Yeni Üyelik
10.
Bölüm

10. Bölüm- Söz

@melinogut

Ekim 2012
Birce, Aziz, Leyla, Erdem, Meryem ve Sarp. Artık resmi olarak 12. Sınıftılar. Resmi olarak sınav öğrencisiydiler ve birkaç ay sonra resmi olarak üniversite öğrencisi olacaklardı. Okul açıldığında çok yoğun olacaklarını düşündüklerinden sınava çalışmaya yazdan başlamışlardı ve şu aralar bu konuda ne kadar haklı olduklarını fark ediyorlardı. Sabahın erken saatlerinden neredeyse akşam vaktine kadar okulda sonrasında kimisi dershanede, kimisi özel derste, kimisi kütüphanede saatlerini geçirdikten sonra eve döndüklerinde de çalışmaya devam ediyorlardı. Yani, en azından uykusuzluktan bayılmadıkları zamanlarda.

Nefes alabildikleri tek aralık ise dersler arasındaki 10 dakikalık teneffüslerdi artık. Bir de öğle araları. Okulun ilk haftalarında öğle arasında da test çözmeye çalışan Meryem ve Sarp’ı masalarından zorla kazıyarak da olsa kaldırıp aralarına katmayı başarmışlardı. Çünkü içlerinden bir kişi bile çalışmaya devam ediyor olsa diğerleri gönül rahatlığıyla teneffüste dinlemezdi. Teneffüsler ve öğle araları sınav kelimesinden uzak kaldıkları güvenli bir bölgeydi.

Birce de gözleri saatte, bacağını titrettiğinin bile farkında olmadan saatin gelmesini bekliyordu. Hocaları ders anlatmaya devam ediyordu ama yaklaşık 12 dakika önce tüm ilgisini kaybetmişti. Çabalasa da kaçırdıklarını kavramakla şu an için uğraşamazdı. Eve gidince çalışırım diye not düştü aklının bir köşesine. Yelkovanın hareketini gözüyle takip ederken içinden de sayıyordu. Okulda zil çalmadığı için bazı hocaları dersin bittiği konusunda uyarmak gerekiyordu. Biyolojici de onlardan biriydi. Kimse dur demese saatlerce konuşurdu. Vakit dolduğunda haber vermek için bakışlarını hocasına çevirdi.

“Ben de genç delikanlıyım tabi o zamanlar kanımız deli akıyor aldım pederin arabasını. Haberi yok tabi. Çıktık anayola bir sağa yapıyorum bir sol yapıyorum. Makaslar, onlar, bunlar. Tabi örnek almayın diye söylüyorum.”

Bu adam ne zaman ders anlatmayı bırakıp kendi hayat hikayelerine döndü diye düşündü Birce. Bunu bile fark etmemişti o kadar kopuktu dersten.

“Sonra ben tabi kazaya karışınca benim peder demesin mi…”

“Hocam ders bitti.” Birce’nin de boş konuşmaya tahammülü bu kadardı işte. Derste boş konuşmasını hoş karşılayabilirdi ama öğle arasını 50 yaşını geçmiş bir adamın gençlik maceralarını dinleyerek harcayamazdı. Hocası bozulmuştu ama bozulduğunu belli etmemeye çalışarak güldü.

“Resmen sus dedin Bircecim. Tamam susarız yav.”

“Estağfurullah hocam. Çok yoğun ders işliyoruz. Dersin bittiğini fark etmemeniz çok normal.” Hafifçe boğazını temizledi hoca. Ağzının içinde “Çıkabilirsiniz.” diye mırıldandı. Komutu duyar duymaz Birce sırasından kalktı ve hızla kapıya giderek kapıyı açtı. Aynı anda karşı sınıfın kapısı Aziz tarafından açıldı. Birbirlerini karşılarında gördükten sonra birkaç saniye bakıştılar. Sonra gözleri yavaşça kısıldı.

“Aziz.” dedi Birce selamlarcasına.
“Birce.” diye aynı şekilde karşılık verdi Aziz.

“Banka son ulaşan diğerinin 1 gün boyunca kölesi olur.” Birce’nin neredeyse anlaşılmayacak kadar hızlı cümlesinin ardından çizgi filmlerdeki gibi arkada toz bulutundan bir gölgesi kalmıştı. Aziz’in de ondan arda kalır yanı yoktu. Başına gelecek şeyi bildiğinden Birce’nin peşinden koşmaya başlamıştı. Okulun 3. katındaydılar. Uzun koridoru tamamladıktan sonra diğer insanların yollarına çıkmasını engelleyerek merdivenlerden hızlı hızlı inmek zorlu bir görevdi. Ama 2 yıldır her öğle arasına bu şekilde inen Aziz ve Birce için alışılmış bir yolculuktu. Birce önde Aziz arkada merdivenleri tamamladıktan sonra Birce okuldan çıkıp bahçenin bir ucundaki banka depar atmaya devam etti. Banka kendini attığında ise genelde hep birkaç adım arkasında olan Aziz’i görememişti.

