@melikesayin
|
Bir süre dosyayı inceledim. İstediğim bilgilerin hepsine ulaşmış olmanın rahatlığını ilk kez hissedemiyordum. Turgut başını kaldırıp sesli bir nefes verdi. "Diğerlerine bahsetmeyecek miyiz?" Başımı dosyadan kaldırdım. "Şimdilik hayır." Kaşlarını çattı. "Kapalı dosyayı açmanın lüzumu yok, bunlar bende sen de git evine uyu." Önündeki dosyayı çekip elimle omuzuna vurdum. "Sen nasıl istersen abi." Ayağa kalkıp telsizi alarak odadan çıktı. Yalnız kaldığımda dosyaları kapatıp bir kenara koyarak arkama yaslandım. Hayatın karanlık yönüyle yeniden karşılaştığım dosya bana benden başkasını hatırlatmıyordu. Bugün bile düşündüğümde vücudumu saran öfkeye yeniliyordum. Yetimhanenin soğuk duvarlarından üzerime sinen o kokuyu düşündüm. Dünya'nın herkes için adil olmadığını o yaşta anlamanın verdiği nefretle yanıp tutuşurdum. Henüz iki aylık bir bebekken bana gösterilmeyen merhamet yüzünden hayata karşı nefret dolu bir çocuk olarak büyümüştüm. 9 yaşında iken sokakta işlediğim bir suç yüzünden yetimhaneden gönderileceğim gün beni evlat edinen o adam öyle bir çocuktan böyle birini nasıl yarattığını aklım halen almıyorken şimdi ona ihanet etmek beni kahrediyordu. Mesleğinin verdiği ağırlık ile oldukça sert bir adamdı. Katı kuralları o ve çevresindeki herkes için geçerliydi. Ben adaletsizlikten yakınırken o adaleti yaratıyordu ve bu da beni içten içe ona duyduğum hayranlık ile dolduruyordu. Beni o çukurdan çekip çıkardığında bana karşı en acımasız insanken diğer yandan merhametli davranan da tek insandı. İçinde taşıdığı tezatlar ile netlikler arasında mahvolan hayatımı düşünmek bugün bile delirmeme sebep oluyordu. Elimdeki viskiyi bırakıp oturduğum yerden kalktım. Daha fazla düşünmek istemiyordum. Dosyayı toparladıktan sonra elime alıp odadan çıktım. "İyi akşamlar komiserim." Halen masasında oturan Turgut'a göz devirdim. "Yürü Turgut." İkiletmeden ayağa kalktı. "Ben seni eve bırakayım abi." Karakolun ortasında durup ona doğru döndüm. "Olur hayatım, kahve içmeye de gelirsin belki geceyi birlikte geçiririz." Ne söylediğimi anlamamış gibi baktı. "İki gündür beni eve sen bırakıyorsun ya Turgut, sevgilim gibi." Başını öne eğdi. Gülmemeye çalıştığını anlayabiliyordum. "Yanlış anlama abi, ben alkol alıyorsun diye şey ettim." "Şey etme Turgut, şey etme." Derin bir nefes alıp yanından geçerken dosyayı ona doğru uzatıp tutmasını beklemeden bıraktım. "Madem çok kalmak istiyorsun, görevin o dosyayı incelemek." Bir an durup omuzumun üzerinden dosyaya sarılmış Turgut'a bakıp sırıttım. "Sabaha kadar." Geride kalırken merdivenlerden aşağı inmeye başladım. Peşim bırakmayacağını bildiğimden bu şekilde olması daha uygundu. Eflal'den Gözlerimi açıp karşımdaki duvara sabitledim. Beni bin bir düşünceye boğup daha sonra da hiçbir şey yokmuş gibi ortadan kaybolan Devran hakkında ne düşünmem gerektiğini bilmiyordum. Aklından çıkmadığımı söylemesine mi sevinsem bundan yakınıyor oluşuna mı üzülsem ikileminde gidip geliyordum. Telefonum çalmamasına rağmen son kez kontrol ettikten sonra gözlerimi tekrar karşımdaki boş duvara çevirdim. Küçükken ne kadar çok izlerdim odamdaki duvarı. Geceleri korktuğumda duvardaki çatlak ve lekeleri her defasında başka bir şeye benzetir onlarla konuşur dururdum. Bazen annem, bazen en yakın arkadaşım gibi davranır sanki yalnız değilmişim gibi o korkuyu bastırmaya çalışırdım. Büyüdüğümde