@melikesayin
|
Odamın penceresinden içeri sızan ışığı izledim. Bazı anılar da zihnimin içerisinde aynen böyleydi. Zifiri karanlığın içerisinde ince, küçücük ışıklar. "Bu dünyada gerçek olan çok az şey var." Dedi fısıltıdan farksız ses tonuyla. Konuşurken zorlandığı her halinden belli oluyordu. "Bak." Zaten kısık olan gözlerini kapatarak derin bir nefes aldı. "Kokuyu alabiliyor musun?" Aynen onun yaptığı gibi derin bir nefes aldım. İğrenç hastane kokusundan başka bir koku yoktu. "Ne kokusu?" Diye sormadan edemedim. Parmaklarımı korkuyla morarmış olan koluna değdirdim. Sevdiğin insana dokunmaya bile korkar hale gelmek bir insanın bu hayatta görebileceği en acı şeylerden bir tanesiydi. "Papatyalar." Dedi titreyen elini havaya kaldırarak. Bakışlarım işaret ettiği yöne doğru kaydı. Görünürde hiçbir şey yoktu ancak onun için öyle olmadığı açıkça belliydi. "Üzülme." dedi birden bana dönen kocaman açılmış gözleriyle. Yüzünde oluşan gülümseme o kadar içtendi ki, şu halini bilmesem gerçekten iyi olduğunu düşünebilirdim. "Üzülme Eflal." diye tekrarladı. "Beni çiçeklerle dolu, çok güzel bir yere götürüyorlar." Gözlerimi açıp derin bir nefes aldım. Düşünmek bana iyi gelmiyordu. Yatağıma ilerleyip hızlıca uzanarak telefonumu çıkardım. Şarkı dinleyerek uyumak her zaman işimi kolaylaştırıyordu. ((Burada şarkıyı açın. Murat Yılmazyıldırım-Ben Sana Ölüyorum. https://www.youtube.com/watch?v=6gCVtyvx5oA)) Gözlerimi kapatıp şarkıyı mırıldanmaya başladım. "Ağardım güneş yeliyle, sarıldım ay tüyüyle Örüldüm saçının teliyle, ben sana ölüyorum. Görüldüm gözünün feriyle, ben sana ölüyorum." Zor da olsa sonunda gelen uykumun kollarına kendimi bıraktım. Sabah büyük bir gürültü ile gözlerimi aralamak zorunda kalmamı saymazsak uzun zamandır uyuduğum en güzel ve rahat uykuydu. Sesin geldiği yöne, kapıya doğru çevirdim başımı. Anneannem her zamanki gibi sinirli uyanmış ve günümü bana zehretmeyi kafasına koymuş olmalıydı. Ayağa kalkıp kapıya doğru ilerleyip açtım. Yumruk yaptığı eli havada kalmış şekilde bana baktı. "Bir de akşama kadar uyu istersen, gece yatmazsın sabah da kalkmazsın. Ne olacak senin bu durumun böyle? Yatağına kahvaltınızı da getireyim mi hanımefendi?" Yüksek sesiyle ardı arkasına sıraladığı kelimeleri önemsemediğimi belli eder şekilde, "Ne oldu sabah sabah? Ne yaptım yine?" Diyebildim. Uykulu halimle hiç karşılık verecek durumda değildim. "Daha dün gecenin hesabını soracağım, unuttum sanma." "Sabahın." Durup bakışlarımı duvardaki saate çevirdim. Bugün dersim vardı ve ben tamamen unutmuştum. "Sekizinde mi soracaksın? Hem dersim var benim geç kalıyorum." Deyip söylenmelerini duymazdan gelerek kapıyı kapattım. Her sabah başka bir konudan ötürü rutin azarımı işitmeden rahat edemezdim. Aceleyle dolabın karşısına geçip kıyafetlerimi karıştırdım. Havalar oldukça soğumuştu, elime gelen siyah bir sweatshirt ve kalın bir tayt alıp banyoya ilerledim. Saçlarımı gelişigüzel tarayıp yukarıdan toplayarak yüzümü yıkadım. Kıyafetlerimi giyindikten sonra duvara astığım ders programından çantamı hazırladım, odadan sessiz olmaya özen göstererek çıktım. Anneannemden yeni bir azar işitmeyi kafamın kaldırmayacağına emindim. Eskiden beni ne kadar çok sevdiğini hatırlamak hala içimde bir yerlere dokunuyordu. Zamanla kızının mutsuzluğuna sebep olmuş olmamı kabullenemeyip benden nefret etmesi de hemen ardından gözlerimin dolmasına sebep oluyordu. Ne sevildiğimde yaşadığım mutluluğu unutabiliyordum ne de nefret edilmenin acısı geçiyordu. Hepsi göğsümün ortasında geçmesi mümkün olamayan yaralardı. Sessiz bir şekilde ayakkabılarımı giyip evden çıktım. Yerdeki su birikintilerinden anlaşılan yağmur sabaha kadar durmadan yağmıştı. Canım her ne kadar istemese de dershaneye