Yeni Üyelik
7.
Bölüm

7. Bölüm

@melikesayin

İçimdeki sıkıntı git gide büyürken hissettiğim çaresizlik ve karmaşa beni etkisi altına aldı. Göğsümün üzerinde hissettiğim ağırlık geçmek bilmiyordu. Yaşadıklarımı anlamlandırmaya çalışmanın mümkün olmadığını bilmek ve bu çaresizliği kabullenmek benim için oldukça zordu. Tüm bu yaşanan saçmalıkları düşünmeye fırsatım dahi olmamıştı.

Burada olduğum süreçte tek bir taksi geçmemişti. Karşımdaki çocuğun teklifini kabul edip etmeme konusunda ciddi bir kararsızlık yaşasam da sonunda oraya yetişmek için tek çaremin bu olduğuna kanaat getirdim.

"***** sokağa gitmem gerek." Fısıltıdan farksız çıkan kısılmış sesimle zor da olsa konuşmayı başarmıştım.

Başını sallamakla yetindi, tek kelime etmeden araca yürüyüp cebinden çıkardığı anahtar ile kapıyı açtı. Binmeden önce bana kısa bir bakış atıp gözleriyle aracı işaret ederek harekete geçmem adına beni uyardı. Bedenimi taşımakta dahi güçlük çeken zavallı bacaklarım vücudumda kalan son güç kırıntılarını da araca binmek için harcadı. Başımı geriye bırakıp aracın koltuğuna yasladıktan sonra adını bile bilmediğim kişinin yaptığı gibi sessizliğimi korudum. Tükendiğimi hissediyordum. Arabanın ön camından yüzüme yansıyan ışıklar sanki zihnimin içerisine ışık tutuyormuş gibi tüm yaşananları sakin bir şekilde düşünme fırsatını şu an yakalayabiliyordum. Yaşananlar film şeridi gibi sırasıyla gözümün önünden geçerken anlık kareler gözümün önünde yavaşlıyor, sanki bir video kaydı izliyormuş hissiyatı yaratıyordu. Zihnim beni bulunduğum ortamdan alıp ailemin, daha doğrusu annemin beni terk ettiği ilk ana götürdü. Henüz altı yaşında iken sevildiğini hiçbir zaman hissetmemiş ailesi tarafından hep istenmeyen o çocuk olmuştum. Başlarda beni seven anneannem bir süre sonra kızının benim yüzümden onu da terk ettiği düşüncesiyle bana olan son sevgi kırıntısını da yitirmişti. Başından beri sevilmemek sorun değildi, lakin başta seni seven bir insanın zamanla sevgisinin kayboluşunu izlemek tarifi edilemeyecek bir acıydı. Hayat bu yaşayabileceğim en büyük acıydı dediğim her noktada beni duyuyormuş gibi bir büyüğüyle gelmeye devam etti. Dikkatimi üzerine toplayan bileğimdeki kesikler, yıllar önce kapanmış olmasına rağmen aynı acıyla sızlarken bu acıyı sonlandırmayı diledim. Parmaklarım olabildiğince sıkı şekilde bileğimi kavradı, sanki dokunduğum beden bana ait değilmiş gibi kendime yabancılaşmıştım. Hayat da aynen şu an benim yaptığım gibi ilk kez kendi isteğimle kendimde açtığım yaraların üzerini kapatmaya çalışırken girmişti hayatıma. Bu evrenin bana yaptığı ilk ve son iyilik olarak zihnimin en aydınlık köşesine kazınmıştı, sonrasında da hayatımın en büyük acısı olarak. Geçirdiğimiz bana asla yetmeyen o kısacık sürede birlikte çok şey öğrendik lakin Tanrı onu da benden oldukça erken aldı.

Yanımda hissettiğim hareketlilik tüm düşüncelerimi toz bulutu edasıyla dağıtırken bakışlarım o yöne döndü. Arabanın kapısını açıp bir bacağı dışarıdayken etrafına baktı, ardından tamamen arabadan çıkıp kapıyı kapattı. Onun yaptığı gibi etrafı süzdüm, istediğim yere gelmiştik fakat görünürde kimse yok gibiydi. Arabadan inip kapıyı kapattım.