bile halen ara sıra bunu yapmaya devam etmiştim ve şimdi duvarlar en yakın arkadaşım gibi olmuştu. Güneş yavaş yavaş doğmaya başladığında yorganı kafama doğru çektim. Gecenin karanlığından şikayet ederken güneşi gördüğüm ilk an karanlığa sığınmam benim içimdeki karmaşanın vücut bulmuş haliydi. Bir süre öyle uzandıktan sonra sonunda odamın kapısı çalındığında kafamı yorganın içinden çıkarmadan kısaca "Gel." dedim. "Günaydın bebek." Miray yorganı her zamanki gibi kafamdan çekip altına girerek yanıma uzandıktan sonra tüm yorgana sarıldı. Kapalı gözleri bir süre daha o halde kaldıktan sonra kaşlarını çatarak aniden bakışlarını bana çevirdi. "Uyanık mısın sen?" Başımı olumlu anlamda salladım. Kolunu kaldırıp saatine baktı. "Hem de sabahın bu saatinde kendi kendine uyandın?" Tekrar başımı sallayarak onu onayladım. Kolunu yorganın altından çıkarıp elini alnıma koydu. "Ateşin de yok." Dudağını büzüp düşünür gibi yaptı. "Uyku tutmadı sadece." "O zaman hazırlan da dershaneye gidelim." Omuz silktim. "Gelmek istemiyorum." Yattığı yerden kalkıp yorganı üzerinden attı. "Bu Devran sana iyi gelmiyor değil mi?" Yattığım yerden kalkıp onun gibi oturdum. Konunun Devran ile alakalı olduğunu nereden anladığını düşünüyordum. "Nereden anladın?" Omuz silkip bakışlarını odanın içerisinde gezdirdi. "Hep hüzünlü bakıyorsun ama Devran hayatımıza girdiğinden beri gözlerinde başka bir mutsuzluk var. Seni tanıyorum sadece." Bakışlarımı üzerinden çekip onun yaptığı gibi odada gezdirdim. Haklıydı. Eskiden ne hissettiğimi bilirdim. Mutsuz olmanın kaderim olduğunun zaten bilincindeyken şimdi Devran'ın hayatıma girişi beni bir şekilde değiştiriyordu. Mutluluğu bilmeden mutsuz olmak zor değildi, asıl zor olan mutluluğu tatmışken elinizden alınmasıydı. Yataktan kalkıp dolabın karşısına geçtim. Bu kadar güçsüz olmak istemiyordum. Mutluluğu tatmamış bir insanken onun için savaşmak anlamsız olabilirdi lakin artık yalnız değildim. Devran'ın ne söylediğini anlamaya çalışmayı bırakıp giymek için kıyafet seçtim. Banyoya gidip bir çırpıda üzerimi giyindikten sonra Miray halen yatağımda yorgana sarılmış vaziyette oturuyordu. "Bana söylüyorsun ama sabahları yataktan çıkmakta en çok zorlanan sensin." Kendi söylediğime ve Miray'ın bu haline gülerken kapının sert bir biçimde açılması ve içeri dolan Çınar'ın çığlığı ile yerimden sıçradım. Ne olduğunu anlamama bile fırsat vermeden sarıldığı yorganını yerde sürükleyerek ve bir yandan da ağlayarak yatağa oturdu. Gözlerim yerinden çıkacak gibi büyürken yanına doğru koştum. "Ne oldu sana?" Miray yerinden bile kıpırdamadığı için çocuğun bu haline karşılık sergilediği rahatlığa sinirlenmiştim. "Bırakın beni ben bu utançla insan içine çıkamam bir daha." Kurduğu cümleler beni daha da korkuturken o da yorganı yüzüne doğru biraz daha çekti. "Ay korkutma insanı ne oluyor?" Miray'ın bacağını sertçe dürtüp gözümle Çınar'ı gösterdim. "Aman ben malımı bilmiyor muyum?" Çınar'ın yüzünden yorganı çektiğinde gülmeye başladı. Çınar mal kısmını söyledikten sonra Miray'a ölümcül bakışlarını çevirmişken Miray tekrar konuştu. "Bak işte tahmin etmiştim." Kaşlarımı çattım. Ben mi salağım acaba diye düşünmeden edemedim. "Ben burada ölmekten beter olmuşum, sen hala gülüyorsun. Ayrıca sensin mal." Çınar'ın ağlayarak kurduğu cümleyi anlamak için bir süreyi feda etmek zorunda kaldım. "Kendi aranızda konuşmasanıza