Yeni Üyelik
20.
Bölüm

20. Bölüm

@melikesayin

Sonunda gövdesi oldukça büyük bir ağacın dibine çekildiğimde dizlerimin üzerine düştüm. Devran endişeli bakışlarını üzerimde gezdirirken bir yandan da arkasını kontrol edip duruyordu. Nefes nefese kalmış, az önce soğuktan buz tutan vücudum şimdi alev almışım gibi yanıyordu. Silah sesleri durduğunda nefesimi düzene sokmaya çalışırken zor da olsa konuşmaya çalıştım.


"Ne oluyor Devran? Kim bu insanlar?" Belindeki silahı çıkarıp Çınar'a verdiği için cebinde olan şarjörü silahına tekrar taktı.


"Sakin ol ve ben ne dersem onu yapmaya çalış." Benim aksime sanki hiç koşmamış gibi nefes alışverişleri gayet düzenliydi. Sesindeki sakinliğe başka bir yerde olsak hayretler içerisinde kalabilirdim fakat bulunduğumuz ortam buna bile müsaade etmeyecek kadar gergindi. Yaklaşan ayak sesleriyle Devran ayağa kalkmaya hazırlandığında kendimi az önceki gibi olmaması adına hazırlama fırsatı bulduğuma sevinmiştim. Sevindiğim şeylere bak dedim kendi kendime, bir anım da sorunsuz geçsin ya.


"Şimdi şu karşıdaki yolu görüyor musun?" Dedi silahıyla ağaçların oldukça sık olduğu yeri gösterirken.


"Evet ama." Cümlemi tamamlamama müsaade etmedi.


"Oraya doğru koşup aşağıdaki yola çıkabilirsek eğer arabaya çok yaklaşmış olacağız." Arkasını kontrol ettikten sonra bana doğru döndü. Yüzümü avuçları arasına aldıktan sonra bir süre gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı.


"Tek kural var Eflal, söylediğim her şeyi sorgulamadan yapman." Başımı salladığımda ellerini yüzümden çekip tekrar elimi tutarak ayağa kalktığında ben de onun gibi ayağa kalktım.


Son kez arkaya baktıktan sonra tekrar koşmaya başladığında ayağımın ağacın köklerine takılmasıyla yere düştüm. Geriye dönüp kalkmama yardım ederken arkadan bir erkek bağırarak


"Buradalar." Dediğinde Devran yine hiç duymadığım bir küfür savururken tekrar koşmaya başladık. Silah sesleri yeniden duyulmaya başladığında korkudan neredeyse ağlamak üzereydim fakat buna bile fırsat bulamıyordum. Ağaçların sık olması ve yüzüme ara sıra çarpan dallar görüş açımı kısıtlasa da Devran'ı takip ettiğim için düşmeden yola devam edebiliyordum. Silah sesleri artarken Devran elimi bırakmadan adımlarını hızlandırırken ara sıra arkaya doğru dönüp ateş ediyordu. Duyduğum son silah sesi oldukça yakındandı. Devran bir anda olduğu yerde durduğunda tekrar yere düştüm. Göğsümde hissettiğim acı sürekli düşmemle veya nefes alamıyor oluşumla alakasızdı. Devran beni sürükleyerek yanına doğru çekerken yere oturup sırtını ağaca yasladı. Önünde dizlerim üzerinde çöküp ne olduğunu anlamaya çalışıyordum fakat vücudumda adrenalin seviyesi o kadar yüksekti ki tüm algılarım kapanmış gibiydi.


"Devran." Dedim oldukça kısık çıkan sesimle. İşaret parmağını dudaklarına götürüp sessiz olmamı söylerken yüzünü buruşturdu. Elini karnının sağ tarafına bastırdığında dudaklarından dökülen hırıltıyla bakışlarım parmaklarına bulaşan kana takılı kaldı. Bu kez küfür eden taraf ben olmuştum.


