Yeni Üyelik
12.
Bölüm

12. Bölüm- Geçmemiş Geçmiş

@melinogut

 

 

Selamlar, selamlarr

 

 

Girişimi uzatmıyorum, yorumlarda görüşürüz diyorum ve sizi bölüme uğurluyorum🩷

 

 

İyi okumalarr

 

Aziz'le sessiz geçen 20 dakikalık bir yolculuk yaptık. Tekrar az önce ayrıldığımız yerlere geldiğimizi görünce beni götürmek istediği yerin buralarda olduğunu ama önce kendini sakinleştirmek için yolu uzattığını anladım. Yolda ilerledikçe nereye gittiğimiz iyice anlaşılıyordu. Okula gidiyorduk. Anlaşılan bugün nostalji yapmaya devam edecektik. Arabayı okulun arka duvarının önünde durdurdu. Yıllar önce, mezuniyet günü oturduğumuz o duvarın önünde.

 

 

Arabadan inip sağ tarafa geldi ve kapımı açtı. Beni bu yaşımızda okula getirdiği için ona 'gerçekten mi?' bakışımı atıyordum. "Bakma öyle bakma. Hadi in." dedi. Ben inerken de bir elimi tutmayı ihmal etmemişti. İyi olmuştu çünkü araba yüksek olduğu için yere atlayışımda ayağımın burkulmasını istemezdim. Ben indikten sonra kapıyı kapattı. "Hadi." dedi tekrardan duvarı göstererek.

 

"Yok artık! Ne işimiz var duvarda. Kapı mapı yok mu insan gibi oradan girelim işte."

 

"Bu saatte ne kapısı Birce? Kapalıdır her yer. Gel hadi." dedi kollarını iki yana açarak. Açtığı kollara garip bir bakış attım. "Kaldıracağım seni yukarıya hadi."

 

"Ne münasebet. Ben çıkabiliyorum bir kere buraya." dedim kendimden emin bir tavırla. Ellerimi duvarın üstüne doğru uzattım ve zor da olsa tuttum. Kendimi kollarımla yukarı çekerken ayaklarımla da duvardan destek almaya çalışıyordum ki Aziz'in birden bacaklarımdan ve belimden tutup çevirmesiyle popomu duvarın üstünde buldum.

 

"Ben yapardım." dedim. Burnumdan kıl aldırmıyordum hala. "Biliyorum ama yardım etmek istedim." deyip o da duvarın üstündeki yerini aldı. Sonra yüzümüzü okulun bahçesine çevirecek şekilde döndük yerimizde. Ben düşmemeye özen gösterirken Aziz'in bir eli de benim tutabileceğim bir uzaklıkta bekliyordu. İkimiz de yerimizi aldıktan sonra bir süre değişmiş arka bahçede dolaştı gözlerim. Her şey daha yenilenmiş duruyordu.

 

"Mezuniyet günü niye buradaydım biliyor musun?" diye soran Aziz'le bahçeyi incelemeyi bıraktım. "Niye olacak? Hocalardan kaçıp sigara içmeye geldin işte."

 

Cıkladı önce. Ben 'Neden geldin o zaman?' der gibi bakarken devam etti konuşmasına. "Buraya geleceğini biliyordum çünkü. Seni bekliyordum." Şaşırmıştım bunu duyduğuma ama yine işi şakaya vurmaya devam ettim. "Tuzağa düşürülmüşüm resmen." Sesli bir şekilde güldü bu dediğime. Haklı olduğumu o da biliyordu.

 

"Şimdi bakınca biraz öyle olmuş ama niyetim seni tuzağa düşürmek değildi. Sadece konuşmak istiyordum çünkü sen konuşmuyordun. Hiçbirimizle. Ve konuşman gerekiyordu. Tek başına taşıyabileceğin bir yük değildi." O günleri hatırladım. Gerçekten de dediği gibi konuşmak istemiyordum çünkü konuşabilecek durumda hissetmiyordum kendimi. O zaman öyleydi ama şimdi karşımda duran adama her şeyi anlatmak istiyordum.

