@melikesayin
|
Başımı göğe kaldırdım. Göğün özgür hissettirmesi gibi bir gerçek vardı. Sanki sonsuz, uçsuz bucaksız bir yerde kaybolmuş gibi hissettiriyordu bana. "Bu hissi biliyorum." dedi fısıltıyla. Bazı anlar oluyordu ve o anlarda birinin kollarının arasında kaybolmayı istiyordum. Her çocuğun yaptığı gibi korktuğumda anneme sarılmak, başıma bir şey geldiğinde ilk babama koşmak ve her an arkamda duran o insanların varlığına güvenmeyi istiyordum. Hayat'ın herkese adil davranmadığı gerçeği bir kez daha yüzüme vururken tanrıyla aramızda bir uçurumluk mesafe daha açıldı. İçimdeki çığlığa karşılık kulaklarımı kapatma ihtiyacı duyacağım kadar gürdü sesi. "Bizi yarattı! Bizi yarattı ve tüm kötülüklerin ortasına attı!" İçimde atılan çığlıkların sesi artarken kendimi duyamaz hale gelmiştim. "Tanrım!" dedi haykırışları arasında. "Bizi kötü olmaya sen ittin. Şimdi yine bu kötülüklerle bizi yargılayacaksın öyle mi?" Bedenimdeki sakinliğe karşı zihnimin içi deliriyordu sanki. Bu karmaşada işitebildiğim tek ses Devran'a aitti. Sesi mi çok gür çıkıyordu yoksa zihnimin içini susturmayı mı başarabiliyordu? Gözlerimi araladığımda Devran'ın yüzü karşımda duruyordu fakat karanlık bir yerdeydim. Kulaklarımı kapattığım ellerimi çekip başımı avuçlarım arasından çıkardım. "Eflal, duyuyor musun beni?" Benim yaptığım gibi yüzümü avuçları arasına aldı. Az önceki sıcaklığı aradım lakin yerini acımasız soğukluğa bırakmıştı. "Sakin ol, geçti." dedi usulca başımı göğsüne çekerken. Kokusu burnuma dolarken istemsiz şekilde gözlerimi kapattım. Soğuktan uyuşan yüzüm sıcak göğsüne değdiği an yanmaya başlarken anın bana hissettirdiği huzur daha önce şahit olmadığım bir şeydi. "Sakinim." dedim bir süre sonra kendimi toparladığıma emin olduğumda. Oturduğu yerde geriye kaydığında görüş açıma korkudan titreyen Miray girdi ilk olarak. "Canım arkadaşım." Bana sımsıkı sarıldığında karşılık verecek gücü kendimde bulamadım. "İyisin değil mi? Çok korktum." Göremeyeceğini bilsem de cevap vermek yerine başımı sallamakla yetindim. Omuzumda hissettiğim el Çınar'a aitti. Zar zor gülümsemeye çalıştım. Onları korkutmaya hakkım yoktu, benim yüzümden daha fazla kimse üzülsün istemiyordum. Yanımda yalnızca onlar kalmıştı ve şimdi tek korkum onları da kaybetmekti. Her ne kadar belli etmek istemesem de yalnız kalacak olmanın verdiği korkuyla savaşmak beni bir hayli yoruyordu. Miray sulu gözlerle geri çekildiğinde tekrar Devran'ı gördüm. Yüzünü bana doğru yaklaştırdığında geri çekilmek istesem de yapamadım. Sıcak nefesi kulağıma çarparken içimde hissettiğim titremeyle ciğerlerime oksijen yetersizmiş gibi derin bir nefes aldım. "Bunu bana ikinci kez yaşatıyorsun, üçüncüye kalbim dayanmaz artık." Çevremizde insanlar olduğunun farkında mıydı bu adam? Üstelik arkadaşlarımın yanında bunu yapıyordu, yanlış anlaşılacaktı. Geri çekilecek gücü kendimde bulmayı başarıp uzaklaştım. Söylediklerini cevapsız bırakırken ayağa kalkıp Çınar'a döndüm. Ne zaman akmaya başladığını bilmediğim göz yaşlarımı aceleyle elimin tersiyle sildikten sonra burnumu çektim. "Karakola