"Vuruldun mu?" Elimi cebime atıp telefonumu bulmaya çalıştım fakat son hatırladığım evde masanın üzerinde bıraktığımdı.


"Telefonun nerede? Ambulans ve polisi arayalım." Alelacele kurduğum cümleyi anladığından bile şüpheliydim fakat elimi montunun cebine atıp telefonu aramaya başlamıştım bile. Elimi tutup beni durdurduğunda yağmur yeniden aynı şiddetle yapmaya başlamıştı.


"Devran bir şey yapmamız gerekiyor." Adım sesleri yaklaştığından fısıldamak zorunda kalıyordum. Yarası ne durumdaydı, şu an beni anlayabiliyor muydu ondan bile emin değilken burada öylece durmak beni delirtiyordu.


"Git Eflal." Silahıyla işaret ettiği yöne baktım. Işıkları görebiliyordum, bunlar otoparkın aydınlatmalarıydı. Başımı hızla iki yana salladım.


"Asla seni bırakmayacağım." Gözlerini açıp yüzüme baktı.


"Kuralları sen uy diye koydum, kalk ve arabaya koş. Ben de geleceğim." Elime tutuşturduğu arabanın anahtarına ardından da yarasına baktım. O kadar çok kan vardı ki bir an bayılacağımı düşündüm. Yüzümü tutup bakışlarımı yaranın üzerinden çekmemi sağladı.


"Oyalanmak için vaktimiz yok, koş diyorum Eflal." Ayağa kalktığımda Devran hala elimi tutuyordu. Arkasına doğru bakmak için eğildiğinde dudaklarından dökülen inleme sanki etimden bir parçayı parçalayarak ayırmaya çalışıyorlarmış gibi hissettirmişti. Elimi bıraktığında koşmam gerektiğini anlayıp vücudumda kalan son güç kırıntılarını kullanarak koşmaya başladım. Işığın olduğu yöne tüm gücümle koşarken silah sesleri yeniden duyulmaya başladığında korkum git gide artıyordu. Ya onu öldürürlerse? Düşüncesine bile tahammül edemiyordum. Işıklar git gide yaklaşırken arabayı gördüğümde içimde oluşan rahatlama hissiyle hızımı daha da arttırdım. Anahtarın kapıları açma tuşuna basıp yanıp sönen farlardan sonra kapıyı açarak arabaya bindim.


Daha önce Çınar birkaç kez araba sürmem için ısrar etmesine rağmen onu geri çevirmiş olmama lanetler okuyordum. Anahtarı yerine takıp çevirdiğimde çalıştığını belli eder şekilde titreyen arabayla gülümsedim. Aferin Eflal, iyi gidiyorsun. Arabayı sürmesem de Çınar'ı defalarca izlemiştim. El frenini indirdiğimde zaten arabanın bulunduğu konumdan ötürü bir şey yapmama fırsat vermeden aşağı doğru direkt gitmesi işime gelmişti. Ayağımı frene koyup az önce geldiğim yere doğru gitmesine müsaade ettim. Topraklı yolun başına geldiğimde durup yeniden el frenini çektim. Devran geldiğinde çok daha hızlı şekilde arabaya ulaşabilecekti. Artık silah sesi duymuyordum. Kalbim yerinden çıkacak gibi atarken karşıda gördüğüm karartı ile nefesimi tuttum.


"Buraya kadar kızım Eflal, öldün."


İç sesimin her alanda beni sıkıştırabilme özelliğine lanetler okurken bana doğru gelen kişinin Devran olduğunu fark ettiğimde derin bir nefes alıp arabadan inmeden yan koltuğa resmen kendimi fırlattım. Devran arabaya bindiğinde beklemeden çalıştırıp son hız bulunduğumuz yerin çıkışına doğru sürdü. Üzerindeki tişört siyah olduğu için ne kadar kanaması olduğunu göremiyordum. Parktan çıkarken Devran hiç de iyi görünmüyordu.


