Yeni Üyelik
17.
Bölüm

17. Bölüm

@melikesayin

Yağan yağmur şiddetini git gide arttırdı. Gök içimdeki yangını dindirmeye çalışıyordu sanki.


"Belki de içindeki pisliği temizlemeye çalışıyordur." İç sesimin huzur vermeyişine göz devirmek istesem de Devran delirdiğimi düşünmesin diye tepkisiz kaldım.


Devran yaslandığı yerden geri çekilirken bana doğru yaklaşıp önümdeki kaldırıma oturdu. Bu görsel sanki bir uyarıymış gibi uzun süre ayakta kalmanın verdiği etkiyle bacaklarımdaki sızıyı hissettim. Onun gibi yaslandığım duvardan çekilip yanına oturdum. Üzerimdeki her şey çoktan sırılsıklam olmuş, saçlarımın uçlarından sular damlıyordu.


"Ölen öğretmeniniz miydi?" Sorduğu soruyla rafa kaldırdığım düşüncelerimin tamamı sanki büyük bir deprem olmuş gibi zihnimin ortasına yığıldı.


"Evet" bakışlarımı parmaklarıma indirip yüzüne bakmamak için oyalanacak bir şey aradım.


"Neden kurabiye yapmıştın ona?" Olanları yeniden hatırladığımda vücudumdaki her bir hücre öfkeyle gerildi.


"Aramızda bir tartışma oldu." dedim. Hissettiğim öfkeyi gizlemekte zorlandığım için sesime yansımıştı. Bakışlarından ziyade tüm dikkatini üzerimde hissediyordum, bu da daha çok gerilmeme sebep oluyordu.


Israrla yüzüne bakmaktan kaçındığımı fark etmiş olacak ki uyarı dolu sesi kulaklarımı doldurduğunda bir an korkudan titreyeceğimi sandım.


"Yüzüme bak Eflal." Sanki vücudum ele geçirilmiş gibi istemsiz şekilde yüzümü ona doğru çevirdim. Bakışlarındaki boşluk beni ürkütüyordu.


"Sonra ne oldu?" Sesi korkutucu şekilde aynı sakinliğe geri döndüğünde sorduğu sorunun cevabını düşündüm.


"Anneannem öldükten sonra bir süre dershaneye gitmedim." Kurduğum cümle yutkunmama sebep olurken bir süre bekledikten sonra devam ettim.


"Kendimi toparladığımda geri dönmek istedim. Özür dilemek için de ona kurabiye yapmıştım." Dedim. Yağmurun şiddeti git gide yavaşlarken soğuk tüm vücudumu ele geçirmişti. Titreyen ellerimi ceketin cebine sokup oturduğum yerden kalktım. Neyi sorguluyordu bu adam şimdi? Yarınki sorguya mı alıştırıyordu beni şimdiden? Yaptığına sinirlenirken hislerimi belli etmemeye çalıştım.


Benimle birlikte ayağa kalkıp aramızda mesafe bırakarak tam karşımda durdu.


"Ne vardı kurabiyenin içinde?" Sinirle gelen gülme isteğimi bastıramadım.


"Sana ne?" Sesimin yüksek çıkmasını önemsemedim. "Seni neden ilgilendiriyor hem bu? Sorgulamak sana mı düştü?" Beni sinirlendirmek ise hedefi başarılı olmuştu. Üzerimde kurduğu baskıdan ötürü yeterince gerilmiştim.


"Öldürdün onu." Dudağının kenarı psikopatça bir ifadeyle yukarı doğru kıvrılırken parmaklarını saçlarının arasından geçirdi. Öne düşen tutamlar yağmurun ıslaklığıyla geriye yapışırken az öncekinden daha etkileyici bir görsel oluşturdu. Söylediği şeyin etkisi göğsümün ortasına yumruk yemişim gibi hissettirmişti. Söyleyişi sanki gerçekleri yüzüme vuruyormuş gibi bir netlik içerisindeydi.


"Ne saçmalıyorsun sen?" Gerçekten söylediklerinin saçmalıktan ibaret olduğunu düşünmeden edemiyordum. Nasıl bu kadar emin bir şekilde birine katil damgası vurabilirdi?


"Öfkeni." Durup bana doğru bir adım attı. "O sesinden bile hissedebiliyorum." Bir adım daha atıp aramızdaki mesafeyi oldukça aza indirdi.


İşaret parmağını sert bir şekilde göğsüme bastırdı.


"Kalp atışlarını buradan bile duyabiliyorum." parmağını çekip aynı hareketi tekrarladı.