mı gitmemiz gerekiyor şimdi?" "Yarın sabah 09:00'da orada olmanı isterler." Yüz ifadesi söylememesi gereken bir şeyi söylemiş gibi gerildiğini hissettim. Nereden biliyordu bunları? Bir an Çınar'ın ona karşı olan şüphesi aklımın bir köşesinde ışık tutmuşum gibi aydınlanarak gün yüzüne çıktı. Devran'ın tüm bu olaylara şahit olması şans eseri olmuştu fakat bir şeyler biliyor gibi davranıyordu. İnsanların yüz ifadesinden bile ne düşündüğünü az çok anlayabilen bir insanken Devran'ın tamamen karanlık ve boş gelmesi korkmama sebep oluyordu. "Eve gitmek istiyorum." Dedim üzerimi düzeltip bulaşan tozları temizlemeye çalışırken. Bacaklarımın ayakta duracak gücü vücudumda bulabiliyor olması bile mucizeydi. "Ben bırakayım istersen seni." Devran'ın söylediklerine karşılık anlamsız şekilde yüzüne bakarken Çınar yanıma gelip kolumu tuttu. "Gerek yok, bize gideceğiz zaten." Çınar'ın bazı anlarda o çocuksu yanını geride bırakıp içerisinden çıkardığı insana şaşkınlıkla bakıyordum. İçinde iki kişi olduğuna yemin edebilirim lakin kanıtlayamam yani. "Fark etmez, size de ben bırakabilirim." Bakışları beni buldu. Kaşlarım çatıldı. Daha iki kez gördüğüm ve neredeyse hiç sohbet bile etmediğim bir insanken neyine güvendiğini düşündüm. Yüz ifademden anlamış olacak ki sesli bir nefes verip omuzlarını düşürdü. "Siktir et, yarın görüşürüz." Arkasını dönüp bir şey söylemeden uzaklaşırken öylece bakakaldım. Tabii benimle birlikte Miray ve Çınar da öyle yapmıştı. "Piçe bak, neyine güveniyor lan bu davar?" Davar sözüne kendimi tutamayıp gülmeye başladığımda ikisi de yaptığım garipmiş gibi bana bakmaya başladı. "Senin içindeki prenses nereye kayboldu?" Ruh halimin ani değişimi beni de şaşırtıyordu. Kendimi tanımakta güçlük çekiyordum. Bu yüzden şaşırmakta haklı olduklarının farkına vardım. "O sevdiklerime yanaşılana kadar güzelim." Kolunu sıkıca tutup destek aldım. "Az daha burada dikilmeye devam edersek şuraya bayılacağım." Çınar koluma girip arabaya doğru yürümeme yardımcı oldu. Sessiz geçen yolculuktan sonra eve geldiğimizde Miray üzerimi değiştirmeme yardımcı olduktan sonra kendimi toparlayıp aşağı inmemi ve konuşmak için beklediklerini söyleyip gitti. Bu yaptığı içimde bir yerlerde benim suçlu olduğumu düşünme ihtimallerine karşı yatan korkuyu uyandırmaya yetmişti. Saçlarımı bol bir şekilde toplayıp yüzümdeki makyajı da temizledikten sonra cesaretimi toplayıp kapıyı açarak aşağı indim. Bu sırada gelen sesle yerimde durup ne konuştuklarını anlamaya çalıştım. "Her ne olursa olsun ben o kızın yanındayım." dediğinde Miray'ın iç çekişini duydum. "Elbette öyleyiz, ben de bunu istiyorum zaten aksini değil. Lakin-" Cümlesini tamamlamasına izin vermeden içeri girdim. Duymaya cesaretim yoktu. "Lakin." dedim üzerine bastırarak. "Lakin ben bir şey yapmadım." Miray'ın yüz ifadesi dehşete düşmüş gibiydi. "Hayır, hayır." dedi elini önünde sallarken. "Ben onu söylemek istemedim." Oturduğu yerden kalkıp yanıma doğru gelirken bir adım geriye atıp durmasını işaret ettim. "Evime gideceğim." Dediğimde Çınar yerinden kalktı. "Saçmalama