Yeni Üyelik
19.
Bölüm

19. Bölüm

@melikesayin

Şarjörünü çıkardığı silahını tekrar beline koyarken en yakınındaki koltuğa oturdu. Çınar da karşısına geçip kollarını dizine yaslayarak oturduğunda olduğum yerde durmaya devam ettim. Miray yanıma gelip kolumu tuttu.


"Eflal iyi misin? Gel oturalım." İyi olmasam da endişelenmemesi adına başımı salladım. Çınar'ın söylediklerinde haklı olduğunu düşünmeme ramak kalmıştı. Miray tekli koltuklardan birine geçerken ben de Çınar'ın yanına geçtim.


"Anlat." Dedi Çınar elindeki şarjörü sıkı sıkıya tutarken. Parmak boğumları bembeyazdı, sanırım korkudan ziyade öfkeliydi. Devran da Çınar gibi öne eğilip dirseklerini dizine yaslayarak ellerini önünde birleştirdi.


"Öncelikle bir silahım olması beni tehlikeli birisi yapmıyor." Bakışları üzerimdeydi. Sanırım bu söylediği diğerlerinden çok bana gibiydi.


"Silahım var, çünkü babam işi gereği oldukça fazla düşmana sahip ne yazık ki." Çınar geriye yaslanıp kollarını önünde birleştirdi. Az öncekine nazaran yüz ifadesi daha az sertti. Babasının işini merak etmiştim.


"Tam da bu sebeple." dedi dudağını yalarken. Bakışlarını bir an olsun üzerimden çekmiyordu, ben ise anlık bir bakış atıp ardından tekrar etrafı izlemeye geçiyordum. Ne kadar rahatsız edici olduğunun farkında mıydı acaba?


"Kendimizi korumak için silah taşımamız gerekiyor." dedi elindeki peçeteyi avucunun içerisinde buruştururken. İşaret parmağı ile Çınar'ı işaret etti.


"Fakat sen silahı olan bir insanı fark ettiğinde ilk olarak yumruk atarak sonra silahını sorarsan zaten yanlışı başından yapmış oluyorsun." Oturduğu yerde Çınar gibi geriye yaslandı. Çınar elindeki şarjörü Devran'a doğru attığında bir an kafasına geleceğini düşünsem de o sanki bunu bekliyormuş gibi havada yakaladı.


"Kusura bakma, bir an boş bulunup kendime hakim olamadım." Dedi bakışlarını ellerine indirirken. Normalde Çınar da asla böyle bir çocuk değildi fakat nasıl olduğunu anlamamıştım.


"Sorun değil, gerilmekte haklıydın. Kızları koruma görevini üstlenmiş gibi duruyorsun." Dudağının kenarı yukarı doğru kıvrıldığında Çınar da masum bir gülümseme sergiledi. Ne bu? Şimdi de flört eden çifte kumrular gibi olmuşlardı. Ani ruh hali değişimlerine uyum sağlamam mümkün değilmiş gibi duruyordu. Ben sinirli isem akşama kadar sinirli oluyordum, veya mutsuzsam o tüm gün sürüyordu.


"Aile kavramına sahip olmadığında aileyi sen oluşturuyorsun, o ailenin de korunmaya ihtiyacı oluyor." Çınar'ın kurduğu cümle Miray'ın gözlerinin dolması içimde bir yerlere dokunmuştu. Aslında ne kadar da benzediğimizi şu an fark etmiyordum ama bu gerçek yüzüme çarptığında fazlasıyla üzülüyordum. Benimle aynı şeyleri yaşayan insanların hissettiklerini anlayabiliyor olmak kendi hissettiklerimden daha çok acıtıyordu. Şu an Devran burada olmasaydı ilk işim Miray'a sarılarak ağlamak olurdu muhtemelen.


"Anlayabiliyorum." Dedi bakışlarını yere sabitlerken. Bakışlarındaki değişim dikkatimi çekmişti. Sanki onun da içinde bir yerlerde bu konudan kaynaklı acıyan bir yerler var gibiydi.


"Şimdi." dedi Çınar kolunu omuzuma atarak.