 

"Hayatımın en zor zamanıydı Aziz biliyor musun? En çok acı çektiğim, en çok ağladığım zamandı. Ama atlatabilmiştim. Siz vardınız çünkü yanımda. Sen vardın. Beni gerçekten hep yanımda olacağına inandırmıştın. Belki de bu yüzden o dönem daha çabuk normale dönmüştüm. Çünkü hayatım boyunca o acıdan daha büyük bir acı yaşamadım ama çok çabuk yıkıldığım oldu. Çok çabuk vazgeçtim. Çok çabuk ağladım. Sırtımı kimseye yaslayamadım biliyor musun? Evet bizimkiler vardı ama hepsinin kendi hayatı vardı. Hayatın tüm yükünü tek başıma omuzlamak gerçekten zor bir şeymiş onu öğrendim." Gözüm bahçenin kenarındaki nar ağacına takılmıştı. Eskiden hiç nar vermezdi. Belli ki iyi bakmışlardı ki narlar şimdiden kendini belli etmişti.

 

"Anlatır mısın bana?" diye sordu. "O dönem yaşadığın şeyleri, korkularını biliyorum. Ama bana tekrardan en dürüst halinle anlatır mısın? Baktım yüzüne önce ciddi mi diye. Olaydan birkaç gün sonra ağlayarak her şeyi anlatmıştım Aziz'e ama ne ben kendimdeydim ne de o. Şimdi benden her şeyi, tüm hislerimi duymak istiyordu. Ne yalan söyleyeyim ben de anlatmak istiyordum. Hala tam anlamıyla iyileşmiş sayılmazdım.

 

"Bu sefer de travmalarımı öğrenip bırakıp gitmeyeceksin beni değil mi?" diye sordum. Birazdan ciddi konulara girişecektik. Son ana kadar şakalara tutunmam gerekiyordu. Histerik bir gülüş çıktı dudaklarının arasından. Bu konuda bana hiçbir şey diyememesi onu deli ediyordu. "Gitmeyeceğim, kovsan da gitmiyorum. En fazla bir köşede oturur senin bana gelmeni beklerim."

 

"Git desem gitmeyecek misin yani?"

 

"Gerçekten git dersen giderim. Tüm kalbinle hayatına başka birini almak istersen giderim. Beni gerçekten görmek istemediğine emin olursam yine giderim. Ama sen kötü bir yalancısın o yüzden sen demeden ben senin ne demek istediğini anlıyorum. Boşa o güzel ağzını yormana gerek kalmıyor." Duygusal başlayıp makaraya vuran konuşması beni güldürmüştü. Gülmem bitince bir süre sessiz kaldım. Gücümü topladığımı hissedince konuşmaya başladım.

 

"Teyzemi ne kadar çok sevdiğimi biliyorsun. Hepiniz tanışmıştınız zaten. Çok eğlencelidir, zekidir, başarılıdır, kafa kadındır. Bir de benim rol modelim... Mimar olmayı onun sayesinde istedim. İlk onun çizimlerini gördüm. O çizim yapıyor diye ben de resim defterime onunkilere benzetmeye çalışarak resimler yapardım. Anne babama 'bu kızda yetenek var.' diyen de o. Annemle babam 'küçücük çocuk tabi çizecek boyayacak.' deyip ciddiye almadığında beni yıllarca kurslara gönderen de o. Mükemmel bir teyze, harika bir insan, en iyilerin aradığı bir mimar... Ama hep bir eksikliği vardı. Küçükken anlamıyordum tabi o dalıp dalıp gitmeleri, eski albümleri açmaları, kahkahalarla güldüğünde bile gözünün içinin parlamayışını. Sonra büyüdüm. Liseye geçtikten sonra hele iyice arkadaş olduk. İki dost, sırdaş gibiydik. 14 yaşındaydım ısrar edip bana anlatması için onu zorladığımda. Artık onda bir şeylerin eksik olduğunu fark ediyordum ama oturtamıyordum kafamda. Onda kaldığım bir gece anlattı bana. 14 yaşındaymış o da ilk âşık olduğu zaman. Lisede tanışmışlar. Çok sevmiş, sevilmiş de. Gülerek anlattı lise zamanlarını bana. Sonra 'olmadı' dedi. Neden olmadığını anlatmadı. 'Daha küçüksün.' dedi. 'Zamanı gelince anlatırım.' O zaman gelmedi ama Aziz." Derin bir nefes alıp çıt çıkarmadan beni dinleyen Aziz'e baktım. Ben onun gözlerine bakmadığım için eğilmiş benim gözlerime bakmaya çalışan bir halde buldum onu. Gülümsedim. O da gülüşüme karşılık verdi minik tebessümüyle.

