Yeni Üyelik
13.
Bölüm

13. Bölüm- İnandır Beni

@melinogut

 

"Bana gidiyoruz."

 

Ben daha ağzımı açıp bir şey söyleyemeden beni sağ koltuğa oturttu. Oyalanmadan kapımı kapatıp kendi tarafına geçti. Arabaya binip kapısını kapattıktan son hiçbir şey olmamış gibi bana döndü ve emniyet kemerine uzandı. Kemeri çekerken gözümün içine bakmayı da ihmal etmemişti. Şu an konuşursam dudaklarım olmayacak bir yere değebilirdi. O yüzden sessiz kalmayı tercih ettim. Benim kemerimi taktıktan sonra kendi kemerini de takıp arabayı çalıştırdı.

 

 

"Aziz beni evime bırakır mısın lütfen." dedim sanki az önceki cümlesini hiç duymamış gibi. Gözünü kısa bir süreliğine yoldan ayırıp bana tip tip baktı. "Annen evde yok baban evde yok. Senin gözetim altında olman gerekiyor. Neden ısrar ediyorsun anlamıyorum." Derince ofladım. "Eğer bu kadar çok eve gitmek istiyorsan ben de seninle geleceğim." dediğinde oflamam panik halini almıştı.

 

 

"Saçmalama küçücük mahalle orası. Bu yaştan sonra anneme babama açıklama mı yaptırtacaksın sen bana!" diyerek yükseldim. "Madem annene babana açıklama yapmak istemiyorsun o zaman bana gidiyoruz. Bu kadar basit."

 

 

"Aziz, benim bir evim var." dedim bıkkınlıkla. "Ne tesadüf benim de var. Hem de kaç gün oldu bir hayırlı olsuna gelmedin bile. Şimdi gidiyoruz ama bunu saymıyorum bir sonrakine ev hediyemi alıp da geleceksin." Bazen onunla yarışamayacağımı kabullenmem en sağlıklısı oluyordu. Ben de öyle yaptım. Kafamı cam tarafına çevirdim ve yolu izledim.

 

 

Evinin konumu merkeziydi ve lüks bir sitenin içindeydi. Buna artık şaşırmayı bırakmıştım. İki ayda o kadar para kazanan adam kendine yalı da kiralayabilirdi. Hatta neden bunu yapmayıp sitede oturduğunu bile sorgulamaya başlamıştım. Sitenin garajına arabayı park edince ikimiz de arabadan indik. Daha doğrusu ben inmeye çalıştım ama pek de başarılı olamadım çünkü burkulan ayağım gerçekten çok acıyordu. Aziz beni yine kucağına almaya çalışınca bu sefer ona engel oldum. Yardım etmemeyi kabul etmeyeceğinden de laf etmesin diye hemen koluna girdim ve topallayarak da olsa yürümeye başladım. Neyse ki asansör çok uzakta değildi de çok acı çekmeden kendimi asansöre atabilmiştim.

 

 

Aziz asansördeki sayıları atlayıp 'P' tuşuna basıp kartını okuttuğunda şaşırmamıştım. Asansör alt kattaki garaj kısmından apartman girişine geldiğinde durdu ve kapıları açıldı. Kapı önünde sarı, dolgun, bukle bukle saçları; üzerine yapışmış siyah mini elbisesinden fırlayacakmış gibi göğüsleri ve çakırkeyif olmuş kahverengi gözleriyle bize bakan bir afet duruyordu.

 

 

Asansörün ortasında duran Aziz, kadın içeri girerken biraz daha bana yaklaştı. Ben tam onun bu hareketine gülümseyecektim ki gülüşümü dudaklarımda donduran bir şey oldu. "İyi geceler, Aziz." diye bir ses duydum. O an gaipten sesler duymayı ne kadar çok istedim.

 

 

"İyi geceler Hale Hanım." diye cevap verdi Aziz de. Hafifçe bir baş selamı vermişti ama kadının yüzüne bakmıyordu. Kadınsa asansörün kapısının aynasından gözlerini dikmiş dümdüz Aziz'e bakıyordu. "Göremedim bu hafta sizi. Saatlerimiz uyuşmadı galiba." Asansörün aynası kesmemiş olacak ki yönünü direkt Aziz'e dönerek konuşmuştu. "Galiba." diye kısa bir yanıt verdi Aziz de. Galiba mı Aziz? Galiba mı? 'Saatleriniz uyuşmadığı için otur bir de ağla istersen' diyemedim tabi. Sessizce, bu konuşma nereye gidecek diye beklemedeydim.

 

 

Ben sessizce bekliyordum ama hanımefendinin gözü artık bendeydi. Alnımdaki bandaja baktı önce. Sonra dizi yırtılmış ve kanlanmış pantolonuma. "Geçmiş olsun." dedi kibarca ama yanıt vermemi bile beklemeden gözleri yine Aziz'i bulmuştu. "Kardeşiniz mi?"