ne oluyor diyorum." Çınar soruma karşılık daha çok ağlarken Miray da aynı şekilde gülmeye devam etti. Ellerini karnına koyup yataktan kalktı. "Ay karnım." Derin bir nefes alıp bana doğru döndü. "Yüzüne bak Çınar'ın." Miray'ın söylediğine karşılık bakışlarımı Çınar'ın yüzünde gezdirdim. Hala hiçbir şey anlamadığım için ikinci kez salak mıyım diye sorgularken Çınar da artık salak olduğumu anlamış olacak ki parmağıyla yüzündeki sivilceyi gösterdi. Bir şey olduğunu düşünerek kastığım vücudumu rahat bırakıp omuzlarımı düşürdüm. "Salak mısın sen Çınar?" Gözlerimi kısarak baktım. "Hayır cidden soruyorum." "Bebek gibi yüzüm bozuldu benim sen ne diyorsun?" Miray gülmekten kaynaklı gözlerindeki yaşı silerken ben de ayağa kalktım. "Derse geç kalacağız kalkın." Çınar benim kalkmamı fırsat bilip yatağa daha çok yerleşirken omuz silkti. "Gidin siz ben gelmiyorum." Saate baktım. Zaten hazırlansa da yetişemeyeceğimizi anladığımda yerdeki çantamı aldım. "Notları getiririm, evde çalışırsın." dediğimde bebek gibi dudak büzüp kafa salladı. Bu haline Miray gibi kahkaha atmak istesem de yapmadım. Odadan çıkıp aşağı kata indiğimde Miray da çoktan çantasını alıp dışarı çıkmıştı. Bakışlarım askıda duran Devran'ın ceketine kaydı. Yanındaki hırkayı üzerime geçirip evden çıktım. "Çınar'a Devran ile yaşanan olaydan bahsetmedin değil mi?" Gözlerini büyütüp başını olumsuz anlamda salladı. "Bahsettiğin adamların yapamadığını Çınar yapabilir diye anlatmadım." dediğinde güldüm. Gerçekten konu sevdikleri olduğunda aşırı korumacı oluyordu. Çınar'ın bu halinden hissettiğim abi sıcaklığı içimi ısıtmaya yetiyordu. Miray da eksik olan o kardeş özlemimi gideriyordu. Nasıl olur da insan kan bağı olduğu halde bu kadar uzak kalabilirken hiç kan bağımın olmadıklarıyla bu denli yakın olabiliyordu aklım almıyordu. Kendi öz kardeşim bile bir süre sonra beni unutmuşken şimdi hiçbir bağımın olmadığı bu insanlarla öz kardeşim kadar yakın olmak benim aklımın pek alacağı bir şey değildi. Her zaman annesinin bile sevmediği insanı kimse sevmez sanarak büyümüştüm lakin hayatın getirileri düşündüklerimin aksine olmuştu. Miray da benim gibi kulaklıklarını taktığı için şarkı dinleyerek geçirdiğimiz ve asla konuşmadığımız o yolculuğu bitirip dershanenin önünde taksiden indik. "Bir gün bunu söyleyeceğim hiç aklıma gelmezdi ama Selin hocayı sanırım özleyeceğim. Şimdiden dershane o olmadan sanki boşmuş gibi hissettim." Şarkıyı kapatıp onu onayladım. "Yazık oldu." Dedim. "Işıl pisliği de girdiği delikten hiç çıkamaz umarım. Ruh hastası bir katil ile aylarca aynı yerde bulunmamız çok korkunç gerçekten." Söylediği cümleye karşılık sessiz kalmak istedim. "Işıl'da o potansiyeli hep görüyordum zaten." dedim kapıdan içeri girerken. Normalde bir hayli gürültülü olan koridorlar sessizdi. Henüz ders başlamamış olmasına rağmen dışarıdaki insanlar bile sessiz bir şekilde oturmuş kendi aralarında konuşuyorlardı. "Evet biraz kibirliydi ama ben asla ondan böyle bir hareket beklemezdim." Sınıfa yürürken kızlardan biri parmağıyla beni işaret ederek yanındakine bir şeyler anlatıyordu. Miray ile birlikte içeri girdiğimizden beri üzerime dönmüş bakışları görmezden gelip bir yandan da sanki fark etmemiş gibi yapıyorduk. Sonunda sınıftan içeri girdiğimizde yine aynı bakışları üzerimde görmek gerilmeme sebep oluyordu. "Umursama şunları, boş ver." Miray'ın