"Aileye bir kişi daha eklendiği için ekstra koruma şart." dedi gülerek saçlarımı karıştırırken. Bu yaptığına bebek gibi dudaklarımı büzerek karşılık verdim. Beni de aileden sayması hiç bilmediğim duyguları bana tattırıyordu ve bu, bu yaşıma kadar hissettiklerimin en iyisiydi.


Birini aileniz gibi sevebilmek için kan bağının şart olmadığını kanıtlar nitelikteydi sıcaklıkları.


"Ay ben dayanamayacağım." Miray oturduğu yerden kalkıp yanımıza gelerek sarıldığında aynı şekilde karşılık verdim. Devran'ın bizi izlerken takındığı yüz ifadesi buruktu. Bu burukluk her ne kadar canımı sıksa da şimdilik üzerinde durmak istemedim. Çınar aramızdan çekilip masaya doğru ilerledi.


"Yeter bu kadar duygusallık, beni de ağlatacaksınız şimdi. Sonra az önce attığım yumrukla kazandığım havanın tamamı yok olacak." Sahte göz yaşlarını silerken gülmeden edemedim. Masanın üzerinde duran telefonum çalmaya başladığında her ne kadar gerilsem de Çınar'ın ekranıma bakmasıyla gerginliğim iki katına çıktı.


"Al işte, salak arıyor." Gözlerim olabildiğince büyürken yerimden fırlayıp koşarak telefonumu elime aldığımda açmama fırsat vermeden kapattı.


"Salak?" Devran'ın söylediğine karşılık veremedim. Bu sırada telefonuma gelen bildirimler ile meşguldüm, iki kez aramıştı ve ben de kaçırmıştım. Dikkat etmediğim için kendime her ne kadar kızsam da nereden bilebilirdim sonuçta düşüncesi daha ağır basıyordu. Çınar'ın bakışları şimdi ne bok yiyeceğiz der gibiydi. O bu hesabın da bana gizemli notlar gönderenin de Devran olduğunu düşünüyordu ve şimdi bu düşüncesi elinde patlamıştı.


"Eflal'e kafayı takmış birisi işte, nam-ı değer salak." Dedi üzerine bastırarak. Başımı sinirle telefondan kaldırıp Çınar'a seninle görüşeceğiz bakışları atarken söylediğine tepkisiz kalamadım.


"Hayat ile düzgün konuşmanı kaç kez söyleyeceğim sana." Devran'ın kafasının karıştığı belliydi. Ayakta durmayı kesip bu kez Devran'ın yanına oturdum. Miray kalkıp bize kahve yaparken ben de başımdan geçen her şeyi olduğu gibi Devran'a da anlattım. Neden ona güvendiğim hakkında bir fikrim olmasa da o an anlatmam gerektiğine kanaat getirmiştim. Anlatacaklarım bittiğinde arkama yaslanıp kahvemden büyük bir yudum aldım.


"Hayat aslında yıllar önce öldü." dedi kendi kendine konuşur gibi.


"Yani sen öyle biliyorsun. Ama şimdi birdenbire ortaya çıktı ve yalnızca ikinizin bileceği içerikte mesajlar göndererek seninle iletişime geçiyor, öyle mi?" dedi bir saattir aralıksız anlattığım şeyleri kısaca özetleyerek. Başımı salladım. Çınar sesli bir nefes verirken kupasını önümüzde duran cam sehpaya bıraktı.


"Sence de bir gariplik yok mu bu işte? Yani olayların dışında bir insan olarak ilk izlenimin nedir?" Devran bu soruya karşılık bir süre sessiz kalıp düşündü.


"Kendini ölü göstermesi için hiçbir gerekçe olmadığını söylüyorsun." Dedi bakışlarını karşıdaki duvara sabitlerken.


"Ki, öyle bir sebebi olsa bile bahsettiklerine bakarak, en yakın arkadaşı hatta en yakını senmişsin. Senin bile hayatta olduğunu bilmeni istememişken şimdi neden seninle iletişime geçsin?" Bu soruyu bizden çok kendine soruyor gibiydi. Çınar elini sertçe bacağına vurdu.


"İşte bu ya. Ben de bunu anlatmaya çalışıyorum tam bir aydır." Omuzuyla hafifçe omuzuma vurdu.