 

 

Aziz'in gözleri beni buldu. "Arkadaşım." dedi sadece. Arkadaşım? Tamam arkadaşınım ama.. Bana biriciğimler, birtanemler, müstakbel karımlar... Sarışın afeti devranlar sorunca 'arkadaşım' öyle mi? Bunu da yazdım bir kenara Aziz yazdım kenara.

 

 

"Arkadaşlıklar güzeldir." dedi kadın çapkın bir gülüşle. "Umarım biz de arkadaşlığımızı devam ettiririz" Eli Aziz'in pazusuna gitmişti ve yerinden çıkmaya ramak kalan gözlerim, kadının elinin, Aziz'in pazusunu sıktığına şahit olmuştu. Aziz kolunu yavaşça çekip kurtardı kadının elinden. "Arkadaşlarım bana yetiyor Hale Hanım. Yeni arkadaş arayışında değilim." Aziz'den çok uzun yıllardır duymadığım bir tonda konuşuyordu. Tok, tane tane ve net kelimeleri normal bir durumda karşısındakine geri adım attırırdı ama Hale Hanım belli ki geri adım atacak bir kadın değildi.

 

 

"Arkadaş olmayız bizde. Haklısın. Daha eğlenceli şeyler olabilecekken neden sadece arkadaş kalalım ki?"

 

 

Aziz'in cevap vermesine bile fırsat kalmadan asansör durmuştu ve Hale 'Hanım' tüm dişiliğiyle kalçasını sallayıp biraz da yalpalayarak asansörden inmişti. Ağzımın bir karış açıldığını kapanan asansör kapısındaki yansımamdan fark ettim ve kendimi toparladım. Biraz geç olmuştu galiba çünkü Aziz yan gülüşüyle aynadan beni kesiyordu.

 

 

Bir kat sonra asansör durduğunda hala sırıtıyor olduğunu fark ettim. "Ne gülüyorsun be?"

 

 

"Hiiç, öylesine. İnmeyecek misin?" diye sordu kolunu bana uzatıp. Önce uzattığı koluna sonra yüzüne baktım. "Ayağım sakat benim fark ettiysen eğer." diye bir tepki koymamı beklemiyor olacaktı ki. Gülüşünün yerini sorgulayan bakışlar almıştı. "Yürüyemiyorum. Kola girmekle falan olacak iş değil bu. Taşıman lazım." Ben cümlemi bitirir bitirmez yükselen kahkahasıyla birlikte eğilip belime ve bacaklarıma kollarını dolayarak beni kucağına aldı. Ben de iki kolumu sanki Aziz'i benden almaya çalışan varmış gibi (!) boynuna doladım. Ben yürüdüğümüz koridora bakıyordum ama onun kısılmış gözleri bendeydi.

 

 

Kapının önüne geldiğinde durdu Aziz. Kapı kolundaki tuşları işaret etti başıyla. "Ellerim dolu. Şifreyi sen girer misin?" dedi. Kollarımdan bir tanesini çözüp tuşlara doğru uzandım. "Şifre?"

 

 

"140613" dedi. Şifreyi girdiğimde kapının açıldığına dair bir ses çıktı. Kapı kolunu çektiğimde de Aziz ayağıyla kapıyı açıp bizi içeri soktu.

 

 

Kocaman bir salon vardı karşımda. Kanepesi, yemek masası, mutfağı her şeyi içinde olan kocaman bir salon. Salonun köşesinden yukarı yükselen merdiveni gördüğümde kafamı o tarafa çevirdim. Merdivenin varış noktasında yatağı gördüğümde de oranın yatak odası olduğunu anladım. 1+0 gibi ama büyük bir evdi.

 

Yatak odasıyla giyinme odası yukarıdaki." dedi Aziz gözümün nereye baktığını fark edince. Benimle konuşurken bir yandan da ayaklarımı uzatmama yardımcı olup arkama yastık koymaya çalışıyordu.

 

 

"Güzel görünüyor evin ama pek senin tarzın değil gibi." Arkama yeterince yastık koyduğunu düşünmüş olacak ki bir tanesini de yaralı sağ ayağımın altına koyup yanıma oturdu.

 

 

"Değil zaten. Evi şirket ayarladı. İşe yakın, tek kişi için yeterli bir alanı var, eşyalı. Mantıklı geldi bana da burada yaşamak. Ama yakın zamanda daha büyük bir eve çıkmam gerekiyor gibi görünüyor."

 

 

Ben kenara üç beş kuruş atayım para biriktireyim diye anne babamla yaşarken bu şükürsüzün büyük ev planları sinirimi bozmuştu. "Neyine yetmiyor be güzelim ev. Tek kişiye fazla bile."

 

 

Güldü önce. Sonra bir bacağını kanepeye atıp tüm vücuduyla bana doğru döndü. "Doğru tek kişi için gayet büyük ama 2 kişi 3 kişi 4 kişi belki 5 kişi için yeterli değil.