doğru gitmek için bahçe kapısını açtım. Derin bir nefes alıp toprak kokusunu içime çektim. En sevdiğim anlardan bir tanesiydi. Yağmurun ardında bıraktığı toprak kokusuna bayılıyordum. Sevdiğim herkesi benden alacak kadar acımasız olan toprak, yine onların kokusuna beni hasret bırakmayacak kadar merhametliydi. Evin önünden ayrılıp yokuşa doğru ilerlerken dün gece olanları tekrar düşündüm. Hayal'i hatırlamak içimde ne olduğunu bilmediğim garip bir hisse sebep oluyordu. Kendisi de oldukça ilginç bir insandı. Sanki onu yıllardır tanıyormuşum hissi dikkatimi çeken şeylerin başında geliyordu. "Benim gibi bir sürü arkadaşın olacak, yalnız kalacak değilsin ya." Bugün her zamankinden daha iyi görünüyordu. "Ben bir sürü arkadaş istemiyorum, seni istiyorum." Elimi tutup yanımda olduğunu hissettirmek ister gibi sıktı. Vücudunda güç namına hiçbir şeyin kalmadığını anlayabiliyordum. Bu hastalık onu oldukça yormuştu. "Merak etme ben mütemadiyen seninle olacağım..." Parmaklarını göğsümün üzerine vurup, "Burada." Dedi gülümseyerek. Gülümseyerek derin bir nefes aldım. O an canımı yakan sözleri o gittikten sonra kendimi yalnız hissetmemem için en büyük destekçim olmuşlardı. Hayal'i de ona benzettiğim için tanıyormuş gibi hissediyordum. Sanırım bu sebepten kendimi ona yakın hissetmiştim. "Eflal." Arkamdan gelen sesle bakışlarım o yöne döndü. Hayal'i görmemle istemsiz olarak elimi kaldırıp sağa sola salladım. Yüzünde kocaman bir gülümsemeyle bana doğru gelirken olduğum yerde durup onu bekledim. Beklediğimi görünce o da adımlarını hızlandırarak yanıma ulaştı. "Günaydın." Dedi enerji dolu sesiyle. "Günaydın." Onunkine nazaran sesim her zaman daha donuktu. "Nereye gidiyorsun sabah sabah?" "Dershaneye gidiyorum, sen nereye?" Bir süre bakışlarını etrafta gezdirdi. Sanırım nereye gittiğini kendisi de bilmiyordu. Bu hali içimde gülme isteği oluştururken kendimi tutamadım. "Nereye gittiğini bilmiyor musun?" "Aslında biliyorum." Omuz silkti "Ama ilk sana gelmeyi planlıyordum belki birlikte gezebiliriz diye." Dudaklarını bebek gibi büzerek bakışlarını önünde birleştirdiği ellerine indirdi. "Ama derslerin her şeyden daha önemli tabii, uygun olduğun-" "Önemli dersler değil aslında." Dedim sözünü keserek. Yüzündeki gülümseme geri gelirken el çırparak yanıma geçti. Koluma girerken ne kadar istekli olduğu anlaşılıyordu. Uzun zaman sonra kendimi birine yakın hissetmek içimde bir yerlerde çiçekler açtırıyordu sanki. "O zaman beni buradaki en sevdiğin yere götürmekle başlayabilirsin." Bir süre olduğum yerde durdum. Bu şehre dair sevdiğim çok az şey vardı. Kendimi iyi hissettiğim yerler de sayılıydı. Bana kendimi bu şehre ait hissettirecek yerler aramıştım burada yaşadığım süre boyunca, ancak bu pek mümkün olmamıştı. Yaşamım boyunca kendime bir ev aramış, lakin asla bulamamıştım. Zamanla bu dünyada bir yerim olmadığını kabullenmiş, böyle de yaşamaya alışmıştım. Kolumun dürtülmesiyle yavaş adımlarla yürümeye başladım. Şehrin kalabalığından uzaklaşmak istediğimde kaçtığım bir park vardı ve sanırım birbirimizi tanıyabilmemiz adına da güzel bir başlangıç olabilirdi. "Umarım sakin bir yerdir." Anlaşılan o da benim gibi kalabalık yerlerden hoşlanmıyordu. "Bu saatlerde pek kimsenin olacağını sanmıyorum." Adımlarımı parkın büyük girişine doğru yönelttim. İleride küçük bir kısmı görünen kafeye doğru beni götüren ayaklarımı durduramadım. Etrafı saran kahve kokularını derin nefeslerle içime çekerken buraya dair en sevdiğim şeyin bu olduğunu bir kez daha anımsamıştım. Küçük bir yer olmasına rağmen oldukça güzeldi. İçeride yaşlı bir amca çalışıyordu, oldukça sıcak bir ortamdı. En azından benim içimi ısıtmaya yetiyordu. "Ben kahve alacağım, sen ne içersin?" Bir süre