@melikesayin
|
"O telefonu bırak ve sür şu arabayı." Tüm çocukluğum boyunca insanlardan korkmuştum. O çocuk aklımla üzerlerine yafta olmuş bu kötülüğün sebebini düşünür dururdum. Ne bizim bunu hak ettiğimizi kabullenebilirdim ne de davranışlarının sebepsiz olabileceğini. Tek derdi hayatta kalmak olan çocuklardık, bazen görünmezken bazen de en çok göze batan ve rahatsızlık duyulan neden bizdik? Açlık, soğuk ve hastalıkların yanı sıra insanlarla da savaşmak zorunda kaldığımızda haliyle insanlardan korkar olmuştum. Bize birbirimizden başka kimsenin yararı dokunmaz gibi gelirdi. Bugün 24 yaşımdaydım ve halen insanlardan gördüğüm tek şeyin kötülük olması bu düzenin asla değişmeyeceğinin kanıtıydı. Kabullenmiştim. Tanrı bizleri yaratmış, lakin adil davranmamıştı. Hayata gözlerinizi açtığınız ilk an nasıl bir muamele gördüyseniz ömrünüz boyunca bu böyle sürüp gidiyordu. Sanki sonu gelmez bir kısır döngünün içerisindeydik ve öylece heba olan bir ömrü bitirecektik. Yine bir felaketin ortasındaydım. Telefonumun ekranını kapatırken sakin olmam gerektiğinin farkındaydım. Bakışlarımı adamın üzerinden çekip önce yanan yeşil ışığa ardından da arkamda kornaya basan arabaya baktım. Sonunda hareket ettiğimizde adam da belime yasladığı silahı bastırmaktan vazgeçti. "Ne istiyorsunuz benden?" Nereye gideceğimi düşünürken önüme çıkan ilk sokağa girdim. Ne kadar kalabalık yerlere gidersem o kadar iyiydi ancak burası sandığımın aksine oldukça ıssızdı. "Derdimiz seninle değil, Yazgı ile." İçimden binlerce beddua savururken bir yandan da düzgün bir dille gerçeği anlatsam inandırabilir miydim onu düşünüyordum. Bu sırada silahını benden uzaklaştırıp dizine yasladı. "Bakın." Boğazımı temizleyip sesimin titrememesi için derin bir nefes aldım. Sakinliğimi korumaktan başka çarem yoktu. Şu anda yapacağım stresin kimseye bir faydası dokunmayacaktı. Hem bence o kadar da kötü bir insana benzemiyordu. Tahminimce otuzlu yaşlarının sonlarındaydı, buna rağmen sakallarının arasındaki beyazlıklar yaşını daha büyük gösteriyordu. "Bakın, ben Yazgı isimli kişiyi tanımıyorum." Dedim sonunda cesaretimi toplayıp. Hiçbir cevap vermediğinde kendimi devam etmek zorunda hissettim. Belki daha detaylı anlatsam ikna olacaktı. "Ben bugün onlara yemek götüren bir kuryeyim sadece. Sözde beni korumak için sevgili olduğumuzu söylediğini iddia etti. Biliyorum, size de saçma-" Sesli bir nefes verip sözümü tamamlamama müsaade etmedi. "Kes sesini." Silahını yeniden bana doğrulttu. "Biz bu yalanları kaçıncı kez dinliyoruz biliyor musun?" Sanki birisi başımdan aşağı kaynar su dökmüştü. Bunu kaç kadına daha yapmışlardı? Bu ne demek oluyordu şimdi? Ani bir kararla arabayı durdururken yanımda oturan adama doğru döndüm. Kendimi ağlamamak için zor tutuyorken boğazımdaki düğümleri önemsemeden konuşmaya çalıştım. İstanbul'un ıssız bir sokağında gecenin bu saati bana ne yapacağı bile belli olmayan arabamdaki silahlı adama bir şeyler anlatmaya çalışıyordum ve bu bir hayli zordu. "Bakın size yemin ederim tanımıyorum, o insanları daha önce hiç görmedim." Sözlerimi bitirmemi bekledi. O an fark ettiğim şeylerden bir diğeri de sanki can çekişiyor gibi olan yüz ifadesiydi. Bedeni burada fakat gözlerinin arkasında bir yerde cehennemi yaşıyormuş gibiydi. Bu Yazgı denen adam her ne yaptıysa bu insanların canını oldukça sıkmışa benziyordu. Ben ne olduğunu anlamaya ve ne yapacağımı düşünmeye çalışırken ensemde hissettiğim sancıyla kararan gözlerimi rahatsız edici bir aydınlığa araladım. Kollarım ve bacaklarımda en ufak bir his yoktu. Öne doğru düşmüş olan başımı güçlükle yukarı kaldırmayı denedim. Sanki binlerce iğne bu anı, hareket etmemi bekliyormuş gibi vücuduma saplandığı an hissettiğim acıyla yüzümü buruşturdum. Uzun zamandır bu rahatsız hisle burun buruna gelmemiştim. Sokakta kaldığımız dönem uyuduğumuz yerler o kadar berbattı ki, her uyandığımda bu hisle karşılaşırdım. Bana çok da yabancı değildi o yüzden. Başımı zar zor kaldırıp etrafıma bakındım. Yerdeydim. Ellerim ve ayaklarımı önden birleştirip bağlamışlardı. İçeride oldukça