 

 

Kaşlarım çatıldı. Suratımda koca bir soru işaretiyle bakıyordum. Eve birilerini mi atacaktı bu. Utanmadan bana mı anlatıyordu. Ben onu anlamadıkça gülüşü büyüdü. Sonra elini alnımdaki bandaja uzattı. Hafifçe parmaklarını dolaştırdı bandajın üstünde. "Kafanı çok mu sert çarptın acaba? Çok da zeki bir kadınsın normalde ama bana gelince mi böyle oluyorsun anlamadım?" Suratına çatık kaşlarla bakmaya devam ettim çünkü aklım hala asansördeki kadında ve Aziz'in bahsettiği 2 3 4 5'teydi. "Evlenince burada kalamayız. Daha güzel ve büyük bir eve çıkarız. Müstakil olması iyi olur. Senin de içine sinmesi önemli. İçini de birlikte döşeriz. Senin zevklerine zaten bayılıyorum. Çok sıkışırsan bana paslarsın ama iç tasarımını gönül rahatlığıyla sana bırakabilirim." Bandajımdaki eli saçlarıma doğru uzanmıştı. Sarı ışık altında, saçlarımda beni mayıştıran parmaklar, hafifçe sağa eğdiği başı, yoğun bakışları ve az önce kurduğu cümlelerle şu an çok öpülesi görünüyordu.

 

 

Silkindim ve kendime geldim. Kafamı geriye çekince saçlarımdaki elini yavaşça koltuğa bıraktı. "Kafasını çarpan benim sen niye hayal görmeye başladın. Hayır bir de diyelim evlendik iki kişi olduk tamam. O 3 4 5 ne oluyor?!" Cevabını bildiğim soruyu sorarak ona az önce söylediği cümleden vazgeçmesi için bir şans veriyordum.

 

 

"Çocuklarımız." dedi. Verdiğim şansı elinin tersiyle iterek.

 

 

Yalandan bir kahkaha attım. "Ha evleniyorum seninle, ki böyle bir senaryoda parayı bulamadığım için seninle zorla evlenmişimdir, sonra da zorla evlendiğim kocamla çocuk yapıyorum öyle mi?"

 

 

"Bir daha desene." dedi dişlerini göstererek gülerken. Neyden bahsettiğini anlayamadım. "Neyi?" diye sordum. "Kocam dedin ya onu. Bir daha desene." Cevabıyla gözümü devirdim. "Kocam demedim. Zorla evlendiğim kocam dedim farkındaysan. Zorla evlendiğim için çocuk yapmayacağım kocam."

 

 

Oturduğu koltuktan kalktı ve eğilerek saçlarımın arasına bir öpücük bıraktı. "O imzayı attıktan sonra benden uzak durabileceğine inanman ne kadar da komik birtanem." deyip arkamda kalan mutfağa doğru ilerledi. Bense olduğum yerde kalmıştım. 'Kendine sahip çıkamazsın, üstüme atlarsın sen benim' falan mı demek istedi o? Ne demek istedi?

 

 

Ben kendi iç sesimle savaşırken mutfak tarafından seslendi bana. "Filtre kahve içersin değil mi? Bir süre daha uyanık kalmamız iyi olur." Arkasını dönüp bana baktı. Başımı sallayarak "İçerim." dedim. Kahve olana kadar bir süre mutfakta oyalandı. Benim de gözüm salonun her bir köşesinde dolaştı. Burası gerçekten hiç Aziz'in evi gibi hissettirmiyordu. Etrafta ona ait bir şey bile yoktu.

 

 

Ben evi süzmeye devam ederken elinde tepsiyle mutfak tarafından geldi Aziz. Kahvelerin yanına cheesecake'te koymuştu. "Kusura bakma benim cheescake senin kurabiyeler gibi ev yapımı değil. Dün 'hayırlı olsun'a uğrayan komşum getirmişti. Tadı çok lezzetli ama kesinlikle denemelisin.

 

 

Komşu deyince benim ayarlarım hafiften bir bozulmuştu. "Ne kadar hayırlı komşuların var senin öyle. Bir de komşuluk ölmüş derler. Bu koca sitede bile maşallah, ölmemiş. Asansörde hal hatır soranlar, cheescake getirenler falan... Ha yoksa ikisi de aynı kişi mi?"

 

 

Ben kendimi sakin tutmaya çalışırken karşımda gülerek kahvesinden bir yudum alan Aziz sinirlerimi zıplatıyordu. "Ne gülüyorsun be? Komik mi bir şey sorduk?" diye çıkıştım. Benim çıkışımla daha çok güldü. "Komik değil. Hoşuma gidiyor çünkü kıskanıyorsun. Bu da hayallerime yaklaştığımı gösteriyor."

 

 

"Ne evlenme meraklısı çıktın sen ya. Evlilik de evlilik, evlilik de evlilik. Evde kalmaktan falan mı korkuyorsun sen doğruyu söyle." Konu benim kıskançlığım üzerinden ilerlemeden konuyu değiştirmem gerekiyordu.

