@melikesayin
|
Yere çöküp sırtımı duvara yasladım. Zihnim bir an olsun benimle oynadığı oyunları sonlandırmıyordu. Nereye gidersem gideyim anılarım her an benimle birlikte gelmeye devam ediyor, attığım her adımı gölgeliyordu. Sırtınızda taşıdığınız yük geçmişiniz ise sonunda varacağınız yol yine anılarınızla dolu zihninizin en karanlık kuytuları oluyordu. Tüm ışıklar sönmüş, karanlığın en siyah tonu tüm bedenimi kaplamış gibi hissediyordum. Parmak uçlarımdan damlayan kan kime aitti? Bana mı yoksa zihnimin içerisinde öldürmeye çalıştığım anılarıma mı? İçimde verdiğim savaşı her defasında kaybediyor, her yok oluşta bir parçamı daha kaplayan karanlığa gömülüyordum. İçimdeki nefret dile gelip konuşuyordu. "Hak edilenler için üzülmeyi kes, acizliğin hepimizi mahvediyor." Bu seslerin hiçbirini duymak istemiyordum. Ne nefretimi, ne öfkemi, ne o etrafa neşe saçan kız çocuğunu. Öfkem Hayat, nefretim Selin, o mutluluk saçan ses de zaman zaman anneannem oluyordu. Onlar bu dünyada yaşamayı becerememişken içimde hayat buluyor olmalarından nefret ediyordum. Miray'ın sesi düşüncelerimi toz bulutu misali dağıtırken kendimi toparlayıp ayağa kalktım. Onlar gibi olmamaya yeminliydim. Tüm bu yaralara rağmen güçlü olduğumu hissediyordum. Güçlü olmayı başarabilenlerin hayatta kaldığı bu düzende sonuna kadar gitmem gerektiğini biliyordum. Ellerimi yıkadım. Ne kadar yıkarsam yıkayayım gözlerimin önündeki görsel yok olmayacaktı, biliyordum. Buna rağmen pes etmeden bakışlarımı ellerimden çektim. Adımlarımı banyonun dışına yöneltip koşar adımlarla merdivenleri inerken Miray da çiçekleri inceliyordu. Sesli bir nefes alıp içimde oluşan öfkeyi dindirmeye çalıştım. "Çok mu beğendin?" Sanki gizli bir şey yapıyormuş gibi yerinden sıçradığında bu haline yüzüme yerleştirdiğim gülümseme ile karşılık verdim. "Şey, sulamayı unutmuşsun sanırım." Dediğinde bakışlarımı onun gibi çiçeklere çevirdim. "Onları yalnızca kullandığımda suluyorum." dedim düz bir sesle. Konuşan ben değildim sanki. "Daha önce pek görmedim bunlardan." Dedi parmaklarını önündeki çiçeğin yapraklarına sürterken. Dokunduğu şeyin ne olduğunu bile bilmediğime neredeyse emindim. "Atropa belladonna." dedim gülümserken. Anlamadığını belli eden bakışlar attığında yanımda duran şişenin kapağını açarak üzerine bir miktar su döktüm. "Her yerde bulunmaz." dedim kısaca. "Anneannem özel getirtmişti." Çiçeklerden uzaklaşıp çantasını aldı. "Hazırsan gidelim mi? Çınar merak etmesin." Devran'ın ceketini koltuğun üzerinden alıp çantamı da alarak kapıya doğru ilerledim. Bir şey unutmadığıma emin olduktan sonra Miray da evden çıktığında kapıyı kapattım. "Yorgun görünüyorsun eve gittiğimizde sen yat ben de sana bir papatya çayı yapayım. Sonra akşama kadar uyu olur mu? Dinlenmiş olursun." Başımı yana doğru eğip kocaman gülümsedim. Koluna sarılıp ona daha da yaklaştım. "İyi ki varsın." Bana bakıp dudağını büzdü. Bu kızın duygusallığı beni benden alıyordu. "Sen de iyi ki varsın, canım arkadaşım." Öpücük attı. Tüm yolu dershanede olan olayları anlatmasıyla bitirmiştik. Herkes Selin'in