 

"Ben teyzemi bildim bileli hep yalnızdı. Başka birini sevmedi. Hayatına da sevmediği kimseyi almadı. Hep bekledi sanki. Olmayacağını bile bile bekledi. Arkadaşları vardı. Liseden, üniversiteden, iş yerinden. Ama hepsinin kendi dünyaları vardı. Aileleri, sevgilileri. Anneannemle dedem onlar gençken vefat etmiş. Annem evlenmiş ailesini kurmuş. Teyzemle bağını hiç koparmamış olsa da hiçbir şey eskisi gibi de olmamış. Öncelikleri değişmiş, doğal olarak. Kısacası etrafı kalabalık ama evi yalnız bir kadındı teyzem. Sonra... O gece. Balomuzun olduğu gece. Teyzem almaya gelecekti kızlarla beni. Onda kalacaktık. Gelmedi ama. Hatta hep birlikte beklemiştik. Aramalarımı açmamıştı. Annemi aramıştım. Uyuduysa uykusu çok ağır olur demişti. Oysa teyzem ilaç almadan uyuyamıyordu ve bizi beklerken uyku ilacı almayacağına emindim. Ama çok sinirlenmiştim teyzeme. Haftalar öncesinden planlamıştık. Sadece bana değil kızlara da ayıp oldu diye geçiriyordum içimden. En son Leyla'nın babası gelip evlerine götürmüştü bizi. Sinirimden tekrar aramadım da sonraki gün. Annem mezuniyetten sonra tatile çıkacağız diye evi toparlayıp valiz hazırlama derdinde. Babam zaten işte. Ben de gitmedim eve iki gün Leylalardaydım. Sonra tıpış tıpış döndüm tabi. Annem verdi elime koca bir tepsi börek. 'Teyzene götür bunu. İstemişti benden' falan dedi. Tripliyim ama yine de mecbur aldım börekleri gittim teyzemin evine. Kapıyı çalıyorum, açmıyor. Arabası kapıda. Bir yere gitmiş olsa haber verir illaki anneme diye düşünüyorum. Sonra karşı komşusu çıktı kapıya. Yaşlıca bir teyzeydi. 'Ben de dün baktım arabası kapıda çaldım kapısını ama bakmadı.' dedi. Belki kafa dinlemek istiyordur diye rahatsız etmemiş. Benim panik olduğumu görünce 'benim oğlan çilingir onu çağırayım mı?' diye sordu. Ben tabi konduramıyorum hiç. 'Evde değildir' falan diyorum ama teyze şüphelenmiş. Çağırdı oğlunu. Geldi açtı kapıyı abi ama..."

 

En zor kısma gelmiştim. Yavaş yavaş dolan gözlerimdeki yaşları tutmak artık daha zordu. "Aziz... burnuma... burnuma öyle bir koku geldi ki..." Hıçkırıklarımla birlikte yaşlarım da daha fazla dayanamamıştı. Ağlarken konuşmak çok zordu ama konuşmak istiyordum. Ona anlatmak istiyordum. Her detayını.

