@melikesayin
|
Zaman geçiyordu. Her şey birer birer siliniyorken zamanın acımasızlığı karşısında öylece izlemek dışında elimden gelen hiçbir şey yoktu. İçimde birikmiş çaresizliklerin ağırlığı altında yavaş yavaş ezilerek kayboluyor gibiydim. Geçmişin izlerini bu denli içimde taşıyorken gelecekten zerre kadar umudum yoktu. Her zaman çok fazla düşünen bir insan olmuştum. Kafamın içindeki karmaşa bir an olsun durmaz, düşüncelerim bir an olsun birbirleri ile olan savaşını kesmezlerdi. Kendi içimde kendimle çelişmelerim, içimde taşıdığım tezatlar sırtımdaki en büyük yüklerimdi. İnsanın kendinden kaçmak isteyebileceğini yine kendimden öğrenmiştim. Kendi yalnızlığıma o kadar alışmıştım ki, bu alışkanlığımın bir gün bozulacak olma ihtimaline bile tahammülüm yoktu. Esen rüzgârla birlikte titreyen bedenim beni kafamın içindeki karmaşadan çekip çıkardı. İçimdeki endişe beni usul usul terk ederken yerini derin bir merak duygusuna bırakmıştı. "Az önce biz ne yaşadık?" Diye sorgulayan yanım beni rahat bırakmıyordu. "Şimdi daha iyisindir umarım." İnce sesi "İyiyim, sorup durma artık." Beş dakikada neredeyse yirmi beş defa nasıl olduğumu sormuştu. Zaten yerinde duramıyor, sürekli hareket ediyordu ve bu durum beni oldukça sinir etmişti. Tepkimden dolayı da bozulmuştu. Onu terslemeyi ben de istemiyordum ancak yaşananların gerginliğini üzerimden atamamıştım. Belki de orada başkası vardı ve ben kafamda kurduğum için düştüğünü sanmıştım. Hayâli de o kişiye benzettiğim için kafam karışmıştı. "Ya da ondan daha yüksek bir ihtimalle, kafayı yiyorsun Eflâl." İç sesimin kendini asla unutturmuyor olması da sinirlerime dokunan diğer bir şeydi. Kendimle girdiğim savaşlardan yorulmuştum. Onu görmezden gelmeyi seçerek Hayâle doğru döndüm. Olanları anlatmak isteyen yanım bu istekle yanıyordu. Belki de anlatmaktan ziyade beni dinlemek için burada bekleyen birinin varlığına ihtiyacım vardı. Boğazımı temizlemek adına öksürdüğümde bakışları bana döndü. "Burada film izliyordum." Derin bir nefes alıp devam ettim; Bakışları işaret ettiğim yere kayıp kısa bir süre durdu, ardından merakla bana geri döndü. Gözlerinde gördüğüm merak, beni dinleme isteği içimde bir yerlerin acımasına sebep oluyordu. Biri kalbimi avuçları arasına almış sıkıştırıyor gibiydi. "Sonra ne oldu?" Sesinde sabırsızlığı hissediyordum. "İntihar etmek istediğini düşündüm, sonra da ona yardım etmek istedim. Yanına gitmeyi planlıyordum ki, kendini aşağı bıraktığını gördüm." Gözlerini büyüterek apartmanın önüne doğru çevirdi bakışlarını, ardından tekrar çatısına çıkarıp dudaklarını büzerek omuz silkti. "Ama ben de buradaydım ve kimseyi görmedim. Hem birisi atlasa burada film izleyen bir sürü insan vardı ve biri görürdü değil mi?" Bu yanıldığımı söylemekten ziyade merak içerisinde sorulmuş bir soruydu. "Sonra sen geldin." Dedim sesli bir nefes verip. "Çatıda gördüğüm kişi sana oldukça benziyordu, saçlarınız, kıyafetiniz neredeyse aynıydı." "Sanırım itiraf etmeliyim." Dedi kısık bir sesle. Kaşlarım benden bağımsız bir şekilde çatıldı. Nefesimi tutma gereği duymuştum. Parmakları usulca omuzuma değdi, ardından temasını kesmeden bileğime doğru sürterek indirdi. Parmakları bileğimi kavradı ve sıkı olmayacak şekilde tuttu. "Ben ışınlanabiliyorum." Dedi yüzüme doğru yaklaşırken fısıltıyla. Ardından gülmeye başladı. Elini itip zaten çattığım kaşlarımı mümkünmüş gibi daha da çattım. "Dalga mı geçiyorsun sen benimle?" Sesimin titremesine engel olamamıştım. Ciddi