"Gördün mü? Aklın yolu bir kızım. Boşu boşuna ruh hastasının biriyle konuşup vakit kaybediyorsun."


"Hayır." Dedi Devran kahvesinden bir yudum alırken. "Doğru yoldasın." Çınar az önce verdiği sesli nefesi aynı hırsla geri alırken kendini yerde geriye doğru atıp sırt üstü uzandı.


"Sizinle ilgili her şeyi biliyor olmasında bir gariplik kesinlikle var, öylesine biri olduğunu düşünmüyorum." Dedi. Miray telefonumu ortadaki masada bana doğru iterken çenesiyle telefonu işaret etti.


"Bence tekrar aramalısın." Miray'a bakarken bunu yapmaya cesaretim olup olmadığını sorguluyordum. Hayat'ın hayatta olabilme ihtimali bana kendimi iyi hissettiriyordu. Sonuçta benimle konuşan her kim ise zararı yoktu ve bu şeyi sonsuza dek devam ettirebilirdim. Başkası olsa bile bunu öğrendiğimde elime ne geçecekti can acısından başka?


"Yapmak istemiyorum." dedim net bir ifadeyle. Devran yüzümü inceliyordu ve bunu her yaptığında rahatsızlığım katlanarak artıyordu. Birisi beni bu denli inceliyorken nasıl rahat olmamı bekliyordu acaba?


"Neden?" dedi delici bakışları halen üzerimde gezinirken.


"Çünkü onun yaşadığını düşünüyorken çok daha mutluyum." Çatılan kaşlarına karşılık gözlerimi kaçırdım.


"Yine yalan söylüyorsun ve bu çok açık." kalbim korkuyla tekledi.


"Senden mutlaka bir şey istiyor olması gerekiyor veya başka bir şey?" Sorusuna karşılık artık Çınar ve Miray'ın da meraklı bakışları üzerimde geziniyordu.


"Hayır, öyle bir durum yok." dedim omuz silkerken. Korkumu olabildiğince gizleyebildiğime inanmak istiyordum.


"Gözlerindeki korkuyu görüyorum." Dedi parmaklarını masaya vururken. Bu çıkardığı ses durmadan devam ettiğinde gerginliğim gittikçe arttı ve rahatsızlıkla yerimde hareket ettim. Yerde yuvarlak masanın etrafında oturmuş kahve içiyorduk. Dizlerimi kendime doğru çekip kollarımı etrafına sardım. Cevap vermem gerekiyordu fakat bunu yapmak istemeyen yanım da bu konuda oldukça netti.


"İtiraf et ve kurtul Eflal." İçimde konuşan ses daha önce hiç duymadığım bir sesti. Söyledikleri nefesimi kesmeye yetmişti. Devran'ın masaya vururken çıkardığı ses içimdeki karmaşayı tetiklerken çığlık atmak istedim. Kendi sesimin içimdeki tüm sesleri susturacak kadar gür çıkmasını ve artık hakimiyeti elime almayı diledim. İçimde beni yönetmek için can atan sesleri yok etme şansım olsaydı ilk olarak tüm bu yaşananlara sebebiyet veren ve hepsini yöneten o canavarı yok ederdim.


"Kes şunu." Devran'ın elini tutup çıkardığı sesi durdurmasını sağladım. Beni tetikliyordu ve bunu fark ettiğini biliyordum. Birinin zayıf yönünüzü görmesine müsaade ederseniz sonuna kadar o zayıflığı kullanıyordu. Bu insanlardan gördüğüm sürekliliği olan bir şeydi. Elini çekip masanın altında indirdiğinde aynı şekilde elimi çektim. Masanın altından parmakları elimi bulduğunda diğerlerine çaktırmak istemediğim için tepkisiz kalıp ne yaptığına baktım. Kolumu usulca yana çevirip bakışlarını üzerinde gezdirdi. Görmeye çalıştığı şey geçen gün bıçağı ile açtığı yaraydı muhtemelen. Ufak bir yara bandı yapıştırmış ve bir daha asla açmamıştım. Muhtemelen açtığımda çoktan iyileşmiş olacaktı.