Okulun kapısına bakmaya devam etti ama başka insanlar çıkıyordu. Ne olduğunu anlamak ister gibi yerinden kalktı. Birkaç adım atmıştı ki kapıdan çıkan Aziz’le olduğu yerde durdu. Normalden daha yavaş bir şekilde koşarak yanına geldi Aziz. Kendini banka attı.

“Ohoo gençlik bitmiş. Sen şu mabadını o çalışma masandan kaldırmayıp sporunu ihmal edersen böyle tıkanır kalırsın işte.”
Nefes nefeseydi Aziz. Cevap vermeden önce nefesini düzenlemeyi bekledi. Bir eli de kalbindeydi. Komiğine gitti bu hali Birce’nin.

“Dedem! İlacını da getireyim mi? Bu ne? Bu hal ne? Bizim seninle acil hafta sonu koşularımıza tekrar başlamamız lazım.”
Kendini toparladıktan sonra cevap verdi Aziz. “Saçmalama be kızım. Şafak operasyonu gibi kalkıp koşuya mı çıkacağız zaten erken saatte dershane var. Çıktıktan sonra da ölü gibi oluyoruz zaten. Spor yapacak hal kalmıyor insanda.”

“Dııt yanlış cevap. Spor halin olduğu için yapılmaz halin olsun diye yapılır. Yaptıktan sonra enerjik olacaksın zaten. Sen de biliyorsun.”

“Biliyorum biliyorum da zihnim hiç kendini hazır hissetmiyor.”

Ayağına ayağıyla bir tane vurdu Birce. “Sen bahaneleri üret böyle. Tozunu yutturuyordun bana 2 sene önce bak şimdi ne hallere düştün.”

“Ben hamlamadım sen çok geliştirdin kendini.” Birce kendini bankta Aziz’in yanına bıraktı.

“Sus sus yalanlara karnım tok.” O sırada karnından bir gurultu sesi duyuldu. “Belki de açtır. Nerede kaldı bunlar ya?” diyerek kafasını kapıya doğru çevirdi. Tam da o sırada bir kolunu Leyla’nın omzuna atmış sallana sallan gelen Erdem’i ve peşlerinden evlatları gibi minnoş minnoş yürüyerek gelen Meryem ve Sarp’ı gördüler. “Biraz enerji be hadi be!” diye bağırdı Birce onlara doğru ama hiçbiri istifini bozup hızlanmamıştı. Gözünü devirerek tekrar Aziz’e döndü.

“Şu ikiliyi görüyorsun değil mi? Üç vakte kalmaz sevgili olacaklar.” dedi Aziz onlara doğru gelen arkadaşlarını kafasıyla işaret ederek. Birce kafasını hızlı bir şekilde arkaya çevirip aynı hızda Aziz’e döndü.

“Kim? Meryem’le Sarp mı? Ben sorununun fiziksel olduğunu düşünmüştüm ama senin beyninde de bir problem var muhtemelen Azizcim.”

“Valla ben beynimi bilmiyorum ama senin gözlerin baya bir kör belli ki.”

“Ne münasebet be? Hem Meryem Sarp’a bakmaz. Baksa dört yılda bakardı zaten.”

“O işler öyle olmuyor bir tanesi. Sen bu konuda cahilsin. O yüzden konuşma.” İşaret parmağını Birce’nin dudakları üzerine getirdi Aziz. Birce dudakları üstündeki parmağı iterek uzaklaştırdı kendinden.

“Maşallah siz uzmansınız bakıyorum da Aziz Bey. Hangi kız verdi bu uzmanlığı size? Yoksa kızlar mı demeliyim?” Kınar gibi baktı Aziz Birce’ye.

“Yazıklar olsun. Kaç yıldır birlikteyiz yanımda hiç birini gördün mü? Benim uzmanlığım manitacılıktan değil. Aşktan aşktan. Aşk uzmanıyım ben. Kalple ilgili her şeyi gelip bana soracaksın?” Göğsünün gere gere konuşan Aziz’e gülerek bakıyordu Birce.