kalmaya çalışıyordum ancak onun büyük kahkahası karşısında gülmeden durmak da oldukça zor gelmişti. "Ne zamandır uykusuzsun kim bilir? Şu gözlerinin haline bak her an bayılacak gibisin. Halüsinasyon görmüş olmayasın?" Haklıydı. İki gündür neredeyse hiç uyumamış olduğum aklıma gelmişti. Yine de garip bir şekilde kendimi yorgun hissetmiyordum. Başımdaki keskin ağrı esen rüzgarın etkisiyle git gide artıyordu, eve dönmem gereken saat çoktan geçmişti. Anneannem kim bilir ne kadar kızmıştı. Eve gittiğimde büyük bir tartışmanın beni beklediğini biliyor olmak, beni burada kalmaya itiyordu. "Saat geç oldu, ben eve gideyim artık." Diyerek yerden telefonumu ve çantamı alarak kalktım. Onun bana verdiği peçeteyi atmak yerine cebime koydum. Üzerimi temizlerken Hayâl de olduğu yerden kalkıp beni bekledikten sonra koluma girdi. Önce koluma ardından da yüzüne baktım. "Senin evine kadar birlikte yürüyebiliriz bence. İyi olduğundan emin olmak istiyorum." Beni çekiştirirken bir yandan da bir şeyler saçmalıyordu ancak ben ilk kurduğu cümlede takılıp kalmıştım. İnsanların içerisinde iyiliğin kaldığına dair inancım yoktu. Bu gerçeğe inanan yanım, kızın yaptıklarının nedenini sorgulamama sebep oluyordu. Bakışlarımı üzerinde gezdirdim. Güzel bir kızdı. Benim yaşlarımda olduğu belli oluyordu. Yerinde duramaması, konuşurken hissettirdiği enerjisi ile insanlar ile kolaylıkla samimiyet kurabilecek bir kızdı. Nedendir bilinmez, içimi sanki yıllardır tanıyormuşum hissi kaplamıştı. Hoş o da, bana yabancıymışım gibi davranmıyordu. "Ben de burada yaşıyorum, yeni taşındık." Derken eliyle işaret ettiği yöne doğru döndüm. Oldukça büyük ve güzel bir evdi. Etrafındaki yıkılmaya yüz tutmuş evlere karşılık bembeyaz duvarları ve yeniliği tüm ihtişamı ile dikkat çeken sayılı evlerdendi. "Burada pek fazla yaşıtım insan göremedim. Tek eğlencem o sinemada film izlemek." Dudaklarını büzerek bakışlarını yüzüme çevirdi. "Seni de hiç görmemiştim, her zaman gelir misin buraya?" "Her zaman değil, yalnızca kafamı dağıtmak istediğim zamanlar." Söylediğime karşılık başını salladı. Tekrar çiselemeye başlayan yağmur eve gitme isteğimi bastırıyordu ancak saat oldukça geç olmuştu. "Neden kafanı dağıtmak istedin bugün? Bir derdin mi var?" Az önceki mutluluk saçan ses tonundan eser yoktu, gerçekten üzüldüğü belliydi. Peki benim bir derdim var mıydı? Olsa bile hiç tanımadığım bir insana anlatır mıydım? Aklımı okumuş gibi; "Tanımadığın bir insana anlatmak daha kolaydır, nereden başlasam diye düşünmek zorunda kalmazsın, düşüncelerini saklamana gerek olmaz. Anlatırken kelimelerini seçmek, yanlış anlaşılmaktan korkmak zorunda da kalmazsın. Yargılayacak kadar tanımıyorum seni. " O kadar mantıklı gelmişti ki, önümüzdeki kaldırıma oturup hemen burada kafamın içindekilerin tümünü ona dökmek istemiştim. Bunca zamandır sustuğum her şeyi haykırmaya ihtiyacım vardı. Ne zamandır içimde tuttuğum, kendi kendime savaşmak zorunda kaldığım düşüncelerimi biriyle paylaşmanın bana iyi geleceğini hissediyordum. Yaptığı konuşma da benim bu hislerimi destekler nitelikteydi. Aslında her zaman sessiz, içine kapanık bir insandım. Bunca doluluğun sebebi uzun süreli bir suskunluğun eseriydi. Konuşmam gereken yerlerde bile susmuşluğun ağırlıkları birikerek beni bu noktaya getirmişlerdi. "Heey nereye daldın Eflâl, beni duyuyor musun?" Sesi her zaman olduğu gibi kendi içimde verdiğim savaştan beni alıp gerçekliğin tam ortasına atmıştı. Benim sorunum kendimleydi, içimde sanki