"Gerginliğin, titreyen ellerin, gözlerini kaçırışın, her biri seni suçlu göstermeye yetiyor." Parmağını göğsümden çekip başını geriye attı. Ellerini cebine soktuktan sonra derin bir nefes alıp,


"Yarın polisler karşısında hiç şansın yok, direkt anlarlar." Vücudum şoka girmiş gibi tek bir tepki bile veremiyordum.


"Bu söylediklerin umurumda bile değil." Yanından geçerek gitmeye çalıştım fakat kolumu yakalayıp olabildiğince sıkı tuttu. Parmakları az önce bıçağın kestiği yere baskı yaparken dudaklarımdan dökülen inlemeye lanetler okudum. Bu hareketimden rahatsız olduğumu anlamış olacak ki tutuşunu hafifletti.


"Ne vardı kurabiyenin içinde?" Biraz daha burada kalsam öfkemden ağlayabilirdim.


"Hiçbir şey." Kolumu olabildiğince sert şekilde elinden çekerek kurtardım.


"Normal kurabiye malzemeleri ve ekstra olarak sadece zencefil kullandım." Vücudumu bütünüyle kaplayan yağmur suyu yaraya değdikçe ağlama isteğim daha da artıyordu. Kolumdan aşağı süzülüp parmaklarımdan damlayan kanı görmemesi için elimi arkama doğru sakladım.


"Oldu mu? Sorgu bittiyse gidiyorum ben." Bir şey söylemesini beklemeden yanından geçerek az önce geldiğim yolu tekrar yürümeye başladım. Adımlarımı peşimden gelme ihtimaline karşı olabildikçe hızlı atmaya çalışıyordum. Hayvanın teki olduğunu fark etmem iyi olmuştu, bundan sonra asla yüzünü görmek istemiyordum. Söyledikleri kafamın içinde dönerken gerçekten söylediği gibi polisler suçlu olduğumu düşünür mü korkusu şimdiden içimi kaplamaya başlamıştı bile. Kolumdaki kesik su değdiği için normalden daha fazla kanarken ceketin kolunu yukarı çekip sonunda yarayı görme fırsatı bulabilmiştim. Beklediğimden daha derin görünüyordu. İçimden bilmem kaçıncı küfürlerimi sıralarken peşimden geldiğini hissedebiliyordum. Aramızda mesafe olduğunu uzak da olsa gelen adım seslerinden anlayabiliyordum.


"Eflal, durur musun artık? Ne bu çocuk gibi kaçacak mısın?" Bu adam benimle dalga geçiyor olmalıydı. Çocuk gibi davrananın kim olduğunu sorgulamalıydı. Duymamış gibi yoluma devam ederken adımı tekrarladığında yerimde durup geriye baktım.


"Beni takip etmeyi kesmezsen." yanımda durup cümlemi tamamlamama müsaade etmeden kolumu tutup ceketin kolunu yukarı doğru çekti.


"Düşündüğümden daha derin." Bakışlarını kesiğin üzerinden çekip gözlerime çıkardı.


"Neden tepki vermedin?" Kolumu çekmeye çalıştım fakat izin vermedi.


"Devran Ulaş Altay." İşaret parmağımı onun bana yaptığı gibi göğsünün ortasına bastırıp ittim. Beklemiyormuş gibi geri çekilip cümlemi tamamlamamı bekledi.


"Bir daha karşıma çıkma." Yanından olabildiğince hızlı ayrılıp beklemeden eve doğru koşmaya başladım. Yüzüme çarpan soğuk beni kendime getirirken içimde öfkeyle karışık hissettiğim acıyla birlikte yok olmayı diledim. Yok olup tüm bu dünyanın pisliğinden arınmış olmayı diledim tekrar ve tekrar.


Ertesi gün 08:55


"Sakin ol olur mu? Bildiklerini anlatıp çıkacaksın alt tarafı." Başımı sallamakla yetindim. Sabahtan beri sakin olmam gerektiğini söyleyen bilmem kaç yüzüncü konuşmasını yapıyordu ve asıl sakin olması gerekenin kendisi olduğunun farkında bile değildi. Miray'ı olup bitenleri öğrenmesi adına dershaneye göndermiş, biz de Çınar ile karakola gelmiştik. Zaman yaklaştıkça içimde hissettiğim baskı git gide artıyordu.


Kapı açıldığında içeriden çıkan takım elbiseli adam bakışlarını üzerimde gezdirdi. Polis olmadığı belli olan adam çekildiğinde arkasında duran Işıl'ı ve kolunu tutan polis memurunu gördüğümde bakışlarımı üzerinden çekip etrafı izliyormuş gibi yaptım. Sabah sabah uğraşmak isteyeceğim son insan bile değildi.