ölümünün cinayet olması yüzünden gergin ve Işıl'ı da çoktan katil olarak ilan etmişlerdi. Bu durum beni nedense hiç üzmemişti. Eve geldiğimizde Miray'ın ısrarları üzerine odama çıkıp getirdiği papatya çayını içtikten sonra uyumak zorunda kaldım. Kulağımı dolduran sesle gözlerimi açtım. Etraftaki karanlıktan anladığım geç bir saatti. Çalan telefonumu elime alıp gelen aramadan önce saate baktım. Gecenin üçünde beni arayanın kim olduğunu merak etsem de hala uykum vardı, bu yüzden yüzüme yansıyan ışıktan kurtulup telefonu yastığın altına sokarak gözlerimi tekrar kapattım. Devran nasıldı acaba? Kapattığım gözlerimi aralayıp bakışlarımı karşımdaki pencerenin açıkta kalan kısmına sabitledim. Dışarıdaki sokak lambasının ışığından yansıdığı kadarıyla yine yağmur çiseliyordu. Yarası için doktora gitmediğine emindim fakat en azından pansuman yapmış olsaydı iyi olurdu. Yanımdaki komodinin üzerinde duran masa lambasının ufak düğmesine basarak etrafın aydınlanmasını sağladım. Gecenin bu saati uykumu bölüp onu düşündüğüm için kendime kızsam da gözümün önünde beni öptüğü sahne canlandığında başımı yastığın altına sokup sessiz bir çığlık attım. Bu nasıl bir histi her aklımda geldiğinde kalbim tekliyordu. Yine de altında fazla bir anlam aramak istemiyordum çünkü o anki durumu sakinleştirmek adına yaptığını söylemişti. Ama ondan sonra da ilk öpüşmemizi böyle hayal etmediğini söylemişti. Benimle öpüştüğünü hayal etmesi kısmında tekrar ufak bir çığlık attığımda kafamı yastığın altından çıkarıp üzerimdeki yorgana biraz daha sarılıp güldüm. Telefon numarası bile yoktu. Almadığım için kendime kızsam da bunu yapması gereken ben değilmişim gibi hissediyordum. İletişim kurmak isteyen numaramı alırdı değil mi? Telefonum tekrar çalmaya başladığında merakla elime alıp kayıtlı olmayan numaraya baktım. Düşünmeden şeffaf yuvarlağı yeşil kısma doğru kaydırıp telefonu kulağıma götürüp sessizce bekledim. "Eflal." Şaka mıydı bu şimdi? "Devran?" dedim duyduğum sesin ona ait olduğundan emin olmak ister gibi. "Uyuyor muydun?" Sesi boğuktu. Numaramı nasıl biliyor olabilirdi? Başımı yastığımdan kaldırıp endişeyle etrafı süzdüm. Bu yaşadığım anın gerçekliğini sorgulayan beynim beni rahatsız ediyordu. "Numaramı verdiğimi hatırlamıyorum." dedim sesli düşünerek. "Bana ne yaptın?" Bu soruyu can çekişir gibi sormuştu. Sesine yansıyan bu acı göğsüme bıçak saplanıyormuş gibi hissettirdi. "Ne saçmalıyorsun Devran? Ne oluyor?" "Bana ne yaptın da bu si**iğimin beyni seni düşünmeden yapamıyor?" Söyledikleri söyleyeceğim her şeyin boğazıma düğümlenmesine sebep oldu. "Dün gece bana ne yaptın da yıllardır çektiğim uyku problemini çözdün?" Sesinden anladığım sarhoştu. Veya bu kadar mantıklı cümleler kurabiliyorsa sarhoş değildir ancak bir alkol etkisi olduğu kesindi. "Bana ne yaptın da yaptıklarınla savaşmak zorundaymışım gibi hissediyorum." Ne anlatmaya çalıştığını anlamaya çalıştım bir süre. Yaptıklarımla savaşmaktan kastının ne olduğunu sormak istesem de vereceği cevaplar beni korkuttu. "Sarhoş musun sen?" Konuyu dağıtmak istedim. Söyledikleri çoktan