söylediğine gülümseyip orta üçüncü sırada yerimi aldığımda önümdeki çocuk bana doğru döndü. Bu çocuğun bağımlı olduğuna kesinlikle emindim. "Işıl değildi." dedi bakışları şüpheyle üzerimde gezinirken. "Ne anlatıyorsun yine torbacı." Söylediğime karşılık dişlerini sıkarak konuştu. "Bana şöyle hitap etmeyi kes geri zekalı." sesli bir şekilde güldüm. Bu hareketim tüm sınıfın gözlerini yeniden bana çevirmesine sebep olsa da durmadım. "Yarası olan gocunur hayatım." Öpücük atıp çantamdan test kitabını çıkardım. Çocuk hala önüne dönmediğinde sinirle soludum. "Sen yaptın." dedi fısıltı gibi çıkan sesiyle. "Evet, ben yaptım. Şimdi seni de öldürmemi istemiyorsan dön önüne." Hoca girdiğinde onu umursamayı kesip dikkatimi derse verdim. Konuları not alıp mutlaka Çınar'a anlatmalıydım. Sayısını hatırlayamadığım kadar çok soru çözdüğümüzde dersin matematik olmasından kaynaklı beynimde çıkan yangını söndürmek istiyordum. Miray dersten sonra yanıma gelip çantasını sırama doğru fırlatarak kafasını masaya koydu. "Galiba ben ölüyorum." Kurduğu cümleyle sınıfta birkaç korkulu göz bize dönse de sonunda mecazen söylediğini anladıklarında tekrar işlerine döndüler. Herkes psikolojik olarak etkilenmiş ve Selin'in ölümünü aşamamış gibi duruyordu. "Al benden de o kadar." Kitabı çantanın içerisine doğru fırlattım. "Kalk bir kahve içelim yoksa kendime gelemem ben." Miray'ın bana hak veren bakışlarıyla yerimden kalktım. Merdivenlerden indiğimizde kapıdan içeri giren Devran'ı görmemle olduğum yerde kaldım. Miray ne olduğunu anlamamış gibi bana baktı. "Devran burada." dedim beni görmemesini fırsat bilerek kendimi toparlarken. "Ne?" Miray'ın bağırarak söylediği şeye karşılık az önceki kadar şanslı olamadığımdan yakalanmıştık. "Aferin Miray." Devran bize doğru yürürken ona bakmamaya çalıştım. Sanki görmemiş gibi yaparsam gidecekmiş gibi. "Hanımlar." dedi yanımızda dururken. "Selam." Elini ensesine atıp saçlarını karıştırdı. Miray cevap vermek yerine el sallarken ben öylece bakmayı tercih ettim. Dün geceki konuşmamız aklıma geldiğinde yüzümdeki renk değişimini görmemesinin imkanı yoktu. "Teşekkürler Eflal, ben de iyiyim." dedi iğneleyici ses tonuyla. Bakışlarım yarasının olduğu kısma kaydı. Yüzüne baktığımda iyi görünüyordu ancak yarası ne halde diye düşünmeden edemedim. Burada ne işi olduğunu düşünme fırsatı bulamadığımdan Miray'a baktım ama o da çoktan gitmeye hazırlanıyordu. "Ay çok acil işim çıktı benim." koşarak uzaklaşırken arkasından sesli bir nefes verdim. "Hiç belli etmedi gerçekten." dedim bakışlarımı Devran'a çevirirken. Miray'ın arkasından bakıp omuz silkti. "Bilmem, belki gerçekten işi çıkmıştır." Kendine bile inanmadığı belli olan ses tonuna karşılık gülmek istesem de yapmadım. "Neden buradasın?" Bakışlarını gözlerime sabitledi. "Seni görmek istedim, son yaşananlardan sonra fırsat bulamadım." O geceyi hatırladığımda yutkunmak zorunda kaldım. Boğazımda bir düğüm varmış ve ben yutkunmaya çalıştıkça daha fazla boğuluyormuş gibi hissediyordum. "Her şey yolunda." dedim hissettiklerimin aksine. Bakışları sürekli çevreyi inceliyordu. Sanki amacı beni görmek değil de çevreyi görmekmiş gibi hissettirmişti. Onun gibi etrafa bakarken önümde oturan torbacı çocuğun korku dolu bakışlarıyla karşılaştığımda kaşlarımı çatıp ne oldu der gibi başımı salladım. Eliyle sus işareti yaparak dikkat çekmemeye çalışıyormuş gibi