“Peki o zaman çok değerli aşk uzmanı. Lise aşklarının sonunun mutlu bitmesinin olasılığını bizimle paylaşabilir misiniz?” Aziz az önceki oyuncu havasında değildi. Yan bir gülüşle güldü. Gözlerini yavaşça kırptı.

“Aşkta olasılık hesaplanmaz Birce Hanım. Aşkın bir matematiği yoktur. Kalpte başlar kalpte biter.” Bir müddet durdu Birce gözlerini kısarak Aziz’e baktı.

“Teknik olarak bize aşık hissettiren kalbimiz değil beynimizdir. Kalbimiz sadece kan pompalar. Tüm kararlar beyinden geldiğine göre aşık olm…” Aziz bu sefer Birce’nin dudaklarını tüm eliyle kapatmıştı.

“Sus lütfen ve beni metaforumla yalnız bırak.” Elini geri çektiğinde ikisi de gülüştü. Onlar gülüşürken arkadaşları da bahçeyi aşıp yanlarına gelebilmişlerdi.

“Haydi yemekhaneye çok acıktım.” Diyen Erdem’le ikisi de arkadaşlarına döndü.
“Şey yapsaydık ya. Biraz daha bekleseydik. Akşam yemeğiyle birleştirir yerdik.” dedi Birce tüm tersliğiyle.

“Ne var kızım? Siz deli danalar gibi koşmuyoruz diye bizi suçlayamazsın.” Birce tam geri laf söyleyecekken elinden tutup kaldıran Aziz’le sözünü yuttu. Bir kolunu anında Birce’nin omzuna atıp yürütmeye başlamıştı bile.

“Hadi hadi yürü. Seni doyuralım da önce şu sinirin geçsin.”

Her zamanki gibi yemekhanedeki yerlerini aldılar. Başta Birce olmak üzere hepsinin karnı doydukça yüzlerine de bir mutluluk geliyordu. Sohbet ettiler, şakalaştılar, sınavdan konuşmadılar ama üniversite planlarından bahsettiler uzun uzun. Aynı şehirde üniversiteye devam edecek olmalarının ne kadar heyecanlı olduğundan.

Öğle arasında kalan zamanı erkekler basket sahasında, kızlar da her zamanki banklarında oturup onları izleyerek geçiriyordu. Leyla arada bir gidip erkeklerin oyunlarına çomak sokup eğleniyordu.

“Rezilliğe bak. Tüm alt dönem kızlar bunların basket sahasına geçmelerini bekliyorlar sanki. Camdan bile izleyen var el insaf. Bu kadar mı erkeksiz kaldınız.” Yüzü düşmüştü Meryem’in. Birce tabi ki arkadaşının cümlelerinin altındaki kıskançlığı fark etti. Omzuyla dürttü hafifçe.

“Ee Meryemcim okulun yakışıklısını kapmadan önce düşünecektin bunları.”

“Ben ne bileyim başıma bunların geleceğini.” Bu cümlenin ardından Birce şaşkınlıkla yanındaki arkadaşına döndü. Belki hoşlanıyorum falan der diye bir yem atmıştı ama bu kadar çabuk düşeceğini de beklemiyordu.

“Kaptın mı gerçekten!?” Sesi biraz yüksek çıkmıştı Birce’nin. Basket sahasındaki Aziz dönüp Birce’ye baktı. Meryem’le konuştuğunu görünce tekrar elindeki topla ilgilenip bir basket attı potaya.

“Kim? Ne?” Az önce ağzında çıkan cümlenin ne anlama geldiğini yeni yeni fark eden Meryem. Lafı neresinden çevirsem diye çırpınıyordu.

“Hiç lafı çevirmeye çalışma. Siz Sarp’la ne iş? Sakın Aziz haklı deme bana!”

“Aziz de mi biliyor?” Bu sefer sesi yüksek çıkan Meryem’di. Basket sahasındaki arkadaşlarının gözleri onlara dönmüştü ama onlar bunun farkında değildi. Neyle ilgili konuştuklarını anlayan Aziz, topu Meryem’e bakan Sarp’ın kafasına atarak dikkatleri üstüne çekti.

“Ah, napıyon olum? Gülle mi fırlatıyorsun amınakoyim?” Aziz Sarp’ın kafasından sekip kendisine geri gelen topu bu kez de karnına doğru fırlattı.

“Küfretme lan!” Sarp, topu havada yakalamıştı sırıtarak Aziz’e doğru yaklaştı.