kalbime umut filizleri ekmeye başlamıştı bile. Tüm hayal kırıklıkları aynen bu şekilde başlar. "Seni unutturamıyorsa sarhoş olmamın veya olmamamın bir önemi var mı?" Hislerinden bahsederken yüklediği duygu yoğunluğu benim bedenimin taşıyabileceğinin fazlasıydı. Bir süre telefonun ardında sessiz şekilde bekledi. Ara sıra gelen seslerden içkisini yudumladığını anlayabiliyordum. Cevap verebilirdim fakat ne söylemem gerektiğine emin olamıyordum. "İnsanları ilk görüşte tanıyabilmek gibi bir yeteneğim var." Kurduğu cümle ile düşünmeyi bir kenara bırakıp odağımı ona çevirdim tekrar. "Seni ilk gördüğümde melek sanmıştım." Göremeyeceğini bilsem de kaşlarımı çattım. Ne ima ettiğini anlamıştım fakat neden bu imada bulunduğunu düşünmeyi tüm hücrelerim reddediyordu. "Daha fazla konuşmak istemiyorum." Söylediğime karşılık sessiz bir şekilde güldü. "Daha ilk andan itibaren anlamalıydım. Daha seni kendi içimde yargılayamadım ben." Devran'dan. Başımı oturduğum sandalyede geriye yasladım. Elimdeki bardağı incelerken duyduğum nefes sesi beni bir yandan sakinleştirirken diğer yandan zihnimin içini delirtiyordu sanki. İçimde kurulmuş mahkemede aklım ve kalbim karşı karşıya kalıyordu. Karşımdaki adama çevirdim bakışlarımı. Dizlerinin üzerine çökmüş karşısındaki çocuğa sert gözlerle bakıyordu. Sanki karşısında duran 9 yaşında bir çocuk değilmiş de düşmanmış gibi. "Bulunduğun ortamda adaleti mi sağlamak istiyorsun?" Çocuğun kollarını sıkıca tutmuş sıkarken aynı zamanda çocuğu sarstı. Çocuk buna hazırmış gibi yerinden kıpırdamadığında yüzünden silikçe geçen sırıtışa gülümsedim. Oldukça usta şekilde kendini toparladı, sanki çocuğun gücünü yoklamak istemişti. "O zaman önce burada sağlayacaksın onu." İşaret parmağını çocuğun kafasına doğru sertçe vurdu. "Burası ile adalet sağlanmaz." Bu kez parmakları çocuğun göğsüne ilişti. "Burası seni yanıltır çocuk." Telefonun ötesindeki nefes sesiyle atan kalbimin durmasını diledim. Odanın kapısı açıldığında telefonu kulağımdan çekmeden sandalyede dönerek gelenin kim olduğuna baktım. "Abi müsait miydin?" Fısıltı gibi çıkan sesine karşılık cevap vermek yerine elimle gelmesini işaret edip tekrar dönerek masaya yaslandım. Elindeki dosyalarla kapıyı kapatıp yanıma doğru ilerlerken telefonda konuşmamı bekleyen kadına bir şey söylemeden kapattım. "Bir şey mi buldun?" Yüzündeki ifadeden cevabı anlamış olsam da duymam gerektiğini biliyordum. "Abi hastane kayıtlarını inceledim." Yan masadan bir sandalye çekip yanıma oturdu. "Taksit taksit anlatma şunları Turgut, ne varsa söyle." Kızdığım zaman gerildiğini, bu yüzden konuşmayı bile unutacak konuma geldiğini biliyordum. Derin bir nefes alıp başımı Turgut'a doğru çevirdim. "Söyle yavrum, sakinim." Dudaklarını birbirine bastırıp yüzünde saçma bir pişmanlık ifadesi oluşturdu. "Abi dosyadaki adam bu kızın annesinin eşi." Aklımdan çıkmak bilmeyen Eflal yüzünden işime odaklanamıyordum. "Direkt babası desene oğlum, niye uzatıyorsun?" Başını olumsuz anlamda sallayıp kalem ile dosyada bir yeri göstermeye çalıştı. "Üvey babası." İG: k.meliike |
0% |