@melikesayin
|
Deftere hızlı bir taslak atıp ardından detayların üzerinden geçmeye başladım. Neredeyse bir saatin sonunda Miray'ı çizme işini bitirmiştim. Parmaklarım görselin üzerinde usulca gezindi. Her zaman bir ailem olması bu hayatta en çok istediğim şeylerden yalnızca bir tanesiydi. İçimde büyüyen yalnızlığım ve eksikliğim Hayat'ın ölümünden sonra çok daha kötü bir hal almaya başlamıştı. Çevremde insanlar varken yapayalnız olmak basit bir yalnızlık kavramı için çok ağırdı. Kalabalığın ortasında görünmez olmak, asla fark edilmemek göğsünüzün ortasında koskoca bir delik açıyordu. Bu dünya ben henüz hayatta iken bana cehennemi zaten yaşatmıştı. Beni her şeye karşı, tüm bu kötülüklere karşı nefretle doldurmuştu. Zamanla en sevdiğiniz insanın aynı şekilde en nefret ettiğiniz insana dönüşmesini sağlayan bu hayat ruhunuzda doldurulması mümkün olmayan delikler açıyordu. Bazen bunu size elinizle yaptırsa da sonucunda yine o ne isterse öyle oluyordu. Acımasızdı bir yanda insanlara gökkuşağı sunarken sizin üzerinizde kara bulutları dolaştırıyor, o karanlığa sizi mahkum ediyordu. Bunun bir lanet olduğunu düşünüyordum. Annemin laneti. Beni bir kez olsun sevmek istememişti. Her an hayatını mahvettiğimi söyleyerek bana ilk andan itibaren sevgiden ziyade nefret aşılamıştı. Kalbimdeki parçalar beni yaralayarak törpülenip ardından başkalarına zarar vermeye başladığında yine boktan dünya adaleti üzerinde suçlu kişi ben olmuştum. Babamı düşündüm uzun zaman sonra. Derin bir nefes aldım. Ölenin ardından hissedilen hissin bir durma noktası vardı. Acı olsa da ölümün varlığına alışmak hayatın en büyük ve en çirkin gerçeğiydi. Ölüm için tutulan yasın bile bir süresi vardı. Hayatta iken ölen birisi için insan ne söyleyebilirdi? Ya da bunu hangi hisler içerisinde tarif edebilirdi? Annemin sevgisizliği bir yana, babamın sevgisizliğini de düşündüğümde bu dünya hatta bu içerisinde yaşadığımız koskoca evren bana dar geliyordu. Benimle tek kelime etmezdi, bir an için dudaklarından benim için dökülmüş bir kelime olmamıştı. Ölenlerin bile bir gün gelebileceği söylenmişken hayatta olanlar için imkansızı görmek ölümden çok daha beterdi. Böyle bir hayat, hayat mıdır diye düşünmeden edemezdim. Parmaklarım usulca telefonun ekranına ulaştığında hiç düşünmeden Hayal'i aradım. "Bitti mi?" dediğinde dudaklarımdan dökülen hıçkırığa engel olamadım. "Miray benim ailem." dedim usulca korkuyla. "Senin ailen benim Eflal, biz birlikte güçlüyüz." dedi sabit bir ses tonuyla. "Benim hiç ailem olmamıştı, onlara dokunmayalım." Parmakları bir an için sıkıca kolumu sarıp beni sarstı. Yanımda oturan Hayal'e çevirdim başımı. "Bana bak Eflal! Ya o ya ben? Hangimizden vazgeçeceksin? Seni güçlü yapan ben mi, yoksa tüm bu olanları öğrendiğinde tek seferde senden vazgeçecek olan Miray mı? Karar ver." Elini kolumdan çektiğinde hıçkırıklarım arasında telefonumu elimden bıraktım. İlk kez bir aileye sahip olduğumu hissediyorken şimdi tüm bu yaşananlar için kendimden bir kez daha nefret etmiştim. Çizimi daha sonra tamamlamak adına bir kenara bıraktım. Devran'dan. Geri çekilip çaldığım kapının açılmasını bekledim. Gözlerimi iki katlı, yıkılmaya yüz tutmuş evin üzerinde gezdirdim. Kapıyı orta yaşlarda, kısa boylu, saçlarının bazı kısımları yer yer beyazlamış