“Birce duymaz ya merak etme. Rahatsız olmaz biriciğin.” Aziz kendisine doğru sırıta sırıta gelen Sarp’ın kafasını kolunun altına alarak sıkıştırdı.

“Konuş dedim mi len ben sana ha.” deyip bir yandan da yumruk yaptığı elinin kemik kısımlarıyla hıncını kafasından alıyordu.

“Sustum sustum hadi oyna.” Onlar oyuna geri döndüklerinde Birce ve Meryem bankta hala harıl harıl konuşuyorlardı.

“İnanamıyorum sana Meryem gerçekten. Ne zaman söylemeyi düşünüyordum tam olarak.”

“Düşünmüyordum.” diye mırıldandı Meryem.

“Ha bir de düşünmüyordun! Bizden gizli gizli mi sevgilicilik mi oynayacaktınız?”

“Ya Birce kuşum ne alakası var. Sevgili değiliz ki biz.”

“Ama olacaksınız?”

“Sanmıyorum.”

“Ne demek sanmıyorum. Bu Sarp danası gönül mü eğlendiriyor seninle? Dövdürteyim mi bizimkilere?” Tam banktan kalkıp sahaya gidecekken Meryem’in kolunu tutmasıyla tekrar geri yerine oturdu.

“Delirme Birce. Hem ortada fol yok yumurta yok.”

“Ne demek yumurta yok. Sen hoşlanıyorum demedin mi?” Hafifçe başını onaylarcasına salladı Meryem. “Bu dana da seviyor belli ki. Oturduğumuzdan beri sürekli göz ucuyla sana bakıp duruyor. Fark etmiyorum sanıyor zeki. Hem Aziz bile fark edip bana söylediğine göre kesinlikle seviyor yani. E bunun bundan sonraki adımı ne? Sevgili olmak.”
“Olmaz.” Diyerek anında reddetti bu fikri Meryem.

“Olmama sebebi ne? Erken olması mı? Yani biliyorum ben de pek destekleyici konuşmuyorum lise sevgililikleriyle ilgili ama yani o benim düşüncem. Sen hiç öyle biri değilsin ki. Hatta aşk kadınısın kızım sen. Başına geleceği günü bekliyordun resmen.”

“Öyle ama… Yani bu yıl mı gelmesi gerekiyordu gerçekten? Tüm hocalar bas bas bağırıyor bu sene sınav seneniz gönül işlerinden uzak durun diye. Sevgiliniz varsa da sakın ayrılmayın sınavdan sonra ayrılırsınız diyorlar. Herhangi bir üst düzey duyguya yer yok bu sene.”

“Şu anda da üst düzey bir duygu seviyesindesin. Ve kavuşamadıkça hislerin daha da artacak. Belirsizlik canını sıkacak. Kıskanacaksın ama kıskanmaya hakkın olmayacak. Mesela böyle basket oynarken gömleğini çıkardığında hiçbir şey diyemeyeceksin.” Birce’nin cümlesiyle anında kafasını basket sahasına çevirdi Meryem.

“Ne?” gözü hemen sahayı taradı ve Sarp’ı buldu. Ama Birce’nin dediği gibi gömleğini çıkarmamıştı. Bunu fark ettiğinde Birce’den bir kahkaha sesi yükseldi.

“Delirmişsin kızım sen. Zor dayanırsın sen böyle.”

“Of neyse ne ya. Bana bak sakın kimsenin yanında hiçbir şey belli etmiyorsun tamam mı?” Tehdit eder gibi bir parmağını Birce’ye doğru uzatmıştı ama Birce uzatılan parmağı ısırınca panikle geri çekti. “Ne yapıyorsun deli?”

“Üst düzey duygular yaşatıyorum sana.” dedi gülerek. İlgisi tekrardan Meryem’den basket sahasına geçmişti.

“Konuşması kolay tabi. Şimdi Aziz gelse sana senden hoşlandığını söylese elin ayağına dolaşır ne yapacağını bilemezsin.”

“Yoo bilirim gayet ne yapacağımı. ‘Birce şu an uyuyorsun uyan’ derim ve absürt rüyamdan uyanırım.”

“Sen devam et böyle inkâr etmeye. Çocuk sen kabul etmeyeceksin diye korkusundan üniversiteye saklıyor resmen kendini. Sen o zaman da böyle devam edersen teyzen gibi olup çıkacaksın en sonunda.” Birce teyzesini duyunca kafasını tekrardan Meryem’e çevirdi.