Eflal, Miray sadece ya gerçek ortaya çıkmazsa ne olacağını soruyordu." Miray da başını sallayarak onu destekledi. "Yanlış anladın, lütfen gel oturalım." Yanıma gelip elimi tutarak masaya doğru beni çekiştirdi. Direnmek yerine sandalyeye oturup arkama yaslandım. "O Devran denen it bu işlerden anlıyor gibiydi." Çınar'ın söyledikleriyle başımı geriye doğru attım. Devran'ı şu anda aklımdan tamamen atmak istiyordum çünkü bir hayli yer kaplıyor ve düşünmeye alan bırakmıyordu. Yarın ne yapacağım hakkında en ufak bir fikrim yoktu. "İşimize yarar mı demeye çalışıyorsun?" Miray'ın sorusuna karşılık sesli bir nefes verdim. "Yarın ne olacağını bile bilmiyoruz henüz, Devran konusunu kapatabilir miyiz şimdilik?" Miray da beni desteklediğinde bir süre sessizliğin ardından Çınar kendini alkole vermişti. Miray deli gibi kahve içerken konu hakkında sınıftaki kişilerle konuşup araştırma yapıyordu. Ben ise boşluğa odaklanmış aptal gibi Devran'ın bana dokunuşlarını düşünmekle meşguldüm. İçimdeki endişe bile onu düşünmemi engelleyemiyordu. Aradan geçen tahmini bir saatin ardından Çınar koltukta uyumuş, Miray ise odasına gitmişti. Oturduğum yerden kalkıp koltuğun üzerinde duran Devran'ın deri ceketini üzerime geçirdim. Çınar'ın üzerini örttükten sonra salondan çıkıp ayakkabılarımı giydim. Dışarı çıktığım an yüzüme çarpan rüzgar ve tüm bedenimi saran soğuk bana geldiğim yeri hatırlatıyordu. Yağan yağmura rağmen adımlarımı bahçenin dışına çevirip çıktım. Bir süre yürümenin bana iyi hissettireceğini düşünüyordum. Kafamı toparlamaya ve her zaman söylendiğim o karmaşık düşüncelere ihtiyacım vardı. Onlar olmadan kafamda hiçbir olayı çözemiyordum. Devran geldiği andan beri düzenim altüst olmuştu. Sürekli konuşup huzur vermeyen düşüncelerim bile beni terk edip gitmişti. İç sesim bile ortalarda görünmüyordu. Selin'in öldüğünü anımsadım. Sanki bu olayın gerçekliğini yeni idrak ediyormuşum gibi göğsümün ortasında hissettiğim sızıya güldüm. Kurtulmuştu. Bu kez kurtulduğunu düşünüp içimde hissettiğim öfkeye kızdım. Bazen ölen insanların çok daha şanslı olduğunu düşünmeden edemiyordum. Arkamdan gelen ayak sesi bir an için düşüncelerimi dağıtırken bulunduğum yere baktım. Çınarların evine neredeyse on dakika, kendi evime ise on beş dakika uzaklıktaydım. Ayak sesi yakınlaştığında ellerimi cebime soktuğumda elime gelen şey ile üzerimdeki ceketin Devran'a ait olduğunu hatırlamam bir oldu. Doğru ya, biber gazım kendi ceketimin cebinde kalmıştı. Elime gelen şeyin ne olduğuna bakmak için çıkardığımda küçük bir çakı olduğunu görmek içime su serpmişti. Sonuçta saat gecenin üçüydü ve üzerimde kendimi koruyacak bir şeylerin olması iyi bir şeydi. Arkama dönüp bakmak istemediğim için yürümeye devam ediyordum lakin adım sesleri bir an için hızlanıp bana daha da yaklaştığında avuçlarımda tuttuğum çakıyı açtım. Bana bir hayli büyük gelen ceketin kolunun içine sokarak tuttuğum kısmı daha da sıktım. "Tam üç dakika kadar geç kaldın bunu yapmak için." Duyduğum ses ile olduğum yerde durdum. Arkamı döndüğümde elleri cebinde bana doğru yürüyen Devran'ı görmemle