bir kadın açtığında merakla yüzüme baktı. "Buyur oğlum, kime baktın?" Bakışlarım kadının arkasından evin içine kaydı. "Zeynep hanıma bakmıştım." Dedim avuçlarımın arasında duran resme bakarak. Resimdeki kadın oldukça bakımlı görünüyordu, karşımdaki kadını her ne kadar andırsa da resimde gördüğüm kadının annesi olabileceğini düşünmüştüm. "Benim." dediğinde şaşkınlıkla kaşlarımın havalanmasına engel olamadım. Elimdeki resim en fazla bundan beş yıl öncesine aitti, nasıl bu kadar çökmüş bu kadın diye düşünmeden edememiştim. Sessizliğimden ötürü daha çok meraklanmış olsa gerek durmadı. "Sen kimsin?" Yüzünde tek bir mimik oynamasa da gözlerinin ardından geçen merakı görebiliyordum. "Polis." dedim cebimdeki cüzdanı çıkarıp kimliğimi gösterirken. Bir adım geri çekilip kapının koluna tutundu. "Sakin olun, bir konu hakkında konuşmak için rahatsız ettim sizi. Endişelenecek bir şey yok." Polis olduğumu duyduğunda yüzünde oluşan ifadeden endişesi anlaşılıyordu. "Polisin benimle ne işi olur bilmedim ki? Gel bakalım." İlk cümleyi kendi kendine konuşur gibi söylemişti. Geri çekilip eve girmem için alan açtığında içeri girip az önce arkasından süzdüğüm evi şimdi daha detaylı inceleyebiliyordum. Eliyle ileriyi işaret edip önden ilerleyerek merdivenleri çıktı. Evin dışı kadar içi de eski ve karanlıktı. Duvarlardaki pembe renk sanki yıllardır el sürülmemiş gibi solmuş ve eve daha karanlık bir hava katmıştı. Sanki siyah beyaz eski filmlerden fırlamış gibi görünen merdivenleri sonunda bitirdiğimizde karşımda salon olduğunu düşündüğüm odaya girdi. Karşılıklı iki koltuk, bir de televizyonun olduğu odada koltuğa oturup eliyle karşısındaki yeri işaret etti. Televizyonun olduğu yerde sarı saçlı küçük bir çocuk resmi vardı. Duvarda asılı olan sarışın, masmavi gözleri fotoğraftan bile açıkça belli olan kıza baktım. Kadını daha fazla bekletmemek adına karşısındaki koltuğa geçip oturdum. "Bir şey vereyim sana. Ne içersin?" Başımı olumsuz anlamda salladım. "Hiç gerek yok rahatsız olmayın, çok kalmayacağım zaten." Yüzünde git gide büyüyen merak duygusunu bu kadar açık şekilde görebiliyor olmak karşımdaki kadının hislerini çok çabuk belli eden bir insan olduğunu gösteriyordu. Vaktim oldukça kısıtlıydı, olabildiğince hızlı şekilde dönmem gerekiyordu. "Ben buraya Hayat Demir cinayeti için geldim." Söylediğim şeyle gözleri aniden büyürken sert bir şekilde yutkundu. Ardından olabildiğince hızlı şekilde gözleri boşluğa takıldı. Sanki tüm hayatı gözlerinin önünden geçiyormuş gibi yüzünün her bir noktasından geçen acıyı hissettim. Cümleyi kurduğum andan itibaren sanki evin içerisindeki tüm ışık çekilmiş gibi tüm bedenimin karanlığa gömüldüğünü hissettim. "Cinayet." dedi titreyen sesiyle. Sesindeki tını hayatım boyunca belki de hiç duymadığım bir sızıyla söylenmişti. "Hayatım öldü öleli hiç bu konuda konuşmadım." kendine gelmiş gibi gözlerini sabitlediği boşluktan çekip yüzüme çevirdi tekrar. "Sizi üzmek istemiyorum, lakin o güne dönmemiz gerekecek." Ellerini dizlerinin üzerine koydu. "Bunca zaman sonra neden soruyorsunuz şimdi bunları? Bir şey mi oldu?" Ona bahsetmeyi buraya gelene kadar hiç düşünmemiştim. "Sanırım dosyada bir gelişme yakaladım." dedim kısaca. "Katili bulmama az kaldı." Bir an için gözlerine yansıyan ışığı gördüm. Bu