 

"Abi de kokuyu alınca benim içeri girmemi istemedi. 'Sen burada bekle ben bakıp geleceğim.' dedi ama ben anladım. O an anladım her şeyi. İçimden 'değildir, değildir, öyle değildir.' desem de gerçek beynime yerleşmişti bile." Gözyaşlarım birbiri ardına süzülmeye devam ederken sadece yüzüme bakıyordu. Büyük bir anlayışla ve 'anlat' der gibi bana bakıyordu. Ağlamamı, rahatlamamı istediği için ne gözyaşımı siliyordu ne de teselli edecek tek bir kelime söylüyordu.

 

"Girdim ama ben içeri. Tutmaya çalıştı beni ama tutamadı. Girdim. Keşke girmeseydim. Teyzemi gördüm. Çalışma odasında. Odanın zemini..." Hıçkırıklarım cümlelerimi tamamlamama izin vermiyordu. "Kan vardı Aziz. Her yerde kan vardı." Kaşları çatılmıştı. Yaşandıktan sonra o günü Aziz'e ilk kez anlatıyordum. O zamanlar sadece teyzemin öldüğünü öğrenmişlerdi. Anlatamamıştım ki onlara. Kendimi suçluyordum çünkü.

 

"Kafası... kafasını çarpmış. Çok kötü bir yere denk gelmiş. Bayılmış hemen. O baygınken kanamış sürekli. Kan kaybettiği için uyanacak gücü bulamamış. Ama.. ama ben eğer o gece kızmasaydım teyzeme, ne oldu başına bir şey mi geldi diye düşünseydim de yanına gitseydim.. Gitseydim belki... belki erkenden bulurduk onu. Müdahale edilebilirdi. Ya da ya da en azından günlerce... günlerce bizim gelmemizi beklemezdi Aziz." Lafımın bitişiyle artık kontrol edemediğim hıçkırıklarım ve gözyaşlarım birbirine karıştı. Acı oradaydı. İlk günkü gibi.

 

Daha fazla konuşamayacağımı anlayınca beni hemen kendine çekti. Başımı göğsüne yasladı. Bir kolu omzumda bir kolu saçlarımdaydı. Kendi başını da benimkinin üstüne yasladı. Saçlarımı okşadı, eli omzumda dolandı. Benim hıçkırıklarım kesilene kadar bir süre öyle durduk.

 

Artık hıçkırmıyordum ama gözyaşları istemsiz bir şekilde akmaya devam ediyordu. Başını başımın üstünden kaldırdı. Ben sıcaklığını aramaya fırsat bulamadan dudaklarını hissettim saçlarımda. Uzun süren bir öpücüktü. Aldığı derin nefes de öpüşüne eşlik ediyordu. Gözyaşlarım yavaşça durdu. Birkaç öpücük daha kondurdu başımın üstüne. Saçlarımla oynamayı da hiç bırakmamıştı.

 

Sonra hafifçe uzaklaştı benden. Kolları hala bana sarılıydı. Sadece yüzümü görmek için biraz çekmişti bedenini. Kafamı gayet huzurlu olduğum yerden kaldırıp ona baktım. Önce yüzümü süzdü. Muhtemelen ağlamaktan kızarmış gözlerime baktı. Sonra yanağımdan akan yaşlara. İki elini de yanaklarıma getirdi ve yaşlardan ıslanmış sol yanağıma yaklaşıp öptü. Geri çekilip gözlerimin içine baktı. Sonra da sağ yanağıma doğru yöneldi. O, yanağımı öperken içine çektiği nefes içimin titremesine sebep oluyordu.

 

Yanağımdan ayrılıp tekrar gözlerimin içine baktı. "Vicdan azabı duymanı anlıyorum. 'ya öyle olmasaydı, bunu böyle yapsaydım' demek istemen çok normal. Ama olmazdı Birce. Bunu sen de çok iyi biliyorsun. Engelleyemeyeceğimiz şeyler için üzülmek sadece içten içe bizi zehirler. İnan bana ben de yaptım bunu. Bir şeyler farklı olsaydı diye diye kendimi yedim bitirdim. Bana sadece zarar verdi." Yanaklarımdaki ıslaklıkları elleriyle sildi. Yaşlar yüzümden silindiğinde bu sefer elleri boynumdaki yerlerini aldı.