“Ne varmış be benim teyzemde. Bal gibi kadın. Almamış hayatına kimseyi rahat etmiş. İşinde çok başarılı. Dünyanın dört bir tarafından eğitimlere konferanslara çağırılıyor. Çok da güzel kadın derdi tasası olmamış genç kalmış. İdolümdür kendisi. Bir daha laf ettiğini duymayayım.”

“Haklısın, çok başarılı. Ama mutlu olmadığını biliyoruz. Onda kaldığımız bir gün anlatmıştı ya. Hala o adamı düşünüyor ve artık imkânsız. ‘Keşke sizin yaşlarınıza dönebilsem.’ demesinin sebebi gençliğimize özendiğinden değildi. İkinci bir şansı olsun istiyordu. Sana harekete geç demiyorum ama bir şansın olduğunu fark ettiğinde de geri tepme lütfen Birce.” Haklıydı Meryem. Haklı olması Birce’yi susturan şeydi. Ama anlayamadığı bir şey vardı. Teyzesini bu kadar mutsuz eden şey yıllar önce yaşadıkları mıydı yoksa yaşayamadıkları mı? O adamla hiç tanışmasa, yaşattığı mutluluğu yaşamasa, onu kaybettiğinde yaşadığı mutsuzluğu da hiç yaşamayacaktı.

Birce düşüncelere dalmışken basket sahasından acılı bir inleme sesi duyuldu. Anında kafasını kaldırıp sahaya baktı. Aziz sahanın içinde sağ elinin parmaklarını tutarak dizlerinin üstüne çökmüştü. Ses çıkarmamak için kızaran suratını ve yüzünden damlayan terleri gördü önce. Aziz acı içinde kafasını kaldırınca göz göze geldiler. Gözleri kızarmıştı. Kızaran gözlerinden bir damla yaş düştü. Her şey saniyeler içinde olmuştu. Aziz’in gözlerinden düşen yaş yanağına ulaşamadan Birce fırlamıştı yerinden. Koşarak yanına gitti. O da dizlerinin üstüne çöktü. Arkadaşları da etraflarında toplanmış Aziz’in iyi olup olmadığına bakıyorlardı.

“Ne oldu? Ne oldu?” diye panikle sordu Birce. Bir yandan da Aziz’in yanaklarını elleri arasına almış hem kendine bakmasını sağlıyor hem de fark etmeden, akan yaşlarını siliyordu.

“Top, dik geldi.” diyebildi sadece Aziz. Bu ilk kez olmuyordu o yüzden ne olduğunu anladı Birce. Ama ilk defa bu kadar canının acıdığını görüyordu.

“Tamam hadi revire.” deyip sol kolunun altına girerek yerden kalkmasına yardımcı oldu. Diğer taraftan da Erdem tutmuştu. Ayağa kalktığında artık desteğe ihtiyacı yoktu ama Birce hala kolunun altındaydı. Bahçeden okula doğru ilerlerken peşlerinden gelen arkadaşlarına kafasını çevirip konuştu.

“Öğle arası bitiyor. Siz sınıflara geçin. Hocalara söylersiniz durumu. Yok yazmasınlar. Biz de revire görünüp geliriz.”

Arkadaşları üst kata sınıflarına çıkarken onlar da koridorda ilerleyip revire girdiler. Birce Aziz’i sedyeye oturttuktan sonra odada olmayan hemşireyi aradı etrafta ama bulamadı.

“Bir kere de yerinde olsa zaten şaşarım.” diyerek söyleniyordu Birce. Acısı biraz da olsun dinmiş olan Aziz, Birce’nin bu panik ve sinirli haline güldü.

“Rahat bırak kadını. Bedenciyle flörtleşiyordur şimdi. Hem daha önce yapmadığın şey değil sen tedavi edebilirsin bence.” Aziz’in daha rahat görünmesi Birce’yi de rahatlatmıştı. Derin bir nefes verdi ve odadaki mini buzdolabına ilerleyip dondurucu bölümünden beze sarılı soğuk jeli çıkardı. Aziz’in yanına giderek o da sedyeye oturdu. Yaralı eli, sağ eliyle tuttu ve sol elindeki buzu hafifçe üzerine bıraktı. Parmağına yüklenen ağırlıkla Aziz’in yüzü kasılsa da belli etmemeye çalıştı. Aziz’in yüzünden gözlerini çekmeyen Birce de fark etmişti bu acıyı.