"Ben değil, kitabı o buldu işte. Ona sorun isterseniz, bırakın beni." Ağlamaklı sesini duyduğumda tekrar bakışlarımı Işıl'a çevirdim. Ne saçmalıyordu bu kız? Kolunu çekip üzerime doğru yürüdüğünde ayağa bile kalkmadım. Önümde durup işaret parmağını yüzüme doğru salladı. ,


"Katilsin sen. Suçunu benim üzerime yıkmaya çalışıyorsun ama ben buna izin vermem." Polis memuru hızla Işıl'ı tutup üzerimden uzaklaştırmaya çalıştı. Çınar şoka girmiş şekilde olanları izliyordu.


"Bana bak kızım, git doğruları anlat. Kitabı bulduğunu söyleyeceksin onlara." Polis Işıl'ı sürüklerken halen bağırarak bana bir şeyler anlatmaya çalışıyordu. Anlaşılan polisler bir şeyler bulmuşlardı. İçeriden duyulan seslere odaklandım. Bir başka polis kapının önüne çıkıp etrafına, ardından bana baktı.


"Eflal Erdem." Adımı söylediklerinde Çınar da benimle birlikte ayağa kalktı.


"Varsa avukatınız gelsin, yoksa diğerleri dışarıda bekleyecek." Çınar'a son kez baktıktan sonra polis ile birlikte içeri girip kapıyı kapattık. Masada oturan bir başka polis önündeki bilgisayara bir şeyler yazmakla meşguldü. Önünde durduğumda başını uğraştığı işten kaldırıp bana çevirdi ardından oturmam için önündeki sandalyeyi işaret etti.


"Sakin ol Eflal, her şey planladığın gibi." Bir yanda içimdeki seslerden biri beni sakinleştirirken diğer sesler kahkahalar atıyordu sanki.


"Oturun lütfen." Söylediğini yapıp karşısındaki sandalyeye oturdum.


"Gergin olduğunuzu ve üzüntünüzü anlayabiliyorum." Ayağa kalkıp dolaptan çıkardığı sulardan birini önüme koydu. Tekrar karşıma oturduğunda birkaç anlamsız soru sorup sonrasında Işıl'ın bahsettiği Selin ile olan tartışmamızı tekrar anlatmamı istedi. Ben olanları tüm şeffaflığı ile anlatırken o da bilgisayara anlattıklarımı aktarmakla meşguldü. Ara sıra başını bilgisayardan kaldırıp dinlediğini belli eden sesler çıkarması dikkatimi dağıtsa da sonunda sorunsuz şekilde bitirmeyi başarmıştım. Dün gece Devran'ın söyledikleri aklıma geldiğinde sakin kalmak adına büyük bir çaba sarf ediyordum. Adımı seslenen polis tüm ifade verme süresince beni incelemekten başka hiçbir şey yapmamıştı. Sonunda her şey bittiğinde eline aldığı kağıda baktı.


"Arkadaşınız." dedi elindeki kağıdı masanın üzerine bırakıp bir diğerini alırken.


"Kitabı sizin bulduğunuzu söyledi." Merdivenin altında kalan bir yer olduğu için kameraların hiçbiri o bölgeyi göremiyordu. Bu yüzden olanları anlatıp Işıl'ın da bana söylediği gibi kitabı ilk bulan bendim açıklamasından onlara da bahsettim. Kameraların gördüğü kadarı ile ilk olarak Işıl'ın bir süre orada arkadaşları ile oyalandığı ve oraya hiç girmeden yoluna devam ettiği fakat ben kitabı almak için merdivenin altına girdiğim sırada merdivenden benimle konuştuğu görüntüler vardı. Daha sonra ben çıkınca bir süre merdivenin altına girip orada kalıyor, ardından da elinde kitapla oradan çıkıyordu. Şüpheli sayılmasının asıl sebebi elindeki kitap ile tuvalete girip, bir süre de orada kaldıktan sonra sınıfa dönmesinden dolayıydı. Maalesef merdivenin altına ve tuvalete girdikten sonrası görüntülenemiyordu.


"Arkadaşlarımız yaptığın kurabiyeleri incelemek için almışlardı, sonuçlar temiz çıkmış. Olay gıda zehirlenmesi değil, fakat ortada bir cinayet olduğu kesin. Bu süreçte görgü tanığı olarak birkaç kez tekrar ifade için çağırabiliriz seni. Şimdilik gidebilirsiniz." Polisin kurduğu cümlelerden sonra hissettiğim rahatlama ile derin bir nefes aldım. Sanki bir süre ölümle burun buruna gelmiş, ardından hayata tekrar döndürülmüş gibi hissediyordum. Oturduğum yerden kalkıp polisin araladığı kapıdan dışarı çıktım. Gözlerim Çınar'ı ararken karşıda birisi ile konuştuğunu fark edince hızlı adımlarla yanına doğru ilerledim. Çınar beni fark ettiğinde yanına doğru koşup sımsıkı sarıldım.