 

"O gün de söylemiştin bana. Korkuyordun. Yalnız olmaktan. Teyzen gibi olmaktan. Örnek aldığın insanın bir anda olmaktan korktuğun insana dönüşmesi kolay bir şey değil." Sanki az önce gözyaşlarımı kurulamamış gibi yine ıslattı yaşlarım yanaklarımı. "Ama sen teyzeni örnek alırken bile onun gibi olmaktan korkuyordun. Onun yaşadığı gibi bir aşk yaşamaktan sonra o aşkı kaybetmekten. Bundan ölümüne korktuğun için ne beni gördün ne kendini. Başta ayak uydurdum sana, sonra beni de inandırdın. Neyse ki kendime gelmem çok zamanımı almadı ama sen hala kendini kilitlediğin kutunun içindeydin. Çıkmanı bekledim ben de o kutudan. Yapmam gereken tek şey yanında olmaktı. O zaman güvenini kazanacaktım. Gidebileceğimi bile düşünmeyecektin. Yapamadım özür dilerim." Onun da gözünden bir damla yaş düştü. "Ama sen teyzen değilsin. Bizim seninle aramızdaki de o adamla teyzenin zamanında yaşadığı şeyden çok farklı. Ben seni asla isteyerek yalnız bırakmam. Dünya üzerindeki hiçbir canlı benim senden ayrı düşmeme sebep olamaz. Ben sana bir gün daha erken kavuşabilmek için her şeye katlanırım. Beni bu saatten sonra senden ancak yine sen ayırabilirsin. Bir de ölüm."

 

Ona dolu dolu bakan gözlerimde gezindi gözleri. Benim gözlerimi yaşlı görünce onunkiler de dolmuştu. Yine yüzümün her bir köşesinde gezdirdi dolu gözlerini. Doyasıya bakmak tam olarak böyle bir şey olmalıydı. Tuttuğu boynumdan daha da çekti kendine ve dudağımla yanağımın birleştiği bir öpücük kondurdu. Dokunuşları beni rahatlatıyordu. Varlığını hissetmek kalbime iyi geliyordu.

 

"Varlığını hissetmek kalbime ne kadar iyi geliyor bilemezsin." diye mırıldandı. Şaşkınlıkla büyüdü gözlerim. Az önce aklımdan geçen şey onun dilinden dökülmüştü. Büyümüş gözlerimi görünce artık alışmam gereken ilanı aşklarına şaşırdığımı düşünmüş olacak ki "Ne oldu?" diye sordu.

 

Tabi ki 'aklımdan geçeni söyledin' deyip hislerimi itiraf edemezdim. Şuracıkta tutup öperdi beni. Sonra duvardan yuvarlanırdık birlikte. Hoş olmazdı. "Bir şey yok." Deyip tebessüm ettim. Hafifçe geriye çekildim. Ben geriye çekilince o da ellerini çekti. Esen rüzgar birkaç saniye önce boynumdaki ellerin ısıttığı yeri yakıp geçti sanki. Hafifçe titredim.

 

"Üşüdün mü?" diye sordu. Gözlerimi devirerek baktım. "Ceketini mi vereceksin?" diye sordum dalga geçerek. Ağlayış sonrası kendin toparlamanın en hızlı yolu mizahtı. Ben de sık sık ona sığınırdım. "Hayır daha iyi bir fikrim var." dedi ve duvardan aşağı atladı. 'Ne yapıyorsun dememe kalmadan uzanıp beni de belimden ve bacaklarımda kavradı. Kendimi bir anda Aziz'in kucağında buldum.