kalbim deli gibi atmaya başlamıştı bile. Yanıma yaklaşıp ellerini cebinden çıkarmadan tam karşımda durdu. Üzerinde yine bir deri ceket vardı fakat üzerimdekinden daha farklıydı. Başımı kaldırıp yüzüne baktığımda saçlarından damlayan yağmur suyu yüzüme sıçradığında gözlerimi kırpıştırdım. Bu hareketime sesli bir gülüş atarken sesi boş sokakta yankılandı. "Hastasın sen." Sinirle tüm vücudum gerilmişti. "Hasta." diye tekrar ettim ellerimi göğsüne koyup sertçe iterken. Güçsüzlüğüm karşısında yerinden bir milim bile kıpırdamadığında ben geriye doğru bir adım atmak zorunda kaldım. "Gecenin bu saati bir kadına arkasından bu şekilde yaklaşılır mı? Dalga mı geçiyorsun sen benimle?" Bıçağı tuttuğum kolumu çok da sıkı olmayan bir şekilde tutup yukarı kaldırdığında havaya göre daha soğuk olan ucunun kolumda bıraktığı sıcaklık hissine gözlerimi kapattım. Kolumu kesmeme sebep olmuştu şimdi de. "Bıçağı bulduğun halde kendini koruyacak konuma gelmek için üç dakika kadar geciktin Eflal. Eğer ki gecenin bu saati birisi sana arkandan böyle yaklaşıyorsa." duraklayıp elimde tuttuğum bıçağı usulca ucundan tutarak aldı. "Bu şeyi kullanmak için o kadar vaktin olmayacak." Bakışlarını üzerimden çekip bıçağın üzerinde gezdirdi. Sokak lambasının altında olduğumuz için her şeyi oldukça net görebiliyordum. Gri renkli ucuna bulaşan kanı parmağına hafifçe sürterek sildiğinde kapatıp tekrar benim giydiğim ceketin cebine koydu. Söylediklerine cevap vereceğim sırada bıçağı koymak için kapattığı mesafeyi fırsat bilip önüme düşen saçlarımı parmaklarıyla geriye doğru itti. "Gecenin bu saati ne halt ediyorsun dışarıda onu anlat şimdi." Yaptığı hareket karşısında yutkundum. Belli etmek istemediğim için kendimi toparlayıp boğazımı temizledikten sonra cevap verdim. "Sana ne bundan? İşin gücün yok mu senin? Hem sen beni mi takip ediyorsun?" Arka arkaya sıraladığım sorularıma karşılık başını öne eğip iki yana salladı. "Yürüyüşe çıkmıştım ki, yaramaz bir çocuk görüp başına bir şey gelme ihtimaline karşı rotamı değiştirmek zorunda kaldım. Bir de üzerine laf yiyorum öyle mi?" Dilini dişlerine değdirip "Cık cık cık, çok ayıp." Bakışlarım dudaklarına takılırken, "Sana ne benden? İyilik meleğim mi olmaya karar verdin bey amcacığım?" Söylediğim sözle kaşlarını yukarı kaldırdı. "Bey amcacığım?" Onun yaptığı gibi kaşlarımı yukarı kaldırıp "Yaramaz bir çocuk?" dedim çocuk kısmını bastırarak. "Öylesin." dedi sırtını sokak lambasına yaslayıp ellerini tekrar cebine sokarken. "Sen de öylesin." dedim inatla. "Nereye gidiyordun?" Onun yanındaki duvara sırtımı yaslayıp bakışlarımı sokakta gezdirdim. "Yürüyordum sadece." Yaptığım hareketle başını yana çevirip bakışlarını üzerimden çekmeden izlemeye devam etti. "Bu saatte ve bu yağmurda mı?" Omuz silktim. "Hoşuma gidiyor bu hava benim." Dudağının bir kenarını yukarı kıvırıp gözlerini üzerimden çekerek diğer tarafa çevirdi başını. Tüm hareketleri bu kadar etkileyici olmak zorunda mıydı? Başkası olsa bilerek yaptığını düşünebilirdi fakat hareketlerinin doğal olduğunu anlayabiliyordum. İG: k.meliike_ |
0% |