 

 

"Evlenme meraklısı değilim. Seninle evlenmenin meraklısıyım. Bunu hala anlamamış olman canımı sıkmaya başladı. Sadece evlenme meraklısı olsam birini bulur evlenirdim zaten." Yüzü sırıtık halinin aksine oldukça ciddiydi.

 

 

"Ha sıraya girmiş birileri seninle evlenmeyi bekliyor öyle mi?"

 

 

"Ben öyle bir şey söylemedim. Ama bu devirde benim gibi birini reddeden de ancak sen olurdun." dedi arkasına yaslanıp kahvesini içerken.

 

 

Rahat rahat oturup bana laf sokuyordu utanmadan. "Belli, üstüne atlamak için sırada bekliyorlar." Gözüm onun üzerinde değildi. Kollarımı dolamış, sağa sola bakınıyordum.

 

 

Yüzüne bile bakmadığımı fark edince kahvesini masaya bıraktı. Bana doğru döndü ve yaklaştı. Eli bu sefer saçlarımın ucundaydı. "Elini çabuk tutman gereken yerde naz yapıyorsun. İnsanlar müstakbel kocanın namusuna göz dikiyor. Artık sadece izlemek yerine parmağıma bir yüzük mü taksan diyorum ne dersin?" Parmaklarına dolayıp oynadığı saçlarımdaydı gözleri. Ara ara gözlerini kaldırıp bana bakıp tekrar saçlarıma dönüyordu.

 

 

Saçımı çektim parmaklarının arasından. "O elinde yüzük olmamasından kaynaklanmıyor canım. Senin tavrının açık kapı bırakmasından kaynaklanıyor. Bak benim de parmağımda yüzük yok. Neden benim etrafımda bana 'arkadaş olmasak da başka şeyler oluruz' diyen biri yok?

 

 

Zaten saçımı elinden alınca kaşlarımı çatılmıştı. Kurduğum cümleyle daha çok sinirinin bozulduğu belli oluyordu. "Yok mu?! Bu yok hali mi?! O konuya hiç girme bence. Zaten sinirim yeni yeni geçiyor. Tüm gece ben senin etrafındaki akbabalar yüzünden kafayı yedim be. Hayır yani bir de o kadının benim hayatımda hiçbir yeri yok. Denk gelirsem selamını aldığım bir kadın. Ama etrafındaki akbabalar öyle mi. Kürşat yavşağı her fırsatta 'ben bu kızın geçmişiyim' diye ortalıklarda dolanıyor. O Altan mıdır Dalton mudur nedir onla zaten randevuya çıkmışsın, gecenin bir vakti ikinciye ne zaman çıkıyoruz diye mesaj atıyor. Pezevenk patronundan bahsetmiyorum bile. İki haftaya kalmaz ilanı aşk eder sana." İtiraz edecek gibi oldum. "Hiç öyle bir şey yok falan deme. Sen de her şeyin farkındasın. Hoşlanıyor o pezevenk senden. Hatta sen şimdiden iş alanları bak bence."

 

 

"O niyeymiş?" dedim tüm umursamazlığımla.

 

 

"Senden hoşlandığını söyleyen adamla aynı iş yerinde mi çalışacaksın? Hem de bu adam senin patronunken."

 

 

"Ne yapayım? Çok yüklü bir meblağ borcum var. Çalışmak zorundayım. Orada olmamdan o kadar rahatsız oluyorsan şey var mesela. Kürşat'ın şirketi var. Orada da çalışabilirim aslında." Şu konuşmanın sonunda 'yok artık borcun falan' demesini bekliyordum ama pek de öyle olmadı.

 

 

"Birce sen beni delirtmeye mi çalışıyorsun? Yemin ederim ağzından evet kelimesi çıkmadan iki gün sonra kendini benimle evli bulursun. Benim sinirlerimle oynama." 'Sildim borcunu' diyeceği yerde hala evlilikle tehdit edişi benim sinirlerimi daha çok zıplatıyordu.

 

 

"Hayır neye bu kadar sinirleniyorsun onu anlamıyorum. Evet geçmişte sevgilim oldu. Ne kadar ilginç! Evet herkes yaşımın geldiğini düşündüğü için bana birileriyle bana randevu ayarladı. Ne kadar garip! 29 yaşında genç, güzel, çekici ve başarılı bir kadınım. Birileri benden hoşlanıyormuş. Şok edici!! 10 gün oldu sen döneli Aziz farkındasın değil mi? Sanki ortadan kaybolduğun 10 yılda kimseyle bir şey yaşamamışsın gibi gelip benim hayatıma girmiş, çıkmış, uğramış insanlara laf edemezsin. Sanki 10 yıldır bana aşıkmışsın da ben daldan dala atlamışım gibi konuşuyorsun. Önce kendine bak." Aslında beni evlilikle tehdit ettiği ve öyle bir hakkı olmamasına rağmen etrafımdaki erkeklere laf ettiği için sinirlenmiştim ama onun bilmediğim geçmişine de sinirleneceğimi düşünmemiştim. O kadar sinirlenmiştim koltukta uzattığım bacaklarım bile beni rahatsız etmişti. Bacaklarımı topladım. Bağdaç kurarken dizimdeki yaranın acıması bile yüzüme yansımamıştı. Bedenim hala ona dönük değildi. L koltuğun duvara dik tarafında oturup karşımdaki televizyona bakıyordum. Aziz herhangi bir şey söylemeyince kafamı ona doğru çevirdim. Bana bakıyordu.