Hoş, ruhumda o yaralardan binlercesi vardı ve bedenimde açılan hiçbir yaranın acısı ruhumdakiler kadar canımı yakamıyordu.


"Kızın üzerine gidip durmayın, bir şey yok diyorsa yoktur. Ben bu olayı sizin kadar ciddiye almıyorum." Bu kez konuşan Miray'dı ve her daim arkamda duruyor olması beni sonsuz mutluluğa ulaştırıyordu. Devran kahvesini bitirdikten sonra koluna taktığı saatini kontrol edip ayağa kalkmaya hazırlandığında gideceğini anladım.


"Ben artık kaçayım, geç oldu." Çınar ve Miray yerinden kalkarken Devran da bana doğru eğilip elini uzattığında kısa bir bakış attım. Tutmadığımı bildiği halde bunu ikinci kez yapıyordu. Yerden destek alıp ayağa kalktığımda bakışlarını tavana doğru çevirip anlaşılmaz bir şeyler mırıldandı.


"Yabani misin kızım sen? Yardım etmek istediğimde bile geri çeviriyorsun." Omuz silktim.


"Yardım istemeden niye yardım etmeye çalışıyorsun?" Parmaklarını saçlarının arasından geçirip koridora doğru ilerledi.


"Yabaniymişsin." Dedi giderken. Miray bu halimize gülerken Çınar da gülmemek için kendini tutuyordu.


"Ben geçireyim seni." deyip peşinden gittiğimde askıya astığım ceketini çoktan almıştı. O kendininkini giyerken ben de bana verdiği ceketi alıp ona doğru uzattım. Elimdeki ceketine bakıp ardından tekrar bakışlarını yüzüme çevirdi.


"Sende kalsın, sevmiş gibiydin." Yüzündeki muzip sırıtışa karşı ağzının ortasına çarpma isteğime engel olmaya çalıştım. Geçen gün üzerime giyip dışarı çıkmamdan bahsettiğine adım kadar emindim. O an yalnız hissetmek istemediğimden üzerime öylesine geçirmiştim. Cekete sinen kokusu sanki yanımda birisi varmış, yalnız değilmişim gibi hissetmemi sağlıyordu.


Cevap vermek yerine kapıyı açtığımda dışarıda yağan yağmur sesi kulaklarımı doldurdu. Başımı kapının önünden dışarı uzatıp derin bir nefes aldım. Etrafı saran toprak kokusunu hissetmek en sevdiğim şeyler arasındaydı.


"Yürümek ister misin?" Sorusuna hiç düşünmeden başımı olumlu anlamda sallayarak cevap verdim. Bu yağmuru asla kaçırmak istemiyordum. Az önce Devran'a vermeye çalıştığım ceketi üzerime geçirdiğimde güldü. Salonun kapısından başımı uzatıp Miray'a dışarı çıkacağımı haber verdikten sonra yedek anahtarı alarak evden çıktım. Devran arabasının yanında durmuş beni bekliyordu.


"Arabanı burada mı bırakacağız?" yağmurun sesinden birbirimizi duymak zorlaştığı için sesimi yükseltmek zorunda kalmıştım. Kulağıma doğru eğilip arabaya binmemi söylediğinde ikiletmedim.


"Yürüyeceğimizi söylemiştin." dedim. Henüz dışarı çıkalı bir dakika bile olmamışken sırılsıklam olmuştum.


"Bu havada yürünmesi güzel bir yer biliyorum." dedi arabayı çalıştırıp garajın çıkışına doğru sürerken. Arabanın silecekleri asla durmadan çalışıyor olmasına rağmen camdan dışarıyı görmek bir hayli zordu. Yağmur şiddetini her geçen saniye daha da arttırırken yollarda oluşmuş su birikintileri arabanın hızından dolayı tekrar cama sıçrayarak görüş açımızı daha da berbat bir hale getiriyordu. Bence kesinlikle arabayı etrafı görmeden sürüyordu. Bu durum beni ürkütse de etrafı izlemek dışında bir şey yapmadım, konuşarak kafasını karıştırmak isteyeceğim bir şey değildi.


Çok da uzun olmayan bir yolculuktan sonra daha önce Hayal'i getirdiğim o parkta olduğumuzu fark ettiğimde kalbim daha da hızlandı. Otoparka arabayı park ettikten sonra dışarı çıktığımızda o yerde olduğumuz kesinleşmişti.