 

"Ne yapıyorsun deli?" dememle beni yavaşça yere indirdi. Elimi tutup "Gel." dedi ve ön bahçeye doğru deyim yerindeyse sürüklemeye başladı. Hızlı adımlarla peşine takıldım. Okulun önüne gelmiştik. İleride bir noktayı işaret etti.

 

"Bankı görüyor musun? Değiştirmişler ama yeri aynı. Var mısın yarışa?"

 

Ciddi mi değil mi anlamak için suratına baktım. Gerçekten de ciddiydi. Konuştuğumuz konunun benim için ağır olduğunu biliyordu. Uzun bir süre o konuların zihnimde dolaşmasını da istemiyordu. O yüzden dikkatimi dağıtmaya çalışıyordu. "Saçmalama be çocuk muyuz biz?"

 

"Korktun galiba. Yine tozumu yuttururum diye çekiniyorsun tabi e sen de haklısın."

 

Tek ve gür bir kahkaha attım. "Sen mi tozunu yutturacaksın bana? Hatırlatırım sen nefesini mabadından almaya başladığın için bırakmıştık yarışları."

 

Sırıttı olduğu yerde. Sonra kulakları rahatsız olmuş gibi onlara dokundu. "Sen yarışmak istemiyorum diyorsun ama o benim kulağıma 'çok korkuyorum Aziz' olarak geliyor bir sorun var galiba." dedi. "Olabilir, yaşlandın sonuçta. Kulakların iyi duymuyor herhalde artık." diyerek karşılık verdim. Bir de utanmadan dil çıkardım. "Ben yaşlanıyorsam sen de yaşlanıyorsun birtanem. Birlikte yaşlanmaya ne dersin?"

 

"Hayır derim. Ben kondisyonu yüksek koca istiyorum." Omuzlarımı da silkmemle 6 yaşına dönüş yapmıştım resmen. Aziz'in yanında çocuklaşmadan yapamıyordum.

 

Yana kayan dudağını görünce yine içinde fesat düşüncelerin dolaştığını anlamak pek de zor değildi. "Ne yapacaksın kondisyonu yüksek kocayla?" diye sordu arsız.

 

"Ebelemece oynayacağım." dedim burnumu yüzüne doğru dikerek. "Ebeleyeceğim ben seni merak etme." dedi mırıltıyla. Sonra da "Hadi koş, 3 saniye avans veriyorum." diye ekledi.

 

"Kalsın, senin avansına kalmadık."

 

"Beni yenersen 10 bin dolar veririm." demesiyle ayaklarımın ne zaman koşmaya başladığını algılayamamıştım bile. Arkamdan kahkahasının sesini duydum. 5 saniye geçmeden de yanımdan rüzgar gibi geçişini. Kendime ne olduğunu anlamaya çalışma fırsatı bile vermeden gerçekten bana tozunu yutturan adamın peşinden koşmaya devam ettim.

 

Maalesef vazgeçmeden koşmam hiçbir yarar sağlamamıştı. Öyle kıl payıyla falan da değil gayet güzel yenmişti beni. Kendini banka atmıştı ben de bedenimi yanına bıraktım.

 

"Ne yaptın gavur memleketlerinde maratoncu mu oldun sen?" Güldü bu dediğime. "Benlik bir durum yok sen hamlamışsın. Çizim masasından kaldır o güzel poponu da biraz spor yap." demesiyle omzuna şamarı yemesi bir oldu. "Salak" diye mırıldandım. Ona hakaret etmem gerçekten hoşuna gidiyor olmalıydı çünkü gülüşü büyüdü. Dudaklarını büzüp dışarı derin bir nefes verdi. Sonra tekrar derin bir nefes aldı. Sol tarafına yumruğuyla hafifçe iki kere vurdu ve bana döndü.

 

"Yok yok tam maratoncu olamamışsın sen. Hala nefesler sıkıntı." dedim tam bir koç havasında.

 

"Merak etme. Sporumu aksatmıyorum artık. Düğüne kadar kondisyonumu yükselteceğime şüphen olmasın."