 

 

Durdu bir süre. Sadece yüzüme baktı. Konuşamayacak kadar kabarık mıydı geçmişi? Lafımın altında kalacak kadar gerçek miydi söylediklerim? Zaten tahmin ettiğim bir şeydi. O sustukça sessizlik, neden benim kalbimi sıkıştırıyordu ki. Gözlerinin içinde saniyelik bir hayal kırıklığı gördüm. Sanki 'bunu gerçekten söyledin mi?' diyordu. Oturduğu yerde bir dizini kırmış tamamen bana dönük duruyordu. Zaten yakınımdaydı ama daha da yaklaştı.

 

 

"Benim payıma düşen yalnızlıkla baş etmek oldu Birce. O gün sana demiştim hatırlıyor musun 'yalnız kalmaktan korkan sadece sen misin?' demiştim. 'Ben de korkuyorum.' demiştim. En çok korktuğum şeyle sınandım ben. Yalnız kaldım. Daha kötüsü sensiz kaldım. Bir gün öncesinde benim aşk itirafımı beklerken bir gün sonrasında emindin seni sevmediğime, her şeyi yanlış anladığına. Aşkıma inancın gözünde bu kadarmış. Sana itiraf edemedim evet. Edemezdim çünkü seni o kadar çok seviyordum. Seni de kendimle birlikte sürükleyemezdim. Sen de benim varlığından bile emin olmadığın aşkımı beklemek yerine sana aşkını itiraf edebilen biriyle olmayı tercih ettin. Hakkındır. Benim kalbim paramparça oldu. Ben yine de seni anladım. Yine de seni son bir kez görmek istedim. Bana olan sevginden şüphe de etmedim. Seni görememek işkence gibiyken onunla görmek ölümdü. Ben yine de seni görebilmek için ölmeyi tercih ettim. Ben gidince her şeyi geride mi bıraktım sanıyorsun? Hiç düşünmedim, hiç üzülmedim, günler geceler ağlamadım mı sanıyorsun? Tutunduğum tek dalım sendin. Kalbim acıyordu seni onunla düşününce ama seni düşünmeyince daha çok acıyordu. Kalbime en çok sen zarar veriyordun ama en çok da sana ihtiyacı vardı." Söyledikleri çok fazlaydı. Geldiği günden beri aşk itirafı yapan bir adam için bile çok fazlaydı. Derin bir nefes aldı. Aldığı nefesle birlikte başı öne düştü. Sağa sola salladı başını belli belirsiz. Sonra iç acıtan bir gülüşle birlikte tekrar kaldırdı kafasını. "Benim yaram da ilacım da senken... Şimdi karşıma geçmiş sensiz geçen yıllarda hayatıma birilerini aldığımı söylüyorsun. Aşkımı küçümsüyorsun. Sen benim kalbimde değilsin Birce. Sen benim 'kalbimsin.'" Engel olamadı, gözünden bir damla yaş düştü. "Kalbim benden vazgeçti diye pes edecek bir adam değilim ben Birce. Emin ol." Düşen yaşı elinin tersiyle silip yanımdan kalktı ve merdivenlere doğru ilerleyip üst kata çıktı. Gelen kapı sesiyle banyoya girdiğini anladım.

 

 

 

Ne diyeceğimi ne düşüneceğimi bile bilmiyordum. Geçen yıllarda hayatında biri olsa bile hiçbir şey söylemeye hakkım olmazdı. Ama olmamıştı. Ve böyle bir şeyin imasını bile yapmam canını acıtmıştı. Ben galiba Aziz'in aşkını hafife alıyordum.

 

 

Birkaç saniye banyonun kapısının açılma sesini duymayı bekledim ama koca evden çıt çıkıyordu. Daha fazla oturmaya dayanamadım. Koltuktan kalktım ama burkulan ayağım yürümemi çok zorlaştırıyordu. Kanepeden destek alarak merdivenlere kadar gittim. Merdivenin başına geldiğimde tırabzanlardan tutunup zıplayarak merdivenleri çıkmaya başladım. Küçükken bolca sek sek oynamanın yararlarını böyle bir şekilde göreceğimi hiç düşünmemiştim. Son basamağı da çıktığım an banyonun kapısı açıldı. Aziz'in kızarmış gözleri önce şaşkınlıkla açılır gibi oldu sonra çatılan kaşları o şaşkınlığı süpürüp gitti.