yoğun bir alkol ve sigara kokusu vardı. Bunlardan ziyade ne olduğunu çıkaramadığım, bu kokuları bile bastıracak kadar yoğun bir başka kokuydu. Tam üzerimde yanan bir lamba ve onunla aynı hizada birkaç lamba daha vardı, büyük bir yerdeydik. Etrafta rastgele koyulmuş birkaç sandalye ve bir masa vardı, masanın üzerinde de siyah bir poşet. Eski bir yapı olduğu içinden bile anlaşılıyordu ancak tam olarak bu yerin ne olduğunu anlayamamıştım. Depo tarzı bir yerdi. Saat kaçtı, ne zamandır baygındım hiçbir şey bilmiyordum. "Boşuna inceleme bir kaçış yolu yok." Başımı korkuyla sesin geldiği yöne çevirdim. Karşımdaki görüntü burada yalnız olduğum düşüncesinden çok daha korkunçtu. Birbirine girmiş sarı ve kahve karışımı saçlar, altları benimkinden çok daha mor olan gözler, kurumuş dudaklar ve bitkin bir kadın vardı karşımda. Aşağı yukarı benimle aynı yaşlardaydı lakin görüntüsü tarif edilemeyecek kadar korkunçtu. Bakışlarımı ondan kaçırmak zorunda hissettim kendimi. Kimdi, neden buradaydı, tüm bu olanları aklım almıyordu. "Ne kadar sakinsin, ben ilk uyandığımda çığlık çığlığa ağlamıştım." Hafif muzip ama oldukça yorgundu sesi. "Ne zamandır buradayım ben?" Ne söylemem gerektiğini kestiremiyordum, sanki beynim uyuşmuş gibiydi. "Uyandığımda buradaydın, tahmini 3 saatten fazla oldu." Neredeyse sabah olmak üzereydi. Karşıda bir pencere vardı lakin içeriye en ufak bir ışık girmiyordu. "Nerede olduğumuzu biliyor musun? Sen neden ve ne zamandır buradasın?" Zor da olsa hareket edip onun olduğu tarafa doğru döndüm. İpler açılamayacak kadar sıkıydı. Uzun süreli hareketsizliğin verdiği etkiden olsa gerek kollarım sanki bedenime ağır geliyormuş gibi hareket etmiyordu. O an arkasındaki büyük demir dikkatimi çekti. Elleri arkadan ona bağlanmış durumdaydı, ayakları da yine benim gibi önden bağlanmıştı lakin çok daha sıkı görünüyordu. Bakışlarımı fark etmiş olacak ki; "Ben birkaç kez kaçmayı denediğim için beni buraya bağlamayı tercih ettiler." Derin bir nefes alıp bir süre düşündü. "Öncelikle nerede olduğumuzu bilmiyorum, iki aydan uzun bir süredir buradayım diye tahmin ediyorum." Beynim algılarını kapatmış gibi birkaç kez kendi içimde kurduğu cümleyi tekrar ettim. Bu kızın hiç mi kimsesi yoktu? Hiç kimse polise falan gitmemiş miydi yani? Bizi bulacaklardı. "Bizi en kısa sürede bulacaklar." Dedim o an ondan çok kendimi telkin etmeye çalışır gibi. Göktuğ vardı, Utku vardı, Ece ve Nesrin hanımın durumdan haberi bile vardı. Ortadan kaybolduğumu fark ettikleri an polise gideceklerdi, durumu Korhan abiye ve diğerlerine anlatıp bizi bulacaklardı. Kimse olmasa bile Korhan abi ortalığı çoktan ateşe vermiştir diye düşündüm. O sırada hep içimde büyük bir ağırlık olan kimsesizlik hissinin yok olduğunu fark ettim. Kimsesiz değildim. Beni seven arkadaşlarım, bize babalık yapan Korhan abi vardı. Her ne kadar patronum olsa da yıllardır abla, anne gibi derdime sıkıntıma koşan Nesrin hanım ve Zehra teyze vardı. Kendi kendime gülmeden edemedim. Ece çoktan ağlama krizlerine girip Yazgı denen herifin peşine düşmüştür diye düşündüm. "Komik olan ne?" Dediğinde bakışlarımı yandaki kıza çevirdim. Gerçekten gülmüş müydüm yani böyle bir ortamda? Ah aptal Büge.. "Beni kaçıran adamların ne büyük aptallık ettiğine gülüyordum." Bu kez gülme sırası ona geçmiş gibi kahkaha attı. "Buraya geldiğim ilk gün ben de öyle söylemiştim. Yazgı beni bulur, arkadaşlarım bu insanları sağ bırakmaz sanmıştım.." Kurduğu cümleyle karnımda uçuşan kelebekleri hissettim. Mutluluktan değil, öfkedendi. Bu kızı da mı Yazgı denen adam yüzünden kaçırmışlardı şimdi? "Yazgı mı?" Dedim artık şaşkınlığımı gizleme gereği duymadan. "Tanıyor musun onu?" Umursamaz tavırları şimdi değişip konu ilgisini çekmiş gibi oturuşunu düzeltti. Başımı olumsuz anlamda salladım. İçimde her şeyi ona anlatmam gerektiğini söyleyen ateş yanıp tutuştu. Başımdan geçen olayı tek solukta karşımdaki kıza da anlatırken aynı şaşkınlıkla dinledi beni. Bu kez gülme sırası ona geçmiş gibi cümlemin sonunu bile beklemeden büyük bir kahkaha attı. İG: k.meliike |
0% |