 

Artık laf yetiştirmeye üşendiğim o andaydım. Yüzüne baktım bir süre. Sonra sanki esneme hareketleri yapıyor gibi yavaşça yanından kalktım. "Kazanırsam10bindolarverirsin!" deyip tekrar okula doğru koşmaya başladım. Benim kural koyuculuğumu hatırlaması gerekiyordu. Yarış daha bitmemişti.

 

Arkamdan yine kahkahasını duydum. Geliyor mu diye kafamı çevirip arkama baktığımda banktan kalktığını gördüm. Hızlı olmazsam birkaç saniye sonra bana yetişirdi. Tam kafamı tekrar önüme dönüp daha hızlı koşacaktım ki ne olduğunu anlamadan bedenimin yer çekimine karşı koyamadığını fark ettim. Yerle bütünleşen sağ dizim ve sağ kolum hızımı pek de yavaşlatamamış olacak ki. Alnımın sağ köşesini de yere çarptım. Ben daha ne olduğunu anlayamazken Aziz hızla yanıma koşup üst bedenimin yerle temasını kesip beni bacağına yasladı.

 

"Birce? İyi misin?" derken dizimin ve kolumun sızısı kendini daha çok belli etmişti. Dişlerimin arasından aldığım nefes de çektiğim acıyı belli eder nitelikteydi. Tam gözlerimi aralayıp iyi olduğumu söyleyecektim ki Aziz'in gözleri iyi olmadığımı haykırır gibi yüzüme bakıyordu. "Hastaneye gidiyoruz." deyip beni kucağına aldı. Onun panik oluşu beni daha da panikletiyordu.

 

"Aziz saçmalama ne hastanesi? Düştüm alt tarafı bir şey yok." Yüzüme tekrar baktı. Gözleri alnıma değdi ve tekrar önüne bakıp yürümeye devam etti. Kapalı olduğunu düşündüğümüz ana kapı çekince açılmıştı. Kapıdan çıkıp arabaya doğru giderken saçlarımın arasında bir gıdıklanma hissettim. Elimi saçlarımın arasına sokup gıdıklanan yeri kaşıdım. Elimi geri çektiğimde ise parmaklarımdaki kanlar 'bir şeyim yok' diyen yanıma tokat gibi inmişti. Aziz'in ismini sayıklamaya başladım korkuyla.

 

"Aziz?"

 

"Tamam güzelim şimdi arabaya binip hastaneye gidiyoruz sorun yok." Sorun vardı. Sesinin tonu sorun var diye haykırıyordu.

 

"Kan... Kanıyor." diyebildim sadece. Yüzünü tekrar yüzüme çevirdi. Anlıma baktığında yüzünün acıyla buruştuğunu gördüm. Daha da hızlanarak arabaya ilerledi. Kapıyı açıp beni koltuğa oturttu ve arka koltuktaki çantasının içinden bir tişört çıkarıp alnıma bastırdı. "Bunu buradan çekme güzelim tamam mı?" diye sordu. Cevap veremedim. Sadece kafamı sallayabildim. Tişört akan kanı durduruyor muydu bilmiyordum. Kısa bir süreliğine bile tişörte bakamıyordum. Kan görmek istemiyordum. Aziz emniyet kemerimi takıp hızla diğer tarafa geçip arabayı çalıştırdığında gözlerimi kapattım. Bana bir şey olmaması için mi dua ediyordum yoksa gözümün önündeki kan görüntüsünün gitmesi için mi kendim bile emin olamıyordum.

 

Araba durunca gözümü açtım. Acilin önündeydik. Aziz yine hızla arabadan inip benim tarafıma geldi ve emniyet kemerini çözüp tekrar kucağına aldı. Acile girdiğimizde bizi o halde gören görevliler Aziz'i yönlendirmeye çalışıyordu. Ben bir elim Aziz'in boynuna dolanmış diğer elimde yaranın üstüne bastırdığım tişörtle Aziz'in boynuna sinmiştim.