arkasını dönerek uzaklaştı. "Bu da bir garip he." Devran anlamamış gibi bana baksa da üzerinde durmak istemediği belliydi. Sanki bir şey konuşmak istiyormuş ama yapamıyormuş gibiydi. "Ne söyleyeceksen söyle artık Devran, kıvranıp durma karşımda." "Bu gece." dedi halen etrafı izlerken. Sanki birini görmeyi bekliyormuş gibiydi. Devam etti. "Saat 11'de sinemanın orada olmanı istiyorum." Geçen gece yarım kalan olayı tamamlasınlar istiyor herhalde. İçimden geçenleri yutup başımı olumlu anlamda salladım. "Peki neden?" Dudağının bir tarafı yukarı doğru kıvrıldı. "Yarım kalan bir işimiz var, şimdi gidiyorum." Saçlarıma alelacele kondurduğu öpücüğü beklemediğimden olduğum yerde öylece kalakaldım. Arkasını dönüp geldiği hızda geri dönerken ben az önceki hareketine erimekle meşguldüm. Miray koşarak yanıma gelip çığlık attığında yerimden sıçradım. "Ay öptü seni!" Öksürmeye başladığımda o da karşılığında güldü. "Nefes al nefes, sakinleş." Gülmeye devam etti. Kolumdaki eline vurdum. "Ne öpmesi? Hayal görmüşsün sen." dedim kendimi toparlarken. "Hıhım, öyledir." Sırıtışları arasından bana bakmaya devam etti. "Neden gelmiş?" Kolunu tutup orada dikilmek yerine merdivenlere doğru çekiştirdim. "Görüşmek istiyormuş bu gece." dedim bir çırpıda uzatmadan. "Ay çok heyecanlı bir ilişki, bayıldım." Olduğum yerde durup ters bir bakış attım. "Tabii öyle gelir sana, nasıl olsa otuz kişi silahlarıyla seni kovalamadı." Sesli bir nefes verdi. "Of Eflal, bu da ilişkinizin tuzu biberi." Göz devirdim. "Bana da çok tuz ruhu, kezzabı falan andırıyor." Sınıftan içeri gireceğim sırada birinin sertçe kolumdan tutup başka bir yere çekmesiyle dudaklarımdan kaçan çığlığı engelleyemedim. Sınıflardan birine itilip kapının kilitlenme sesini işittim. Arkamı dönüp bunu yapanı görmeye çalıştığımda karşımdakinin torbacı olması bardağı taşıran son damla oldu. "Sen ne bok yiyorsun lan ruh hastası?" Bağırdım. Bu yaptığı artık beni çıldırtma derecesine getirmişti. "Asıl." dedi kolumu tutup beni duvara doğru iterken. "Sen ne bok yediğinin farkında mısın?" Sorduğu soruyla afallasam da belli etmedim. Burnumun dibinde durduğunda itmeye çalışsam da yapamadım. "Sen o yanında getirdiğin adamı nereden tanıyorsun?" dedi kolumu sıkmaya devam ederken. "Çekil." dedim başımı yana doğru çevirip. Aramızdaki yakınlıktan rahatsızlık duyuyordum. Çenemi tutup yüzümü yüzüne doğru çevirdi. "Cevap ver." dedi daha da yaklaşırken. Göğsüm korkuyla yükselirken ona temas ettiğinde rahatsızlığım iki katına çıktı. Daha fazla bu konumda kalmak istemediğimden cevaplamak daha mantıklı gelmişti. "Arkadaşım." dedim kısaca. Başını geriye bırakıp çenemi tutmaya devam ederken histerik bir kahkaha savurdu. "Bir katil ve polis arkadaş öyle mi?" Dedi gülmeye devam ederken. Kurduğu cümleyi anlamak için içimden kaç kez tekrar ettiğimi bilmiyordum. "Ne katili, ne polisi? Ne anlatıyorsun sen? Hemen bırak beni." İtmeyi tekrar denedim fakat yine sonuçta değişiklik olmadı. "O adam polis." Dedi yüzündeki gülümseme hızla silinirken. Çenemi bırakıp benden uzaklaşırken ellerini ensesinde birleştirip bana arkasını döndü. "Ne polisi Gökhan? Adam sinemada çalışan sadece." Bana doğru döndü tekrar. "Orada görevli bir sivil polis." dedi. Söylediklerinin gerçek olmadığını biliyordum. Devran ve polis olmak mı? İçimde bir yerlerde bu olaya bir taraflarım bile gülmüştü. İG: k.meliike_ |
0% |