Yeni Üyelik
1.
Bölüm

1-Geçmişin İzleri

@melikesayin

H-


"İnsanlar zavallı!"


Yağmurun ardında bıraktığı canhıraş sesler arasında benim çığlığımı işitmedi bile. Yüzüne yapışan ıslak saçlarını geriye iterken yüzündeki gülümseme ile yıkılmaya yüz tutmuş duvarı izlemeye devam etti. Mutluydu. Öyle ki, gözlerinin içi gülüyordu mutluluktan. Gece karanlığında, bardaktan boşalırcasına yağan yağmurun altında izlediği harabe onun tek sığınağıydı. Elimi omuzuna koydum usulca. Teninde hissedemeden kaybolan ellerim bizim en büyük sırrımızdı. Gökyüzüne doğru başımı kaldırıp fısıldadım;


"Ben senin küllerinden doğdum Eflâl, seninle yanmaya da razıyım.

                                                                                             (DUVAR)


Toprak kokusuna karışmış is kokusunu derin nefeslerle doldurdum ciğerlerime. Karşımda izlediğim görüntü bir yangına aitti. Kül olup etrafta uçuşuncaya dek izledim o yangını. Yüzümdeki tebessüme inanır gibi olsam da gözümden akan yaşlar durumu tezatlaştırıyordu. Aynalar insanları her zaman yaralıyordu, buna rağmen yüzüm aynaya dönük izliyordum. Öylesine bir izleyiş de değildi bu, ölesiye bakıyordum karşımdaki kız çocuğunun gözlerine. Sanki içimde dağ gibi büyüyen öfkem onu her gördüğümde daha da kabarıyordu. Cayır cayır harlı bir ateş yanıyordu tam göğsünün ortasında, kalbini sarıp sarmalamış ona ev sahipliği yapıyordu. O da alışmışa benziyordu aslında, ateşin ortasında bile yeşermeye başlayan çiçekleri görüyordum. Kökleri sökülmüş bir ağaç gibi sağa sola savruluşunu, her savrulduğunda gerçeklere daha güçlü çarptığını duyuyordum haykırışlarından. Yüzünde tek bir mimik yoktu, ancak kalbimin yerinden çıkıp koşarak ona gitmek isteyişinden belliydi. Ona yardım etmek istiyordum, insan öfkesine sarılmak ister miydi? Sarılmak ve her şeyin geçeceğini söylerken bir yandan saçlarını okşamak. Tek ihtiyacımız olan şey buydu, biri bize sarılsaydı bu yangın büyümezdi, büyüyen yangın eksikliklerinden öfkemi doğurmaz, böylece her gece gözlerimi kapattığımda böylesine bir görüntü ile karşılaşmazdım. Bakışlarımı boş duvara sabitleyerek dudaklarımdan dökülmek için can atan sözleri serbest bıraktım. "Ben bir boşluktan ibaretim, beni bu boşluklar doğurdu." Ben ve aynadaki görüntüm, aynı kişiler değildik. Bunu kabullenmek benden çocukluğumu çaldı.


13.09.2020


Gözlerimi karşımdaki duvarın çatlakları üzerinde gezdirdim. Hayat da aynen bu çatlaklara benzemiyor muydu? Sırtımda taşıdığım hayatım, yaşamaktan ziyade namütenahi bir sızıydı vücudumda. Gözlerim kapanmak için can atarken durumu zorlayarak biraz daha izledim karşımdaki boşluğu. Çatlaklar arasından sızan soğuk parmak uçlarıma kadar işliyordu.


''Tuhaf bir mutsuzluk halin var.'' Dedi fısıltı gibi çıkan sesi ile.


Ses telleri can çekişiyordu sanki. Parmaklarımın ses tellerini düşündükçe onları parçalama isteği ile sızladığını hissettim. Sesine karşı duyduğum nefret içimde volkan edasıyla kabarmıştı yine. Başım yana doğru kayarak düşerken, gözlerim onunkilerle çarpıştı.


"Olduğun yerde öylece soluyorsun Eflal, gökyüzüne değen köklerin bile seni kurtarmaya yetmiyor."


Bu kez sesi alaycı geliyordu. Onunla tartışmaktan yorulan zihnim, görmezden gelmeyi tercih etti.


Kafamın içinde bir karmaşa vardı. Sessizliğe gömülüp, zihnimin içerisindeki karmaşada öylece kaybolacağımı düşünüyordum. Tahmin edersiniz ki öyle olmadı.