 

Aziz beni acildeki sedyelerden birine yatırdığında istemeyerek elimi çektim boynundan. O da bunu fark etmiş gibi beni yatağa yatırır yatırmaz boşta kalan elimi tutmuştu. Hemşireler yarama bakarken nöbetçi doktor da yanımıza geldi. Önce alnımdaki yaraya baktı. Nasıl olduğunu sordu. Aziz koşarken düştü deyince hemşireler ve doktor aynı anda şüpheyle Aziz'in suratına baktılar. Aziz'in tuttuğum elini daha da sıktım. "Gerçekten koşarken düştüm." deyip onları duruma inandırmaya çalıştım.

 

"Tampon başarılı olmuş. Kanama çok değil. Ama yaraya dikiş atmam iyi olabilir." dedi doktor. Korkuyla gözlerimi Aziz'e çevirdim. "Dikiş şart mı? Olmazsa kapanmaz mı?" diye sordu benim korkumu anlayıp. Doktor bir Aziz'e bir de bana baktı. Şimdilik yarayı temizleyip bandajlayalım. Sonra da bir tomografi çektirelim ne olur ne olmaz. O sırada kanama devam ederse dikiş atmak zorunda kalırım." Bakışları tekrar beni buldu. "Anlaştık mı?" Kafamı sallayıp teşekkür edebildim sadece.

 

Önce hemşireler hem kafamdaki hem dizimdeki hem de kolumdaki yarayı temizlediler sonra tomografi için ayağa kalktığımda az önce korkudan ağrısını bile hissedemediğim burkulan ayağımın acısıyla tekrar sedyeye oturdum. Tekerlekli sandalyeyle tomografi çekilmeye götürdüler. Bir süre sonuçların çıkmasını bekledikten sonra doktor tekrar yanımıza gelip görünen bir şey olmadığını, eve gidebileceğimi ama yine de gözetim altında olmam gerektiğini söyledi. İç kanama belirtilerini sayıp bunlardan biri olduğunda tekrardan hastaneye gelmemiz için uyardı. Doktor yanımızdan ayrıldıktan sonra biz de çıkmak için toparlandık.

 

"Aziz beni eve bırakır mısın?" dedim. Dünyanın en saçma sorusunu sormuşum gibi baktı yüzüme. "Otobüse biner giderdin ya!" dedi saçma bir sinirle.

 

"Ne kızıyorsun be? İnsan gibi sorduk işte. Allah Allah." Deyip üste çıkmaya çalıştım. Beni hiç duymayıp konuşmaya devam etti. "Meltem teyzeyi ara da uyansın. Doktoru duydun. Gözetim altında olman lazım."

 

"Annem evde yok ki."

 

"Baban?" dedi alacağı cevaptan korkar gibi.

 

"O da yok. Babaannemi halama götürmeye gittiler. Birkaç gün gelmeyecekler.

 

"Güzelim o zaman desene evde kimse yok diye. Niye beni eve götürür müsün diyorsun?" Sakin olmaya çalıştığı ses tonundan belli oluyordu.

 

"Uykum var çünkü." dedim mırıldanarak. Başını sabır diler gibi yukarıya doğru kaldırdı derin bir nefes aldı. Sonra tekrar bana döndü ve yanıma gelip bir kolunu sırtımdan bir kolunu bacaklarımın altından geçirip beni yine kucağına aldı. Bir anda ben de korkup kolumu boynuna doladım. "Dünya üzerinde yatak bir tek sizin evinizde yok." dedi.

 

Ne demek istediğini anlamamıştım. "Ne?" dedim gayriihtiyari. "Nereye gidiyoruz."

 

Çoktan kucağında benimle birlikte acilden çıkmıştı. Yüzünü yoldan çevirip gözlerime baktı. "Bana gidiyoruz."

 

 

 

 

 

Yıldız atmadan yorum yapmadan, bölümle ilgili düşüncelerinizi yazmadan Aziz'e gidemeyiz ona göre💋

Loading...
0%