 

 

"Sen deli misin Birce? O ayakla bu kadar merdiven mi çıktın sen?" Hala bir elimle tırabzandan destek alıyordum ve burkulan ayağımı havada tutuyordum. "Bir şey yok ya. Üstüne basmadım bak böyle zıpladım." deyip ona da merdivenleri nasıl çıktığımı örnekleyerek gösterdim. Manyak olduğumu düşünen bakışlarıyla konuşmaya devam etti. "Neden geldin?" Normalde 'sen getirdin ya pislik' diye suratına bağırırdım ama az önce kalbini kırmıştım ve belli ki ağlamıştı. O yüzden üste çıkmaya çalışamazdım.

 

 

"Merak ettim. Seni. Öyle bir anda gidince. Yani ben kırılacağını düşünemedim. Genç bir insansın sonuçta. Başarılısın, yakışıklısın. İnsanlar asansörde bile seni götürmeye çalışıyor. Birileri olmuştur diye düşünmüştüm. Olduysa da kimse bir şey diyemez zaten. Onu söylemek için öyle söyledim. Bir daha söylemem öyle bir şey." Konuşma yeteneğim 3 yaşımdaki haline dönmüştü. Aziz'in ciddi surat ifadesine karşı konuşmak çok zordu. Kesin mahkemelerde de böyle yapıp karşısındaki avukatı savunma yapamayacak hale getiriyordu.

 

 

"Buraya kadar çıktın madem. Tekrar aşağı inme. Sana giyecek bir şeyler vereyim de uyu artık. Başın ağrımıyor, miden bulanmıyor değil mi?" Konuyu değiştirdiğini bile fark etmeden başımı iki yana salladım. "Kollarında uyuşukluk ya da karıncalanma?" Yine kafamı iki yana salladım. Neden birden böyle sorular sorduğunu anlamamıştım. "Kahvenin içine bir şey mi kattın niye soruyorsun?" dediğimde ciddi ifadesini biraz da olsa kırıp dudağının kenarından gülmüştü.

 

 

"Beyin kanaması belirtilerini sayıyorum Birce. Doktor dedi ya bunlar olursa tekrar hastaneye gelin diye."

 

 

Ben çoktan kafamı çarptığımı unutmuştum, Aziz doktorun dediklerini unutmamıştı. "Ha yok. İyiyim bence. İyiyim yani." dedim. Bir ayağı havada bir deliydim sadece.

 

 

Bir şey demeden sağ tarafta bulunan dolaba doğru ilerledi. Bir sweatshirt çıkardığını gördüm. Sonra bir süre daha bir şeyler aramaya devam etti. Bulduğunda 'hah' diye mırıldanmıştı. Kafasını dolaptan kaldırdı ve yanıma geldi. Elime az önce gördüğüm sweatshirtü ve sonradan bulduğu beyaz şortu tutuşturdu.

 

 

"Eşofmanlar uzun gelir rahat edemezsin. Hem belki giyerken falan yaran acır diye şort getirdim. Ev soğuk değil ama yine de sweat giy. Üşümezsin. Banyoda değiştirebilirsin üstünü. Ben de sen gelene kadar çarşafları değiştiririm." Cümlesinin bitmesiyle birlikte yatağa doğru ilerliyordu ki tırabzana tutunduğum elimi bırakıp ona tutundum.

 

 

"Ben nasıl gideceğim banyoya?" Büyüttüğüm, çaresiz görünen gözlerimle benim de kendime göre numaralarım vardı. Evet kırılmıştı ama beni görmezden gelecek kadar kırılmış olmasını istemiyordum. Beni görmezden gelirse kendimi affettiremezdim.

 

 

"O merdivenleri nasıl çıktıysan öyle." dedi. Gerçekten acıması kalmamış mıydı artık? "Çıktım ama ne kadar zor çıktım biliyor musun? Hep sol ayağıma bastım. Tüm yük ona bindi. O da acımaya başladı." Aziz'in gözleri sol ayağımla gözlerim arasında gidip geldi. "Ya yarın onun da üstüne basamazsam. O zaman ne olacak? Ya günlerce hiç yürüyemezsem." Sesimdeki sahte acındırmayı fark etmemesi için dua ediyordum. Fark ettiğine emindim ama fark etmemiş gibi davranırsa umut var demekti. Gözlerime baktı bir süre. Sanki yalan dedektöründen geçiyormuş gibi hissediyordum. "Tamam gel." dedi ve iyice dibime girdi.

 

 

Ne yapmam gerektiğini anlamamıştım çünkü kucağına alacağı zaman ben sadece duruyordum ve her şeyi o yapıyordu. Boş gözlerle baktım suratına. "Ne bakıyorsun? Sen üç merdiven çıktın diye ayağın ağrıdı. Ben sabahtan beri seni kucağımda taşıyorum. Benim de kollarım ağrıdı. Daha fazla prenses taşıması yok. Taşınmak istiyorsan gel." dedi. Gel dedi ama resmen kucağına gelmemi söylüyordu. 'Kolun yorulduysa sırtını dön pislik' dersem beni burada bırakıp gider miydi diye düşündüm.

