiğini bana söylerken ne düşünüyordu acaba?

Her şeyi olduğu gibi bıraktığıma emin olduktan sonra odadan çıktım. Kendi odama geçip yatağa uzandım. Söyledikleri gibi tüm gün hiçbir şey yapmadan yatıp dinlenmeyi düşünüyordum.

Bir de tüm olanları yeniden düşünmeyi.

Hayatım bir anda o kadar değişmişti ki, aklım almıyordu. Devran'ın hayatıma girişi, başıma gelenler hepsi sanki bir film sahnesinden fırlamış gibiydi. Daha sonra Devran'ın polis olduğunu söyleyen Gökhan'ın haklılığına güldüm. Ona inanmamak için kendimi sürekli ikna etmeye çalışmıştım lakin sonunda gerçekler tokat gibi yüzüme çarpmıştı. Aklımda dönüp duran bir sürü şey vardı ve artık zihnimin içerisindeki sesler çığırından çıkmış gibiydi.

Halen sahte hesaptaki kişinin Hayat olduğunu düşünüyordum lakin artık onunla da iletişimi kesmiştim. Her gün bana kışkırtıcı mesajlar atsa da görmezden gelmek işime geliyordu.

Sürekli itiraf etmemi söyleyen mesajları artık içimde hissizleşmeye başlayan noktayı deşmekten başka bir işe yaramıyordu.

Çınar ve Miray ile kurduğum yakın dostluk daha önce hiç hissetmediğim bir aile sıcaklığı yaşatıyordu bana lakin ben bir karar vermek zorundaydım. Miray'ın hareketleri Hayal'in çoktan dikkatini çekmişti bile.

Artık sona ulaştığımı hissedebiliyordum. İçimde bir yerler bu farkındalık ile sızladığında yana doğru dönüp Devran'ın yattığı yastığa sıkıca sarıldım. Tam her şey normale dönmeye başlamış gibi hissederken bir anda değişeceğini bilmek beni üzüyordu.

Devran'dan.

Arabanın kapısı açıldığında başımı hareket ettirmeden gözlerimi dikiz aynasına çevirdim. Kimin geleceğini biliyordum, bu yüzden önemsememiştim.

"Beni neden çağırdın diye soracaktım ki, Çınar da burada olduğuna göre bir sorun var sanırım."

Kapıyı kapatırken bakışlarını Turgut'a çevirdi. Turgut davarın teki olduğu için kızın yüzüne bile bakmamıştı tabii. Şu çocuğu evlendirmenin üzerimdeki yükü ne kadar hafifleteceğini düşündüğümde bu düşünceye gülmemek için kendimi bir süre tutmak zorunda kaldım.

Sonunda hazır olduğuma karar verdiğimde sesli bir nefes verdim.

"Sorun Eflal." Dedim kısaca. Çınar sonunda başını telefondan kaldırdığında Miray'a doğru döndü.

"Ne sorarsa cevapla, inan bana Eflal'in iyiliği için." Çınar'ın kurduğu cümleyle durumun farkına varmış gibi yüz hatlarındaki gerilmeyi gözlemledim bir süre. Çenesi kasılıyordu. Ciddi ortamları sevmediğini ve bu durumun onu ne kadar gerdiğini Çınar'ın ciddiyetini fark ettikten sonra armaklarıyla oynamaya başlamasından anlayabiliyordum.

"Eflal sana hiç ailesinden bahsetti mi?" Bakışları kısaca beni buldu, daha sonra tekrar gözleri parmaklarına indiğinde dikiz aynasından ona bakmaya devam ettim.

"Aslında." Duraksadığında boğazımı temizleyip tekrar konuştum.

"Yüzüme bakarak anlat." Elimden geldiğince üzerinde baskı kurmamaya çalışıyordum, ki bu durum Çınar'ı sinirlendirmemeliydi. En ufak bir yanlışımda keskin ve kesin kararlarla bana yardım etmeyi bırakacağını biliyordum.

"Aslında bildiğim birkaç şey var." Bakışlarını aynadan gözlerime sabitlediğinde tepkisiz şekilde gözlemlemeye devam ettim.

"Bu konudan bahsetmeyi pek sevmediğini biliyorum. Annesinin onu anneannesine döneceğini söyleyerek bırakıp gitmesi ve geri dönmemesi bir de babasının hiçliği dışında pek bir şey bilmiyorum." Kurduğu cümle beni bir süre düşündürdü.

"Babasının hiçliği ne demek?" Öfkelenmişti. Eflal'e ne kadar değer verdiğini gösteriyordu. Onun çektiği acılardan ötürü ailesine öfkeliydi.

"Babası hiçlikten ibaretmiş söylediğine göre." Dudaklarını birbirine bastırıp bir şey söylemesi gerekiyormuş da söyleyemiyormuş gibi gözlerini kaçırdı.

"Söyle Miray." Sesimin yüksek Çıkmasına Çınar ters bir bakış atsa da mesleğimin getirisi buydu.