“Çok mu acıyor? Normalde bu kadar kötü olmazdı. Çatlamış falan olmasın.” Normalde çok rahat olan Birce’nin, konu Aziz’in canı olunca bu kadar panik olması Aziz’i mutlu ediyordu. Zaman zaman şimdi bana bir araba çarpsa ama çok bir şey olmasa. Hastanede kalsam birkaç gün de Birce’nin panikten delirmiş hallerini görsem diye düşünürdü.
Gülerek cevap verdi Birce’ye “Bir şey yok bir şey yok. Biraz buz koyalım. Sonra da kremden sürersin. Geçer birkaç güne.” Aziz’in hiçbir şey olmamış gibi gülmesi Birce’nin sinirini bozmuştu. Elindeki buzu daha sert bir şekilde bastırdı Aziz’in eline. Dişlerinin arasından derin bir nefes çeken Aziz’in canının acıdığı belli oluyordu.

“Yok muymuş bir şey?” diye sordu sert bir ifadeyle Aziz’in gözlerine bakarak.

“Varmış.” dedi Aziz sessizce. “Bir daha ben panik olunca gül sen bak o zaman bırakmıyor muyum seni o sahanın ortasında.” Bir yandan tehdit ediyor bir yandan buzu tutmaya devam ediyordu.

Onun bu hem severim hem döverim hali Aziz’i çok güldürüyordu ama tekrar gülerse bu sefer buzu kafasına yiyebilirdi. O yüzden dudağını ısırarak gülüşünü durdurmaya çalışıyordu. “Kıyamazsın ki.” dedi kendinden emin bir tavırla. Birce, yüzüne bakmaya devam ediyordu.

Kendini sinirli olmaya zorluyordu sanki ama daha fazla dayanamadı.
“Evet kıyamam.” Göz bebekleri titremişti bunu söylerken. İlk defa sözlerini süzgeçten geçirmiyordu. Ama kendisinin bu halini sevmiyordu. Fazla duygusal olduğunu göstermeyi sevmiyordu. Kendini toparladı. “O yüzden aptal saptal şeyler yapma da dikkat et kendine. Hemşiren değilim sürekli seninle mi uğraşacağım.”

Buzu Aziz’in eline vererek yerinden kalktı. İlaç dolabından kremi alıp tekrar yerine gelip sürdü. Elini bandaja almayı da unutmamıştı. Aziz ise suratına suratına ‘hemşiren değilim’ diyen bu kızın, kendisiyle nasıl ilgilendiğine bakıyordu. Parmaklarına dik gelen basket topuna teşekkür edebilirdi.

İşleri bittiğinde sınıflarının olduğu kata çıktılar. Dersin 20. dakikası olmuştu ve Birce’nin dersi okulun en dakik ve takık hocasınaydı. Bunu bilen Aziz, Birce’nin kapıyı çalıp içeri geçmesini bekledi. Kendi girmeden Aziz’in girmeyeceğini anlayan Birce daha fazla beklememek için kapıyı tıklayıp açtı. Aziz biraz geride, kapının aralığından sınıfı görebilecek bir şekilde bekliyordu.

“Kusura bakmayın hocam. Arkadaşımı revire götürdüm. O yüzden geç kaldım.” Tam peşinden kapıyı kapatacaktı ki. Hocanın yükselen sesiyle eli kapıya gidemedi.

“Arkadaşının ayakları yok mu?! Kendi gidemiyor mu revire?! Hasta bakıcı mısın sen?!”

Böyle bir tepki beklemeyen Birce ne diyeceğini bilemedi bir an. “Hocam arkadaşım yaralandı. Revire kadar eşlik ettim. Revirde olması gereken hemşire de odasında olmayınca evet arkadaşımla ben ilgilendim.”

“Hocam dersin başında söylemiştik size.” diyen Leyla da hocalarının bu tavrını garip karşılamıştı.

“Ben izin verdim mi?! Önce gelecek benden izin alacak! Başçavuşun eşeği yok karşınızda! Çık şimdi dışarı yok yazıyorum seni.” Hocanın sakinleşeceğine her cümlesinde daha da yükselen sesi kapı önünde bekleyen Aziz’in daha fazla kendini tutamayacağı seviyedeydi. Kapıyı ardına kadar açıp içeri girdi.

“Hocam ses tonunuza dikkat edin.”

“Sen misin o ağır yaralı? Şimdi de avukatı oldun herhalde. Bakıyorum da sesin çok çıkıyor hiç yaralı gibi değilsin. İyileştirdi mi ‘arkadaşın’ seni.” Son cümlesindeki vurguları birazdan buranın karışacağı nitelikteydi ama Aziz derin bir nefes alıp önce sakin olmaya çalıştı.