Çevredeki kalabalıktan soyutladığım zihnim, çıkardıkları gürültüyü uğultular halinde algılamama sebebiyet veriyordu. Bir anda gecenin zifiri karanlığını parçalamak istercesine yanan ışıklar zihnimdeki karanlıktan beni çekip çıkarmıştı. Başımı çevirip gürültüyle teker teker yanmaya başlayan ışıkları takip etti gözlerim. Yanan her bir ışık gözlerimi yeniden kapatmama sebep oluyordu. Alışık olduğum karanlıktan çekip alıyorlardı beni ne de olsa. Benim gibi duvarın üzerine oturmuş, etrafta toplanmış kalabalığı izleyen çocuğa döndü bakışlarım. Benim zar zor indiğim duvarın üzerinden tek seferde atlayarak kalabalığın arasından geçip perdenin arkasına yöneldi. Önümden aşağıya doğru süzülen yaprağı izledim. Altında bulunduğum ağaçtan esen rüzgârla birlikte ara sıra yapraklar dökülüyordu. Sonbaharın geldiğini haber vermek ister gibi bir bir intihar ediyorlardı. Aşağısı çoktan koca bir yaprak mezarlığına dönüşmüştü bile. Oldukça büyük ve yaşlı bir ağaçtı. Benim çocukluğumdan bu yana yaşadıklarıma da şahitlik etmişti. Burayı keşfettiğim zamanlar henüz oldukça küçüktüm. Zamanla en büyük sığınağım haline geldiğini hatırlayınca elimi usulca köklerinde gezdirdim. Koskoca hoparlörlerden bir anda yükselen ses ile olduğum yerden sıçradım. Az önce açılırken gürültüsü beynimin içine işleyen ışıklar, bir anda sönüp yerini perdeden yansıyan ışığa bıraktı. Duvarın üzerinde oturan çocuk sinir bozucu bir yavaşlıkla koca perdenin önünde durup son ayarlamaları yaptıktan sonra yerine geri döndü. Bununla bitlikte etraftan duyulan insan sesleri yavaş yavaş azalmaya, herkes arabalarına çekilmeye başlamıştı. Derin bir nefes alıp sırtımı ağaca yaslayarak ayaklarımı yüksek duvardan aşağıya doğru salladım.


Bir yanım hiçbir şey yapmak istemezken diğer yanım sürekli bir şeyler yapmaya hevesleniyordu. Hiçbir şey yapmadığım süreçte oluşan boşluğu düşüncelerim dolduruyordu. İnsan düşüncelerinden kaçar mı hiç? Kaçmak istiyordum. Kendi içimde kendimle verdiğim savaş beni bir hayli yoruyordu. Bir şeyler yapmaya çalışan yanım da tüm bunlardan kaçmak isteyen yanımdı.


Filmde öpüşen çifte döndü bakışlarım. Özeniyordum. İnsanların yanında iken tamamlandığı birinin olması, onu anlayan, gerçekten seven insanların varlığını yalnızca filmlerde görüyor olmak beni hayattan koparmıştı. Bir insanı sevmek nasıldı? Ondan hiçbir karşılık beklemeden saf sevginin varlığı gerçek olabilir miydi? Gerçekse bile, neredeydi? Tüm bu sorgulamaları bir kenara bırakıp filme odaklanmak istedim. Odaklanıp, hiçbir şey düşünmemek ve az da olsa zihnimdeki karmaşadan çıkarak dinlemek. Evet, tek ihtiyacım olan buydu. Hafif atıştırmaya başlayan yağmur ve gök gürültüsü ile film çok daha iyi hâle gelmişti. En sevdiğim şeylerden biri de yağmurun altında ıslanmaktı. Elimdeki içecekten bir yudum alırken gözüme çarpan karartı ile başımı yandaki çok da yüksek olmayan, 4 katlı apartmanın çatısına çevirdim. Çatıda birini gördüğüme emindim ancak şu anda kimse yoktu. Bir süre o tarafı izleyip filme döndüm tekrar, ilgimi cezbetmişti. Tam bir aşk filmiydi, normâlde sevmediğim bir tür olsa da bu filmden hoşlanmıştım. Kadın karakter oldukça güçlü ve güzel bir kadındı. Kesinlikle bu rol için yaratılmış olabilirdi. Oyunculuğuna diyecek tek kelime bulamıyordum. Yağmurun şiddeti gittikçe artarken yüzüme yapışan saçları geriye doğru itip aşağıdaki araçları süzdüm. Bunları düşünürken yeniden gözüme çarpan şeyle hızla başımı çatıya çevirdim. Genç, sarı saçları beline kadar bir kız vardı. Gecenin karanlığında yüzünü seçmek oldukça güçtü. Perdenin yanında yanan ışığın ona doğru vurması sonucu zar zor görülüyordu. Oturmuş ve ayaklarını aşağıya doğru sallarken gökyüzünü izliyordu. Ben henüz ne yaptığını bile anlayamamışken kızın ayağa kalkması kalbimde ufak çaplı bir çarpıntıya sebep oldu.