"Suçsuzum, kurabiyelerde bir sorun yokmuş." Çınar da gülerek bana sarıldığında kendimi uzun zamandır bu kadar mutlu hissetmediğimi fark ettim. En son ne zaman birine böyle içtenlikle sarıldığımı bile hatırlamıyordum.


"Biliyordum." Dedi zar zor konuşmaya çalışırken. Anlaşılan sıkı sarılma işini abartmıştım. Gülerek geri çekilmem ile arkamda duvardan farksız bir şeye çarpmam bir oldu. Geriye döndüğümde az önce Çınar'ın da konuştuğu kişinin Devran olduğunu görmek beklediğim bir şey değildi. Ben daha dün gece bu adamı uyarmadım mı?


Sesi kulaklarıma iliştiğinde yüzümü buruşturmadan edemedim. Sesi dün gece olanlardan sonra kulaklarımı tırmalıyordu, uzun süre duymak istemiyordum.


"Ne işin var senin burada?" Çınar kolumu tutup yanına doğru çekti.


"Devran'a nerede olduğumuzu ben söyledim aslında. Ama geleceğinden haberin yoktu orası ayrı." Muhtemelen sinirden alev saçan bakışlarımı Çınar'a çevirdiğimde kolumu bırakıp Devran'ın arkasına doğru geçti.


"Ben bununla savaşamam Devran, sen açıkla." Resmen Devran'ın arkasına saklanmaya çalışmıştı fakat en az Devran kadar uzun ve kalıplı bir vücuda sahip olduğu için çok da gizlenememişti. Bu haline gülmek istesem de ortamı yumuşatmış olacağı için yapamadım.


"Çınar evlerinde akşam yemeğine davet etti, beni çok sevmiş o yüzden daha fazla vakit geçirmek istiyormuş benimle." Çınar Devran'ın arkasından çıkıp yüzünü buruşturdu. Yüzündeki ifadenin tiksinme belirtisi olduğunu kim olsa anlardı şu an.


"Ölsem seninle daha fazla vakit geçirmek istemem." Yanıma geçip kolunu omuzuma attı. Cevap vermeden kısık gözlerle bir süre Devran'ı süzdüm. Yüzündeki pişkin ifade yüzünden ağzına bir tane çarpmak istesem de bulunduğumuz yeri unutmamak gerekiyordu. Çınar'ın sesini duyduğumda dikkatimi Devran'ın üzerinden çekip Çınar'a baktım.


"Miray tehdit etti." Başımın yanında duran eline vurduğumda kolunu omuzumdan indirip elini tutarak uzaklaştı.


"Sus Çınar, sus konuşma." Devran bu halimize gülerken aniden ona döndüğümde ellerini havaya kaldırıp dudaklarını birbirine bastırdı.


"Ben sana yapacaklarımı biliyorum da" Parmağımla Devran'ı işaret edip ardından etrafa baktım.


"Dua et bulunduğumuz ortam müsait değil. Senin yüzünden şu gencecik halimle hapislerde çürüyemem." İkisini de geride bırakıp karakolun çıkışına doğru yürümeye başladım.


Neyse ki üzerimde bu olayı atlatmış olmanın sevinci vardı da, keyfimi kaçırmak istemediğimden onları dert edemeyecektim. Arabanın yanında durduğumda ikisi de karşımda durup bir şey bekliyormuş gibi bana baktı. Sanırım olanları anlatmam gerekiyordu.


"Işıl katilmiş." dedim bir çırpıda. Çınar gözlerini büyütürken Devran tanımadığı için anlamsız gözlerle bana bakıyordu.


"Işıl da bizimle aynı dershanede olan bir kız. Onun da son zamanlar Selin ile arası pek iyi değildi." Kafasındaki karışıklığı gidermek adına kısaca olayı özetlemeye çalıştım.


"Anlamadığım şey şu." Çınar arabaya yaslandıktan sonra konuşmaya devam etti.


"Selin hocanın kitabı ile ölümü arasındaki bağlantı ne?" Kafasındaki karmaşa yüzüne yansıyordu.


"Sanırım kitabın içerisine zehir falan sürmüş, ben de tam olarak bilmiyorum." dedim omuz silkerken. Devran'ın söylediklerimden sonra kaşları çatıldı. Başlıyoruz yine..


"Bir çeşit ruh hastası yani?" Başımı salladım.


"Kesinlikle öyle."


İG: k.meliike_


Loading...
0%