"Bana yardım ettiğin için teşekkür ederim." Ben gitmesini beklerken o pek de gidecek gibi durmuyordu. Arabanın ön kısmına yaslanıp ellerini önünde birleştirdi.

"Bu saatte burada ne işin var?" Etrafı süzmeye devam ediyordu.

"Yardımların için gerçekten minnettarım, ama ben sorgulaman için bir sebep göremiyorum ortada." Arabanın önüne geçip karşısında durdum. Yüzü yine karanlıktan ötürü net değil, lakin yakınlıktan dolayı daha seçilebilir biçimdeydi. Karanlığa rağmen çatılan kaşlarını görebiliyordum. Bakışları halen etrafı tararken gerginliğini hissetmemek elde değildi.

"Seni gecenin bu saati buraya getiren de, muhtemelen buraya gelene kadarki süreçte son gören de ben olduğum için başına gelebilecek şeylerden de ben sorumlu tutulabilirim."

Parmaklarımı saçlarımın arasından geçirip geriye doğru ittim. Sanırım haklıydı, burası bulunduğum yerin en ıssız sokaklarından birisiydi ve bu saatlerde de pek tekin sayılmazdı. Bakışlarında tek bir duygu kırıntısı görmek mümkün değildi, donukluğu içimi ürpertse de bir şey söylemedim. Kafamı sola doğru çevirip omuzumun üzerinden gitmem gereken parka doğru baktım, görünürde hala kimse yoktu.

"Birisini mi bekliyorsun?"

Bakışlarını üzerimde hissetmek vücudumda rahatsızlıkla olduğum yerde hareket etme isteği doğurdu. Birinin beni bu dikkatle incelemesi hoşlanmadığım şeyler arasındaydı.

Başımı aşağı yukarı sallayıp onu onaylamakla yetindim.

"Görünürde kimse yok." Yaslandığı yerden çekilip ellerini montunun cebine sokarak parka doğru ilerledi. Bacaklarım benden bağımsız şekilde peşinden giderken havanın soğukluğu ve ortamın gerginliği vücudumdaki titremenin şiddetini artırdı. Yine de karşımdaki kişiye belli etmemek adına sakinliğimi korumaya çalışıyordum.

Onun yaptığı gibi ellerimi cebime sokarken parkın, etrafı sıra sıra ağaçlarla donatılmış yürüyüş yolundan yavaş adımlarla geçtim. Bana notları gönderen kişinin beni tanıdığı aşikardı. Bu yerin benim için özel olduğunu bilen yalnızca iki kişi vardı ve birisi artık hayatta bile değildi. Böyle bir şeyin nasıl mümkün olduğunu anlayamıyordum, şu an burada ne için var olduğumu anlayamıyordum. Yüzüme bir anda vuran sokak lambasının ışığı, önümdeki bedenin çekilmesinden kaynaklıydı. En uç köşedeki banklardan birine oturduğunu gördüm lakin durmadan önünden geçip yoluma devam ettim. Ağaçların varlığı yerini usulca boşluğa bırakırken karşıdan görünen binlerce ışık bu yerin tüm güzelliğini unuttuğum hafızama tekrar kazıdı. Şehrin büyük bir kısmı buradan bakıldığında görünebiliyordu. Manzaranın büyüsü gözüme çarpan salıncak ile derin bir sızıyla içime dokunurken, bacaklarım sanki onları yöneten ben değilmişim gibi o yöne ilerledi. Parkın ortasında iki salıncak ve pek de düzgün olmayan bir nizamla yeşil çimenler üzerine dizilmiş masalar. Esen rüzgar vücuduma binlerce iğne batırıyorlarmış gibi hissettirirken üzerimdeki montuma daha sıkı sarıldım. Yaz aylarında bile bulunduğu konumdan dolayı serin olan bu yer, kışları daha da çekilmez oluyordu. Bu parkın en büyük özelliği asla dinmek bilmeyen rüzgarları olmalıydı.