söylediğim ona umut vermiş gibiydi. Gözlerinde beliren intikam ateşini görmemek için aptal olmak gerekiyordu. "Kızım zaten hastaydı ve hastanede yatıyordu." Anlatmaya başladığında oturduğum yerde geriye yaslanıp karşımdaki kadını dikkatle dinlemeye başladım. "Akciğer kanseriydi ve doktorlar çok geç fark ettiler durumunu. Yaşı gereği çok da bekledikleri bir hastalık değildi bu yüzden en son akıllarına o geldi. Geç fark edilse de son zamanlarında tedaviye yanıt vermeye başlamıştı fakat o gün beklemediğimiz bir şey oldu." Bir süre duraksayıp dolan gözlerini başka bir yöne çevirdi. Anlatırken üzerinden onca süre geçmiş olmasına rağmen bir an için durup düşünmemiş, sanki her şey daha dün yaşanmış gibi olayı tüm netliğiyle anlatıyordu. "Sadece bir tane arkadaşı olmuştu hayatı boyunca. Çok sosyal bir kız olmasına rağmen kendine Eflal'den başka yakın arkadaş istememiş, sadece onunla samimi olmuştu. Bir de Arsel vardı. Çok görüşmezlerdi ama o da arada gelip giderdi. Yine de Eflal onu bilsin istemezdi, kırılacağını düşünürdü herhalde. Konu o olunca akan sular dururdu." Dedi gülümserken. " Aile gibiydik. Eflal benim elimde büyüdü diyebilirim. Anne ve babası çok erken yaşta onu anneannesine bırakıp gitti bir daha da dönmedi. Bazen hastanede Hayat'ın yanında o kalırdı, bazen ben." Arkasında duran su şişesinin kapağını açıp bir yudum aldıktan sonra devam etti. "O gün de yanında Eflal kalmıştı ama anneannesi rahatsızlanınca bir saat kadar onun yanına gitmek zorunda kalmış o sırada da Arsel uğramak istemiş yanına." O andan itibaren gerilen vücudunu ve kasılan yüz hatlarını inceledim. Eflal'den bahsederken gözlerinin içi gülen kadın konu Arsel olduğunda bir anda öfkelenmişti. "Eflal geldiğinde Arsel de gitmek üzereymiş. Orada Eflal ile karşılaştıklarında daha kim olduğunu soramadan Hayat kötüleşmeye başlamış. Doktorlar gelmişler ama yetişememişler." Gözlerinden süzülen yaşları elinin tersiyle silip omuz silkti. "Kanında bazı maddeler bulduk dediler, polisler de geldi ama bir şey çıkmadı." Elinin birini diğerinin üzerine koyup ovaladı. "Eflal ile Arsel'den şüphelendiler. Ne kadar dil döksem de dinletemedim, Eflal'i de sorguladılar. Kızcağız kardeşinin acısıyla uğraşırken bir de polislerle uğraştı." Kaşlarımı çattım. Eflal'den en ufak bir şüphe duymuyordu, böylece suçlu bulduğu kişi aslında Arsel'di. "Yıllarca kendini suçladı onu tek başına bıraktığı için. Bir süre sonra da dayanamadı, kopardı tüm bağlarını artık o da gelmiyor buralara. Ama o şeytan yaptı biliyorum, kanıt bulamadıkları için serbest bıraktılar dosya kapandı ama benim kızımın katili oldu." Sesli bir nefes verip bakışlarını yüzüme çevirdi. Sanırım bitirmişti. Arsel'in ismini aklımın bir köşesine not alırken onun katil olduğuna nasıl bu kadar emin olduğunu anlamaya çalıştım. "Peki onun yaptığını düşünmenize sebep olan nedir?" "Hemşirelerden biri odaya ilaç vermek için geldiği sırada onları tartışırken görmüş. Kolundaki serumu zorla çıkarmaya çalışırken yakalamış onu. Kontrol ediyordum demiş ama o olaydan sonra kızım kötüleşmiş." Tüm bunlar birini katil ilan etmek için yetersizdi ancak serumu zorla çıkarmaya çalışıyor olması ve o durumdaki bir hasta ile tartışması gerçekten ilginçti. Sıradaki sorgulanması gereken kişi Arsel'di. İG: k.meliike_
|
0% |