“Arkadaşımın da dediği gibi. Hemşire olmadığı için yardımcı oldu. Size de arkadaşlarımızla haber gönderdik zaten. Şu an bu şekilde bir tavrı ne arkadaşım ne de ben hak ediyoruz. Kendimizi savunacağımız bir şey yapmadık ama savunmamız gerekiyorsa eğer evet, avukatıyım.”

“Ya bırak! Teneffüsler, öğle araları yetmiyor bir de ders vaktinde oynaşıp duruyorsunuz. Müdür beye söyleyeyim de baksın bakalım kameralardan revirde ne yapıyormuşsunuz.” Hocanın imasıyla Birce’nin siniri patlama noktasına gelmişti. Tam ağzını açıp hiç etmediği küfürleri etmeye başlayacaktı ki bileğinden tutup onu arkasına çeken Aziz’le sustu kaldı.

“Çok istiyorsanız, istediğiniz kamera görüntülerine hep birlikte bakabiliriz hocam. Ama hazır müdür beyin odasına kadar gitmişken elimiz boş dönmek istemem. Ben de bozuk zannettiğiniz depo kamerasının, geçtiğimiz çarşamba günkü kayıtlarını izlemek isterim.” Aziz’in konuşmasının ardından ‘kızarıp bozarmak’ deyimi tüm sınıfın gözlerinin önünde gerçekleşmişti. Suratı kıpkırmızı olan adam ne diyeceğini bilemez bir haldeydi. “Hatta madem siz bizi yok yazacaksınız. Biz şimdiden gidelim. Siz de teneffüste gelirsiniz.” Birce’nin de kolundan tutup arkasına bakmadan hızla sınıftan çıktı ve hızlı adımlarla koridorda ilerlediler. Hoca, olayın şokuyla bir süre olduğu yerde kalakalmıştı. Kendine geldiğinde hemen koridora doğru koştu.

Koridorda kimseyi göremeyince merdivenlerden hızla aşağı inmeye başladı. Müdürün odasına girmelerine engel olması gerekiyordu. Aziz’le Birce ise koridordaki tuvalete saklanmış inanılmaz bir hızla merdivenlerden inen hocalarına kapıdan kafalarını çıkararak bakıyorlardı.

“Deli!” dedi Birce karşısındaki adama inanamayan gözlerle bakıyordu. “Ne yaptın sen öyle? Bu manyağın totosu nasıl bu kadar tutuştu? Ne yaptı geçen hafta depoda?”

“Sorularınızın hepsi meslek sırrı hanımefendi. Susma hakkımı kullanıyorum.”

Aziz’in bu ciddi tavrına bir kahkaha patlattı Birce. 2 numara dedi içinden Aziz. Birce’nin gülüşünde kaybolurken.

“İnanılmazsın. Şu aşağı inen manyak var ya bir konuda haklı gerçekten. Avukatsın sen. Hem de mükemmel bir avukat. Hiç boşuna düşünme şu saatten sonra ben hangi bölümü tercih edeceğim diye. Yılan dilinin yeteneklerine hakimdik ama bize laf sokmak yerine ilk defa böyle bir şeyde kullandın tebrik ediyorum avukatım.”

Aziz de kahkahayla güldü Birce’nin dediğine. “Avukat diyorsun yani? Düşünelim bakalım.”

“Düşün bakalım.” dedi yandan bir gülüşle Birce. “Benim çok ihtiyacım olur avukata. Aç kalmazsın merak etme. Düzenli müşterin olurum.”

Bir an düşünüyormuş gibi yaptı Aziz. “Hmm, sürekli başını beladan mı kurtaracağım yani senin.”

“Ne oldu beğenemedin mi?”

“Yoo beğendim. Çok beğendim. Ben seni korurum sen de yaralarımı sararsın olur mu?”

Aziz’in cümlesiyle karnındaki tüm kelebekler uçuşarak kalbine konmuştu Birce’nin. Gülüşünü saklamak istiyordu ama pek de başarılı olduğu söylenemezdi. “Bakarız.”

“Bakalım.”