"En yakın hastane on dakika uzaklıkta." dedim.


"Hastane olmaz." Gözlerim sanki mümkünmüş gibi daha fazla açıldı.


"Ölmeye mi çalışıyorsun sen? Vuruldun farkında mısın? Polisi aramalıyız, hastaneye gitmen gerek." Arabayı bir anda durdurup bana doğru döndü. Titreyen ellerimi nereye koyacağıma karar veremediğim için sabit tutamıyordum. Tüm vücudum sanki şok dalgasına kapılmış gibi titremeye başladığında dolan gözlerimi saklamaya çalışacak vaktim olmadı. Elini yüzüme koydu.


"Eflal sakin ol güzelim, yok bir şey." Nefes almaya çalışıyordum ancak sanki birisi tüm gücüyle boğazımı sıkıyor gibiydi. Yaralı olan oydu ancak yine de sakinleştirmeye çalıştığı kişi bendim. Güçlükle nefes almaya çalışırken arabanın camlarını açıp yüzümü avuçları arasına aldı.


"Sakinleş, daha yavaş nefes alman gerekiyor." Ne söylerse söylesin vücudum tüm bu olan biteni kaldıramayacak kadar güçsüzdü. Nefes alışım git gide hızlanırken asla içime çektiğim oksijen yeterli hissettirmiyordu. Kesin olarak bu gece öleceğimi düşünüyordum. Devran ne yapacağına karar veremiyormuş gibi etrafta bir şeyler aradı lakin bulamadığında tekrar aceleyle bana döndü.


Hareketlerini hızlı tutmaya çalışıyordu ve her şey gözümde o kadar silikti ki zar zor seçebiliyordum. Elini boynuma koyup beni kendine çektiğinde dudaklarımda hissettiğim şey dudaklarından başka bir şey değildi. Vücudum bu yaptığı şeyle öylece kaskatı kesilirken birkaç saniye hareketsiz şekilde öylece durdu. Geri çekildiğinde derin bir nefes aldım. Sesli bir nefes verip arkasına yaslandı.


"Bir yerde okumuştum." dedi mırıldanır gibi, gözleri hala üzerimdeydi.


"Nefesini tutmak sakinleşmek adına iyi bir yöntemmiş." Yutkundu fakat bunu yaparken zorlandığı açıkça ortadaydı. Yaralı olmasının verdiği gerginlik olmasa şu anda hissettiğim utançtan yüzüne bakabiliyor olmam mümkün değildi. Arabayı tekrar çalıştırırken yüzüne yerleştirdiği muzip sırıtış ile kısa bir an tekrar bana döndü.


"Yine de ilk öpüşmemizi böyle hayal etmemiştim." Son söylediği ile yüzümün renkten renge girdiğine neredeyse emindim. Daha fazla yüzüne bakamayacağımı anladığımda cesaretimi toplayıp tişörtünü olabildiğince yavaş hareketlerle yukarı doğru sıyırdım. Midemde hissettiğim şey kesinlikle bulantının dışında bir şeydi, filmlerde gördüğümüz gibi olmasını bekliyordum sanırım lakin bu bambaşka bir şeydi. Gerçekten böyle bir şeyi görebiliyor olmak berbat bir hissi tetikliyordu.


"Sadece sıyırmış." dedi ellerimi geri çekerken.


"Neden hastaneye gitmiyoruz?" Evime oldukça yakındık.


"Sorgulamayı kesmen gerekiyor, en azından şimdilik."


"Benim evim uygun mu?" dedim bakışlarımı yola çevirirken. Evde yarasına pansuman yapabilirdik. Kaşlarını çattı.


"Sen bu işe." Sinirle sesli bir nefes verdim.