Gecenin bu saati, bu yağmurun altında çatıda ne işi olduğunu anlayamamıştım. İçimde sebepsiz bir korku oluşmuştu. Olduğum yerde öylece kalakalmıştım. Böyle bir durum karşısında ne yapılabilir? Diye sorgulamak dışında yapabildiğim tek şey kızı izlemekti. Yerimden kalkmaya hazırlanırken bir anda kollarını iki yana açıp başını göğe kaldırdı. Aklımdan geçen şeyleri yapmak için orada bulunduğunu düşünmek beni rahatsız etmişti. İçimde bir şeyler yapmam gerektiğini söyleyen yanım ağır basmış olacak ki, ayaklarım benden bağımsız hareket etti ve oturduğum yerden kalkmama sebep oldu. Ne yapacağımı bilmediğim hâlde kızın olduğu apartmana doğru bir adım atmıştım ki, o da benimle birlikte bir adım attı. Olduğum yerde çakılıp kaldım. Sanki vücudum taş kesilmiş gibi az önce beni yürümeye zorlayan ayaklarım hareket etmez hale gelmişti. Tüm kaslarım gücünü yitirmiş gibi ayakta duracak gücü kendimde bulamadığımı hissettim. Panik yapmıştım, bir an için çevredeki tüm sesler kesilmiş ve yerini yalnızca nefes seslerine bırakmıştı. Yağmur bardaktan boşalırcasına yağmaya devam ederken vücudum esen rüzgârla birlikte yüzüme çarpan soğuğa karşı gelerek yanmaya başladı. Kızın vücudunun öne doğru düşmesi ile elimi ağzıma götürüp bağırma isteğimi bastırdım, gözlerimi sıkıca kapatarak ne zaman dolduğunu bilmediğim yaşların da akmasına izin vermiş oldum. İçimden kopup giden bir şeylerin eksikliğini hissetmiştim. Zaman durmuş ve o anın içerisinde sıkışıp kalmışım gibiydi. Kalbim tüm gücüyle çarparken gözlerimi açacak gücü kendimde bulamamıştım.


Omuzumda hissettiğim ağırlık ile az önce tuttuğum çığlığı serbest bırakmam bir oldu. Gözlerimi açıp bana dokunan kişiye döndüm. Karşımdaki kişiyi süzerken kafam oldukça karışmıştı. Şu an yaşananlar beynimin anlık olarak durmasına sebep olmuştu, ne bir şey düşünebiliyor ne de tek kelime edebiliyordum. Ne hissettiğimi bile bilmiyorken başımda hissettiğim keskin ağrı zaten beni taşımakta güçlük çeken bacaklarımın titremesine sebep oldu. Anlık bir refleks ile arkamı dönüp önce çatıya ardından da yere baktım. Görmeyi beklediğim manzara ile karşılaşmamanın verdiği rahatlama ile kafamdaki karışıklık çoktan birbirleri ile savaşmaya başlamışlardı.


"İyi misin? Bayılacak gibi duruyorsun."


Sesin sahibine dönüp baştan aşağı süzdüm. Rahatsız olmuş olacak ki olduğu yerde hareket edip ellerini önünde birleştirerek kafasını aşağıya eğdi. Karşımda duran kişi az önce çatıda izlediğim kişi ile aynıydı.


"Sen." Boğazımdaki kuruluk sert bir yutkunmaya sebep oldu. Uzun süredir tek kelime etmemiş olmamın etkisi ile sesim çatallı ve boğuk çıkmıştı. Boğazımı temizleyip sakinliğimi korumaya çalışarak cümleye tekrar başladım.


"Sen az önce orada değil miydin?" Parmağımla çatıyı işaret ettim. Bakışları önce elime oradan da işaret ettiğim yere kaydı. Kaşları çatılırken yüzünde sinir bozucu bir gülümseme oluşmuştu.


"Hayır, ben hep buradaydım. Nereden çıkardın bunu?"


Bakışlarımı kendi kıyafetlerim üzerinde gezdirdim, ardından parmaklarım saçlarımı buldu. Yağmur henüz yeni durmuş olmasına rağmen, benim aksime kızın ıslak olan tek bir yeri yoktu. Öyleyse nasıl hep burada olabiliyordu? Böylece çatıda olma ihtimali de yok olmuştu.


İç sesim olaya dahil olmak istemiş olacak ki, "İyice kafayı yiyorsun Eflâl." Diyerek benim de desteklediğim şeyi onayladı sanki.


Kız çekingen bir şekilde elini uzattı, önce eline ardından yüzüne baktım.


"Merhaba, Hayâl ben."


Kızın uzattığı eli sıkıp sadece,


"Eflâl." Diyebildim.


İG:k.meliike


Loading...
0%