 

 

"Kucağına mı geleceğim?" Sesli olarak dile getirince daha bir gerilmiştim. "Sen bilirsin." deyip omuzlarını silkti. Tekrar yatağa doğru ilerleyecekti ki tekrar koluna asıldım. "Tamam." dedim. Dedim ama sesimi ben bile duyup duyamadığımdan emin değildim. Eğer Aziz bu gece bana kalbi kırık uyursa yarın hiçbir şey şimdiki gibi olmayacakmış gibi hissediyordum. O yüzden yiğitlik edip ben giderim demek yerine onun istediğini yapıp gönlünü almam gerekiyordu.

 

 

Kolunu biraz daha kendime çekiştirdim. Benim çekmemle iyice birbirimize yaklaştık. Kucağına alması için Bir kolumu boynuna doladım. Diğeriyle kıyafetleri tutuyordum. Dudağının bir kenarı yukarı kıvrılır gibi olurken kendini tuttuğunu hissettim. Sağ bacağıma eliyle iki kere dokundu. "Şu bacağını belime dola." dedi düz bir sesle. Ağzımdan sadece "Ne?" diye bir nida çıkabildi. "Hadi." dedi. O kadar kendinden emindi ki sorgulayamıyordum bile. Sağ bacağımı tam beline kadar kaldırdığım anda belimde hissettiğim koluyla ayaklarımı yerden kesti. Panikle diğer ayağımı da beline dolayıp ayaklarımı birbirine kilitledim. Aziz'in de bir eli belimde diğer eli sağ baldırımdaydı. Düşmemden çok korkuyor olsa gerek (!) iki eliyle de sıkı sıkı tutuyordu.

 

 

Önce banyoya doğru yöneldi. Sonra adımları durdu ve tekrar dolaba doğru ilerledi. Belimdeki sağ elini yavaşça biraz daha aşağı kaydırdı ve baldırımdaki sol eliyle dolabın kapağını açtı. Ne yaptığını anlamak için bir ona bir dolabın içine bakıyordum. Bir şey arıyor gibiydi. "Ne yapıyorsun?" diye sordum. Kafasını dolaptan bana doğru çevirdiğinde burunlarımız saniyelik birbirine değdi. Kafamı biraz geri çektim.

 

 

"Pijamalarımı çıkaracağım." dedi günlük hayatta sohbet ediyormuşuz gibi. "Beni banyoya bıraksaydın ya önce." dediğimde belim ve kalçam arasındaki eli biraz daha aşağı indi ve kolundan güç alarak sanki aşağıya düşmüşüm gibi beni biraz daha yukarıya kaldırdı. Eli ise şu an çok sorgulanması gereken bir yerde duruyordu ama o alıştığı bir hayatı yaşıyor gibi görünüyordu. "Hazır dolabın önünden geçerken alayım dedim işte. Ne oldu rahatsız mı oldun? Yerin rahat aslında." Elimdeki kıyafetleri ikimizin arasında kalan kısma düşmeyecek bir şekilde koyup boşa çıkan elimle Aziz'in dudaklarına bir sille yapıştırdım. Ben tokat atmıştım ama o öpmüşüm gibi sırıtıyordu.

 

 

"Hadi götür beni banyoya." Dediğimde arsız gülüşü daha da büyüdü. "Çok sabırsızsın." dediğinde ağzına bir sille daha yemişti. "Ne dedim? Yanlış bir şey mi söyledim?" deyip bir de anlamamazlığa vuruyordu.

 

 

"Ben biliyorum senin ne dediğini." Yan bakışlarımla belki utanır da susar diye çabalıyordum. Ben konuşurken kendi kıyafetlerini seçip yatağın üstüne fırlatmıştı. Sonra tekrar banyoya doğru yürüdü. Banyoya girdiğinde kucağından inecek gibi hareketlendim ama belime yapışan kolu inmemi engelledi.

 

 

Dolaplardan bir tanesini açıp "Bak burada diş fırçası var. Şununla yüzünü yıkayabilirsin. Bandajına su değdirme ama sakın. Bu havlu temiz. Az önce çıkardım." deyip minik bir banyo tanıtımı yapmıştı. Sonunda zor da olsa beni kucağından indirdi. Tek başıma giyinebileceğimi söylediğimde banyodan çıktı. Önce üstümü çıkarıp Aziz'in verdiği sweatshirtü giydim. Yumuşatıcı kokusunun bile içinde sanki tarçınlı kurabiye kokusu alıyordum. Bir süre onu kokladığım için zaman kaybettim. Sonra kendime gelip dizi yırtılmış canım kot pantolonumu çıkarıp şortu giydim. Şort tam diz kapağımın üstündeydi. Bana böyle oluyorsa Aziz'e nasıl oluyordur diye düşünürken 'bu kısa şortu nerede giyiyor bu çocuk?' diye sorgulamaya başladığımda artık düşünmenin sağlıklı bir aşamasında olmadığımı fark edip yüzümü yıkadım.