Eylül 2024
Olaylı meyhane gecesinin ardından 3 gün geçmişti. Haftanın başlamasıyla herkes kendi koşturmacasına dönmüştü. O geceden sonra henüz Aziz’i görmemiştim. Gün içinde sürekli mesaj atıyordu ama ikimiz de işten çok geç çıktığımız için görüşememiştik. Ben yeni bir proje üzerinde çalıştığım için mesaiye kalıp geç çıkarken. O başına geçtiği koskoca şirkete uyum sağlamaya ve işleri rayına oturtmaya çalıştığı için benden de geç çıkıyordu. Şu anki tavrımı şans vermek gibi görmüyordum ama merak ediyordum. Ne yapacağını, kendini nasıl affettirmeye çalışacağını merak ediyordum. Bunun içinde mani olmuyor ya da duvar örmüyordum. Sadece bekliyordum. Bugün de saat akşam 8 olmuştu bile. Halletmem gereken 1 saatlik daha işim vardı. Benimle birlikte 2 kişi daha mesaiye kalmıştı. Bir de patronumuz Şahin Bey. Ben yaptığım çizime konsantreyken odasından çıktı ve yanımıza geldi.
“Kolay gelsin arkadaşlar.” Herkes hep bir ağızdan teşekkürlerini iletti. O da başını aşağı yukarı sallayarak bu teşekkürleri kabul etti. Daha sonra tek başıma çizim yaptığım masaya geldi ve yanımdaki sandalyeyi çekip oturdu.

“Nasıl gidiyor Birce.”

“Şimdilik bir sorun yok Şahin Bey. Bugün için 1 saatlik işim kaldı. Sonra çıkacağım ben de.”

“Güzel. Bir sorun olursa yanıma gelmeye çekinme lütfen. Bir de artık 6 ay oldu burada işe başlayalı. Belki alışırsın diye düşündüm ama sen dışında kimse bana bey demiyor. Hem ben sana Birce derken sen bana bey deyince kendimi garip hissediyorum.”

Kafamı çizimden kaldırıp tam anlamıyla tüm konsantrasyonumu bozan patronuma baktım. “Buradan önceki iş hayatımda tüm çalışma arkadaşlarıma hanım ve bey diye hitap ettim. Bence daha uygun bir kullanım. Ama eğer ısrarcıysanız bundan sonra o şekilde hitap ederim. Şahin.”
Bu adamla konuşurken gerçekten içime bir robot kaçıyordu. İş arkadaşlarımın çoğuyla samimiyetimi kurmuştum ama galiba Şahin’in yanında asla tam anlamıyla rahat hissedemeyecektim.

“Memnun olurum. Sana bir de doğum günü partimin davetiyesini elden vermek için geldim yanına. Bugün gün içinde dağıttım ama sen şantiyedeydin. Unutulduğunu düşünme.”

“Hiç öyle düşünmemiştim. Teşekkür ederim. Bir aksilik çıkmazsa arkadaşlarımla geleceğiz.”

“Çok memnun olurum. Ha bir de bu zarf sanaymış benim kargoların arasına karışmış. Üstünde ‘Within’ logosunu görünce gerildim başta gerçekten. Biri dava falan mı açtı dedim ama sanaymış bir sorun yok değil mi?”
Within, Aziz’in çalıştığı hukuk firmasıydı. Bu deli beni gerçekten dava etmiş falan olabilir miydi? Daha bir yılım vardı bir kere şu an evlenmek zorunda değildim. Ben de zarfın içindekinin ne olduğunu bilmediğimden Şahin’e bir cevap vermeden direkt açtım elimdeki zarfı.
Nereden baksan 20-25 sayfa vardı zarfın içinde. En üstteki sayfaya bakışlarımı çevirdiğimde bunun bir vekalet sözleşmesi olduğunu gördüm. Diğer sayfalara bakamadan yine ilk sayfada köşedeki post-it dikkatimi çekti. İnci gibi harflerle yazılmıştı. Aziz’in yazısıydı.

“Nasıl diye sorma ama birkaç yıl önceki taciz davanı öğrendim. Özür dilerim, bok gibi bir avukat tutmuşsun. Resmen vazgeçmiş davadan. Üstteki kağıt bana vekalet vermen yani avukatın olarak dava açabilmem için. Diğerleri ise o şerefsize hak ettiği cezayı vermemize yarayacak olan belgeler vs. 12. Sınıftayken bana söylediğin şeyi hatırlıyorsun değil mi? Avukat olmamın nedeni sensin. ‘Benim avukata çok ihtiyacım olur.’ demiştin. Haklıymışsın gerçekten de avukata çok ihtiyacın olurmuş. Diğer haksız işten çıkarılma davanı daha sonra halledeceğiz. Ben seni koruyacağıma söz vermiştim. Geçen yıllarda yanında olup seni koruyamadığım için özür dilerim. Senin saramadığın yaralarıma sayabilir miyiz?”

Loading...
0%