başka bir Eflâl daha vardı ve bana rahat vermiyordu. "Anlatacak bir şey yok." Deyip geçiştirdim. Hem anlatmak istesem bile ne anlatacaktım? Benim öyle elle tutulur cinsten dertlerim yoktu. "Sen bilirsin, seni zorlamayacağım. Ancak anlatmak, konuşmak istersen diye söylüyorum; beni nerede bulacağını biliyorsun." Açık hava sinemasının olduğu yerden bahsediyordu. Yüzündeki gülümseme her insanın içini ısıtacak kadar sıcaktı. Samimiyeti bana kendimi nedensizce iyi hissettirmişti. Ona karşı yabancılık çekmemiştim. Evin önünde durduğumda kolumu bırakıp aynı gülümseme ile bana bakıp el salladı. "Git ve hemen uyu, zombi gibi görünmeni istemeyiz değil mi?" Eski enerji dolu ses tonu geri dönmüştü. Zar zor gülümseyerek kafa salladım. Kimin umurundaydı nasıl göründüğüm? "Dikkatli git." Arkamı dönüp başka bir şey söylemesine müsaade etmeden bahçe kapısından içeri girerek kapattım. Çantamın içerisinde anahtarı ararken saatin geç olması içimdeki huzursuzluğu tetikledi ve ayaklarım beni kapının önüne geri götürdü. Az önce kapattığım bahçe kapısını açarak Hayâlin gittiği yola doğru baktım. Kız benim için buraya kadar gelmişti ancak tek başına dönecek olması beni huzursuz etmişti. Aslında evlerimiz oldukça yakındı. Hemen alt sokağımda oturuyordu ve çoktan o yolun yarısını inmişti bile. Burada olduğumu hissetmiş gibi arkasını dönüp bakınca olduğu yerde durdu. Elimle git işareti yaparak gitmesini bekledim. Aramızdaki mesafeye rağmen gülümsediğini görebiliyordum. Bana el sallayarak önüne dönüp görüş açımdan çıktı. Ben de daha rahat bir şekilde tekrar bahçeye girip elimde tuttuğum anahtarı kapının deliğine sokmuştum ki, kapı kendiliğinden açıldı. Anneannem hırkasına sarılıp ellerini göğsünde birleştirerek geri çekildi. "Neredeydin sen bu saate kadar?" Resmen fısıldarken bağırmıştı. "Film geç bitti." Dedim omuz silkerek. Onunla tartışmak istemiyordum. "Yalan söyleme bana, bu saate kadar film mi olur hiç? Ne haltlar karıştırıyorsun Allah bilir." Karanlık olmasına rağmen yüzündeki sinirli ifadeyi seziyordum. "Dua et saat geç oldu, yoksa ben sana sorardım gecenin bu saatine kadar dışarıda kalmayı." O konuşurken arkamı dönüp merdivenleri ikişer üçer çıkarak çatı katındaki odama doğru ilerledim. Kaçtım desem daha doğru olurdu. Alışmıştım artık bu hallerine, çok da umursamıyordum. Bir hata yapmamı dört gözle bekliyordu sanki beni azarlamak için. Odamın kapısını açıp içeri girdim. Çantamı yatağımın karşısında duran masamın üzerine bırakıp dolaptan pijamalarımı aldım. Üzerimi değiştirerek odamda bulunan banyoya ilerledim. Hayattaki tüm şansımı odamda bir banyo bulunması ile kullanmıştım. Bu düşünceme gülerken yüzümü yıkayarak banyodan çıktım. Yatağımın üzerine oturup bakışlarımı karşımda duran duvara sabitledim. Bugün yaşananları düşünürken çatıda gördüğüm kızı anımsamak içimde bir şeylerin rahatsızlıkla hareketlenmesini sağladı. "Sanırım Hayâl haklı" diye geçirdim içimden, uykusuzluktan artık olmayan şeyleri görmeye başlamıştım. Başımı yastığa koyup örtüyü üzerime çektim. İnsanlar uyumanın kendilerine iyi geldiğinden, dertlerinden kaçmak adına uykuya sığındıklarından bahsediyorlardı. Bende ise her şey tam tersiydi. Havanın kararması, etrafta oluşan sessizlik ve yalnız kalmak kafamdaki sesleri yalnızca daha da açığa çıkarıyordu. Her zaman diğerlerinden daha farklı olduğumun farkındaydım. Hayat herkese adil davranmıyordu. Gözlerimi kapatarak eskiden düşünerek huzur bulduğum, ancak büyüdükçe gerçeklerin farkına