"Kes sesini Devran, sür şu arabayı. Bana söylüyorsun fakat sürekli bir şeylere karşı gelen sensin." Böyle bir çıkış beklemiyormuş gibi cevap vermeden arabayı evimin bulunduğu sokağa sürdü. Saat çok geç olduğundan etrafta kimse yoktu. Arabayı park ettikten sonra inip Devran'ın inmesine yardım ettim. Yanıma aldığım yedek anahtarlığın üzerinde kendi evimin anahtarının da olması büyük şanstı. Kapıyı açtığımda içeri girip ışıkları yaktım. Devran'ın ayakta durmakta zorlandığını görebiliyordum, bu yüzden ilk iş onun koltuğa uzanmasına yardım ettikten sonra ilk yardım çantasını getirmek oldu. Anneannem hemşire olduğu için bir çok şeyi ondan izleyip öğrenme fırsatım olmuştu neyse ki. Devran'ın ceketini ve tişörtünü çıkarmasına yardım ettim önce.


"Kendim halledebilirim." dedi pamuğu eline alırken. Bakışlarımı yaranın üzerinde gezdirdim.


"Sorun değil, nasıl yapılması gerektiğini biliyorum." Söylediğim şeyden sonra elindekini bırakıp bakışlarını tavana sabitledi.


Gerekli malzemeleri çantanın içerisinden çıkardıktan sonra ellerimi dezenfekte edip daha sonra eldivenleri taktım. Ardından çıkardığım gazlı bez ve serum fizyolojik ile yarayı temizleyip tekrar yeni bir gazlı bez alıp yaranın üzerini kapattım. Söylediği gibi o kadar da büyük ve derin bir yara değildi. Kurşun sıyırmıştı fakat daha hızlı iyileşmesi adına dikiş atılabilirdi. Son olarak bantları uygun şekilde yapıştırıp geri çekildim.


"Çok büyük değil ama dikiş şart." dedim eldivenleri çıkarıp yanımdaki çöp poşetine atarken. Canının yandığını kasılan vücudundan anlayabiliyordum fakat belli etmek istemiyordu.


"Acını geçirmesi için serum da takabilirim, evde olması gerekiyordu." Ayağa kalkacağım sırada elimi tutup beni durdurdu.


"Gerek yok, yanımda kal sadece." Söylediği şey ile olduğum yerde kalırken elimi çekmedim.


Bu şekilde acı çekeceğini biliyordum fakat istemediği için elimden bir şey gelmiyordu. Oldukça yavaş şekilde hareket edip yana kaydığında ne istediğini anlamıştım fakat bekledim.


"Gel." Dedi boğuk sesiyle elini koltuğun boşta kalan yanına vururken. Her zaman genişliğinden şikayet ettiğim koltukların ilk kez beni böyle bir sebepten mutlu edeceği hiç aklıma gelmezdi. İkiletmeden ayağa kalkıp olabildiğince dikkatli şekilde yanına uzandım. Bana doğru dönüp kolunu başının altına koydu.


Yüzüme vuran lanet güneş ışıkları olmasaydı hayatımda çektiğim en rahat uykulardan biriydi.


Gözlerimi araladığımda Devran halen uyuyordu. Yavaş bir şekilde yanından kalktığımda aklımdaki tek şey Çınar ve Miray'a ne açıklama yapacağımdı. Umarım çok endişelenmemişlerdir, telefonum bile yanımda değildi. Mutfağa gidip kendime ve Devran'a kahve yapmaya karar verdim. Sabaha kadar düzenli aralıklarla uyanıp dün gece yaşadıklarımı düşünmekten baş ağrısıyla güne başlamıştım. Saat henüz sabahın altısı olduğundan çok da uyumuş sayılmıyordum aslında. Kahve makinasından gelen sesle büyük bir kupa seçip kahvemi doldurduktan sonra tezgaha yaslanarak yudumladım.


Ben anneannesi ile birlikte kalan, yaşadığı hayat ottan farksız bir insanken birdenbire nasıl böyle bir hayatın içerisine düşmüştüm anlayamıyordum. Tüm bu yaşananlar bana ağır geliyordu.


  


Loading...
0%