"Sen nereden biliyorsun burayı?" dedim yanına yaklaşırken.


"En sevdiğim yerlerden biridir, asıl sen nereden biliyorsun?" Benim gibi sesini yükseltmek zorunda kalmıştı. Başımı gökyüzüne doğru kaldırıp güldüm. Yüzüme çarpan yağmur damlaları boynumdan aşağı doğru süzülüp vücudumla bütünleşiyordu. Bileğini tutup çekiştirerek yürüyüş ve bisiklet yolunu geçerek büyük kapıyı geride bırakıp patika yola girdim.


Artık bileğini çekiştirmek için değil, düşmemek için tutuyordum. Yerdeki toprak yağan yağmurdan ötürü çamur kıvamını almıştı bile. Olabildiğince derin nefesler alıp toprak kokusunu en derinlerime kadar çekmeye çalışıyordum. Bu kokunun bana hissettiklerini tarif etmeye kalksam da yapamazdım. Ayağım bir şeye takıldığında Devran elimi tutup düşmekten son anda beni kurtardı. Olduğum yerde durup önce tuttuğu elime ardından yüzüne baktım.


Daha önce de görmeye aşina olduğun bir görseldi. Yağmur damlaları kemikli ve keskin hatlara sahip yüzünden kayıp boynuna doğru süzülüyordu. Bunları takip etmenin ne kadar keyifli olduğunu tarif dahi edemiyordum. O da benim yaptığım gibi yüzümü incelemekle meşguldü. Yürüdüğümüz yolun devamında aydınlatmalar yoktu çünkü artık devamı insanların yürümesinin tehlikeli olduğu kısımlardı.


"Yolun devamı tehlikeli." dedim aramızdaki sessizliği bölerken. Yağmur damlaları ağzımı açmamla dudaklarımdan kayarak içeriye girdiğinde Devran'ın bakışları da dudaklarımı buldu.


"Biliyorum." dedi fakat o kadar sessizdi ki dudaklarını okumak zorunda kalmıştım. Elini kaldırıp yüzüme yapışan saçları geriye ittikten sonra parmakları usulca yüzümde gezindi. Havanın soğukluğuna rağmen ellerinin sıcaklığı yine dikkatimi çekmeyi başarmıştı. Parmakları insanı çıldırtacak derece bir yavaşlıkla aşağı doğru kayarken baş parmağını yine aynı yavaşlıkla dudağımın üzerinde gezdirdi.


Aramızdaki yakınlık kalbimde hiç hissetmediğim bir hareketlenmeye sebep oluyordu. Vücudum bu hissettiklerime dayanmakta güçlük çekerken ayakta kalmak oldukça zordu. Parmakları yüzümün her bir köşesinde dolaşırken gözlerimi kapatıp diğer elimle kolundan destek aldım. Üzerimdeki duygu yoğunluğu belime koyduğu eliyle artarken artık daha yakındık. Gözlerimi araladığımda göz göze geldiğimizde artık aklından geçen şeyi tahmin edebiliyordum. Yüzü yüzüme daha çok yaklaştığında bekledim. Tam bu sırada kulaklarımı sağır edecek yükseklikte duyduğum ses ile Devran'ın beni iterek sırtımı sertçe ağaçla buluşturması bir oldu.


Dudaklarından dökülen küfre karşılık ne olduğunu anlama fırsatı bile bulamamışken elimi tuttu.


"Koş Eflal." Henüz cümlesini tamamlamadan koşmaya başladığında ona uyum sağlamakta zorlansam da devam ettim. Duyduğum sesin artık silah sesi olduğunu anlayabiliyordum. Karanlık yolda Devran'ın arkasından koşmaya devam ederken silah sesinin de bizimle aynı orantıda yaklaşmaya devam etmesinden anladığım başımız çok büyük beladaydı. Oldukça yakınımdan geçen mermilerin seslerini duyuyor olmak korkudan şuracıkta ölmem için yeterli bir sebepken, vücuduma bir kurşunun isabet etmesine gerek bile yoktu.


İG: k.meliike_


Loading...
0%