"Aslıdna bunu o söylemedi." Kaşlarımı çattım. Sinirlendiğimi fark etmiş olacak ki hemen cümlesini tamamladı. "Ben onun günlüğünü merak edip okudum." Çınar öfkeyle başını arkaya doğru uzattığında Miray'ın bunu yaptığı için utandığını fark etmiştim.

"Bunu bana da yapardın sürekli, ne kadar çirkin olduğu konusunda anlaştık sanıyordum." Omuz silkti.

"Anlamıyorsun, onun için endişeleniyorum. Bilmediğin şeyler var." Kendi aralarındaki tartışmayı kestim.

"Hangi sebepten ötürü tam olarak?" Sinirlenmişti. Çatık kaşlarıyla tekrar bakışlarını bana çevirdi.

"Sana arkadaşımla ilgili her şeyi anlatacak değilim, ne istiyor bu bizden? Ne karıştırıyorsun sen Çınar?"

"Sakin ol Miray, Eflal ailesi ile ilgili ne biliyor onu anlamaya çalışıyorum."

"Neden?" Dedi kesin bir şekilde.

"Çünkü böyle bir mektup buldum, babasının intiharından sonra cebinden çıkmış." Şaşırdığını bilsem de ifadesiz kalmaya kendini zorladığını anlamamak için aptal olmak gerekirdi. Hislerini belli etmekten hoşlanmadığını anlamama sebep oldu bu davranışı.

"İntihar mı etmiş?" Kaşının birini yukarı kaldırıp alayla sırıttı. "Beter olsun." Güldüm. Hiçbir şey bilmediklerini anlamıştım.

"Öz babası." dedi Turgut bastırarak. "İntihar etmiş." Yüzündeki donuk ifadenin sanki suratına tokat yemiş gibi dağıldığını izlemek bana keyif vermişti. Bakışları Turgut'u bulduğunda mektubu Miray'a doğru uzattı.

"Sesli oku." Dedim sesli bir nefes verirken. Çınar okumaya cesaret edememişti.

"Tüm ihtişamıyla karşımda duran Galata Kulesine çevirdim bakışlarımı. Güzelliği karşısında adeta büyülenmiş gibi hızlı adımlarla yanına doğru ilerledim. Parmak uçlarım ona dokunmak için sızlıyordu sanki. Göğsümün ortasına oturmuş ağırlığı bir kez olsun görmezden gelmek istedim.

Bir kez olsun diğer insanlar gibi anın büyüsüne kendimi kaptırmak, tüm bu güzellikler içerisinde kaybolmayı diledim. Biraz ileride oluşmuş kalabalığa yöneldim. Herkes gibi basamakları ağır adımlarla seyrettim. Merdivenleri çıkarken zihnimin içinin de aynen bu şekilde tozlu olduğunu düşünmeden edemedim. Çalışmaya adadığım hayatım yüzünden tüm bu hislerden mahrum kalmışlığıma bir kez daha kızmadan geçmedim.

Çevremdeki kalabalık ömrü boyunca daima beni görünmez kılmışken şimdi herkes büyük bir sükunet ile beni izliyordu sanki. Parmaklarım usulca tarihin tozlu sayfalarında gezindi, nefesim yılların verdiği yıpranmışlıkla çatlamaya yüz tutmuş taşları yalayıp geçti adeta. İleride merdivenin başına oturmuş elindeki çikolataya aşkla bakan çocuğu inceledim. Yüzündeki kocaman gülümseme insanın içini ısıtacak cinstendi, yanından yürürken saçlarını sevmeden geçmedim.

Bir üst katta dizindeki yaraya bakıp ağlayan çocuğa ilişti gözlerim. Bir yandan da çevresini kontrol edip onu ağlarken görecek birisi olmasın diye diken üzerindeydi. Elimi cebime atıp çıkardığım yara bandını usulca çocuğun dizine yapıştırdım. Gözlerinden akan yaşlar çocuğun yüzünde uzun çizgiler oluşturmuştu. Kim bilir kaç gündür banyo yapmamıştı. Bana el sallayan çocuğu geride bırakıp ilerlemeye devam ettim.

Çıktığım her basamakta çocukluğumun bir parçasına veda ettim, biraz ileride beni bekleyen gençliğime gülümsemeden geçmedim. Işık saçan gözleri beni görmedi bile, olacaklardan habersiz öylece babasının saçlarını sevmesini beklemeye devam etti.

Çevremde beni sarıp sarmalayan oksijen ciğerlerime yetersizmiş gibi daha derin nefesler almaya çalıştım. Bu merdivenler benim yorgun bedenimin dayanabileceğinden fazlasıydı tabii. Gözlerim ileride saçları beyazlamaya başlayan, çalışmaktan bitap düşmüş adama ilişti. Yüzündeki gülümseme aynen hayatın sırtına yüklediği ağırlıklar gibi silinip yok olurken geçtiğim her kattan ağlayan çocuk seslerini işittim.