düşündükten sonra saçlarını geriye iterken, "Sen ne içiyorsan aynından alayım ben de." Başımı salladıktan sonra kahve kokusuna doğru büyük bir hevesle yürüdüm. Tadı kadar kokusunu da çok seviyordum. Kahveleri alıp kısa süre içerisinde Hayal'in yanına geri döndüm. Kısa bir yürüyüşün ardından ağaçların altında bulunan banka oturdum. Yanımdaki yerini alırken meraklı gözlerle etrafı izlemeye devam ediyordu. Normalde de pek az kişinin olduğu bu yer, günün bu saatlerinde daha sakindi. Sessizliğe eşlik eden kuş sesleri insanı büyüleyecek kadar güzeldi. Bakışlarımı hala etrafı izleyen Hayal'e doğru çevirdim. "Buraya yeni geldiğinizi söylemiştin. Başka bir şehirden mi geldiniz?" Başını sallarken bana doğru döndü. "Evet ailemin işlerinden ötürü şehir değiştirmek zorunda kaldık." Aile sözü içimde bir yerleri sızlatırken aldırış etmedim. "Hep böyle şehir değiştirmek zorunda mı kalıyorsunuz?" Henüz tanışalı çok kısa bir süre olmuştu ancak uzun zaman sonra yeniden ısındığım birini kaybetme fikri oldukça korkunç gelmişti. İnsanlara alışmak kolaydı, zor olan birinin yokluğuna alışmak zorunda kalmaktı. "Hayatımın tamamı bu şekilde geçti diyebilirim. Ancak artık burasının son durak olduğunu söylüyorlar. Buraya iş için değil de, daha çok yaşamak için geldik." İki gündür tanıdığım bir insanın gitmeyecek olmasına sevinmek kadar saçma bir şey olabilir miydi? İçten içe kendimin bu haline gülmeden edemedim. "Sen de uzun zamandır burada yaşıyor olmalısın. Pek yabancıymışsın gibi durmuyor." "Epeydir buradayım, anneannem bu şehri sevdiğini söylüyor." Kahvemden büyük bir yudum alırken burada olmanın, bu kahvenin ilk kez bu denli keyif verdiğini hissediyordum. "Ailen nerede?" Bu soruyu duymaya alışmıştım yine de her sorulduğunda sanki ilk kez soruluyormuş gibi canımı yakıyordu. Dolmaya başlayan gözlerimi gökyüzüne doğru çevirdim. Çaktırmadan yukarı bakarak akmaya hazırlanan yaşları akmadan durdurmayı planlıyordum. Hislerini herkesten gizlemek zorunda bırakıldıysan, başkalarının yanında ağlamak en büyük güçsüzlüğün haline geliyordu. "Başka bir ülkede yaşıyorlar." Ses tonumu düz tutmaya çalıştım. Üzerimdeki bakışlarını çekip etrafı izlemeye başladı. Uzun süreli sessizlikle birlikte kahvelerimizi içerken genelde içinden çıkamadığım kafamın içerisindeki karmaşanın sessizliği de aramıza giren sessizlikle birlikte bozuldu. Buraya her gelişimde yaptığım gibi Deniz'i düşündüm, bakışlarım gökyüzünü buldu. Onu ne zaman düşünsem bakışlarım istemsiz gökyüzünü buluyordu. İçim nice ölümler görmüştü, kimleri gömmüştüm oysa ki ben hiçbiri bu denli gerçek değildi. "Çok yakın bir arkadaşım vardı." Boğazımda uzun süredir konuşmamış olmanın verdiği kuruluktan ötürü yutkunmak zorunda kaldım. "Yaşım oldukça küçüktü lakin yaşadıklarım tek başıma taşımakta güçlük çekeceğim kadar büyüktü." Uzun zamandır kimseye hiçbir şey anlatmamış olmanın stresli etkisi üzerimde hüküm sürüyordu. "Bu dünyada sevgiyi hak etmediğim ve yalnızca bu duygunun hissettirdiği mutluluğa hak edenlerin ulaşabileceği bir ödül gözüyle bakmaya alıştırdım kendimi. Hayat bir şekilde beni de sevebilecek birisini karşıma çıkarmıştı ki..." yutkunmak ve bununla birlikte boğazımda oluşan tüm düğümlerin çözülmesini diledim. " Belki de o düğümlere kendini asmayı..." İç sesimi görmezden gelerek birkaç kez yutkundum. "Çok geçmeden önce onu benden uzaklaştırdı, ardından da tamamen aldı." "Kim bilir, gerçekten hak edenlerin ulaşacağı bir ödüldür belki de?" Bu kez konuşan benden pek haz etmeyen yanımdı. Bir yanım tüm yaşananlardan beni mesul tutarken diğer yanım beni dizlerine yatırmış saçlarımı okşuyordu. İçimde çıkacak arbededen korkarak verdiğim suskunluk savaşını bugün yenilgi ile sonlandırıyordum. İG: k.meliike |
0% |