Daha önce Hayat ile burada bulunmuş olmanın verdiği sıcaklık yalnızca içimi ısıtabiliyordu. Bundan henüz bir sene evvel hayatta ve benimle buradaydı. Hastalığının güçsüz düşürdüğü bedenine rağmen sırf benimle geçirdiği son zamanlarında onu iyi hatırlayabileyim diye dimdik duruşu gözlerimden akmak için bekleyen yaşları serbest bırakmama sebep oldu. Onunla oturduğumuz masanın önünde bir süre daha durup bekledim.

Neyi, kimi beklediğimi bilmeden öylece durdum.

Parmaklarım onun dokunduğu yerlerde usulca gezindi. "Sana dön diyemem Hayat, ama keşke hiç gitmemiş olsaydın. Bu boşluğun çaresizliği ile senin mezar taşını öpmem arasında ne fark var şimdi?"

Derin bir nefes alıp göz yaşlarımı sildim. Bu halde olmamın kimseye bir faydası yoktu, beni çağıran kişi de gelme niyetinde değildi belli ki. Hatta belki bir köşede öylece durmuş gülerek izliyor bile olabilirdi. Bu düşünce etrafımı kontrol etmeme sebep olurken buradan gitme kararı aldım. Bakışlarım son kez masanın üzerinde gezinirken kenarda duran bir kutu dikkatimi çekti. Başta öylesine bir çöp sansam da kutunun güzelliği dikkat çekiyordu. Masanın etrafından dolaşıp kutuya yaklaştım.

"Bomba olmasın?"

İç sesimin haklılık payını sorgularken histerik bir kahkaha atmaktan kendimi alamadım. İçimde büyüyen öfke beni ele geçirirken etrafımda döndüm.

"Tabii ya, oyun oynamak istiyorsun benimle değil mi?" Sesimin yüksekliğini umursamadım.

"Korkağın tekisin sen., sana bu zevki yaşatmayacağım." Sonlara doğru kısılan sesim içimdeki öfkeyi dindirmeye yetmiyordu. Bu nefreti kusmaya gücümün yetmesi mümkün değildi. Üstelik beni bir yerlerde izleyip güldüğüne emindim. Kutuyu yerden alıp içini açmadan geldiğim yola doğru ilerledim, burada olmam o ucubeye keyif vermekten başka bir işe yaramıyordu. Üzülmemi istediği, bunu yaparken de durumdan haz aldığı ortadaydı. Karşıdan hızlı adımlarla bana doğru gelen çocuk beni gördüğünde adımlarını yavaşlattı. Başını öne doğru uzatıp geldiğim yeri inceledi.

"Tebrikler, beni korkutmayı başardın." dedi benim aksime sesi oldukça sakindi.

"Hiç kimsenin olmadığı bir yerde kiminle tartışıyorsun? Kendinle mi?"

Tüm öfkem yüzüne yansıyan sokak lambasının ışığı ile yok olurken, onu incelemekten kendimi alamadım. Alnına dökülmüş dalgalı saçları dağınık olmasına rağmen ona mükemmel bir hava katmıştı. Açık kumral bir renge sahip, yer yer koyu kahveler dikkat çekiyordu. Kalemle çizilmiş gibi görünen burnu yine aynı şekilde dudakları bir insana ait olması mümkün olmayacak güzelliğe sahiplerdi. Koyu kahve gözleri gözlerimi bulduğunda yutkundum. Kulağında bir Tragus piercing vardı.

Ellerini cebinden çıkarıp kolundaki saate baktı.

"Seni evine bırakayım. Oldukça geç bir saat, taksi bulmak zor olur." Olduğum yerde öylece durmayı kesip yanına ilerledim.

"Teşekkür ederim." Tüm konuşmamız bu kadardı. Onu gördüğümden beri yalnızca teşekkür ediyordum. Beni hiç tanımıyor olmasına rağmen yardımcı olması bile bu dünyaya karşı kalan som umut kırıntıları ile beni besliyordu.

Arabanın önüne geldiğinde durup elini uzattı,

"Devran Ulaş Altay." Dudaklarım istemsiz yukarı doğru kıvrılırken onun yaptığı gibi elimi uzatıp elini sıktım.

"Eflal." dedim usulca. "Eflal Erdem."

İG:k.meliike

Loading...
0%