Deliriyor muydum? Yoksa çocukluğum bile benim bu haline ağlamadan edemiyor muydu? İçerideki havanın soğukluğundan üşüyen yüzümü ılık göz yaşlarım süsledi. Çırılçıplak olmak ve ilk kez insanlar karşısında soyunmayı diledim. Soyunup tüm acılarımla, yaralarımla onlar karşısında durabilmek.

Bakışlarımı yorgun adamın üzerinde daha fazla tutamayacağımı fark ettiğimde kulenin büyüsüne çevirdim dikkatimi. Neredeyse bitmek üzereydi, tüm yolculuğumu tamamlamış, özgürlüğüme ulaşmaya yalnızca birkaç adım kalmıştı.

Derin bir nefes aldım, çevremdeki kokuyu aklımın bir köşesine kazımak ister gibi bir halim vardı. Yaşadığım hayat ihtişamlı değildi, fakat en azından ölümümün öyle olmasını istemiştim. Buraya özgür olmak için, tüm bu acıları sonlandırmak için gelmiştim.

Basamaklardan birine oturup karşımdaki ufak açıklıktan dışarıyı izledim. Koskoca İstanbul sanki ayaklarımın altında gibiydi. İlginçtir ki genelde İstanbul'un benim gibi insanları ayaklar altına aldığı bilinen bir gerçekti. O an gözüme çarpan ne varsa insan olmak yerine o olmayı diledim. Ağaçlar gibi rüzgarlarda özgürce savrulmayı, Deniz gibi sonsuzluğu, kuş gibi göğe yükselebilmeyi.

Tüm bu bahsettiğim şeylerin hasretini yüreğimin en derin köşelerinde hissettim. Yukarıda birbirine sarılmış anılarımı seyrettim, her biri birbirlerinin yaralarını sarıyorlardı sanki. Bu hayat bana bir çok hissi unutturduğu gibi kendime merhamet etmeyi de unutturmuştu.

Bunun kendisine ne kadar iyi hissettirdiğini ölmek üzereyken fark etmesi de hayatın bir çeşit oyunu diye içimden geçirdim. Uzun süreli suskunluğun verdiği etkiden dolayı boğuk çıkan sesimle "Zihnimin içi bu tozlu merdivenlerden daha fazlası, Galata Kulesinin ta kendisi." diye mırıldandım ellerimi soğuk taşlarda gezdirirken.

Parmaklarımı duvarlara sürterek ayağa kalktım ve bundan sonraki tüm yolculuğumu çevremdeki güzellikleri izleyerek geçirdim. Kendimi görmek istediğim tüm güzelliklerle birlikte hayal ettim, tarihin tüm anılarını gözlerimde canlandırıp onları o insanlarla birlikte yaşıyormuş gibi hissettim.

Yolun sonunda beni bekleyen çocuk, tüm gerçekleri tokat gibi yüzüme çarpıp geçti. Onu geçmenin, kendi anılarımı geçmekten daha zor olacağının bilincindeydim. Arkasında onu takip eden çocukluğum ile kızımın el ele tutuştuğunu görmek içimi parçalayan son görseldi.

"Bir daha böyle hissetmeyeceğim." dedim usulca kendimi destekler gibi.

İlk kez kendim için verdiğim kararın yanlışlarını sorgulamadan bu denli destekledim. Dizlerimin üzerine çöküp ikisine de sımsıkı sarıldım ve son kez veda ettim. Korkuluklara yaklaşıp bir süre etrafı izledim. Kahkaha atma isteğimi bastıramıyordum.

Bakışlarımı gök yüzüne kaldırıp, "Ah Hezârfen Çelebi, sonumuz aynı olabilirdi lakin burada ne boğazın eşsiz manzarası ne halicin serin suları ne de senin gibi kanatlarım var."

Sabah gazetede, 3. sayfada küçük bir haber ile kendisini inşaatın 17. katından atarak intihar eden bir inşaat işçisinden de bahsediliyordu neyse ki."

13.09-Yahya Erdem

Bir süre sessizliği dinledim. Mektubun ağırlığı benim çoktan taşa dönüşmüş kalbimi bile ağırlığı altında ezmeye çalışıyordu. Mektubun sonunu bile tamamlamış olması ve gerçekten üçüncü sayfada alelade sözlerle yapılmış bir haberle sonlanması korkunç bir durumdu.

"Bu." Dedi sabit tutmakta zorlandığı sesiyle. "Bu sonunda-" Konuşmakta zorlandığı için daha fazla beklemek istemedim. Turgut da ilk okuduğunda sonunu sormuştu.

"Aslında kimsenin olmadığı, boş bir inşaatın 13. katından atlamış." Bakışlarımı boşluğa sabitlediği bakışlarıyla hareketsizce duran Çınar'a çevirdim.

"Ayrıca ölümünün bile ne kadar değersiz olduğunun bilincindeymiş, söylediği gibi üçüncü sayfa haberlerinde öyle kısa bir haberle geçiştirilmiş. Adam aslen şizofreni hastası."

İG; k.meliike

Loading...
0%