vardığım o acı dolu ana doğru ilerledim zihnimin içerisinde. Kırmızı dalgalı saçları tam karşımdaydı. Papatya kokusunu derin nefeslerle içime çekiyordum. Hoş kahkahası kulaklarımı doldururken yüzünü bana doğru dönmesiyle yüzünden silinen gülümseme kalbimin bugün bile teklemesine sebep oluyordu. Yanındaki adamın elini sıkıca tutup ağaçtan kopardığı elmayı önce kendisi ardından da yanındakine doğru uzattı. Birlikte öylesine mutlulardı ki, benim varlığımı çoktan unutmuşlardı. Ben ise karşımdaki kadını hayranlıkla izlemekten kendimi alamıyordum. Benim gibi yanındaki adam da onu hayranlıkla izliyordu. Her fırsatta saçlarına dokunmaktan kendini alı koyamıyor oluşu, onun da ne kadar beğendiğinin bir göstergesiydi. Sesindeki o hoş tını, söylediği şarkı ile birlikte duyan herkesi mest edecek kadar etkileyiciydi. Onları orada öylece izlemekten aldığım keyfi hiçbir şeyin vermediğini hatırladığımda gülümsüyordum. Zihnim bütün anıları tek tek sıralarken bu kez de gözlerimin önünde bir başkası canlandı. "Her şey senin yüzünden bu kadar berbat oldu." "Ben sana bakmak zorunda olduğum için onunla birlikte gidemedim, senin yüzünden bu acıya mahkumum. Sen doğmadan önce her şey çok daha güzeldi." Ardı ardına sıraladığı kelimeler beynimin içerisinde yankılanırken zaten kapalı olan gözlerimi mümkünmüş gibi daha sıkı kapattım. Tek damla yaş dahi sarf etmek istemiyordum artık bu olanlar için. İçimde ben istemeden oluşan kin, yine bana zarar vermekten öteye geçmiyordu. "O hayatımıza girdiğinden beri her şey mahvoldu görmüyor musun? Bize mutsuzluktan başka bir şey getirmedi. Aramızda engelden başka bir şey değil o. Yüzünü bile görmek istemiyorum." Anneannemle konuştuğunu anlayabiliyordum. Ona ne kadar mutsuz hissettiğinden bahsediyordu. O kadar küçüktüm ki, o zaman bile hissettiğim acı benden çokça büyüktü. Küçük bir çocuğun duymaması gereken tüm şeyleri duyuyordum ve bu onun umurunda bile değildi. "Bir süre sende kalsın, benim artık tahammülüm kalmadı." Anneanneme gideceğimi anladığımda hissettiğim heyecanı hatırlıyordum. Bana iyi davranan, gerçekten sevgiyi hissettiren tek insandı. Yaşayacaklarımdan habersiz içimde tarifsiz bir mutlulukla hazırladığı çantama bakıyordum. Geri dönemeyeceğimden habersizdim. Sonsuza dek onu beklemek zorunda kalacağımı asla tahmin etmemiştim. "Kes artık." Diye mırıldandım kendi kendime. "Kes şunları düşünüp durmayı, hiçbir faydası yok bize." Gözlerimi açıp yattığım yerden kalktım. Balkon kapısını aralayıp önüne oturduğumda nefes almanın ne kadar da zor bir eylem olduğunu fark etmiştim. İçime çektiğim her bir nefesin göğsüme bıçak gibi saplanması, ciğerlerimde hissettiğim yanma tarifi olmayan hislerdi. Bakışlarımı gökyüzüne sabitleyip engel olamadığım düşüncelerime geri döndüm. Masmavi gözleri kızarmıştı. "Sen benim tek arkadaşımsın, gidersen seni bir daha asla göremeyecek miyim?" İç çekişleri halâ kulağımın hemen altındaydı. Bu acıların halâ dün yaşanmış gibi olması benim en büyük cezalarımdan yalnızca bir tanesiydi. "Ben de gitmek istemiyorum ama mecburmuşuz. Hem ben büyüğümde seni görmeye gelirim." Bana sarıldığı an hissettiğim sıcaklık halâ göğsümün ortasında büyük bir yaraydı. Sizi gerçekten seven bir insandan koparılmak etinizden bir parçayı uyuşturmadan koparmakla eş değer bir acıydı. Yıllar geçse de izi silinmeyecek, her dokunuşunuzda yeniden kanayacak türden yaralardı bunlar. "Bana söz verdin, bir gün yeniden geleceksin. Ben de hep seni bekleyeceğim." İG:k.meliike |
0% |