 

 

Banyonun kapısını açtığımda az önce seçtiği tişört ve eşofmanı seçmiş olan, yastık kılıflarını değiştiren Aziz'in bakışları bana döndü. "Dur, bekle." dedi ve kılıfını geçirdiği yastığı yatağa atıp yanıma geldi. Direkt belimden tutup ayaklarımı yerden kesti. Ben de önce kollarımı boynuna sonra da bacaklarımı beline doladım. O söylemeden böyle bir şey yaptığım için yine yandan yandan sırıtıyordu. Ben sadece düşmemek için önlem alıyordum.

 

 

Yavaşça yatağa oturttu. Bacaklarımı da yatağa koyup uzanmamı sağladı. Sonra yatağın ucundaki yorganı üstüme çekti. Kendisi de yatağın diğer tarafına geçip yorganın altına girmeden uzandı. "Hadi uyu." dedi ışığı kısarak. "Sen ne yapacaksın?" diye sordum. Asıl sorum 'burada mı uyuyacaksın?'dı ama onu sormamaya karar verdim. "Sen uyurken seni gözetim altında tutacağım." dedi gülerek.

 

 

"Saçmalama uykusuz mu kalacaksın? Hem yarın iş var. Uykusuz kalmaman lazım. Kafamı da o kadar sert çarpmadım zaten. Bir şey olmaz."

 

 

"Merak etme uyurum ben." dediğinde artık içimdeki soru sorulmazsa patlayacaktı. "Burada mı?"

 

 

"Koltuk çok rahatsız Birce. Bir kere uyuyakaldım her tarafım tutuldu. Lütfen beni oraya gönderme." Resmen kendi yatağında yatmak için benden izin istiyordu. "Hem bu ilk olmayacak daha önce de birlikte uyuduk."

 

 

Hatırlattığı şeyle bu konuda ona kızmadığım aklıma geldi. Leyla ve Erdem'in evinde benimle birlikte uyumuştu!! "Haa hatırlattığın iyi oldu bak. Sen o gün neden geldin girdin benim yanıma?" Neden bahsettiğimi bilmiyormuş gibi bir yüzle bana baktı. "Hiçbir şeyden haberin yokmuş gibi bakma öyle. Leylalardayken diyorum. Niye benimle uyudun."

 

 

"Ha o zaman. Orada benim suçum yok. 'Gitme' deyip beni yanına çeken sendin."

 

 

"Sen de fırsat bu fırsat dedin öyle mi?"

 

 

"Yoo sadece uykum vardı Birce. Sen beni bırakmayınca ben de orada uyumak durumunda kaldım. Hem ben o zamandan bahsetmiyordum." deyince benim gözler bu kez şaşkınlıktan yerinden çıkacak gibiydi. Ne zaman uyudum ben bununla be? Neden hatırlamıyorum? "Ne bakıyorsun öyle? Lisede hep kütüphanede aynı masaya baş koyup uyumadık mı? Ha masa ha yatak. Orada da yan yanaydık burada da yan yanayız." Düşünme şekli gözlerimi devirmeme sebep olmuştu. "Hem aşağıda yaptığın ayıba sayarsın artık burada yatmama izin vermeni."

 

 

Ben de konunun üzerini gerçekten kapattı diye sevinmeye başlamıştım. "Özür dilerim." dedim içten bir şekilde. "İyiyiz değil mi?" diye sordum ne durumda olduğunu anlamak için.

 

 

"Buluşacak mısın o herifle?" dedi yüzüme bakmadan.

 

"Hangi herifle."

 

"Şu Altan Daltonuyla." Hala yüzüme bakmıyordu.

 

"Buluşmamam için sebep var mı?" diye sordum. Bu sefer bilerek üstüne gitmiştim çünkü yüzüme bakmasını istiyordum. Öyle de oldu. Kafasını aniden bana çevirdi.

 

"Yok mu?!" diye sordu. Sesi biraz yükselmişti.

 

 

Bir süre sessiz kalarak ayarlarıyla biraz daha oynadım. "Benden şans isteyen bir adam vardı aslında. Ona şans vermeyi düşünüyordum ama şu sıralar bana küsüp yüzüme bakmamakta ısrarcı gibi." dedim. Kurduğum cümleyle yüzündeki sinir kırılmıştı.

 

 

"Birce umarım şu an benden bahsediyorsundur. Bir tane daha erkek cinsi çıkarsa ben artık sakin kalamayacağım."

 

 

Sesli bir şekilde güldüm bu dediğine. "Sen benden şans istemedin mi?" diye sordum. Hızlı bir şekilde başını sallayıp "İstedim." dedi.

 

 

"O zaman ben de sana o şansı veriyorum. İnandır beni kendine."

Loading...
0%